• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM I: GİRİŞ

1.2. Nüfusun ve Nüfus Değişimlerinin Etkileri

1.2.2. Nüfus Kuramları

1.2.2.1. Malthus’un Nüfus Kuramı

18. yüzyıl biterken Avrupa’da Sanayi Devrimi çoktan başlamış, kitlesel üretime geçilmiş, tarım kesiminden sanayiye emek göçü olmuş, yoksulluk artmış, kadın ve çocuklar ağır işlerde çalıştırılmaya başlanmıştır. Yapılan bu uygulamalara karşı insani görüşler dile getirilmeye başlanmış, işçi hakları toplumun diğer sosyal sorunlarına karşın alınacak tedbirler hakkında fikirler üretilmeye başlanmıştır (Ekin, 1989). Bu sorunların ortaya çıktığı ortamda, Fransız Devriminin çalkantılarının yaşandığı İngiltere’de kendisi bir papaz olan Thomas R. Malthus (1766-1834) bir eser kaleme almaktadır. (Kazgan, 1993). Nüfus alanında bilimsel anlamda yapılan ilk sistematik çalışma olan bu eser Malthus’ un (An Essay on the Principle of Population) “Nüfus İlkeleri Üzerine Bir Deneme” adlı eseridir. Dolayısıyla, Malthus’un görüşleri, nüfus ile ilgili konuları tartışmanın ilk bilimsel kaynağı olmuştur. Nüfus alanında Malthus’un 18. yüzyıl sonlarında ortaya atmış olduğu görüş ve düşünceler modern anlamda bu konudaki teorik yaklaşımın başlangıcı olmuş, daha sonra geliştirilen yaklaşımlar için çıkış ve başlangıç noktası teşkil etmiştir (Başol, 1984).

Malthus’un görüşlerinde çıkış noktası, toprağın sınırlı bir faktör olmasına karşın, insanların üreme yeteneklerinin belli bir sınırı olmamasıdır. Gıda maddelerinin arzı ancak aritmetik olarak arttırılabilirken nüfusun geometrik bir artışa konu olmasıdır. Malthus’a göre kontrol edilmediği takdirde nüfus her yirmi beş yılda iki katı olacak bir hızda artar.

Nüfusun bu hızlı artışı önleyici kontrollerle sınırlanmazsa pozitif kontrollerle engellenir.

Önleyici kontrollerden kasıt, evliliğin geciktirilmesi veya hiç evlenilmemesi ve evli olmayan kadınların cinsel ilişkilerden mümkün olduğu sürece kaçınmasıdır. Toplumlar bu önleyici kontrolleri kullanmak yoluyla mutlu ve varlıklı bir hayat kalitesine ulaşabilirler. Aksi halde insan hayatını olağanüstü kısaltan pozitif kontroller işlemeye başlar. Malthus, insan yaşamının süresini zamanından önce kısaltan olumlu engelleri şöyle sıralamaktadır (Meek, 1977):

 Sağlığa aykırı tüm uğraşlar,

 Mevsimlerin sertliğine uymayan her türlü kaba ve ağır işler,

 Aşırı yorgunluk,

 Yoksulluktan ötürü çocukların kötü beslenmesi,

 Büyük kentlerin sağlığa aykırı yaşam koşulları,

 Her türlü aşırılık, her türlü hastalık ve salgınlar,

 Çocuk ölümleri, savaşlar, veba ve kıtlıktır.

Malthus’a göre, nüfus artışı karşısında toplumun yaşamını iyileştirmek mümkün değildir. Bu durumda yapılacak tek şey yoksullar yasasının kaldırılmasıdır. Çünkü bu yasayla nüfus artışı daha da hızlanmakta ve toplumu sefalete doğru sürüklemektedir.

Malthus’un bu görüşleri, ilgili yasanın kaldırılmasına bilimsellik temeli oluşturarak, yerine iş evi sistemi getirilecektir. Bu alanlar çalışma şartları çok ağır ve yoksulların mecburi barınmak zorunda oldukları mekanlardır.

Malthus nüfus artışının önüne geçilmesini savunarak “daha şimdiden sahiplenilmiş bir dünyaya gözlerini açan adam, ana-babasından haklı olarak talep edeceği bir geçim imkanı bulamıyorsa ve toplum onun emeğini istemiyorsa, yiyeceklerden en ufak bir pay isteme hakkının olduğunu ileri süremez. Tabiatın görkemli şöleninde ona boş yer yoktur. Tabiat ona defolmasını söyler ve sofradaki bazı konukların acıma duygularını uyandırmayacak olursa, kendi buyruğunu derhal yerine getirir” ifadelerini kullanmaktadır (Meek, 1977).

Malthus’a göre, “fakirlerin maruz bulundukları sefaletin mesuliyeti bizzat kendilerine aittir. Sefaletin nedeni fakirlerin basiretsizcesine ve akılsızcasına gösterdikleri ihtiyatsızlıkları ve kendi iradelerine hakim olamamalarıdır. Bunlar tabiatın arzusuna muhalefet etmişler ve ekonomik güçlerinden fazla çocuk yapmışlardır. Bu gibilerini kendi sefaletleri içerisinde bırakmak lâzımdır. Onun için, fakirler lehine kanun yapmamalı ve mevcut kanunlar da iptal edilmelidir” (Kanbolat, 1998). Malthus klasik okulun nüfusla ilgilenen tek mensubu değildir. Diğer klasik iktisatçılara göre, kapitalist sistem başlangıçta ne kadar canlı olursa olsun, belli bir olgunluğa eriştikten sonra durgunluğa dönüşecektir. Bunda en önemli rolü nüfus artışı oynayacaktır. Nüfusun nispeten az olduğu gelişmenin ilk dönemlerinde toprağın verimi yüksek bir seviyededir.

Hatta tarım kesiminde bile artan verim kanunu yürürlükte olabilir. Böyle bir dönemde müteşebbislerin kâr oranları da yüksektir. Bunun sonucu ekonomide yüksek seviyede yatırım yapılır ve teknolojik ilerlemede tam anlamıyla yarar sağlanır. Aynı zamanda işgücüne ödenen ücretler de artar. İşgücü kesiminin refahının artması her şeyden önce nüfus artışını etkileyecektir. Çünkü yaşama standardının belli bir seviyenin üzerine çıkması halinde aile büyüklüğü artacak ve doğanların büyük bir kısmının ortalama ömür süresinin uzama olasılığı bulunacaktır (Tuncer, 1976).

Ancak bir süre sonra önce tarım kesiminde azalan verim kanunu etkisini göstermeye başlayacaktır. Çünkü klasik iktisatçılara göre üretimde kullanılan toprak veya arazi faktörü sabittir ve tarım kesiminde iş bölümü olanakları sınırlıdır. Üzerinde tam bir görüş birliği olmamakla birlikte, John Stuart Mill başta olmak üzere bazı klasik iktisatçılar imalat sanayinde de azalan verim kanunun geçerli olduğunu, çünkü sanayinin hammaddeye olan bağımlılığı yüzünden sonunda tarıma dayandığını savunmuşlardır (Meek, 1977). Bu durumda, bir yandan işgücü başına verimin azalması, öte yandan işçi maliyetlerindeki artışlar sonucu müteşebbislerin karları düşecek, dolayısıyla da yatırımlar azalacaktır. Yatırımların azalması ise teknolojik duraklamaya yol açacak, işçilere ödenebilecek fonlar kısıtlı hale gelerek, yüksek nüfus seviyesinde klasik modelde kapitalist gelişme sonunda, gerek nüfus artışı, gerekse ekonomik büyüme yönlerinden durgunluğa dönüşmektedir.

Malthus, nüfus ile ücret düzeyi arasında ilişki bulunduğunu öne sürer. Emek arzını artırdığı için nüfus artışı ücretlerin düşmesine yol açacaktır. Ücretler işçilerin dayanabilecekleri maksimum düzeye kadar düşecektir. Ücret düzeyinin asgari geçim düzeyinin altına düşmesiyle sefalet ve hastalık artacak, dolayısıyla emek arzı azalacak, ücretler ise yeniden yükselecektir (Gürtan, 1966). Malthus, yiyecek arzı üzerinde teknolojinin (böcek öldürücü ilaçlar, buzdolabı, mekanize tarım araçları, suni gübre vb.) etkisini tam olarak değerlendirememiştir. Malthus’tan bugüne, nüfusun önemli ölçüde artması, yaşam süresinin neredeyse iki katına çıkması, teknolojik yenilikler, ekonomik, sosyal ve kültürel etkenlere bağlı olarak nüfus artış hızının değişmesi, kıtlık ve açlığın daha çok siyasal karışıklıklar nedeniyle gündeme gelmesi Malthus’un nüfus ile ilgili varsayımlarının etkisini azaltmıştır. Malthus, nüfus artışı nedeniyle uzun vadede yiyecek ve mal arzında nüfusa oranla belirli bir azalmanın olacağını öngörmekle birlikte kısa vadede genel bir arz fazlasının olabileceğine inanmaktaydı. Malthus’un “bolluk”dediği arz fazlası bugün durgunluk veya depresyon ile gündeme gelmektedir (Selik, 1982).

Malthus’a göre; uygun şartlarda herhangi bir nüfus, besin maddelerinin artışından daha hızlı bir oranda artar ve böylece zamanla kişi başına düşen besin miktarı azalır. Bu fikrinin temeli şudur: uygun şartlarda herhangi bir kısıtlayıcı faktör (salgın vb.) yoksa nüfus geometrik dizi biçiminde artar (2, 4, 8, 16, 32, 64, ...), oysa besin maddeleri aritmetik dizi biçiminde artar (1, 2, 3, 4, 5, 6, ...). Doğada aradaki bu fark, nüfusta bazı bireylerin ölümlerine neden olur ve bir denge sağlanır (Öztürk, 2009). Bu düşünceleri

nedeniyle Malthus geç evlenmek, az sayıda çocuk sahibi olmak vb. hareketlerin teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Yine Malthus’a göre toplumsal sefaletin en büyük nedeni alt sınıflardı ve bu yüzden bu tür bir nüfus planlaması üst sınıflardan ziyade alt sınıflara uygulanmalıydı. Liberal bir anlayışın hakim olması gerekliliğini savunurken, fakir halk kesimlerine yapılan (özellikle kamusal) yardım programlarına karşı çıkmıştır.

Her türlü toplumsal müdahaleye ve yardıma muhalif olmuştur.

Malthus’un düşünceleri daha kendisi vefat etmeden büyük tartışmalara neden olmuştur. Bugün Malthus’u savunanlar bulunurken, onu eleştirenlerin de sayısı hayli fazladır. Her ne kadar Malthus’un ve Neo-Malthus takipçilerinin yirminci yüzyıl için öngördükleri sefalet ve kriz (aşırı nüfus artışı karşısında yetersiz gıda üretimi) yaşanmamış olsa da, bu tür bir krizin yaşanmamasında gelişen teknolojinin payı büyüktür (Kazgan, 1993).