• Sonuç bulunamadı

Manastır’ın Fethinden 17. Yüzyıl Sonuna Kadar Bölgedeki Siyasi Gelişmeler Gelişmeler

1.2. Manastır’ın Osmanlı Hâkimiyetine Geçişi ve Sonrası

1.2.3. Manastır’ın Fethinden 17. Yüzyıl Sonuna Kadar Bölgedeki Siyasi Gelişmeler Gelişmeler

Manastır şehri fethini müteakip, hızlı bir şekilde Osmanlı idari yapılanmasındaki yerini almıştır. Çoğunlukla Rumeli Beylerbeyliğine bağlı Paşa sancağının bir kazası görünümünde olmakla birlikte zamanla statüsü ile alakalı değişikliklere uğradığı görülmüştür. Bu açıdan bakıldığında, Manastır’ın hem Rumeli Eyaleti hem de Paşa sancağı içerisinde konumunun belirlenmesinde fayda vardır.

Yukarıda ifade edilen şekli ile Rumeli fetihlerinin zamanla artması idari düzenlemeleri kaçınılmaz kılmıştır. Buna bağlı olarak Osmanlı fütuhatı 1376’da padişahın fermanı ile bir süre durmuş ve fethedilen yerlerde daha sonra ayrıntılı bir şekilde bahsedeceğimiz adli ve idari teşkilat tesis edilmiş, ihtiyaç hâsıl olan yerlerde voynuk sınıfı gibi yeni müesseseler teşkil olunmuştur.

Bu kısa duraklama 1380’e kadar sürmüş ve bu tarihten sonra yukarıda tarihi sırası ile verdiğimiz İştip, Manastır ve Pirlepe ve hemen ardından uzun bir muhasaradan sonra Sofya, Niş ve Ohri teslim alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin bu hızlı ilerleyişi o zamana kadar kendi iç meseleleri ile uğraşan Balkan devletlerini büyük bir korkuya sevk etmiştir. Bu anlamda birbirleri arasındaki çekişmeler yavaş yavaş ortak düşmana karşı

birleşmeye doğru değişim göstermeye başlamıştır. 1387’de bir Osmanlı ordusu Vardar Nehri’ni geçerek Bosna’ya doğru ilerlemeye başlayınca, Duşan’ın ölümünden bu vakte kadar sürekli mücadele içinde bulunan Sırbistan hâkimi Lazar ile Bosna kralı Tvartko güçlerini birleştirmişler ve bu orduyu Toplica (Toplitsa) vadisinde bulunan Ploçnik (Ploşnik) isimli mevkide büyük bir bozguna uğratmışlardır (1387).

Sırp-Boşnak birliğinin Ploçnik galibiyetinden sonra Boşnaklar, Vlatko Vukoviç emrindeki diğer birlikleri ile Bileçea ve Rudnik’te Osmanlı ordusuna büyük zayiat verince Balkanlar’daki tüm Slav halklarında müthiş bir cesaret hâsıl olmuş, bugüne kadar birbirlerine düşman olan Sırplar, Bulgarlar, Eflâklar ve Arnavutlar ivedi bir şekilde Osmanlı Devleti ile yaptıkları anlaşmaları bozarak Sırbistan hâkimi Lazar’ın etrafında toplanmaya başlamışlardır.

Osmanlı Devleti zaten beklediği bu Balkan birliğinin oluşumundan sonra akılcı bir politika izleyerek bu birliği olabildiğince zayıflatmaya çalışmıştır. İlk iş olarak 1388 baharında Çandarlı Ali Paşa komutasındaki 30.000 kişilik bir ordu Bulgaristan’a gönderilerek Pravadi, Şumnu ve Tırnova zaptedilmiştir (Uzunçarşılı, I: 192, 193). Bundan sonra bizzat I. Murat’ın idaresi ile gerçekleştirilen bir seferle Bulgar hâkimi Sişman bertaraf edilerek Lazar liderliğindeki Balkan birliğinden uzaklaştırılmıştır.

Bulgaristan’ın Balkan birliğinin dışında bırakılması ile 1389’da, I. Murat komutasındaki Osmanlı ordusu Bulgaristan’dan harekete geçti. Padişahın ordusunda Kütahya ve Hamideli Beyi Şehzade Bayezit ile diğer oğlu Karesi Beyi Yakup da bulunmaktaydı. Yine Anadolu birliklerinden başka Köstendil Beyi Konstantin ile kendisine tımar olarak Serez tevcih edilen Sırp beyi Dragaş50 ve Çirmen’de öldürülen Vukaşin’in oğulları da menfaatleri icabı bu ordu içerisinde yer almışlar, bu arada Bulgaristan’ın zaptı ile meşgul olan Ali Paşa komutasındaki birlikler de yolda Padişahın ordusuna katılmışlardır. Düşman ordusu ise Sırplar’dan ve Boşnaklar’dan başka Macarlar, Ulahlar (Olahlar) ve Arnavutlardan müteşekkil idi. Osmanlı ordusu

50

Osmanlı Devleti’nde tımar sistemi ve gayri müslimlere tımar tevcihi ile alakalı tefrruatlı bilgi ileryen bölümlerde verilmekle beraber ayrıntı için bkz. Halil İnalcık, Hicri 835 Tarihli Suret-i Defteriİ

düşman ile karşılaşacağı Üsküp’ün kuzeyine, burası ile Priştine arasındaki Kosova Ovası’na, İhtiman, Sofya, Köstendil ve Kratova yolu ile gitmiştir (Baştav, 1989: 79).

15 Haziran 1389’da vuku bulan büyük muharebe, Osmanlı ordusunun maharetinin yanında Balkan birliği içerisindeki uyuşmazlıkların savaşın henüz başında kendi göstermesi ile seyrini belli etmiştir. Lazar’ın damadı Vuk Brankoviç’in daha savaş başlamadan 12.000 kişilik ordusu ile savaş alanını terk etmesi (Baştav, 1989: 80), Haçlı ordusuna bir darbe vurmuş, bununla beraber harbin sonucunun kendi aleyhlerine geliştiğini anlayan Bosna hakimi Tvartko’nun da can derdine düşerek kaçması Osmanlı Devleti’ni büyük bir zafere ulaştırmıştır. Bu muharebe neticesinde Sırp krallığı tamamı ile ortadan kalkmış ve Osmanlı birlikleri Macaristan sınırına kadar ilerlemişlerdir. Ancak yaklaşık otuz sene kadar Osmanlı Devleti’ne hükmeden padişah Murat’ın savaş meydanında şehit edilmesi Osmanlı Devleti için büyük bir kayıp olmuştur. Bu zafer Rumeli’nin fethi davasında birinci ve ikinci Çirmen savaşlarından sonra kazanılan üçüncü büyük zafer olmuştur.

Yıldırım Bayezit Han savaş alanında padişah olduktan sonra, babasının ölüm haberini alarak yeniden bağımsız hareket etmeye başlayan Anadolu beyliklerini iki senelik bir sefer düzenleyerek (1389-1392) tekrardan bir bayrak altına topladı. Bu arada başına geçtiği devletin Balkan toprakları tamamı ile işgal edilmiş topraklardan çok vassal devletlerden oluşmakta idi (İnalcık, 1999: 115-132.). Özellikle İstanbul’un Osmanlılar tarafından ilk muhasarasından sonra 1399’da Macar Sigismund tehlikesine karşılık olarak Süleyman Çelebi tarafından başkent Tırnova alınarak Bulgar Krallığı’nın da tamamı ile Osmanlı hâkimiyetine geçmesi ile Eflak Beyi Mirçe, Sırp beyleri ve Bizans Devleti, Osmanlı Devleti’nin vassalları (haraçgüzar[İnalcık, 1999: 115]) olmuşlardır.

I. Bayezit, Anadolu’ya geçmeden evvel yokluğunda Balkanlarda gerçekleşmesi ihtimal dâhilinde olan bir Haçlı birliğini kırmak hem de takviye kuvvet sağlamak amacı ile Sırp kralının oğlu Stefan Lazareviç ile bir anlaşma yaparak kız kardeşi Oliviera (Maria Despina) ile evlenmek ve yardım sağlama sözü aldı(İnalcık, 1992: 232). Bundan sonra Stefan özellikle başındaki Macar baskısı nedeni ile Osmanlı Devleti’ne sadık kaldı. Ancak parçalanmış bir yönetim arz eden Sırp Krallığı’nın

yukarı kısmına hükmeden Vuk Brankoviç özellikle bölgesindeki maden şehirlerine sahip olmaya çalışan Osmanlı Devleti’ne karşı koydu. Bu sırada devreye giren Paşa Yiğit Bey 1391’de Üsküb’ü ve Kratova gümüş madenlerini alarak daha sonra Bosna ve Arnavutluk’a gerçekleşecek seferler için bir üs elde etmiş oldu.

Görüldüğü üzere hükümdarlığının başlarında Anadolu birliğini sağlamakla meşgul olan Bayezit Han batıya da gerekli ilgiyi göstermiştir. Özellikle Kosova savaşından sonra Bizans üzerindeki etkisini iyice arttırmış ve denge siyasetine devam etmiştir. 1390’da tahta çıkan VII. Johannes’i desteklerken bunun yanında 1391’de de V. Johannes ve ortak imparator olan oğlu Manuel’i de desteklemekten geri durmamıştır.

Padişah, doğuda Anadolu ile meşgul iken bu sırada batı sınırlarındaki uc beyleri de düşmanlarını sürekli olarak baskı altında tutmakta idiler. Daha önce belirttiğimiz gibi Paşa Yiğit, Vuk Brankoviç’e boyun eğdirirken, Evrenos Bey, Kitros ve Vodena’yı alarak Teselya’ya ilerlemiş, bu arada Macar kralı Sigismund tarafından ele geçirilen Niğbolu tekrar Osmanlı idaresine girmiştir (1392) (Şahin, 1986: 160). Ayrıca Firuz Bey Eflak’a ve Şahin Bey de Arnavutluk’a karşı akınlarda bulunmuştu51. Ancak yine de Bayezit’in doğu ile meşguliyeti bazı Balkan devletlerini cesaretlendirmişti. Eflak prensi Mirçea, Silistre’yi almayı başarmış ve Karinabad’daki akıncı beylerine karşı ciddi mukavemette bulunmuştu. Eflak prensinin yanı sıra Venedikliler de hem Bizans üzerinde nüfuz sahibi olamaya çalışmışlar hem de Mora ve Arnavutluk üzerine seferler düzenlemişlerdi. Bu sırada Eflak ve Venediklilerin yanı sıra Macarlar da Eflak ve Tuna boylarında etkili faaliyetlerde bulunuyorlardı (Jorga, 2005: 254).

Bütün bu menfi hareketlilik, padişahı, tüm gücü ile Balkanlara yüklenmeye mecbur etmiş, ilk olarak zaten 1388’den beri Osmanlı hâkimiyetinde olan Tırnova’yı 17 Haziran 1393’te tekrardan alarak Bulgar kralı Şişman’ı vassal bir hükümdar olarak Niğbolu’ya gitmeye mecbur bırakılmıştır.

51

Manastır’da uzunca bir süre varlığını koruyan Firuz Subaşı mahallesinin Arnavutluk fetihleri sorumlusu Firuz Bey’ e istinaden bu isimle bilinmesi göz ardı edilemeyecek bir ihtimaldir.

Osmanlı Devleti’nin Bulgar Krallığı’na bu şekilde doğrudan hâkim olması onları Macarlar ile karşı karşıya getirmiştir. Bunun üzerine Macar kralı Sigismund, Avrupa devletlerine elçiler göndererek muhtemel tehlikeyi anlatmış ve yeni bir Haçlı birliğinin tesisinin zaruretini ifade etmiştir. Bu çabaları sonucu başta Fransa, İngiltere, Lehistan, Avusturya ve İtalya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinden askerler Bulgaristan’a gelerek Sigismund’un kumandası altına girmeye başlamıştır.

Sigismund’un ordusu vakit kaybetmeden Niğbolu’ya doğru ilerlerken Bayezit de Anadolu ve Rumeli’den topladığı bir ordu ile buraya doğru harekete geçmiştir. Neticede Niğbolu önlerinde karşılaşan iki ordudan zafere ulaşan Osmanlı ordusu olmuştur (25 Eylül 1396). Savaş sonunda Sigismund son anda kurtulmuş, son bağımsız Bulgar kralı Stratsmir’den Vidin alınmış (İnalcık, 1992: 233) ve Vidin, Silistre ve Niğbolu yeni bir sınır teşkil etmiştir. Niğbolu zaferi sonunda Balkanlar artık Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir. Bu tarihlerde Manastır şehri ve bölgesinin Osmanlı idaresinin en batı ucunu teşkil ettiği söylenebilmektedir.

Niğbolu zaferinden sonra Evrenos Bey Argos ve Atina’yı alarak Osmanlı hâkimiyetini pekiştirmişti. Bu tarihten sonra Bayezit tamamı ile Anadolu’ya yönelmiş ve özellikle Rumeli’de bulunduğu dönemde düşmanca tavırları ile kendini hissettiren Karamanoğulları meselesine eğilmiştir. Karamanoğulları’ndan sonra sırası ile Canik bölgesi ile Kadı Burhaneddin hâkimiyetindeki topraklar Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Ancak 1399’da Doğu Anadolu görünen Timur tehlikesi özellikle Anadolu birliği söz konusu olduğunda ciddi bir tehlike arz etmiş ve neticede 1402’de Çubuk Ovasında vuku bulan savaş Osmanlı hükümdarının esir alınması ve devletin uzun süreli bir adem-i merkeziyet devrine girmesi neticesini doğurmuştur52.

Timur buhranı Bayezit’in tesis ettiği merkezi yapıya özelikle Anadolu’da ciddi bir darbe vurmuş Anadolu toprakları I. Murat dönemi sınırlarına çekilmişti, ancak Rumeli

52

Ankara Savaşına gelinen süreçte Yıldırım-Timur çekişmesinin karşılıklı mektuplaşmalar boyutu için bkz., Abdurrahman Daş (2004), Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları, Selçuk Üni. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 15, 141-168,

topraklarında izlenen akıllı politikalar sayesinde53 imparatorluğun bu kısmında bütünlük korunmuş ve bu sayede yediği darbeye rağmen kısa sayılacak bir sürede devlet yeniden ayağa kalkarak bölgesinde söz sahibi olmaya başlamıştır. Bu dönemde Manastır şehrinde meydana her hangi bir devlet aleyhtarı hareket kaydedilmemekle birlikte şehre ait en eski tahrir kaydı olarak kabul edilen 1468 tarihli 988 ve 993 nolu tahrirlerden şehrin Osmanlı formunu bu dönemde de koruduğu anlaşılmaktadır.

Osmanlıların bu kadar kısa sürede ayağa kalkmasında etkili olan diğer bir sebep de bu kadar dağılmış olmasına rağmen Avrupa ve Bizans cenahında kendisine nihai darbeyi vuracak bir unsurun bulunmaması olmuştur. Zira yeni ve belki de Avrupa’nın Osmanlı sorununu halledebileceği son Haçlı seferi Avrupalı devletlerin birbirlerine duydukları hamasi kıskançlık, tehlikenin geçmiş olduğu düşüncesi ve batıda meydana gelen siyasi anarşizm neticesinde bir türlü gerçekleşmemiş ve Osmanlı Devleti geçirdiği sarsıntıdan on bir yıl gibi kısa bir sürede uyanmıştır. Asıl ilginç olan nokta ise Türkleri tamamı ile ortadan kaldırmak bir yana Osmanlı Devleti’ni yeniden söz sahibi bir duruma getirecek olan I. Mehmet’in kardeşlerini bertaraf ederek tahta çıkmasına dolaylı olarak Bizans Devleti yardım etmiştir. Bayezit’in oğlu Musa’ın İstanbul önlerine gelmesi üzerine Mehmet Çelebi, II. Manuel’in kendisine tesis edilen gemiler vasıtası ile İstanbul’a gelmiş ve şehri savunmuştur. Netice olarak 5 Temmuz 1413’te Trakya’da kardeşi Musa’nın ordusu ile karşılaşan Mehmet Çelebi, Müslüman ve Hıristiyan reislerinin yardımı ile onu bertaraf etmiş ve tek başına tahta geçmeye muvaffak olmuştur (Baştav, 1989: 106).

Çelebi Mehmet’in başa geçişine kadarki sürede Rumeli toprak bütünlüğü kendini büyük oranda muhafaza etmişse de İstanbul’dan Silivri’ye kadar olan mahalleler, Karadeniz’in Rumeli sahillerinin büyük kısmı, Selanik ve Kuzey Teselya Bizanslılara terk edilmişti (Uzunçarşılı, I: 347). Çünkü kardeşler arası mücadeleler sırasında Mehmet Çelebi kardeşi Musa’yı bertaraf etmesi konusunda kendisine yardım eden

53

Özellikle Fetret Devri’nde Yıldırım’ın oğlu Emir Süleyman’ın Balkanlarda güçlenmek için attığı adımlar ve siyasi faaliyetleri buradaki istikrarın korunmasına önemli katkı yapmıştır, bkz., George T. Dennis (1978), “1403 Tarihli Bizans – Türk Antlaşması”, Çev. Melek Delilbaşı, AÜDTCF Dergisi, XXIX / 1-4, Ankara, ss. 153-166.

Bizans İmparatoru ile yaptığı anlaşma mucibince Musa Çelebi’nin Emir Süleyman’dan aldığı yerleri tekrardan İmparatora terk etmişti. Burada önemli bir husus da I. Mehmet’in Edirne’de hükümdarlığını ilan etmesi üzerine başta Sırp Despotu ve Eflak prensi olmak üzere birçok Balkan devleti hükümdarının onu tebrik etmesi olmuştur.

I. Mehmet’in zamanında Rumeli’deki ahvali etkileyen en önemli olaylardan biri Şeyh Bedrettin isyanıdır54. Fetret Devri’nde Musa Çelebi, hükümdarlığını ilan etmesinin hemen akabinde onu kendisine kazasker yapmış ancak I. Mehmet başa geçince Bedreddin’i azlederek onu İznik’te ikamet etmeye mecbur etmiştir. Şeyh Bedreddin bir süre burada serbest olarak yaşadıktan sonra müridi Börklüce Mustafa’nın Karaburun’da faaliyetlerini hızlandırdığını duyunca hacca gitme bahanesiyle geldiği Sinop’tan bir gemi ile Eflak voyvodasının yanına geçmiştir. Böylece müritleri Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa Anadolu’da o da Rumeli’de isyan hazırlıklarını sürdürmüşlerdir. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Bedreddin, Osmanlı topraklarına girmiş ve özellikle Silistre, Dobruca ve Deliorman taraflarında propaganda faaliyetlerinde bulunmuştur. Zira özellikle bu noktada yoğunlaşmasının sebebi Deliorman’daki önemli alevi nüfusu olmuştur.

Ayaklanmanın Anadolu kısmı kanlı bir şekilde bastırılarak Bedreddin’in iki halifesi ve müritleri idam edildiği sırada (Hoca Sadettin, II: 109-111) Deliorman’da bulunan Bedreddin’in yandaşları arasında önemli sarsıntılar vuku bulmuştur.

Padişah I. Mehmet bu hadiseler vuku buluyorken Düzmece Mustafa isyanını bastırmak için Selanik ve Teselya taraflarına gitmekte idi. Serez’e ulaştığı vakit Bedreddin’in yaptıkları kulağına gelmiş ancak hemen harekete geçememiştir. Bir süre isyanın Anadolu yakası ile meşgul olan Bayezit Paşa’nın dönmesini bekleyen padişah, sonrasında Paşa’yı Bedreddin’in üzerine göndermiştir. Bedreddin etrafındakilerin birçoğunu daha evvel Anadolu isyanının kanlı bir şekilde bastırılması neticesinde

54

Bu isyanın Osmanlı Balkan siyasetine tesiri için bkz., Selahattin Döğüş, Şeyh Bedreddîn ve Rumeli Gazileri, http: //dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/23/101.pdf

kaybetmişti, bu yüzden ele geçmesi zor olmamış ve kısa süre sonrasında 1420’de Serez’de idam edilmiştir(Uzunçarşılı, I: 369)

I. Mehmet zamanında Balkanlarda ortaya çıkan diğer bir menfi hadise de Düzmece Mustafa olayıdır. Yıldırım’ın oğlu olan Mustafa, Ankara Savaşı sonunda bir süre kayıp sayılmışsa da daha sonra Timur’un fetihnamelerinde esir edildiği bildirilmiştir. Timur ile birlikte bulunduğu süre zarfında Semerkant’a kadar gitmiş olan Mustafa Timur’un ölümü ile serbest kalarak önce Anadolu’ya daha sonrada Eflâk’a gitmiştir. Bizans İmparatoru daha önce Musa Çelebi’ye karşılık Mehmet Çelebi ile anlaşmış olmasına karşılık olarak menfaat elde ettiğinden, yeniden bir takım menfaatler ele geçirebileceğini düşünmüş olacaktır ki Mustafa’yı bir miktar asker ile Eflak tarafına yollamıştır. Mustafa hiç vakit kaybetmeden Selanik ve Teselya taraflarında faaliyetlerine başlamıştır. Bu sırada Niğbolu sancak beyi Aydınoğlu Cüneyd Bey’in kendisine iltihak ettiği kaydedilmektedir (Uzunçarşılı, I: 369). I. Mehmet ivedi bir şekilde bu mıntıkaya hareket etmiş ve Selanik yakınlarında Mustafa’nın ordusunu dağıtmışsa da Mustafa, Selanik kalesine sığınmayı başarmıştır. Padişah imparatordan Mustafa’nın kendisine teslim edilmesini istemişse de görüşmeler neticesinde onun ve yandaşlarının Limni adasında hapis edilmesine karar verildi. Bu arada I. Mehmet, bu isyanda başrol oynayan Eflâk’a bir seri sefer yaparak gözdağı vermekten geri durmamıştır.

Görüldüğü üzere on bir yıllık âdem-i merkeziyet devrinden sonra Osmanlı Devleti iyileşme dönemini iki önemli isyanla geçirmiş ve neticesinde başarılı bir şekilde bastırılan isyan devletinin yeniden sağlam temeller üzerinde yükselmesine olanak sağlamıştır. Ayrıca bahsi geçen menfi hadiseler ağırlıklı olarak Balkanların doğu kısmında gerçekleşirken Manastır’ı da içine alan Osmanlı Avrupası’nın en batı ucunda gözle görülür bir hareketlilik yaşanmamıştır. Bu durum bölgedeki sağlam yerleşimin en önemli işareti olarak görülebilir.

Çelebi Mehmet’in 1421’de vefatı üzerine II. Murat, Amasya’dan hareket etmiş ve bu sırada Limni’de tutsak olan Mustafa’nın salıverilme ihtimaline karşılık olarak padişahın ölümü Murat payitahta ulaşana kadar gizlenmiş (Hammer, 2007: 142)

neticede Murat, Bursa’ya ulaştığında 1421 yılında hükümdar ilan edilmiştir (Wittek, 1971: 72)55.

Balkanlardaki hareketlilik bu devirde de devam edecektir56. Zira İmparatorun padişahın iki oğlunu yanına alma teklifi Osmanlı idaresi tarafından reddedilince, Bizans idaresi elindeki Mustafa Çelebi kozunu oynamaya karar vermiştir. Önce Limni’den aldırdığı Mustafa’yı Gelibolu’na çıkaran İmparator ardından, II. Murat’ın gönderdiği kuvvetleri de bertaraf ettirerek, onu 1421 Ekim’inde Edirne’de hükümdar ilan etmiştir. Mustafa Çelebi’nin bu mücadeledeki en önemli dayanağı kendine biat eden akıncı beyleri ve Rumeli’deki evlâd-ı fatihan olmuştur (Uzunçarşılı, I: 379).

Mustafa Çelebi hükümdar olduğu takdirde imparatora vermeyi taahhüt ettiği Gelibolu’yu imparatora vermeyince, Bizans ile arası bozulmuş; veziriazam Çandarlı İbrahim Paşa da fırsattan istifade ederek, imparatora giderek devletlerarası bir dostluk tesis etmeye çalışmıştır.

Tüm bunlar olurken, beklenmedik bir gelişme yaşanmıştır. Foça şap madenlerinin işletim hakkına sahip olan Adorno isminde bir şahıs maddi problemlerini hallettiği takdirde II. Murat’a, kendisini ve ordusunu gemileri ile Gelibolu’na geçirme teklifinde bulunur. Bu teklif II. Murat’a makul gelmiş olacaktır ki Bursa’da görüşmek üzere sözleşirler. Ancak anlaşmadan haberdar olan Mustafa Çelebi çabuk davranarak Lapseki’ye geçer ve II. Murat’ın kuvvetlerine baskın yapmak ister57. Bu menfi hareketin Timurtaş Paşa’nın oğlu Umur Bey sayesinde başarısızlığa uğraması ve akıncı beyleri üzerinde ciddi nüfuz sahibi olan Mihaloğlu Mehmet Bey’in, yanında bulunan akıncı beylerine etki etmesi Mustafa Çelebi’yi korkutur. Kaldı ki korkmakta

55

Jorga, padişahın ölümünün gizlenebilmesi için bazı vezirlerin, padişahın cesedini karanlık bir odada bir divana yerleştirdikleri ve ellerini bir şekilde oynattırmak yolu ile ölmediği izlenimini verdiklerini kaydetmektedir, (Jorga, I: 334)

56

II. Murat devri gelişmeleri ile alakalı olarak bkz., Şerif Baştav, XVI. Asırda Yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı Tarihinin II. Murad (1421-1451) Devri Hadiseleri”, AÜDTCF Dergisi, XXVIII / 1-2, Ocak Haziran, Ankara., ss. 31-66.

57

Adorno isimli şahıs ve II. Murat’a olan yardım sözü ile alakalı olarak bkz., Tevfik İnci, Deniz Tarihimizin Şeref Levhaları, Deniz Kuvvetleri komutanlığı, 1953.

haklı olduğu Aydınoğlu Umur Bey’in kendisini terk etmesi ile net bir şekilde ortaya çıkar. Mustafa Çelebi yalnız kalması üzerine Rumeli’ye kaçmasına rağmen Adorno’nun Gelibolu’ya geçirdiği askerlerinin sayesinde Gelibolu Kalesi’ni ele geçirir. Bu hadiseden çok geçmeden Mustafa da Edirne’nin kuzeyinde Tunca nehri kıyısında Kızılağaç Yenicesi’nde yakalanarak, bir incir ağacına asılmak suretiyle idam edilmiştir (Hammer, 2007: 159; İnalcık, 2001: 600). Ayrıca bu meselede kendisine karşı tavır alan Bizans’ı da unutmamış ve İstanbul’u muhasara ederek imparatora gözdağı vermiştir.

Sultan Murat tahta geçtikten sonra özellikle Rumeli’de istikrarı yeniden sağlamaya çalışmıştır. İlk olarak Candaroğulları üzerine yapılan sefer sırasında, Silistre’yi geçerek Osmanlı topraklarına tecavüz eden Eflak voyvodası üzerine yürünmüş ve bir oğlu rehin alınarak, ödemediği iki yıllık vergisi de tahsil edilmek sureti ile tâbi hale getirilmiştir (1424)(Uzunçarşılı, I: 398).

Osmanlı Devleti’nin tüm bu olumsuzluklara rağmen ayakta kalabilmesi Bizans’ı tedirgin etmişti. Zaten hasta olan hükümdarın yerine devlet idaresine vekâlet eden, VIII. Yuannis, padişaha bir elçi göndererek vergiler ve Terkos ile Misivri hariç tüm