• Sonuç bulunamadı

MANZUM TARİH METİNLERİ

Belgede Klasik Türk şiirinde meslekler (sayfa 175-200)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MESLEKTE ŞİİR

3.3. MANZUM TARİH METİNLERİ

Devlet-i Aliyye’nin yaklaşık altı asır devam eden cihan şümul iktidarı müddetince kazanılan yüzlerce zafer; fethedilen ülke, belde, karye ve kale; devlet erkânınca yaptırılan, onarılan, hizmete sunulan sayısız cami, köprü, çeşme, imaret, türbe gibi hayır ve hasenat işleri; hanedan üyelerinin doğumu, sünneti, düğünü, vefatına dair mühim saray içi meseleler yahut mesleklerine / sanatlarına dair yapıp etmeleriyle tarihe mal olmuş, hizmet ve eserleriyle iz bırakan namlı şahsiyetler pek çok vakanüvis için tarihî birer metin malzemesi olmuştur. Söz konusu tarih metinleri bazen bir emirle ısmarlanmak suretiyle bazense bir tarihçinin doğrudan kendi gözlemi ya da başka kaynaklardan haberdar olduklarıyla herhangi bir tarihî olay, durum, seyahat, görev veya kişi hakkında yazmakla ilgili yaşadığı istek ve elbette ilmî bir eser ortaya koyma hevesinin sonucu olarak kaleme alınmıştır. Böylece kimisi anonim kimisinin yazanı belli birçok umumi Tevârih-i Âl-i Osman ve onun alt türü olarak değerlendirebilecek olan gazavatnâme, cihadnâme, zafernâme, fetihnâme, sefernâme, şecaatnâme, Süleymannâme, Selimnâme175 gibi isimler alan cihad-ceng-fetih merkezli metinler veya seyahatnâme, sefaretnâme, surnâme, tezkire ve tarih düşürme gibi diğer muhtelif tarihî-edebî vesikalar birer vaka projeksiyonu olarak tarihte yerlerini almıştır.

Tarihe düşülen bu öğretici notların bir kısmında mensur form kullanılmakla beraber okuyanın / dinleyenin zihni ve keyfi üzerindeki tesir gücü ve dolayısıyla akılda kalıcılığı sebebiyle azımsanmayacak bir kısmında tıpkı Firdevsi’nin İslam öncesi İran şah sülalelerini ele aldığı Şehnâme isimli tarihî-menkıbevi eserde yaptığı gibi anlatım aracı olarak şiir dili tercih edilmiştir ve bu durum eskilerde çokça görülen birden çok mesleğin erbabı olma özelliği çerçevesinde şiirden anlayan tarihçiler ya da tarihten anlayan şairler diyebileceğimiz zatların uğraşları neticesinde bir başka meslekte şiir başlığına meydan vermiştir.176

175 Türk-İslâm Edebiyatı’nda bir tür olarak ele alındığında manzum veya mensur olsun bu türdeki eserlerde görülen çerçeve plan şu şekildedir: 1- Tevhid, 2- Münacat, 3- Na’t, 4- Ashab-ı Kirama Dua (bazılannda sadece Çehâryar-ı güzine de dua vardır), 5- İslâm Kahramanlanna Dua, 6- Sebeb-i Te’lîf, 7- Zamanın Padişahına Dua (bu kısım bazan “Sebeb-i te’lif’ten öncedir), 8- Savaşa Hazırlık, 9- Teçhizat, 10- Sefer, 11- Düşmanla karşılaşma, 12-Düşmanın Durumu, 13- Savaşın cereyanı, İslâm askerlerinin başarısı, 14- Dönüş, padişahın veya komutanın karşılanışı, 15- Dua, 16- Hatime. Bütün bu bölümler ele alınırken cihadla ilgili ayet ve hadislere de çok sıkça yer verilmektedir. Daha çok manzum fetihnâmelerde bulunan bu bölümler, mensurlarda ya çok kısa bir şekilde yer almıştır veya bunlardan sadece bir kısmına yer verilmiştir (Aksoy, 1997: 10).

176 Meslekte şiir örneği olmak bakımından tarihî-edebî kıymeti haiz manzum ya da manzum-mensur gazavatname / zafername / fetihname / sefername / şecaatname / cihadname / Süleymanname / Selimname metinlerinden önemli bir kaçın şöyle sıralanabilir: Kıvâmî’nin yirmi beşi II. Mehmed ve

164 Bir şiir medeniyeti olan Devlet-i Aliyye’nin tarih yazıcılığında İbn-i Kemal’in (Kemalpaşazâde) Tevârih-i Âl-i Osman’ındaki “beyt-i Farsî”, “beyt-i Türkî li-müellifi” ya da “ nazm-ı Türkî li-li-müellifi” gibi başlıklar altında görüldüğü üzere mensur formda kaydedilmiş metinlerde dahi anlatımı zengin ve etkin kılmak adına muhtelif fasılalarla birçok manzum parçanın eserlere yedirildiği görülmektedir.

Örneğin, Âşık Paşazâde tarafından XV. yüzyılda kaleme alınıp yazarı bilinen, gerçek manada ilk Osmanlı tarihi kabul edilen Tevârih-i Âl-i Osman ya da daha popüler ismiyle Âşık Paşazâde Tarihi, Âl-i Osman’ın şeceresinden başlamak üzere sülalenin Anadolu’ya intikali, kaç bölükten oluştukları, Türk tarihinde üstlendikleri rolleri, diğer beyliklerle ilişkiler, şehzade mücadeleleri, İstanbul’un fethi, hülasa Süleyman Şah’tan II. Bayezid’e kadarki iktidar aralığında yaşanan muhtelif pek çok tarihî vakayı hikâye eden mufassal ve mensur bir kaynak eserdir. Ancak yüz seksen üç baba ayrılmış olan muhtevası boyunca aktarılan birçok tarihî hadise zaman zaman şiir parçalarıyla renklendirilmekte dahası hemen her bab, bizzat müellife ait olan bu manzumelerle sonlandırılmaktadır ki söz konusu üslup bir bakıma Âşık Paşazâde’nin anlattığı hadiseler neticesinde yaşadığı duygusal infialin bir ifadesidir de. Örneğin bab 29, Osman Gazi’nin vefatı üzerine oğulları Orhan ve Alâaddin’in biraraya gelerek babasının mirasını, emanetlerini kimin üstleneceğine dair istişarede bulunmaları ve Alâaddin’in liderlik hakkından feragat edererek çobanlığı / hükümdarlığı kardeşine tevdi’ edip kendisi içinse sadece Kite Ovası’ndaki Kodura Köyü’nü istemesini ve

üçü II. Bayezid’e ait olan muhtelif zaferlerin anlatıldığı bir mesnevi olan Fetihnâme-i Fâtih Sultan Mehmed’i, Sinoplu Safâyî’nin yaklaşık üç bin beş yüz beyitlik mesnevisi Fetihnâme-i İnebahtı vü Moton’u, İbn Kemal’in Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eserinin müstakil bir bölümü olup Kanûnî’nin Mohaç seferini anlatan Mohaçnâme, Sa’yî’nin Fetihname-i Belgrad’ı, Hüsrev Efendi’nin Mohaç ve Budapeşte seferleri konulu Zafername-i Sıltan Süleyman’ı, Gelibolulu Âlî’nin Kanunî’nin Zigetvar seferine gidişi, vefatı, Selim’in cülusu gibi konuları işlediği Heft Meclis’i ve yine Gelibolulu Mustafa Ali’nin Lala Mustafa Paşa’nın Şirvan, Azerbaycan ve Gürcistan seferlerini anlattığı Nusretnâme’si, Gelibolulu Mehmed Zaîfî Efendi tarafından kaleme alınan ve II. Murad’ın gazalarından bahseden Gazânâme, Prizrenli Sûzî Çelebi’nin, Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bayezid devri akıncılarından Mihaloğlu Ali Bey’in gazâlarını anlatan 1795 beyitlik Gazavatnâme’si, müellifi belli olmayan ve II. Murad’ın İzlâdi ve Varna savaşları ile başlayan gazâlarını anlatan Gazavât-ı Sultan Murad’ı, Murâdî tarafından yazılmış Barbaros Hayreddin Paşa ve Oruç Reis’in gazalarını, bilhassa Preveze zaferini anlatan Fetihnâme-i Hayreddin Paşa, Celalzâde Mustafa Çelebi’nin Kanûnî’nin Rodos Adası’nı fethini anlattığı Fetihnâme-i Rodos’u, Ta’lFetihnâme-ikîzâde Mehmet SubhFetihnâme-i EfendFetihnâme-i’nFetihnâme-in FetFetihnâme-ihnâme-Fetihnâme-i EğrFetihnâme-i’sFetihnâme-i, KaraçelebFetihnâme-izâde AbdülazFetihnâme-iz tarafından telif edilen ve IV. Murad’ın 1044’te bizzat katıldığı Revan ve Bağdat seferi hakkındaki Târihçe-i Feth-i Revan ve Bağdad, Âsafî Defterdar Koca Mehmed Paşa’nın Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Kırım, Tiflis ve Tebriz seferlerini anlattığı Şecâatnâme’si, Hasan Aga’nın Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa’nın seferleri ve özellikle Kandiye’nin fethinin anlatıldığı Cevâhirü’t-tevârîh’i, Nâbî tarafından yer yer manzum ve ekseriyetle de mensur bir şekilde telif edilen ve Sultan IV. Mehmed zamanındaki Kamaniçe Kalesi’nin fethini anlatan Fetihnâme-i Kamaniçe’si ve Rızâ’î’nin telif ettiği 1853 Kırım Harbi’ni anlatan Manzûme-i Sivastopol (Erkan, 1996: 439-40; Aksoy 1997: 11-17).

165 Kükürtlü’de bir tekke yapıp oranın sakini olmasını konu edinir. Kardeşler arası antlaşma aktarıldıktan sonra bölüm art arda üç şiirle bitirilir:

Bular birliğe bitdi ondı işler Safâlar sürdiler çok az u kışlar Dürişdiler nizâm-ı İslâm-ıçun Akıtdılar kan u kesildi başlar Nice zahm urdılar uruldılar hem Niçerler dir ki kanı kardaşlar Esir satuban u hem almadılar Olınmadı esîr-içün savaşlar

Cihân hod gelmeg ü gitmek-içündür Ne yapsan ‘âkıbet yıkmak-ıçundur Karâr itmez gelüp sûret olanlar Togan gün hem gice batmag-ıçundur Bu sûret kölgesine kalma zînhâr Senünle oyunı utmag-ıçundur

‘Âmel kim idersin iy karındaş Ya tamu ola ya uçmag-ıçundur İkisinden fârig ol Hakk’a dön kim Yaradılmış Hak’a tapmag-ıçundur Nasîhat aldı Orhan kardaşından Du’âlar aldı iş ü yoldaşından Dahı aldı du’â cümle veliden Du’âlar ister Orhan cümlesinden Mîrâsdur du’â almak Âl-i ‘Osmân Fâriglerdür bu halkun dünyesinden

‘Âşık Paşa du’â Orhan’a itdi

Bile Gök Alp nesli cümlesinden (Âşık Paşazâde, 2007: 308-309)

Manzum formda yazılmış umumî Osmanlı tarihi konulu eserler arasında hususen üzerinde durulması gereken ilk metin XIV. asır şair ve ilim adamlarından Ahmedî’nin te’lif ettiği Dâsitân-ı Tevârih-i Mülûk-ı Âl-i Osman’dır. Nitekim aynı müellifin İskendernâme’sinin ardına kaydedilen bu metin ilk manzum Osmanlı kroniği olması yanında en eski Osmanlı tarihi metinlerinden biri olması bakımından sonrasında

166 yazılan Osmanlı vakayinâmeleri için bir kaynak eser hüviyetindedir. Eser oldukça muhtasar bir çalışma olmakla beraber kendi dönemi için dikkat çekici bir durulukta olması, bilimsel ve çağdaş bir tarih çalışması üslubuyla içerisinde masalsı, efsanevi ve menkıbevi ayrıntılara yer vermeyişi ve Devlet-i Aliyye’nin kuruluşu, Ertuğrul Gazi ve diğer bazı tarihi zatların kimliği, Bursa’nın fethi, Rumeliye nasıl geçildiği gibi konularda oldukça değerli ve orijinal bilgiler içermektedir. İslam tarihine- Hz.

Peygamber ve halifelerin hayatına, Emevi ve Abbasi tarihine, İlhanlılara- dair kısa değinmelerden sonra Ertuğrul Gazi’nin Sultan Alaaddin emriyle Anadolu’da gerçekleştirdiği fetihler vesilesiyle Anadolu’nun yurt edinilme serüveninin bazı kesitlerinden eserini sunduğu Emir Süleyman devrine kadarki tarihi süreci bir başka deyişle Osmanlı kuruluş devrinin anlatıldığı bu değerli eserin Yıldırım Bayezid bahsi şöyle nazmedilmektedir:

Çün şehâdet buldı gâzi-i şehîd Yirine oturdı Sultan Bayezid Ata dede bigi ‘âdil oldı ol Dükeli işlerde kâmil oldı ol

‘İlm ehlini severdi ol nîgnâm Kılur idi in’am iderdi ihtirâm Hoş gorürdi anı kim ‘âbid ola Hoş dutardı ânı kim zâhid ola Şeyh efendi geldi ana bînevâ İtdi anı mecmu’-ı halka pîşvâ Çok menâsıb virdi ana ol Şehriyâr İl ü gün ü kal’a vü şehr ü diyâr Rûmdan Sivas ü Tukatı aldı ol Caniki alub Samsuna geldi ol Çünki oldı feth ol dahı ana Dondi girü dâr-ı mülkinden yana

Ta behadd-i Antaliye şehr ü diyar Kamusını feth itdi ol Şehriyâr Ne Alaşar kodı vü ne Saruhan

Ne Aydın ü ne Menteşe ne Germîyan Kastamoniyye dahi feth oldı ana Böyle olur devlet işi çün ona

167 Çün Karaman illerine geldi ol

Konya vü Larendeyi dahı aldı ol Komadı ol yurada şehr ü diyar Kamusını feth itdi ol nâmdâr Geldi dâr-ül-mülke vü oturdı şâd Memleketde kıldı gayet ‘adl ü dâd Halk ol ‘adli çün andan buldılar Ulu kiçi işe meşgûl oldılar

Bu kamu Rûm içre bir yer kalmadı Kim anun ‘adliyle ma’mûr olmadı

Şah-ı Osmânî ki ‘adliydi Ömer Bildi ki olur kadılar bî dâdger İşleri rişvetdürür tagyîr-i şer’

Hiç anmazlar nedürür asl u fer’

Dünye içün ki ana gerekmez nazar Hakkı bâtıl bâtılı hak dir bular Cem’ itdi kamusın sordurdı ol Ne ki aldılar girü virdürdi ol Geregince itdi anlara cezâ Yavuz işlüye yavuzlukdur sezâ

Emri ile Hâlikun azze ve cell Mısr sultânına irişdi ecel

Bunı işidüp Şâma ol kasd eyledi Mısr binüm oldı diyü söyledi

Fırsatıdur diyibenün dutdı yol Leşkeriyle Medineye vardı ol Feth itdi anı igirdüb bir zamân Girü dâr-ül-mülke dönderdi ‘ınân Geldi kim kış otura yarak ide Girü yazın Şâm fethine gide Bu kamu itdügi anun tedbîr idi Bilemedi anı kim takdîr idi Âdemî tedbîri gelmez hîç işe

168 Orada kim Tanrı takdîri irişe

Her ne kim takdîr ise nâçâr olur Pes bu tedbîri ayıt nişe gelür Bu arada Rûma yürüdi Temür Mülk doldı fitne vü havf ü fütur Çün Temürün hîç ‘adli yogidi Lâcerem kim zulm ü çevri çog idi Zikr-i vahşet çünki vahşet dür yakîn Anı anmamakdürür hiyle hemîn Ol fütûr içinde gitdi Şehriyâr

Yıkılub yakıldı çok şehr ü diyâr (Banarlı, 1939: 81-84)

Müellif ilgili beyitlerde Yavuz’un fütühatı, yönetim becerisi, Mısır stratejisi ve Timur mücadelesi gibi tarihi vakıaları şiir dilini kullanarak anlatmayı seçmiştir ve böylece bir meslekte şiir kullanımı örneği ortaya koymuştur. Aynı şekilde Prizrenli Sûzî Çelebi de XVI. yüzyılda kaleme aldığı ve Ahmedi tarihine göre hem bilhassa savaş sahnelerinde hareketlenen coşkun üslubu hem de içeriğinde yer alan muaşaka dizeleri nedeniyle edebî yönü daha belirgin olduğu söyleyenebilecek akıncı beyi Mihaloğlu Ali’nin küffarla mücadelelerinin anlatıldığı mufassal gazavatnâmesinde şiir etkili dilini tercih etmiştir. Rumeli fetihlerini anlatan mühim gazavatnâmelerden biri olmasından öte akıncı beylerinin hayatlarına dair bilgi vermek hususundaki nadideliği bakımından ayrıca büyük öneme sahip olan bu eser mesnevi şeklinde nazmedilmiştir.

Tıpkı klasik şiirimizin aşk ya da din temalı diğer müstakil mesnevileri gibi tevhid ve münacatla başlatılan bu tarih metni müellifinin bizatihi katıldığı akınlar ve şahit olduğu durumları aktardığı 1795 beyitlik bir tür tutanaklar dizisidir. Örneğin, aşağıya alıntılanan şu kesit Erdel gazasını konu edinen bir müşahede metnidir:

Çü yokdur bu söze Sûzî nihâyet Yine gel gâzîlerden kıl rivâyet Çün ol serverler itdi kat’-ı menzil İrip Erdel iline aldılar dil

Alındı çün haber dilden kemâhî Bilindi kâfirün hâl-i tebâhı İcâzet câmını nûşitdi leşker Taşup deryâ gibi çûş itdi leşker

169 Revân oldı akar seylâb gibi

Yayıldı şu’le-i pertâb gibi

Yâhûd deryâ-yı İskender bulup yol Salındı mülket-i Kaydafeye ol Yayıldı sû-besû mülk ü diyâra Koyuldı karye vü şehr ü hisâra Meger bayrâmimiş küffâra ol gün Nice bayrâm kara dün ü kara gün Tonanmışlar bezenmişler serâ-ser Dirilmiş bir araya mâde vü ner Kurulmış ‘âdetince bezm-i sohbet Ne bilsünler k’olur anun sonı let İçüp bade ururdı lâfı her dün Görünmezdi gözine zerrece gün Diridi kâşki gelse bize Türk Göreydi kaç deriden biçilür kürk Görinür var imiş kâfir gözine Ve ger ni fikrine anun sözine Dahi bu sözde iken kavm-ı güm-râh Bulut gibi toz agdı göge nâgâh Yetişdi na’ra-i ra’d ile leşker

‘Adû oldı serâsime serâ-ser Ödi sındı çogınun ol sadâdan Çogı divâne oldı hûy ü hâdan Tagıldı sohbeti nîş oldı nûşı Figân ü nâleye döndi hurûşı Katıldı aşına zehr-i helâhil Takındı boynına bend-i selâsil

‘Adû bir câm umarken teşne câna Zamâne kanın içdi kana kana Kınından çıkdı her şemşir-i bûrrân Bulutdan oynadı şan berk-ı rahşân Göz açdırmayup ol hayl-i muzaffer Kılıç koydılar anlara serâ-ser

170 Şu denlu akdı hûn-âb-ı şafak-gûn

Ki döndi hûn ile tôlâb-ı gerdûn Götürdi ehl-i küfrün gövdesin kan Şu resme kim has ü hâşâki ‘Ummân Kılıçdan kurtulan düşdi kemende Dizildi ser-beser zencîr ü bende

‘Adûye kendü cismi oldı zındân Fukâ’a girdi san dîv-i Süleymân Adüv gitdi vü ehli kaldı hâlî Söyündi arı vü arındı balı

Yine şeh-bâz erenler açdı minkâr Yine sayditdi yek yek kebk-reftâr Hezârân gül yanaklu serv-kâmet Salındıkça koparırlar kıyâmet Büt-i sîmîn-bedenler can sanemler Cihân deyrinde candan muhteremler Ganîmet bildiler mâlin ‘adûnun Evin yagmaya virdiler kamunun Harâb itdiler anun hânumânın Çıkardılar kamu genc-i nihânın Zer ü sîm dür ü yâkût u mercân Münakkâş câme vü zer-beft kaftân Güneş batmışdı vü olmışdı ahşam Yatup ol gice leşker itdi ârâm Dönüp bunca fütûh u nusretile

Yetişdiler konaga şevketile (Levend, 2000: 275-77)

Devlet-i Aliyye tarihinin muhtelif kesitlerini şiir formunda dile getiren onlarca vakayinâme arasından gerek eskiliği ve gerekse kendisinden sonra yazılan pekçok tarih metnine ilham vermesi bakımından değineceğimiz bir diğer örnek metin 6646 beyitlik hacmiyle hayli şümullü bir manzume olan XVI. yüzyıl şair ve tarihçilerinden Ferecikli Hadîdî’nin Tevârih-i Âl-i Osman’ıdır. Mesnevi nazım şekliyle kaleme alınan bu eser İslamî şiir geleneğinin temel içerik yapılandırmasına uygun olarak tevhid, münacat ve na’t ile başlatılır. Ardından da sebeb-i nazım-ı kitab bahsi açılır. Buna göre

171 eserin yazılış nedeni okuyanlara bir yadigâr bırakma ve onların hayır dualarını almaktır. Ardından devrin padişahı Kanuni’ye hitaben yazılan kaside nazmedilmiştir.

Mesnevinin asıl bölümü olan âgâz-ı hikâyet, Osmanoğullarının atası kabul edilen Süleyman Şah’dan bahisle başlatılıp Kanuni’nin ünlü veziriazamı İbrahim Paşa’nın sadarete getirildiği haberiyle neticelendirilir. Toplam 198 babdan müteşekkil bu metin sadece form bakımından şiir türü sınırlarında olmayıp üslup bakımından da şiir dairesine dâhildir. Nitekim birçok başlık baharın ya da sabahın tasvir edilmesiyle başlatılmakta, çoşkun bir anlatım hemen her dizede kendini hissettirmektedir. Fatih Sultan Mehmed’in vefatı sonrasında iktidar mücadelesine girişen iki şehzadenini Bayezid ve Cem’in, mücadelesinin ve Cem’in sürgün günlerine ilişkin tarihî gelişmelerin dökümü mahiyetindeki 137 ve 138. babda nazmedilen şu dizeler bu önermeyi doğrulayan kesitlerdendir:

Be-nevbet tahta geçdi Bâyezîd Hân Serîr-i saltanatda sürdi devrân Atası fevtin işitdi dürişdi Serîre on yedinci gün erişdi Karamandan yürüdi Bursaya Cem Karaman leşgeri cümle bile hem İki bin Yeniçeri Bâyezîd Hân Yazup Bursaya irsâl itdi ol ân Ki varup Bursa şehrin bekleyeler

‘Adûdan sakınalar saklayalar Beriden Yeniçeri öteden Cem Berâber irişür Bursaya bâ-hem Çü Cem Sultanı yakın irdi dirler Çıkup a’yân istikbâl iderler Getürler kondururlar hürmetile Senâ vü medh ü izz ü şevketile Yeniçeriyi Cem eyledi da’vet Yeniçeri varup itdi itâ’at

Çü elçi göçdi gitdi girdi râha Gelüp bir gün irişdi taht-gâha İşitdi elçiyi erkân-ı devlet

Buyurlar konduruben nüzl ü ni’met

172 Seherden geldi kâsıd kim göründi

Vezîri şâh eline nâme sundı Demiş Bursayla Anatolıyı bana Cemî’-i Rûmeli İstanbulı sana Kabûl itmez bu sözi Bâyezîd Hân Hemân elçiye destûr oldı ol ân Hemân emr itdi cem’ oldı çeriler Gemiler hâzıridi geçdi leşger Sürüp Cem dahi gûyâ berk-ı âcil Yeni-şehrün öninde oldı mukâbil Dürüşdiler ‘aceb ceng oldı vâfir Sınup Cem kaçdı maglûb oldı âhir Karamana hemân cân atdı gitdi Sürüp Konyaya altı günde yetdi Hemân ardınca anun Bâyezîd Hân Sürüp leşger tutar râh-i Karaman Karamandan kaçup Cem Mısra gitdi Meger bir gün ki varup Mısra yetdi Ceme sultân-ı Mısr itmedi ragbet Kapusında anun bulmadı ‘izzet Mısırdan azm-i Kâ’be itdi gitdi İşit hacc itdüginden sonra nitdi Diledi Kâ’bede ola mücâvir Göre kim ne kılur takdîr-i Kâdir Emîr-i Hacca sultân söylemişdi Mücâvir olmaga koman dimişdi Emîr-i Haccdan olmadı icâzet Yine Cem Rûma eyledi i’âdet Çıkup Şâma gelüp Tarsusa irdi Karamanoglı Kasım karşu vardı Cem andan Engüriye azm itdi Göçüp hem Bâyezîd Hân karşu gitdi İşitdi Bâyezîd Hânun gelişin

173 Karamandan yana dönderdi yüzin

Karamana varup İç-ile girdi İşidüp Bâyezîd Hân dahi irdi Karamana ki geldügin işitdi Gemiye girdi Cem Rodosa gitdi Sekiz yüz seksen altısı Nebî’nün

Bu hâle târîh oldı hicretinün (Hadîdî, 1991: 312-14)

Dinî, tarihî, coğrafi, sosyo-kültürel pekçok husus hakkında bilgi vermeleri dolayısıyla bir tür ansiklopedik belgeler dizisi hüviyetindeki seyahatnâmelerde ve onun gezgin, tüccar, sefir, denizci, savaş esiri ya da sürgün edilmiş asker, memur gibi kimselerce kaleme alınan sergüzeştnâme, sefaretnâme, menazilnâme, ruznâme, esaretnâme mahiyetindeki metinlerde de mesleki bilgi ve tecrübelerini aktarmada kendilerine tercüman olmak bakımından daha tesirli bir araç olmasına istinaden Ahmed bin İbrahim’in Acâib-nâme-i Hindistan’ı, Bursalı Hatîf Seyahatnâmesi ya da daha popüler birer metin olarak Nâbî’nin Tuhfetü’l-harameyn’i, Sübülzâde Vehbî’nin Kaside-i Tannane’si ve Keçecizâde İzzet Molla’nın Mihnet-keşan’ında olduğu gibi şiirin etkin üst dilinden faydalanıldığı ve dolayısıyla meslekte şiir kullanımı örnekleri verildiği görülmektedir.177

177 Hatta eserlerini mensur formda kaleme almış ve seyahatnâme türünün başat metinlerinin altına imzalarını atmış olan olan Mir’atü’l-Memâlik muharriri Seydi Ali Reis, bilinen en mühim Türkçe seyahatnâmenin sahibi Evliya Çelebi ve Kitabü’l-bahriye yazarı Pîrî Reis’te dahi zaman zaman müelliflerin duygu, hayal, fikir ve bilgi sunumlarını, başka bir deyişle bir seyyah/denizci olarak mesleki aktarımlarını şiir diliyle gerçekleştirdikleri vakidir. Kanuni tarafından kendisine verilen Mısır kaptanlığı görevi sonrasında Basra’daki donanmayı Mısır’a götürürken Portekizlilerin saldırısına uğrayıp hava şartlarının da uygun olmaması üzerine elinde olmayan sebeplerle sıkıntılı ve çileli bir yolculuktan sonra

177 Hatta eserlerini mensur formda kaleme almış ve seyahatnâme türünün başat metinlerinin altına imzalarını atmış olan olan Mir’atü’l-Memâlik muharriri Seydi Ali Reis, bilinen en mühim Türkçe seyahatnâmenin sahibi Evliya Çelebi ve Kitabü’l-bahriye yazarı Pîrî Reis’te dahi zaman zaman müelliflerin duygu, hayal, fikir ve bilgi sunumlarını, başka bir deyişle bir seyyah/denizci olarak mesleki aktarımlarını şiir diliyle gerçekleştirdikleri vakidir. Kanuni tarafından kendisine verilen Mısır kaptanlığı görevi sonrasında Basra’daki donanmayı Mısır’a götürürken Portekizlilerin saldırısına uğrayıp hava şartlarının da uygun olmaması üzerine elinde olmayan sebeplerle sıkıntılı ve çileli bir yolculuktan sonra

Belgede Klasik Türk şiirinde meslekler (sayfa 175-200)

Benzer Belgeler