• Sonuç bulunamadı

TÜRK BOZKIR SANATI

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK KÜLTÜRÜNDE VE TÜRK-İSLAM MEDENİYETİNDE MESLEKLEŞME

2.1. TÜRK BOZKIR SANATI

Asya bozkırlarında hüküm süren eski Türklerin yaşadıkları coğrafyanın onlara

sunduğu tabii olanaklardan ve kültürel yapılarından dolayı daha çok konar-göçer bir yaşam tarzını benimsemiş oldukları ve iktisadi hayatın temelinin de uzun süre hayvancılığa / besiciliğe dayandığı bilinmekle beraber İç Asya’da gelişen, daha sonraları Avrasya’ya yayılan ve birçok geçim faaliyetini kapsayan kadim, gelişkin ve yaygın bir “Türk bozkır sanatı”ndan söz etmek mümkündür.17

Ordu millet olarak nitelendirilen eski Türk topluluklarında her an savaşabilecek

durumda olan çok sayıda askerin giydirilmesi, donatılması, beslenmesi ve ikmal işlerinin düzenlenmesinin bir gereği olarak özellikle savaş aletleri imalatı yaygın bir sanayi kolu hâline gelmiş, yine madencilikteki tecrübeleri dolayısıyla altın, gümüş işlemeciliğinde ve ağaç oymacılığında (dülgerlik), ziraatta, marangozlukta, keramik (çömlekçilik) sanatında, nakış, minyatür, taş ustalığı ve mimari sanatlarda, çiçek tezyinatı, at koşum takımları, halı, kilim, keçe imalatında, avcılık, balıkçılık, tüccarlık, dokumacılık ve otağcılıkta üstün kabiliyetler göstermişlerdir (Kafesoğlu, 2012: 490).

Örneğin, milattan önce birinci yüzyılda Orhun-Selenga ırmakları ve Ötüken havalisi ile Ongin Irmağı üzerindeki Karakurum ve Ordos bölgesi arasında hüküm süren ve Çin kaynaklarında Hiyong nu adı ile anılan Asya Hun siyasi birliği döneminde, geçim için pek çok el sanatı ile meşgul olunmuş, geniş alanda bir sanat birliği meydana getirilmiştir. Çoğuna ait bulguların kurgan (anıt mezar) kazıları

17 Eski Türkçe metinlerde gerek serbest gerekse devlet kapısında iş gören 191 meslek adına rastlanmıştır. Sıralanan Türkçe meslek adlarının sayısı ise 173’tür. Bu rakam, mevcut meslek adlarının

%90.5’ine tekabül etmektedir. Yine Eski Türkçede pek çok meslek sahibi için birden fazla ad kullanılmıştır ki aynı meslek erbabını adlandırmada farklı sözcüklerin kullanılması toplumun o mesleğe yönelik kültürel birikiminin dile yansımasıdır. Bu, söz konusu mesleklerin çoğunun menşe’ bakımından daha eski tarihlerden itibaren ve doğrudan Türkler tarafından benimsendiğine, işlenegeldiğine ve eski Türklerde canlı bir çalışma hayatı olduğuna delalettir. Nitekim dilde bir kavramı karşılamak için çok sayıda sözün bulunması, o kavramın yerleşikliğini ve tutunmuşluğunu gösterir. Yine metinlerde

“çıraklık (bala, boşgutçı, udmak)” müessesesine rastlanması sanatkârlık olgusunun eski Türklerde oldukça köklü bir geçmişi olduğunu gösteren bir diğer belirtidir. Zira meslek hayatı, insan kaynakları açısından da desteklenecek kurumsal düzeye ancak belli bir tecrübenin ardından ulaşabilir (Şen, 2007:

329 ve 333).

19 vasıtasıyla elde edildiği sayısız sanat eseri, ok ustası, eyer ustası, koşum ve at başlığı imalatçısı, maden işçisi, demirci, ressam / portre sanatçısı, dövmeci, kılıç ve bıçak ustası, ağaç işleri ve oymacılık ustası, sal yapımcısı, dokumacı, seramik, cam ve metal işleme / kuyumculuk işleriyle ilgilenen hüner sahibi bir dizi meslek erbabının elinden çıkmadır.18 Ayrıca Asya Hunları döneminde hem Batı hem de Doğu Roma ile devamlılıkla bir iktisadi alışveriş olduğu ve bu faaliyetlerin eşit şartlarda sürebilmesi için de belirli pazar yerleri belirlendiğini, Altay ve Selenga bölgesinde ve bilhassa geniş sulama kanallarının olduğu Tötö bozkırında bir ziraat kültürünün var olduğunu, döneme ait mezarlarda ileri seviyede bir dülgerlik tekniğinin görüldüğünü de söylemek gerekir (Bedirhan, 2014: 151-152; Çoruhlu, 2007: 369; Ögel, 1984: 164-165).

VI. yüzyıl ortalarında Orhun nehri batısındaki yayla bölgesinde (Ötüken) kurulup

Mançurya’dan Karadeniz sahillerine kadar uzanan bir coğrafyada egemenlik kuran ve erken ortaçağ Tük sanatının en önemli temsilcilerinden olan Göktürklerden kalma en önemli sanat eseri elbette ki Orhun Abideleri denilen mezar kitabeleridir. Nitekim Hun sanatının küçük farklılıklarla bir tür devamı olan Göktürk sanatından (Çoruhlu, 2007:

153-154) söz edebilmenin yolunu açan ve sırasıyla vezir Tonyukuk ve hakan kardeşler Kül Tigin ile Bilge Kağan adına dikilen bu yazıtlarda taş oymacılığı / heykeltraşlık, mimarlık, nakkaşlık, hakkaklık maharetlerinin sergilendiği bir tür sanat atölyesi meydana getirilmiştir.19 Bu yazıtlar vesilesiyle marifet gösterdikleri öğrenilen meslek erbapları dışında Göktürklerin eyer, gem, üzengi gibi at koşumu takımı ve ok, yay, mızrak gibi savaş silahı üretimiyle ilgili olarak bilhassa demircilik20, onun dışında

18 Rus arkeolog Rudenko ve ekibi tarafından Güney Sibirya’daki Altay Dağları eteklerindeki Pazırık’ta açılan kurganlardan özellikle beşincisinde bulunan ve inanılmaz inceliği, yüksek kalitesi ve motiflerinin zenginliği ile dikkat çeken halı ve diğer tekstil ürünleri, ikinci kurganda bulunan mumyalanmış ölü vücudundaki hayali hayvan figürlerinden oluşan dövmeler, 1970’lerde Kazak Âlimlerinden Kemal Akişef idaresindeki arkeologların açtığı Issık kurganından çıkan ve maden işleme / kuyumculuk sanatının gelişmiş bir timsali olan Altın Elbiseli Adam adlı zırh ve süsleme sanatı örnekleriyle dolu diğer altın levhalar, işlemeli yün örtüler öne çıkan birkaç usta işi Asya Hun Devleti sanatı örneğidir (Aslanapa, 2011: 1-7).

19 Kül Tigin ve Bilge Kagan külliyeleri vücuda getirilirken işlerinde mahir altı Çinli sanatkârın getirtilmesi dışında bedizçig (nakkaş), taş ustası (heykeltıraş), hakkak ve mi’mar olarak çok sayıda Türk sanatkârın görevlendirildiği bilinmektedir ki bu eli uz ustaların başlıcası Türkçe kitabeleri hakkeden

“Kagan atısı” Yolug Tigin’dir. Onun dışında Tekeş Kül Tudun’un kardeşi, Azganaz Er Agar ve Çiner isimli hümermendler de külliyelerin inşası dolayısıyla adı anılan meslek erbaplarıdır. Zaten Göktürklerden itibaren Türk saraylarında devamlı çalışan mimar gibi sanatkârların varlığı bilinmektedir (Esin, 1972: 46 ve 51-52; Çam, 1998: 14).

20 “Altay dağlarında muhtelif çeliğe rastlanmaktadır. Bilhassa Salınçak ve Onugug dağlarındaki yumuşak ve sert çeliklerden çok bahsedilmiştir. Tuyahta ve Kuray kurganlarında bulunan çelik cinsleri, hakikaten yüksek kalitede cevherlerle ilgili idiler. Altaylara giden seyyahlar, ora halkının hala çok mahir demirciler olduklarını bilhassa kaydetmişlerdir. Hatta Radloff’a göre Altay bıçakları Rus

20 keramik (çömlekçilik), duvar ve kaya ressamlığı gibi mesleklerde de mahir kabul edildikleri yine diğer kurgan buluntuları aracılığıyla tespit edilebilmektedir.

Türk sanatının ilk kez yerleşik bir sanat olma özelliği kazandığı ve mesleki

çeşitliliğin arttığı Uygur sanatı, Türk sanat tarihinde özgün bir konuma sahiptir.21 Karabalagasun, Hoço, Beş-balık ve havalisinde konuşlanan ve Maniheizm ve ekseriyetle Budizm etkisiyle sanatlarını icra eden Uygurlar baskı sanatından, pandomim, bale, şan, orkestra ve iptidai şekilde tiyatro ve hikâye anlatma sanatına;

mimarlıktan, çiçek tezyinatına, tekstil sanatına, demirciliğe, başta Çin olmak üzere Hindistan, Arap ve İran medeniyetleriyle kervan ticaretine, çadırcılığa, mücevherciliğe ve diğer maden işlerine kadar sanatın birçok sahasında usta işi eserler ortaya koymuşlardır.22

Büyük çoğunluğu Macar Türkolog A. Stein’in ve A. Grünwedel başkanlığındaki Alman araştırma ekibinin muhtelif çalışmaları neticesinde ortaya çıkarılan Uygur dönemi yazma eserleri hat sanatı estetiği bakımından dikkate değer niteliktedir. Ayrıca özellikle Uygurlarda yaygınlık gösteren “ordu-kentler”, sivil ve askerî mimarinin iç içe girdiği mühim sanat eseri örnekleri olup bu kültür dairesi için benzerlerini başka yerlerde bulmanın hemen hemen imkânsız olduğu bir Buda heykel sanatından da söz edilebilmektedir. Yine eski Uygur şehri harabelerinde bulunan VIII ve IX.

yüzyıllardan kalma Budist ve Maniheist duvar resimleriyle minyatürler Türk resminin bugüne kadar bilinen en eski örnekleridir.23 Bu resimlerin bazılarında görülen insan yüzüne ferdî bir özellik vermek, başka bir deyişle portre yapmak sanatı ilk defa Uygur

bıçaklarına tercih edilirmiş. Rus tüccarları yanlarında Altay bıçakları taşımayı arzu ve tercih ederlermiş. Altaylı demirciler bilhassa kaynak tekniğinde çok usta imişler” (Ögel, 1984: 163).

21 Sanat tarihçilerine göre VIII. yüzyılda Türkistan sanatında esaslı bir değişiklik olur ve bu değişiklik hem sanatların şahsiyet bulmasında hem de stilistik ve teknik sahalarda aşikardır (Esin, 2006: s. 280).

22 982’de Uygur kağanlarının yazlık merkezi Beşbalık şehrine elçi giden Vang yente, Uygurları:

“Çalışkan, sanatkâr, çoğunun elinde sazları vardı. Şehirler müzik sesleri ile dolu idi.” şeklinde anlatmaktadır (Aslanapa, 2011: 24). Ünlü Arap Seyyah Temim İbn Bahr’ın rivayetine göre Karabalgasun şehrinde on iki tane muazzam demir kapı vardır, nüfusu hayli kalabalıktır, çarşıları ve muhtelif esnafı vardır ki bu ifade Uygurlar döneminde meslek türlerindeki çeşitlenmeyi işaret etmektedir (Bedirhan, 2014: 127). A. Stein ise Uygurların sanatlara karşı olan istidatlarını bir devamlılık zincirinin halkası olarak değerlendirerek Orta Asya’da eskiden beri yayılmış olan köklü bir kültürün devamı olarak nitelendirmiştir. Ona göre Uygurlar bu maharetleri eski devirlerden beri öğrenmiş ve tatbik edegelmişlerdir (Ögel, 1984: 362).

23 Türk resim sanatının bu denli üstün bir düzeye ulaşmasında Maniheizm’in payı hayli büyüktür çünkü Maniheizm’in kurucusu olan Mani, aynı zamanda resim sanatının piri ve en büyük ustası olarak kabul ediliyordu. Dolayısıyla resimle uğraşmak, aynı zamanda dinin öngördüğü bir uğraş değeri taşımaktaydı (Turan, 1990: 241).

21 dönemi Türk duvar resimleriyle başlamıştır (Çoruhlu, 2007: 229-37; Aslanapa, 2011:

11-14).

Hun, Göktürk ve Uygur gibi büyük imparatorlukların yanı sıra Orta Asya’da ve dahi

Doğu Avrupa ile Kuzey Karadeniz’de çeşitli Türk devletleri ve toplulukları da kendi sanatlarıyla İslamiyet öncesi bozkır Türk sanatı mozaiğine katkıda bulunmuşlardır.

Bunlardan Çin Budist sanatının temellerini atan ve zamanla Çinlileşen Tabgaçların resim, heykel ve mimarlıkta; Budist ve İran sanatlarından bir sentez oluşturan Akhunların dokumacılık, resim ve sikke işçiliğinde; Kırgızların altın ve gümüş kaplar, at koşum takımları, hayvan heykelcikleri, savaş gereçleri, ağaç işçiliğinde; Avrupa Hunları’nın bilhassa silah yapımı, kuyumculuk, demircilik, kakmacılık ve keramik sanatlarında; Kırım Tüklerinin altın işçiliğinde, at koşumu sanatlarında, dökmecilikte, kazan yapımında; Avarların maden ve silah yapımı sanatlarında; Hazarların çömlekçilikte, silah, at koşumu işlerinde ve mimarlıkta; Kumanların zırh işçiliğinde mahir oldukları ve büyük ustalar çıkardıkları günümüze dek ulaşmış eserler vasıtasıyla bilinmektedir (Çoruhlu, 2007).

Bu noktada, bir Karluk, Yağma, Çigil ve Tuhsı birliği olan ve iki yüz bin çadırlık

topluluklarıyla hükümdarları Saltuk Buğra Han’ın İslamiyeti kabulü sonrası toplu olarak Müslümanlığa geçiş yapan Karahanlılardan ayrıca bahsetmek gerekmektedir.

Çünkü onlarla birlikte Türklük İslamiyetle tam bir imtizaca erişmiş ve bu iki paradigma birbirilerinin gerçek manada tamamlayıcısı olmaya başlamıştır. Bununla birlikte eski Türklerin sosyo-kültürel yapısına dair birçok mühim bilgiye erişebildiğimiz bir dizi eşsiz eserin Karahanlılar döneminde yazılmış olması da bu devletin yönetimi altındaki zamanı ve mekânları ayrıca değerli kılmaktadır.24

Divanu Lügati’t-Türk’ten edinilen bilgilere göre XI. yüzyılda Türk toplumunda kesin olmamakla beraber üç sosyal tabakadan söz edilebilmektedir. Bunlardan

24 İslam dünyasında Türklerin sahne alması, Fergana, Taşkent ve Maveraünnehir’den az sayıda gelen Türklerin VIII. yüzyılın ikinci yarısında Abbasi halifelerinin hassa askerleri ve inzibat birlikleri arasında yer almalarıyla başlamış, IX. yüzyılda bunların sayıları süratle artarak, Mu’tasım zamanında hassa ordusunun tamamı Türklerden meydana gelmiştir. 838’de Bağdat’ın kuzeyinde, Dicle kıyısında Mu’tasım tarafından kurulan yeni merkez Samerra’ya Türk muhafız ordusunun ve Türklerin yerleştirilmesiyle Türk sanatının etkileri de görülmeye başlanmıştır. Saraylar ve evlerin alçı süslemelerinde yatık kesim tekniği ile yaş sıvalar üzerine tahta kalıplarla yapılan süslemeler, Türk sanatının İslam sanatına getirdiği ilk yeniliklerdendir; fakat Türklerin kendi istekleriyle İslamı kabul edip bu yeni din içinde, tamamıyla orijinal, büyük bir sanat geliştirmeleri hareketi Asya’da kurulan Müslüman Türk devletleri ile başlamış, bunların birincisi olan Karahanlılar zamanında, ilk sağlam temeller atılmıştır (Aslanapa, 2011: 25).

22 birincisi yüksek tabakayı teşkil eden beyler ve hanedan üyeleri, diğeri orta tabakaya karşılık kara budun denilen halk ve üçüncü olarak köleler (karabaş). Bu topluluklardan özellikle kara budun kendi arasında muhtelif el sanatları ile birtakım meslek gruplarına ayrılmışlardır. Bu ata sanatı meslek gruplarının başlıcaları âlimler (tering bilge, yüğrük bilge, tengrigen), tabipler (emci, otacı, atasagun) efsuncular (kahin, kam), rüya tabircileri, müneccimler, şairler, çiftçiler (tarıgçı), tüccarlar (sart), hayvan yetiştiricileri, dokumacılar (közek), keçe yapımcıları, hasır imalatçıları – çanak, kap kacak imalatçıları (ayakçı), boyacılar, terziler (yiçi), ayakkabıcılar (etükçi), değirmenciler (ügitçi), fırıncılar / ekmekçiler (etmekçi), sebze ve meyve satıcıları, avcılar ve balıkçılar, kasaplık (etçi), marangozlar, berberler, aşçılar (salçı), şarap satıcıları (timçi), bağcılar, demirciler (temürçi) ve okçu, kuyumcu, bakırcı gibi diğer maden işçilikleridir. Ayrıca korucu (korugçı), atlı postacılar (eşkinci), ipek kumaşların muhafızları (agıçı), kılavuz (yorçı, çufga), derici, çoban, muhtar (kökyuk, tuzun) da metinde geçen diğer meslek erbaplarıdır. Bu dönemde ayrıca meslek erbaplarının yanında meslek / sanat hayatının canlılığını ve oturmuşluğunu göstermesi bakımından uz kişi (usta), uzluk (ustalık), bala / buşgut / tuşkut / turbı / uzmak (çırak), ter (yapılan işe karşılık alınan para), terci (işçi), mançu (sanat erbabının aldığı ücret), alımçı (alacaklı), berimçi (borçlu), tutug (rehin), satışgan – alışgan / satış-tawış (alışveriş), asıg (kâr), kor (zarar), fiyat (yanut), sekü (dükkân), kız (pahalı), arkış (kervan) gibi birçok çârsû-bâzâr teriminin kullanıldığı da bilinmektedir (Genç, 1997).

Tüm bu verilerden hareketle diyebiliriz ki Asya Türklüğünde geniş bir meslek çeşitliliği; köklü, örgütlü ve hareketli bir mesleki hayat vardır.25 Eli uzluk, kişinin en

25 Serkan Şen, eski Türklerde icra edilen meslekleri: Hayvancılıkla ilgili meslekler (igdişçi, yılkıçı, yuntçı, koynçi, udçı, bukaçı, kütçi…), avcılıkla ilgili meslekler (abçı, keyikçi, kişçi, tonuzçı, kuşçı, torçı…), ziraatle ilgili meslekler (tarıgçı, borlukçı, suvçı…), esnaf ve sanatkârlıkla ilgili meslekler (uz, uzagut, börkçi, yunçı, yiçi, aşçı, temürçi, okçı…), ticaretle ilgili meslekler (sart, satıgçı, seküçi), maliyeyle ilgili meslekler (agıçı, kalançı…), ulaşım ve taşımacılıkla ilgili meslekler (çugka, uduzgak, yolçı, yükçi, kemiçi, köçütçi…), haberleşme ve iletişimle ilgili meslekler (arkış, tirkiş, elçi, tılmaç…), madencilikle ilgili meslekler (tuzçı), eğitim öğretim ve kültürle ilgili meslekler (boşgutçı, bitigçi, bahşı…), dinle ilgili meslekler ( kam, nomçı, toyın…), dilencilikle ilgili meslekler (karacı, buşıçı…), sağlıkla ilgili meslekler (atasagun, otacı…), büyü, fal ve kehanetle ilgili meslekler (afsunçı, darnıçı, yadçı…), adaletle ilgili meslekler (çantal, kıyınçı, yarguçı…), güvenlikle ilgili meslekler (çerig, sü, bakguçı, tıngçı, elgürçi, sakçı…), yöneticilikle ilgili meslekler (başçı, iş ayguçı), yardımcı meslekler (bala, boşgutçı, udmak), hizmetle ilgili meslekler (karabaş, kırkak, udugçı, orunçı, yuguçı…), gündelik islerle ilgili meslekler (maraz, terci…), sanatla ilgili meslekler (bedizçi, oyunçı, yıragu…), eğlence hayatıyla ilgili meslekler (tagunçı, timçi…), meşru olmayan meslekler (igit, karakçı, ogrı…) şeklinde sınıflandırmaktadır ki uğraş çeşitliliğinin boyutlarını ortaya koyan bu döküm, Türk bozkır sanatının ne denli köklü ve gelişkin olduğunu işaret etmektedir.(Şen, 2007).

23 büyük meziyetlerinden biri olarak algılanmış, sosyal hayatta bir itibar sağlayıcı işlevi görmüştür.

Eski Türklerin sosyal hayatında iş edinilen mesleki alanların bir kısmı yapı ve işleyiş itibarıyla özgün yapısını koruyarak geçmişten bugüne kadar aktarılabilmiş; bir kısmı ise ticari ilişkiler, savaşlar ve göçler gibi kültürlerarası etkileşime işlerlik kazandıran vesilelerle bünyesine başka kültürlerden yeni mesleki unsurları ve tasarrufları katmak suretiyle başkalaşmış, diğer taraftan benzer vesilelerle yayılarak farklı zemin ve zamanlardaki mesleki yapılanmalara, ritüellere ve örgütlenmelere sirayet ederek onlara yön vermiştir. O hâlde milletlerarası ilişkilerde mühim bir konuma sahip olan ürün ve hizmet alışverişinin, istekli ya da zorunlu olsun, bizatihi kendisinin de bir tür değiş tokuş metaı olabildiği söylenebilir. Nitekim kültürler / milletler birbirinden sadece mesleki ürün ve hizmetlerin alışverişini yapmamış bunun ötesinde mesleki teknik ve deneyimler de paylaşılmış, dahası doğrudan meslekler veya meslek erbapları birer alışveriş meta’ı hatta ganimet hâlinde transfer edilebilmiştir.26 Eski Türkler açısından söz konusu etkileşim çağlar boyu başta Çin kültürü olmak üzere Hint, İran ve Bizans kültürü ile devam edegelmiş ancak en büyük ve etkili imtizaç, aşağı yukarı VIII. yüzyıldan itibaren İslam kültürü ile gerçekleşmiştir. İslamiyet’in Türk kültürüne eklemlenmesi bugüne değin varlığını sürdüregelen güçlü bir Türk-İslam kültür ve sanat bireşiminin vücuda gelmesini sağlamıştır.27

2.2. İSLAM’DA KESB, HÜSN VE SUN’

Zerrattan Şumus’a kadar kâinattaki her varlık durmaksızın bir devinim hâlindedir.

Gök cisimleri, hayvanlar, bitkiler hatta cansız denilenler bile. O hâlde hareket ya da onun daha özel ve şuurlu karşılığı olan çalışmak (kesb) fizik kanunlarından ve dahi sünnetullahtandır.28

26 Türk ulusal kültürünün farklı kültür ortamları ile eşleşen evreleri olmuştur ve bu evrelerde değişik meslek / sanat bileşimleri vardır. Türkler bu bileşimlerin kiminde kurucu kiminde paylaşıcı kiminde ise aynı zamanda taşıyıcı olarak görünmektedir (Kuban, 2010: 27).

27 Türk-İslam kültür ve sanat bireşiminin en güzel örneklerinden biri Osmanlının kuruluşunda rol oynayan ve mesleki dayanışmayı esas alan Ahilik kurumudur. Köklerini kısmen Orta Asya’da şekillenen mesleki yapılanmadan alan bu birlik, İslami ögelerin katkısıyla dinî, felsefi, iktisadi ve hatta askerî bir örgütlenmenin ismi olmuştur.

28 Sözlükte “bir şeyi açıklığa kavuşturmak, iyi veya kötü yeni bir yöntem ortaya koymak” anlamındaki

“senn” kökünden türeyen sünnetullah terkibi “Allah’ın koyduğu kanun, nizam” demektir. Kur’an’da sünnet kelimesindeki “sürekli, düzenli ve özgün uygulama” anlamı Allah’a nispet edilmek suretiyle Allah’ın yaratma ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen uygulamasının bulunduğuna işaret edilmiştir (Çelebi, 2010: 159).

24 İnsanoğlu, varlıklar toplamının hem evreni şekillendirmek bakımından mühim bir parçasını teşkil eder hem de zübde-i âlem (âlemin özü) olarak kâinata dair pek çok özelliği bünyesinde barındırır. Hareket ve çalışmak da bu yansımalardandır. Öyleyse söz konusu “daimî hareket”in doğrudan muhatabı olan insan için çalışmak, her anlamda yaşıyor olmanın gerek şartlarındandır.

Çalışma, çevreleri değiştirir ve cemiyetlere yeni bir şekil verir. Çalışma, milletleri meydana getirerek kültürlerin, medeniyetlerin ilk kaynağı olarak ortaya çıkar. İnsan, yapıcı faaliyeti içinde, bizzat kendi kendini keşfederek, medeniyeti kuvveden fiile çıkarır (Lahbabi, 1996: 10-12).

Çalışmak ve insan arasındaki zorunlu ilişki, İslami paradigmada fazladan bir vasfa daha sahiptir ki bu sıfat onu yeni ve kudsi bir mertebeye, zorunluluktan değerliliğe taşır çünkü Müslüman’ın, İslamî ölçülere uygun olarak yaptığı her çalışma ibadettir ve bu çalışmaya Kur’an “salih amel” adını vermiştir.29

İslam’da emek ve alın teri sarf edilerek mal kazanma, Allah’ın insanlara sunduğu bir hazine olan zamanın en üretken şekilde değerlendirilmesi, kişinin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürebilmesi, çoluk çocuğunun nafakasını temin etmesi maksadıyla meşru yoldan çalışıp kazanması, kutsal bir davranış olarak nitelendirilmiştir. İslam’a göre en temiz ve en helal kazanç, alın teriyle göz nuruyla elde edilen kazançtır. Bu yüzden İslam, insana sürekli çalışmayı emretmekte, ondan verimli bir çalışma istemektedir. İlahî yasa, çalışanın dünya ve ahirette kazanacağını vaat etmektedir.

Çalışıp çabalamanın çağlar boyunca en temel şekli insan eliyle gerçekleştirilir.

Allah’ın kendisine verdiği akıl gibi bir cevher, el gibi hünerli bir uzvu kullanarak çevresine serilmiş nimetlerden azami derecede faydalanma kabiliyetine sahip olan insandan, “Allah’ın halifesi” olmak hasebiyle dünyayı imar etmesi beklenmektedir.

Kur’an’da çalışma ile ilgili olarak kullanılan kavramların çokluğu ve çeşitliliği, insan için çalışmanın önem ve gereğine işaret ettiği gibi, çalışmanın çok yönlülüğüne

29 İslâm, toplumun muhtaç olduğu iş, teşebbüs ve hizmetleri yerine getirmeyi ibadet (farz-ı kifâye) telakki ettiği gibi rızık temini için çalışmayı, iş yapmayı ve emek sarfetmeyi, hararetle teşvik etmiş, birini diğerinden ayırmadan, her meşru işi şerefli saymıştır. Çalışmak Allah buyruğudur, Allah’ın emrine itaat ise ibadettir (Karaman, 2015: 10).

25 de işaret etmektedir. Ayrıca bu kullanımlar, insan çalışmalarının mahiyet ve hedefini belirleyerek onları anlamlı hâle de getirmektedir.

Allah, Kur’an-ı Kerim’de insanoğluna el emeği ve alın teriyle yapılan çalışmanın önemini türlü bağlamlarda defaatle bildirmektedir. Necm suresinin 39, 40 ve 41.

ayetlerinde “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.” buyrularak insanın ancak çalıştığının karşılığını alacağı; Yunus suresinin 67. ayetinde “O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalışıp kazanmanız için de ) gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz bunda dinleyen bir toplum için ibretler vardır.” ve yine Furkan suresinin 47. ayetinde “Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan O’dur.” ve Nebe suresi 9,10 ve 11. ayetlerinde:

“Uykunuzu bir dinlenme kıldık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü de çalışıp kazanma

“Uykunuzu bir dinlenme kıldık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü de çalışıp kazanma

Benzer Belgeler