• Sonuç bulunamadı

İlk Türk Akınları Sırasında Manastır Ve Bölgesi

1.1. Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Manastır Şehri

1.1.3. İlk Türk Akınları Sırasında Manastır Ve Bölgesi

Makedonya bölgesi tarih boyunca birçok kavmin göç yolu üzerinde yer almıştır. Bu kavimler arasında Thraklar (Trak), İliryalılar, Brigidler, Edonlar, Payonlar, Pelagonyalılar, Dorlar, Vandallar, Vikingler, Gotlar, Romalılar, Slavlar, Lombardlar (Seidler, 1980: 1) ve nihayetinde 4. yüzyıldan itibaren Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’ın tümüne yayılarak güneye kadar inen Türkler bulunmaktadır21. Bu Türk gruplarının öncülerini oluşturan Batı Hunları ilk zamanlar Doğu İran kökenli oldukları düşünülen Alanları ve sonrasında da Doğu Gotlarını (Ostrogotlar) bertaraf ederek ilk yurtları olan Macar Ovası’na ve Özü nehri civarına yerleşmişlerdir22. Zamanla güçlenen Hunların Roma İmparatorluğu’nun Tuna eyaletlerine defalarca sefer düzenledikleri ve hatta Roma’yı vergiye bağladıkları kaynaklarda ifade edilmektedir (Pritsak, 2002: 510).

375 – 400 yılları arasında Roma’ya direkt bir sefer düzenlemeyen Hunlar, şartların uygun hale gelmesini bekledikleri düşünülmektedir. Bu manada uygun fırsat Doğu-Batı Roma İmparatorluklarının birbirleri ile olan mücadelelerinde doğmuştur. Doğu Roma hükümdarı I. Theodosios’un Tuna bölgesindeki birliklerini ve Batı Gotlarını (Vizigotlar) yanına alarak Batı Roma’ya saldırması, Balkanları, Hun seferlerine karşı savunmasız bırakmıştı. 395 yılının kış mevsiminde donmuş halde bulunan Tuna’yı geçen Hunlar (Ahmetbeyoğlu, 2006: 71) Trakya ve İlirya bölgelerine kadar gelerek bölgedeki varlıklarını hissettirmişlerdir. 422’de bir kez daha harekete geçen Rua kumandasındaki Hunların Makedonya’ya kadar gelerek buraları istila ettikleri bilinmektedir.

Tarihler bundan sonra Hunların Balkanlara 2 büyük sefer düzenlediğini belirtmektedirler. Bu dönemde devletin başında bulunan Attila, 442’de Tuna’nın güneyinden Batı’ya doğru harekete geçmiş ve kısa zamanda bugünkü Belgrat, Niş ve

21

Bahsi geçen kavimlerin haricinde, M.Ö. 20 yüzyıllarda dahi Makedonya’nın dışardan göç aldığı ve hatta verdiğine dair arkeolojik bulgu destekli çıkarımlar mevcuttur, bkz. Possion, Georges, Avrupa’nın İskan Tarihi, Bugünkü Durum, Kaynaklar ve Evrim (Etnoloji, Prehistorya, Arkeoloji), Ankara 1950.

22

Bu istilanın Anadolu içlerine kadar ulaşması sonucu ilk bilgileri veren Urfa (Edessa) Piskoposu Efraim, bu ilk Hun topluluğu için “Yecüc ve Mecüc atlıları” benzetmesini yapmaktadır, Rasony, Laszlo, Tuna Köprüleri, Çev. Hicran Akın, Ankara 1984, s. 1

Mitroviçe şehirlerini fethetmiştir (Ahmetbeyoğlu, 2006: 76, Demirkent, 1992: 1). Bu ilk sefer Roma ile imzalanan ve kaynaklarda Margus Anlaşması23 olarak bilinen anlaşma ile bitmiştir (Baştav, 2002: 865, Nemeth, 1982: 76).

442’deki ilk sefer sonrasında Attila’nın Roma ile olan ilişkilerinde önceki dönemlere göre bozulma görülmüştür. 447’de başlayan II. seferinde Hun ordusu daha da güneye inen birlikler ile Sofya, Filibe, Edirne, Silistre’yi ele geçirdikten sonra İstanbul’a kadar ulaşmışlardır. Büyükçekmece’de ordugâhını kuran Hunlar ile Bizans arasına imzalanan Anatolius Anlaşması 24 Hun ve Bizans devletleri arasındaki vergi alışverişini bir kez daha düzenleyerek İstanbul’un işgalini engellemiş; ayrıca Bizans’ın olası yıkımını da geciktirmiştir.

Hunların, Avrupa topraklarındaki faaliyetleri Attila’nın 453 yılındaki ölümü ile ciddi bir değişime uğramış, kendileri ile gelen diğer Türk boylarında ayrılıklar yaşanmıştır. Bu tarihten yaklaşık çeyrek asır sonra, 481 yılında Ostrogot kralı Teodorik’e karşı Bizans İmparatoru Zenon’un müttefiki ve Karadeniz’e doğru ilerleyen Avarların yardımcıları olup kuzey kavimlerini hâkimiyeti altına alan bir kavim olarak ortaya çıkan Bulgarların, ismi bilinen ilk hükümdarı Gostun’dur(Kayapınar, 2006b: 105). Doğu Roma imparatoru I. Anastasius (491 – 518) döneminde çok sayıda Bulgar

23

434 yılı baharında Hun sınırlarına gelen Bizans elçilerini Attila, Tuna ile Morava nehrinin birleştiği yerdeki Konstantia (tam karşısında Margus Kalesi bulunuyordu) surları önünde, at üzerinde karşıladı ve dinlenmelerine dahi izin vermediği elçilerin biri konsül-general, diğeri seçkin bir diplomat olan başkanlarına, taleplerini, barış şartları olarak yazdırdı. Konstantia barışı (veya bazılarına göre Margus barışı) diye anılan bu anlaşmanın ihtiva ettiği başlıca maddelere göre Bizans bundan böyle Hunlar’a bağlı kavimlerle müzakerelere, ittifaklara girişmeyecek, Hunlar’dan kaçanlara -esir alınmış Bizans tebeası dahil- iltica hakkı tanınmayacak, Bizans elinde bulunanları iade edilecek (Grek asıllı olanlar için fidye verilebilecek), ticari münasebetler yine belirli sınır kasabalarında devam edecek ve Bizans’ın ödemeye taahhüt ettiği yıllık vergi iki misline (700 libre altın) çıkarılacaktı(Baştav, 2002: 865, Nemeth, 1982: 76).

24

Roma elçileri Magister ve Patricius, Attila tarafından kabul edilmiş ve anlaşmaya varılmıştır. Buna göre Tuna’nın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacak, Bizans harp tazminatı olarak 6000 libre altın ödeyecekti. Ayrıca yıllık vergi üç katına (2100 libre altın) çıkarılmıştır(Thompson, 1967: 192).

Türk’ünün Vidin üzerinden Makedonya’ya gelerek yerleşmesi de bu döneme rastlar (Tzvetkov, 2002: 603). Bu iskân hareketi bu tarihten sonra da devam etmiş ve yüzyılının ortalarına gelindiğinde Bulgar yerleşiminin iyice yoğunlaştığı görülmüştür. Kaynaklarda göç alan merkezler ile alakalı net bir bilgi verilmese de bu dönemde Heraklia adı ile maruf olan Manastır’ın bu göçten nasibini aldığı düşünülebilir. Hatta Vasary gibi konu üzerinde önemli tespitlerde bulunan bazı araştırmacılar Bulgarların Kuman kökenli olabileceği ihtimali üzerinde durmuşlardır ki (Vasary, 2008: 51 ) bu durumda gerek Bulgar adı ile ve gerekse de Kuman adı ile aynı menşeye sahip Türk topluluklarının buralara hâkim olma ihtimali yüksektir25.

Bulgarların özellikle Krum Han idaresinde, 9. yüzyılın başlarında, Doğu Roma İmparatorluğuna karşı kazandıkları başarılar Makedon Slavlarının saygısını kazanmalarını sağlamış, bu da özellikle Makedonya yönlü genişlemelerine imkân vermiştir (Kayapınar, 2002a: 635). Özellikle 809 yılında Serdika (Sofya)’nın fethi ile Makedonya yolunun Bulgar Türklerine açıldığı kaydedilmektedir (Kayapınar, 2006b: 112-113).

Bulgar Türklerinin Makedonya topraklarına tam manası ile hakim oluşları Hıristiyanlığı kabul edişlerinin hemen öncesine rastlar. Zira Bulgarın Hıristiyanlığı seçerek asimile olmasına sebep olan Knez Boris’in babası Presyan döneminde I. Bulgar Devleti’nin sınırları Dakya, Morava, Moezya, Trakya ve Makedonya gibi Slavların meskun olduğu bölgeleri içerisine alacak şekilde genişlemiştir (Kayapınar, 2002a: 635).

Bizans’ın tarihinde topraklarının büyük çoğunluğunun Türklere kaptırılması hadisesinin önemli bir ayağı da imparator Justinianus (518 – 527) zamanında yaşanmıştır. Bu dönem, önemli sarsıntılar geçirmiş Doğu Roma’da bir “restorasyon” dönemi olarak değerlendirilse de kayıtlar ve çağdaş kaynaklar Justinianus’un

25

Bulgarların köken olarak Türk oldukları iddiasını ortaya atan birçok araştırmacının – G. Nemeth, L. Rasonyi, G. Feher vd.- uzun yıllar süren çalışmaları neticesinde, kaynaklarda I. Bulgar Devleti olarak da geçen ilk Bulgar devletinin kurucularının Tarbagatay Dağları’nın kuzeyindeki Kobdo ve Semipalatinsk bölgesinde yaşayan Ogurların soyundan geldikleri kati bir gerçek olarak kabul edilmektedir(Kayapınar, 2002: 630).

döneminde etkin olanın iktidar değil iktidarın komutasındaki aristokrat sınıfına tabi kişilerin (Belisarius, Narses ve İoannes gibi) olduğunu ifade etmektedirler (Ostrogorsky, Ankara: 1995, Prokopius, 1990: 64,65). Bu dönemde, daha evvel belirli oranda sükûnetin sağlandığı Hunlara gereksiz yere verilen tavizler onları tekrardan harekete geçirmiş ve gösterilen cömertlik bir anlamda uyuyan düşmanı uyandırmıştır (Prokopius, 1990: 64). Bizans bu tavizleri vermesinde bu tarihlerde girişilen Afrika ve İtalya seferleri dolayısıyla Tuna boyunun savunmasız kalması önemli rol oynamıştır (Demirkent, 1992: 2).

Hemen hemen bu dönemlerde Balkanların kuzeyinde ve zamanla güneyde, Makedonya coğrafyasında görülen Türk topluluklarından biri de Avarlar’dır26. 556 yılında Akhunlar’a karşı elde edilen zafer sonrasında Avrupa topraklarına ulaşan (558) bu grup ilk iş olarak Bizans’a bir elçilik heyeti göndermişler ve Bizans ile bir anlaşma imzalamışlardır. Bu anlaşmanın mahiyeti ile alakalı net veriler bulunmamakla birlikte, bir dostluk anlaşması olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Ayrıca Avarların bu anlaşma sırasında Bizans’tan kendilerine yerleşmek için toprak istediklerini ifade eden kayıtlar da mevcuttur (Karatay, 2006: 88). Avar hâkimiyetinin Balkanlarda yerleşmesinde önemli dönüm noktaları Bizans’ın doğu sınırında Göktürk ile İran’a karşı gerçekleştirdiği ittifak ve bu sırada savunmasız kalan batı sınırında baş gösteren Slav istilasıdır. Bizans’ın bu iki problem ile meşgul olduğu sırada Franklar ile mücadele halinde olan Avar Türkleri 566’da elde ettikleri zafer ile Slavlar’a katıldılar. Avarlar ile Slavlar’ı bir araya getiren unsur bölgenin coğrafi özellikleri idi. Zira Avarlar’ın sayısı Slavlara göre azdı ve onların aksine atlı idiler. Dolayısı ile güney Balkanların sık ormanlık ve dağlık yapısı ilerlemelerini kısıtlamıştı (Karatay, 2006: 89). Ortak ilerleme 584 yılında Singidunum (Belgrat)’un alınması ile iyice hissedilir hale gelmiştir. Bizans birlikleri ancak 591’de İran’dan dönmüş ve uzun süredir süren savaştan dolayı oldukça yıpranmışlardı. Dolayısıyla etkin bir savunma yapmalarına imkân yoktu. Tüm bu olumsuzluklara Bizans ordusunda meydana gelen isyan da

26

Çağdaş Bizans kaynaklarına göre Avarlar, daha evvel Avrupa’ya gelen Hunların kalıntıları idiler. Ve bunlar en son gelenler oldukları için önlerinde bulunan diğer Hun kalıntılarını yerlerinden ederek Balkanlar’a kadar inmişlerdir, ayrıntılı bilgi için bkz. Howorth, Henry H. (1873), The Avares, or Eastern Huns, The Journal of the Anthropological Institute of Great Britain and Ireland, Cilt. 2., ss. 114-127

eklenince 7. yüzyılın hemen başlarında Makedonya’nın kıyı şeritleri haricinde tüm Balkanlar yukarıda ifade ettiğimiz Slavlarca istila edildi. Avar Türkleri bu Slavların özellikle Eski Yugoslavya topraklarında yaşayanlarına hükmetmişlerdir. Bizans ancak imparator Herakleios (610 -642) döneminde toparlanmış ve bu yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarında Avarları ve Slavları doğudan getirdiği ordular ile bertaraf ederek geri çekilmeye mecbur etmiştir.

7. yüzyıla gelindiğinde Bizans, Araplara, Avarlara ve Slavlara büyük toprak parçaları kaptırmıştı (Seidler, 1980: 14). Bu dönemde Avar Türklerinin Tuna boylarına kadar geldikleri hatta nehri geçtikleri bilinse de Makedonya ve Manastır bölgesine ulaşıp ulaşmadıkları net bir şekilde bilinmemektedir. Bununla birlikte aynı yüzyılın sonlarında bölgeye ulaşan Asparuh kumandasındaki Bulgar Türkleri Bizans’ı oldukça güç bir durumda bırakmış ve kısa zamanda Varna’ya kadar ilerlemişlerdir. Bulgar Türklerinin burada Slav kabileleri ile birlikte kurdukları devlet tarihlerde ilk Bulgar-Slav devleti olarak bilinir (Demirkent, 1992: 3)

9. yüzyılda Balkanlarda yeni bir Türk topluluğu görülmüştür: Peçenekler. Bu yüzyılın sonuna kadar Don nehri civarında yayılan Peçenekler, 10. yüzyıl ortalarında yine bir Türk kavmi olan Uzlar’ın27 baskıları ile (Yücel, 2002: 714) batıya doğru kaymış ve bugünkü Macaristan’a ulaşmışlardır. Bu durum Çar Simeon komutasındaki Bulgarlar tarafından baskı altında tutulan Bizans için şartları oldukça zorlaştırmıştı. Zira Simeon komutasındaki Bulgarların Hırvatistan sınırlarına kadar ilerlemesi (Demirkent, 1992: 3) Bizans’ı tam bir çaresizlik içerisinde bırakmıştı. Bu iki düşmandan biri ile anlaşmaktan başka çaresi kalmayan Bizans imparatoru, Korsun (Khersones)28 şehri kumandanı Leon Phokas’a bir talimat vererek Bulgarlara karşı Peçeneklerden ittifak talep etmesini istemiştir. Bu talebi kabul eden Peçenekler bu

27

Uzlar da 889’da Hazarlar ile ittifak kurarak Batı’ya doğru ilerlemişler, Tuna üzerinde Bizans’a karşı hareket ettikleri sırada Anadolu’daki ırkdaşları Oğuz Türkleri de aynı düşmana karşı hamle yapınca Tuna’nın güneyine inerek Trakya, Makedonya ve Yunanistan’a kadar ilerlemişlerdir(Kayapınar, 2002: 815). Ancak Uzların bölgedeki hâkimiyeti uzun sürmemiş ve salgın bir hastalık sonrasında büyük bir kırıma uğrayarak yeniden Tuna’nın kuzeyine doğru çekilmişlerdir. Buradan hareketle Makedonya topraklarında hüküm süren Türk toplulukları arasına Uzları da eklemek yanlış olmayacaktır, bkz. Rasony, Tuna Köprüleri, s. 69.

28

sayede güneye kadar inerek Tuna boyuna ulaşmışlardır. Ancak iki taraf arasında son anda ortaya çıkan bir anlaşmazlık sebebi ile Tuna’yı geçememişlerdir (Yücel, 2002: 714).

Bu tarihten sonra Peçenekler ile olan ilişkilerini belirli bir düzeyde tutmaya çalışan Bizans idaresi 9. yüzyıla gelindiğinde ciddi bir ekonomik bunalım ile karşı karşıya kalmıştır. Buna bir de Bulgar kralı Simeon’un sınırlarını Manastır’ı da aşarak Arnavutluk’ a kadar genişletmesi (Kayapınar, 2006b: 121) eklenince ortaya ciddi bir bunalım çıkmıştır. Bu bunalım neticesinde patlak veren isyanlar Peçenek Türkleri için beklenen fırsat olmuş ve 1035 yılının kış ayında buz tutan Tuna nehri geçerek Makedonya’ya kadar ulaşmışlardır (Yücel, 2002: 715)29. Makedonya’da bulundukları bu süre içerisinde ciddi bir tahribatın gerçekleştiği kaydedilmektedir (Yücel, 2006: 188). Bizans Devleti’nin bahsi geçen bu Peçenek ve Uz topluluğunun bir kısmını Anadolu’da iskan ettiği bilinmektedir (Demir, 2002: 325)

Makedonya ve Manastır tarihinde önemli dönemlerden biri de Bizans’ın Balkan hâkimiyeti sürecinde etkin bir rol oynayan II. Basileos (976 – 1025) dönemidir. Aynı zamanda Bizans tarihinde Makedonya Hanedanlığı olarak bilinen sülaleye mensup olan II. Basileos’un Bulgar Çarı Samuel ile giriştiği mücadele Balkanlarda yeni bir dönem başlatmıştır. Basileos bu dönemde Sofya’dan başlayarak Feriye, Servia ve Vidin’i alarak Makedonya’ya doğru ilerlemiştir (Kayapınar, 2006b: 125). Çok geçmeden Üsküp’ü de alan imparator artık Tuna Bulgarlarının ana karasını ele geçirmiş bulunuyordu. Seferin başlarında Vladislav’a yenilen Basil bir süre Manastır’da ikamet etmek zorunda kalmıştır (Stephenson, 2003: 29). Bu aşamadan sonra şartlar Basil’den yana değişirken, Bulgarlara nihai darbeyi vuran savaş 1014’te Struma’da gerçekleşmiş ve yenilen çar Pirlepe’ye kaçarak kurtulmuştur. Kaynaklar çarın esir düşen 14.000 askerinin gözlerine mil çekilerek Pirlepe’ye gönderildiğini kaydetmektedirler (Kayapınar, 2006: 216, 217). Bu ağır yenilgi sonrasında Çar Samuel fazla yaşamamış ve 1014’te ölmüştür. Çar’ın ailesi de Manastır’a yakın bir

29

Mualla Yücel’in aksine Işın Demirkent muhtemelen bu geçişi topyekün bir hareket olarak görmemiş ve Peçeneklerin buraya ilk geçişlerinin Oğuzların baskısı sonucu 1048 yılında olduğunu ifade etmiştir (Demirkent, 1992: 5).

bölgede bulunan Ohri’de kalmıştır. Hatta Samuel’in oğlu Gavril Radomir’in Manastır’da Bulgar çarı ilan edildiği bilinmektedir (Kayapınar, 2006b: 125).

Tuna Bulgar Devleti’nin tarih sahnesinden silindiği sıralarda Peçenekler’de bölgeye ulaşmışlardı. Peçeneklerin Makedonya’ya kadar ulaştığı bu dönemde başlarında Turak adında bir asilzade bulunmakta idi. Üst üste elde edilen başarılar neticesinde güçlenmeleri kaçınılmaz olanı ortaya çıkarmış ve Peçenekler arasında bir iç mücadele başlamıştır. Turak’a karşı ayaklanan Kegen’in Bizans tarafından desteklenmesi ve neticesinde Hıristiyanlığı seçmesi bu iç mücadeleyi Bizans ile Peçenekler arasındaki bir mücadeleye dönüştürmüştür. Bu sırada bölgede bulunan Peçeneklerin 800.000 kişi kadar olduğu kaydedilmektedir (Yücel, 2002: 715).

Turak ve Bizans arasında 1048 yılı patlak veren savaş neticesinde Turak Bizans eline esir düşmüş, o sırada Bizans ile birlikte hareket eden Kegen de Tuna boyuna yerleşmiştir. Bizans, kendisine esir düşen binlerce Peçenek Türkünü Niş, Sofya ve Makedonya topraklarında30 iskân ederek ilk kez büyük bir Peçenek topluluğunu yerleşik hayata geçirmiştir. Bizans’ın Peçenekleri buraya yerleştirmesinde o sırada kendisine doğru hareketlenmiş olan Uzlar’ın önünü kesme fikri de etkin rol oynamıştır (Rasonyi, 1984: 63).

Bizans, Peçenekleri yerleşik hayata geçirerek büyük bir dertten kurtulacağını düşünse de Türklerin öyle kolayca yerleşik hayata geçirilemeyeceğini bilmesi gerekiyordu. Zira çok geçmeden Makedonya ve diğer bölgelerde iskân edilen Peçenekler isyan etmiş ve yeniden Tuna boyuna gelerek Bizans’a karşı faaliyet göstermeye başlamışlardır. Bizans bu hareketi, elinde bulunan Peçenek reisi Turak’ı serbest bırakmak yolu ile engellemek istemişse de bunda muvaffak olamamıştır. Bizans, 1050 yılında meseleye kesin bir çözüm getirmek için 20.000 kişilik ücretli askerin yanına kendi askerlerini de katarak Peçenek merkezi Yüztepe’ye yönelmiştir. Ancak Yüztepe yakınlarına gelen Bizans birliklerinin merkezi idareden bağımız ve dağınık bir şekilde hareket etmesinden istifade eden Peçenekler gerçekleştirdikleri ani bir saldırı ile Bizans ordusuna ve yanlarında gelen Bulgar birliklerine büyük kayıplar

30

verdirmişlerdir (Yücel, 2002: 717). Bu askeri başarı ile artık Makedonya’da rahatça hareket etme fırsatını elde etmiş oluyorlardı.

Peçeneklerin burada hem Bulgarlara hem de Bizans’a üstünlük kurmasında yakın zamanda patlak veren Bulgar Petro Delyan isyanının da etkisi büyüktür. Zira hemen hemen Peçeneklerin bölgeye ulaştığı dönemlere rastlayan bu isyan sonucunda 1040 yılında Petro Delyan Bizans’a oldukça ağır bir yenilgi tattırmış ve Makedonya’nın önemli bir kısmını içine alacak şekilde Bulgar Devleti’nin yeni çarı olmuştur. Bu durum hem Bizans’ı zayıf düşürmüş hem de Peçeneklerin bölgede güçlü bir Bizans otoritesindense yeni kurulmuş bir Bulgar devleti ile karşı karşıya gelmesini sağlamıştır (Kayapınar, 2006c: 232).

Peçenekler ile birlikte aynı dönemlerde Balkanlara inen önemli bir Türk gurubu da Kıpçaklardır. Kıpçaklar halen bazı araştırmacılar tarafından itilaflı olmakla birlikte kendileri ile aynı menşeiden olan Kumanlar31 ile birlikte 11. yüzyılda Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya girmişler 32 ve çok geçmeden Peçenekler ile irtibata geçmişlerdir. Bu irtibat Peçenek başbuğu Tatuş’un Bizans’a karşı Kıpçak / Kuman Türklerinden yardım talep etmesi ile gerçekleşmiş ve elde edilen başarı sonrasında Kumanova başkent olmak üzere Kuman –Peçenek Türk Federasyonu’nu kurulmuştur (Gökbel, 2002: 734). Denilebilir ki Kıpçak / Kuman Türklerine Balkanların ve sonrasında Makedonya’nın yolunu gösterenler Peçenekler olmuştur. Ayrıca 1184 yılında I. Andronikos Komnenos’un kaleme alıp imzaladığı bir belgede Kumanların Batı Makedonya’da hayvancılık yaptığına dair bilgiler yer almaktadır (Vasary, 2008: 53)

31

Kumanlar 1068’ de Rus prenslerine karşı kazandıkları zafer sonrasında 1071’de Kiev bölgesine ulaşmışlar ve yine bir Türk grubu olan Uzların, Boğdan düzlüklerindeki vatanlarını işgal etmişlerdir. Kumanların Balkanlara inişlerini kolaylaştıran en önemli olay işte Uzlara karşı kazandıkları bu zaferdir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Rasony, Tuna Köprüleri, s. 83-138.

32

Vasary, Aleksios Komnenos’tan yaptığı bir alıntıda Kumanlardan ilk kez 1095’te bahsedildiğini ifade etmektedir. Buna göre I. Aleksios Komneneos Balkan Dağları’nın doğu eteklerine ordugâhını kurduğu sırada Pudilos isminde bir Ulah önder gelerek kendisine Kumanların Tuna’yı geçtiğini ifade etmiştir(Vasary, 2008: 34).

Kumanların Balkanlara geldiği sorusu bugün halen net bir şekilde cevaplanamamakla birlikte yakın zamanda dilimize de çevrilmiş olan kapsamlı bir Kuman-Tatar araştırmasına göre, Kumanların anayurdu, güney sınırını Tuna Nehri’nin belirlediği Eflak ve Boğdan ülkesini de içine alan ve doğuda Volga’ya kadar ulaşan bir sahadır(Vasary, 2008: 45).

11. yüzyıla gelindiğinde Kıpçak – Peçenek Federasyonu politik etkinliğini kaybetmiş ve bölgede bulunan Kıpçak / Kuman toplulukları zamanla Slavlaşmış ve Hıristiyanlaşmışlardır. Özellikle Makedonya bölgesindeki bu Türk yerleşiminin yer isimlerine yansıyan izleri bugün halen varlığını korumaktadır.

Bu dönemin Bizans için en önemli sıkıntılarından biri de Haçlı Seferleri’nin başlangıcını teşkil etmesidir. Özellikle ilk Haçlı ordusunun disiplinsiz ve dağınık oluşu (Ostrogorsky, 1995: 335) Bizans birliklerini zorlamıştır. Ancak Haçlı birlikleri ve Bizans birlikleri arasındaki sürtüşmenin Makedonya ve Manastır bölgesi içinde önemli sonuçları olmuştur. Bizans imparatoru Alexis (I. Aleksios Komnenos) Haçlı ordusunda yer alan Franklara karşı bugünkü Arnavutluk sınırlarında bulunan Dyrrachium’da aldığı yenilgi sonrasında Ohri yolu üzeride bulunan Babagora vadisine çekilerek burada bir süre dinlemesi, sonrasında da Manastır’a geçmesi (Hammond, 1974: 74,75), şehrin tarihinde önemli yer tutmuştur. Zira imparator I. Aleksios, Anadolu’nun ve Balkanların hızlı bir şekilde Türkleşmesi karşısında Papa II. Urbanus’tan yardım istemiş ve Haçlı birliklerini Anadolu topraklarına geçirmiştir. Yani denilebilir ki 4. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar, Avrupa’da, Karadeniz’in kuzeyinden yoğun bir şekilde gerçekleşen Türkleşmenin önüne geçen hükümdar olarak bilinen I. Aleksios (Ostrogorsky, 1995: 333), bu hamlesine bir anlamda Manastır bölgesinden başlamıştır.