• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM I: GİRİŞ

1.2. Nüfusun ve Nüfus Değişimlerinin Etkileri

1.2.2. Nüfus Kuramları

1.2.2.3. Demografik Değişim Kuramı

1929 yılı sonrasında nüfus alanındaki düşüncelerde ciddi bir değişim süreci başlamıştır. Demografik değişim kavramı, ilk olarak 1929 yılında Warren Thompson’un belirli ülkelerin 1908-1927 yılları arasındaki demografik gelişimini inceleyen çalışmasında kullanılmıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonraki yıllarda Thompson’un çalışmaları ve demografik değişim kavramı yoğun bir şekilde ele alınmış ve tartışılmıştır (Tandoğan, 1998).

On yedinci yüzyılda Batı Avrupa dahil bütün dünyada nüfus, demografik açıdan

“doğal” sayılabilecek yapıdadır. Bu tarihten sonra ise modern çağın ilk demografik devrimi olarak nitelendirilebilecek büyük bir dönüşüm başlamıştır. Açlık, salgın hastalıklar, doğal afetler ve savaşlar nedeniyle nüfus artış hızında büyük dalgalanmalar görülmekle birlikte, dünya nüfusu on sekizinci yüzyıl başlarına kadar çok yavaş artmıştır.

Bu tarihten sonra Batı Avrupa’da ölüm oranlarının istikrarlı bir biçimde düşmesi nüfus artış hızının hızlanmasına yol açmıştır. Avrupa genelinde doğum oranı ölüm oranından

daha sonra düşmeye başlamıştır. Böylelikle Avrupa yüzyılı aşkın bir süre içinde yüksek doğurganlık ve ölümlülük seviyelerinden alçak doğurganlık ve ölümlülük seviyelerine geçmiştir. Bu geçiş sürecinde de nüfus artış hızı en yüksek seviyeye ulaşmıştır (Tandoğan, 1998).

Dünyanın geri kalan bölgelerinde ise benzer bir demografik devrim yaşanmamıştır. İkinci Dünya Savaşı yılları ve hemen sonrasına rastlayan ikinci demografik devrim gelişmiş ve az gelişmiş ülke nüfuslarında önemli sonuçlara yol açmıştır. Gelişmiş ülkelerde yüz yıldan beri düşmekte olan doğum oranı yeniden artma eğilimi gösterirken az gelişmiş ülkelerde ölüm oranı hızla düşmeye başlamıştır. Doğum oranının aynı hızla düşmediği ikinci grup ülkelerde Avrupa tarihinden gözlenenden çok daha hızlı bir nüfus artışı başlamıştır (Şenses, 2003). Böylece dünya geleneksel (genç, doğurgan ama ölüm oranı yüksek) ve modern (yaşlı, hem doğum hem ölüm oranı düşük) olarak tanımlanan nüfusların yanında yeni bir nüfus türüne (genç, doğum oranı yüksek, ölüm oranı düşük) tanık olmuştur (Başol, 1994).

Demografik değişim kuramı 1940’lı yıllarda modern nüfus dinamiklerini açıklamak için geniş bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu kuram sanayileşme ile doğum ve ölüm oranları, dolayısıyla gelişme hızı arasındaki ilişkiyi açıklayan bir teoridir.

Değişim kuramı, nüfus dinamikleri ile birlikte sosyoekonomik değişimi de öngörmekte ve bütün toplumların tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş şeklinde bir gelişim izleyeceğini varsaymaktadır (Kaynak, 1990). Demografik değişim modeli, modernleşmenin yüksek doğurganlıktan düşük doğurganlığa doğru bir geçişe sebep olduğunu söylemektedir. Demografik geçişini tamamlayan ülkeler, düşük doğurganlık ve düşük ölümlülük seviyelerine şahit olmaktadırlar. Düşük doğurganlık ve ölümlülük seviyelerine eriştikten sonra, doğurganlık dar bir aralıkta dalgalanmaktadır.

Farklı toplumlarda demografik değişikliklerin belli bir kalıba uyup uymadığı tartışması, demografik değişim teorisinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bazı düşünürler nüfus artış hızının yüksek olduğu ülkelerde, nüfus artışını kısıtlayan politikalara aktif olarak başvurulmasını önerirken, bazıları da bugünkü duruma bakıp endişelenmeye gerek olmadığını, çünkü batıda da aynı durumun olduğunu fakat nüfus artışının bugünkü seviyeye düştüğünü ileri sürmüşlerdir (Kanbolat, 1998). Demografik değişkenlerin belli bir zaman içerisinde, belli aşamalardan geçip geçmediği konusu demografik değişim modeliyle açıklanmaya çalışılmıştır.

“Demografik değişim modeli” konusunda ilk yazarlardan biri Blacker’dir.

Blacker, toplumların demografik değişme bakımından başlıca beş aşamadan geçtiğini söylemiştir. Birinci safhada, gerek doğum gerekse ölüm oranları yüksektir. Nüfusun yüksek seviyede durgun olduğu bu aşamayı, yüksek doğurganlığın devam ettiği fakat ölümlerin azalmaya başladığı ikinci dönem izler. Üçüncü aşama doğurganlığın da azalmaya başladığı, fakat ölüm oranlarının da hızlanarak düştüğü aşamadır. Dördüncü aşamada doğumla ölüm arasında denge kurulur. Beşinci ve son aşamada ise doğumlar, ölüm seviyesinin de altına düşer, nüfus azalmaya başlar (Tuncer, 1976).

Günümüzde “demografik değişim kuramı” denilince Blacker’in öngördüğü beş aşamalı evrim yerine üç aşamalı bir evrim anlaşılmaktadır. Birinci aşamada doğurganlık ve ölümlülük seviyesinde belli bir denge vardır. Geri kalmış ekonomi safhasında toplumlar ilkel tarım koşullarında yaşamlarını sürdürmektedirler. Ürünlerini kendi ihtiyaçları oranında gerçekleştirmektedirler. Teknoloji ya hiç değişmemekte ya da çok yavaş değişmektedir. Ölüm oranları yüksektir, bunun nedeni üretimin, hijyen bilgisinin ve tıbbi imkanlarının yetersizliği nedeniyle beslenme, bakım ve tedavi şartlarının elverişsizliğidir. Çocuk ekonomik bakımdan yararlı ve maliyeti yüksek olmayan bir araç niteliği taşımaktadır (Peterson, 1994).

İkinci aşamada ekonomik gelişme ile birlikte toplumda işbölümü artar, teknolojik gelişme başlar, toplum daha çok piyasa için üretime yönelir, ulaştırma ve haberleşme araçları gelişir. Yaşam seviyesindeki iyileşmelere paralel olarak sağlık koşullarında da düzelmeler olur. Böylece çocuk ölümlerinde de önemli azalışlar görülür (Meadows, 1990). Genellikle Batı Avrupa ülkelerinin on sekizinci yüzyılın son yıllarında ve on dokuzuncu yüzyılda bu ikinci aşamadan geçtiği kabul edilmektedir. Üçüncü aşama olan gelişmiş ekonomi safhasında nüfus artışı çok yavaşlamaktadır. Ekonomik gelişme bir yandan çocuğun ekonomik alanda değerini azaltırken, bir yandan da kadının ekonomik rolünü artırmaktadır (Şenses, 2003).

Demografik değişim kuramına yöneltilen eleştiriler başlıca ikiye ayrılabilir (Meadows, 1990):

 Ülkeler arasındaki gelişmişlik seviyesi farkları dünya kapitalist sisteminin sonucu ve gereğidir. Gelişmekte olan ülkeler bugünkü gelişmiş ülkelerin yaşam kalitesine

hiçbir zaman ulaşamayacağından demografik değişim kuramlarının öngörüleri tartışmaya açıktır.

 Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ölümlülük seviyelerindeki düşme benzer sebeplere dayanmamaktadır. Gelişmekte olan ülkeler, sosyoekonomik yapılarında ciddi bir gelişme olmaksızın yalnızca tıp teknolojisinin ithal edilmesi yoluyla ölüm oranlarında önemli azalmalar sağlayabilmişlerdir. O halde nüfus artışının kontrol edilebilmesi için ülkenin sosyoekonomik yapısında bir gelişme olmasını beklemek gerekmez.

Demografik değişim kuramına ikinci tür eleştiri getirenler az gelişmiş ülkelerin, hızlı nüfus artışı yüzünden ekonomik kalkınmalarını da gerçekleştiremediklerini eklemektedirler. Artan nüfus için konut, sağlık, eğitim gibi demografik yatırımlar giderek bütçede daha çok yer tutacak, üretici yatırımlara yönelmek zorlaşacaktır. Çözüm, ölümlerde olduğu gibi doğumlar için de teknolojik gelişmelerden yararlanmaktır (Şenses, 2003). Yeni Malthusçu diye adlandırılan bu görüş, gelişmiş ülkelerin doğum kontrolü teknikleri geliştirerek ve bunların yaygın kullanımını sağlayacak programları destekleyerek az gelişmiş ülkelere nüfus sorunlarının çözümünde yardımcı olmalarını önermektedir. Çünkü dünyadaki doğal kaynaklar sınırlıdır; hızlı nüfus artışı hem doğal kaynakların hızlı tüketilmesine, hem de doğal çevrenin dengesinin bozulmasına neden olmaktadır (Öztürk, 2009).