• Sonuç bulunamadı

2.7. Fennî Dîvânı’nda Geçen Şahsiyetler

2.7.3. Âlimler ve Şairler

2.7.3.2. İran Şairleri ve Âlimleri

84 Klasik Türk Edebiyatı kendi oluşum ve gelişimini tamamlayana kadar farklı pek çok kaynaktan beslenmiş zengin bir edebiyattır. Bilhassa İran şairlerinden fazlasıyla etkilenen ve başlangıçta onlar gibi şiirler yazma çabası içerisinde olan şairler, daha sonra onlardan daha üstün oldukları iddiasıyla daha güzel şiirler yazma çabası içerisine girmişler ve kendilerine has bir edebiyat oluşturmuşlardır.

Oluşumuna kaynaklık eden Fars Edebiyatının izleri ise doğal olarak kendini göstermeye devam etmiştir. Klasik şairlerin şiirlerinde bu izlere rastlanmakla birlikte meşhur İran şairlerinin, şiirlere konu edildiği de görülmektedir. Fennî, Dîvânı’nda da bu şairlerden söz etmekte olup onları; nüktedân, söz ustası, güçlü şairler olmaları yönüyle ele alarak kimi beyitlerinde onların bu vasıflarını kendisine mal etmekte kimi beyitlerinde ise memduhuna isnat etmektedir.

Gaznevî: (ö. 1161 [?]): Eşref-i Gaznevî, İranlı şair ve vâizdir (Öztürk, 1995:

474). Fennî, Gaznevî’den bir beyitinde memduhunu övmek için bahsetmektedir;

Gaznevī sağ olsa Hātem gelse tekrār ʿāleme

Can atarlar havze-i ihsānına bī-ihtiyār (Kaside 39/22)

Örfî-i Şirâzî (ö. 1591): İran Edebiyatının XVII. yüzyılda yetişen ünlü şairlerinden olup “Sebk-i Hindî (Hint usulü, Hint tarzı)” üslubunun önemli temsilcilerinden olan bir şairdir. Fennî, şiirlerinde, diğer İran şairleri gibi bu şairi de güçlü bir şair olması yönüyle ele almaktadır. Bir beyitinde Şevket-i Buhârî ve Sâʾib-i Tebrîzî ile birlikte anmaktadır ve kendisinin, devrinin Örfî’si olduğunu iddia etmektedir;

Benim ol şāʿir-i Örfī-edā Sāʾib-i sühan şimdi Sözüm şāyānsa baş eʿālī ve esāfildir (Kaside 38/40)

Sâʾib-i Tebrîzî (ö. 1676 [?]): İran Edebiyatının XVII. yüzyılda yetişen ünlü şairlerinden olan Sâʾib-i Tebrîzî, “Sebk-i Hindî (Hint usulü, Hint tarzı)” şiirinin önemli temsilcilerinden olan bir şairdir. Ayrıca bu asırda, hikemî tarzın “hâkimâne şiir söyleme” anlayışının İran’daki önde gelen temsilcilerindendir (Şentürk ve Kartal, 2014: 418-422). Şiirlerinde hikemî bir üslubun görüldüğü Fennî’nin Dîvânı’nda da Sâʾib-i Tebrîzî’nin bahsi, kâbiliyetli bir şair olması yönüyle geçmektedir. Fennî bir beyitinde;

Benim ol şāʿir-i Örfī-edā Sāʾib-i sühan şimdi

Sözüm şāyānsa baş eʿālī ve esāfildir (Kaside 38/40)

85 diyerek bu şairi güçlü bir şair olarak hatırlatırken aynı zamanda kendisinin de onun kadar güçlü şiirler yazdığını anlatmaya çalışarak Sâʾib’den bahsetmekte ve devrinin Sâʾib’i olduğunu iddia etmektedir. Bunun gibi başka bir beyitte kendisi için “Sâʾib-i sühan” demektedir (K. 38/40). Diğer beyitlerde ise; Sâʾib’in, kendi devrinde sağ olsaydı, nüktelerle dolu şiirlerini tasvip edeceğinden (G. 211/5), Sâʾib’i nükteli şiirlerine meftun ettiğinden (K. 37/96) bahsetmektedir. Başka bir beyitte ise Dâhiliye Nâzırı Memduh Paşa’yı fetanetli olması yönüyle överken onu, Sâʾib’e üslup öğreten, yol gösteren biri olarak anlatmakta ve ondan üstün tutmaktadır (K. 43/11).

Şevket-i Buhârî (ö. 1700): İran Edebiyatının XVII. yüzyılda yetişen ünlü şairlerinden olup “Sebk-i Hindî (Hint usulü, Hint tarzı)” üslubunun önemli temsilcilerinden olan şair, Sâʾib-i Tebrîzî ile birlikte bu asrın hikemî tarzın

“hâkimâne şiir söyleme” anlayışının İran’daki önde gelen temsilcilerindendir (Şentürk ve Kartal, 2014: 418-422). Fennî beyitlerinde, kendisini Sâʾib-i Tebrîzî ile birlikte anmakta güçlü şairliklerini hatırlatmaktadır. Ayrıca bu beyitlerde, kendi devrinde onun, sağ olsaydı, nükteli şiirlerinin olduğunu kabul edeceğinden (G.

211/5); kendisine, nükteli şiirleriyle onu hayran bırakacağından bahsetmektedir.

Nükte-i eşʿārıma meftūn kıldım Sāʾibi

Cevdet-i eşʿārıma hayrān bıraktım Şevketi (Kaside 37/96)

2.7.3.3. Türk Şairler

Fennî, Dîvânı’nda kendinden evvelki şairlerden de bahsetmektedir. Bu şairler XVI. yüzyıl şairlerinden Bâkî ile XVII. Yüzyıl şairlerdinden Nâbî ve Âgâh’tır.

Fennî, bu şairlerden bahsetmekle kalmayıp aynı zamanda bu kâbiliyetli şairlerin şiirlerine nazire yazmıştır.

Âgâh (1630-1728): Asıl adı Mehmed olan Semerkandlı bir Dîvân şairidir.

Fennî, Dîvânı’ndaki bir gazelini ona nazire olarak yazmıştır ve son beyitinde adından zikrederek bunu açıklamaktadır. Diğer şairleri andığı beyitlerden farklı olarak Fennî bu beyitte; kendi acziyetinden bahsederek cesaret edip nazire yazdığından söz etmektedir.

Fenersiz ʿurūc-ı āsumān etmek isterim

Cesāret edip ʿaczimle Āgāhı tanzīre (Gazel 157/8)

86 Bâkî (ö. 1600): Klasik Türk Edebiyatının XVII. yüzyıldaki temsilcilerinden biri olup “Sultânü'ş-şuarâ” olarak anılan önemli ve büyük şairlerindendir. Fennî Dîvânı’nda, “bâkî” redifli gazeline yazılan bir nazire ile ismi zikredilmektedir.

Ne devām üzre döner çarh ne devlet bākī

Ne kıvām üzre kalır zevk ne mihnet bākī (Gazel 243/1)

beyitiyle “bâkî” kelimesini tevriyeli olarak kullanıp hem “ebedî, ölümsüz”

anlamlarında kullanmakta hem de şair Bâkî’yi anmaktadır.

Eşrefolu Rûmî (ö. 1469?): Tasavvuf âleminde “Eşref-zâde Şeyh Abdullah er-Rûmî” künyesi ile şöhret bulan ve Kadirî tarikatının Pir-i Sânî'si (İkinci Pir'i) olarak bilinen Eşrefoğlu Rumî, Anadolu velilerinin büyüklerindendir. Adı Abdullah, babasının adı Eşref olup babasının adıyla şöhrete ulaşmıştır. Anadolu’nun Türkleşmesi ve Türklerin İslamiyet’i hayat tarzı hâline getirmelerinde rol alan ve Anadolu’da Mevlevilikten sonra Ehl-i Sünnet tarikatlarının yayılmasında emeği geçen önemli mutasavvıflardan biridir. Eşrefoğlu’nun şiirlerinde Yunus Emre tesiri kuvvetle hissedilir. Hece ve aruz veznini başarıyla kullanmış, lirik şiirler yanında didaktik manzumeler de yazmıştır (Pekolvay ve Uçman, 1995: 480). Dîvân’da da bu güçlü şairliği yönüyle, kendisi gibi diğer iki şairle (Sâbit, Câfer) birlikte aynı beyitte bahsi geçmektedir (bk. Hasan b. Sâbit).

Nâbî (1642-1712): Asıl adı Yûsuf olan Urfalı bir şairdir. Klasik Türk Edebiyatının önemli şairlerinden olan Nâbî, Hikemî tarzın edebiyatımızdaki en önemli temsilcilerinden olup bu hakîmane tarzı, şiirlerine ustalıkla işlemiştir.

Şiirlerinde bu tarzın hissedildiği Fennî’nin Dîvânı’nda da Nâbî zikredilmekte olup onun “Sakın terk-i edepten kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu/ Nazagâh-ı İlâhîdir makâm-ı Mustafâdır bu” beytiyle bilinen meşhur naatine bir tahmisi bulunmaktadır (TH. 1).

Bunun yanı sıra Nâbî’nin;

Olamaz böyle belīgāne senā-hān-ı kerem

Farazā ircāʿ-ı hayāt etse cenāb-ı Nābī (Kaside 41/42)

beytiyle Memdûh Paşa’ya yazılan bir kasidede adı zikredilmektedir. Şair, Nâbî tekrar dünyaya gelse kendisi kadar beliğ bir şekilde lütufları övemeyeceğinden söz etmekte ve kendisini Nâbî’den üstüntun tutmaktadır.

Veysî (ö. 1628): Asıl adı Üveys olup daha çok nesriyle tanınan XVI. yüzyıl

Divan şairidir. Fennî Dîvânı’nda da adı zikredilmekte olup Fennî, kendi şiirini

87 övmek maksadı ile ilk mısrada ondan bahsetmekte; Veysî bile gelse, eserlerine benzer eserler yazamayacağını iddia etmektedir;

Gelse Veysī benim āsārımı tanzīr edemez

Edemez hattımı taklīd nigārende-i Çin (Kaside 42/26)

2.7.3.4. Türk Âlimler

Fennî, Divân’ında ünlü İslam filozofu İbn-i Sinâ’dan ve Kâtip Çelebi’den de söz etmekte bu âlimlerin önde gelen vasıflarını hatırlatarak bu sayede kendisini ve memduhunu övmektedir.

İbn-i Sînâ (d. 980 - ö.1037): İslam Meşşaî okulunun en büyük sistemci düşünürü (filozof), Orta Çağ tıp biliminin önde gelen temsilcisidir. Meşhur tıp adamı, astronom, yazar, filozof ve âlimdir. Dîvân şiir ve nesrinde, matematik felsefe ve tıp alanındaki bilgi ve becerileri ile anılmakta ve zekâsına işaret edilmektedir (Alper, 1999: 322). Fennî Dîvânı’nda II. Abdülhamid Han’a yazılan bir kasidede adı zikredilmekte olup bu padişahın ilmini, bilgisini överken onun bu yönüyle, huzunda İbn-i Sinâ’nın mahcup kalacağı mübalağalı bir şekilde dile getirilmektedir;

İbn-i Sīnālar Aristolar kalırlar şerm-sār

Öyle Şāhen-şāh-ı dānā kim huzūrunda anın (Kaside 39/4)

Başka bir beyitte ise sevgili, büyüleyen gözüyle anılmakta ve İbn-i Sinâ’dan üstün tutmaktadır;

Kimden öğrenmiş gözün bilmem bu efsūn-kārlığı

Bū ʿAlī Sīnā yanında tıfl-ı ebced-hān kalır (Gazel 48/4)

Kâtip Çelebi (ö. 1657): XVII. yüzyıl Türk ilim dünyasının müspet düşünceyi temsil eden büyük siması ve çeşitli konulara dair pek çok eserin müellifidir (Gökyay, 2002: 36). Tarih, çoğrafya, biyografya ve bibliyografya alanlarında çalışmalar yapmış bir Türk âlimidir. Eserleri, pek çok âlim ve şairin kaynağıdır. Bu nedenle Fennî, Memduh Paşa’ya yazdığı bir kasidesinde ona övgüler yağdırırken Kâtip Çelebi gibi büyük bir âlimin, eserlerinde onun da adını yazacağından bahseder;

Seni tahrīr yazar deftere Kātip Çelebi

Böyle fetvā çıkarır hazretine Kādıhān (Kaside 45/44)

2.7.3.5. Fennî’nin Çağdaşı Olan Şairler ile Ailesinden Şairler

88 Daha evvel Fennî’nin edebî kişiliğinin bahsedildiği bölümde, aşağıda bahsi geçen şairlerden söz edilmekte olup Dîvân’da bahsi geçen şahsiyetler adı altında, bu bölümde sırası ile bu isimler tekrar verilmiş bulunmaktadır;

Âsım: Fennî’nin amcası olduğu bilinen ve Fennî ve Hıfzî’nin müşterek gazeline tahmis yazan şairdir (TH. 8).

ʿAşkî (Mahmûd Efendi): Fennî’nin kardeşi olup Dîvân’da Fennî ve Hacı Sâdık Efendi ile birlikte müşterek söyledikleri gazelde sözü edilmektedir (G. 245).

Bâdî Efendi: Yozgat’a, Vergi İdaresine tahkikat için gelen Trabzon vergi müdürü olup Dîvân’da Fennî ile müştereken söyledikleri bir gazel bulunmaktadır (G.

246).

Çapanzâde Edib Bey: Yozgat’ta yetişen şairlerden biri olup asıl adı Mustafa Edib olan şaire (Abdulkadiroğlu ve Özkan, 1994: 53), Dîvân’da Fennî tarafından yazılan bir taştir bulunmaktadır (TŞ. 2). Ayrıca, Edip Bey Fennî’nin şiirlerinden etkilenmiş ve bir gazelinde onun kendinden üstün olduğunu belirtmiştir (Ergin, 1996:

XI).

Hıfzî (Hafız Ethem Efendi): Yozgat’ta yetişip Hıfzî mahlasıyla şiirler yazan şairdir. Dîvân’da Fennî ile müştereken söyledikleri iki gazel bulunmaktadır (G. 247, G. 248).

Sâdıkî (Mehmed Sâdık Efendi/Kadızâde Hacı Sâdık Efendi): Fennî’nin babası olup Dîvân’da müştereken söylenen gazelde sözü edilmektedir (G. 245).

2.7.3.6. Adına Tahmis ve Taştir Yazılan Diğer Şairler

Daha evvel Fennî’nin edebî kişiliğinin bahsedildiği bölümde, kendisine tahmis ve taştir yazılan şairlerden söz edilmekte olup Dîvân’da bahsi geçen şahsiyetler adı altında, bu bölümde sırası ile bu isimler tekrar verilmiş bulunmaktadır; Abdülcebbârzâde Hacı Osman Bey (TH. 3), Kayserili Gâlib Çivicizâde Efendi (TH 4), Kayserili Gübgübzâde Ahmed Midhât Efendi (TH. 5), Kayserili Gübgübzâde Rifat Efendi (TH. 6), Çorumlu Nâfiz Hamdi Efendi (TH.

7), Konya Nâibi Sâmih Efendi (TŞ. 1), Çapanzâde Edib Bey (TŞ. 2).

2.7.4. Devlet Büyükleri

89 2.7.4.1. Padişahlar

Mehmed Saîd Fennî’nin yaşamı, II. Abdülhamid Dönemine denk gelmekte olup kendisine kasideler yazmış (K. 37, K. 38, K. 39, K. 40) olmakla birlikte çok istemesine rağmen takdim etme olanağına nail olamamış ve padişahı görme imkânı bulamamıştır. Zira memleketinden sonra Kayseri ve Ankara gibi şehirlerde bulunan şair, imkânları el vermediği için İstanbul’a ulaşma olanağına da nail olamamıştır. II.

Abdülhamid Han dışında Dîvân’da söz edilen diğer padişahlar ise; Kânûnî Sultan Süleymân ve Abdülmecîd Han’dır. Padişahlar dışında Fennî; sadrazam, Dâhiliye Nâzırı, mutasarrıf, vali ve kaymakamlık gibi çeşitli görevlerde bulunan devlet adamlarına kasideler sunmuş olup tarihlerinde isimlerini zikretmiştir.

Kânûnî Sultan Süleymân (1520-1566): Osmanlı İmparatorluğunun onuncu padişahı I. Süleymân’dır. Dîvân’da II. Abdülhamid Han’a yazılan iki şiirde kendisinden bahsedilmekte olup;

Ey ahālī ey ulü'l-ebsār-ı ʿirfān-āşinā

Bildiniz mi kimdir ol Şāh Süleymān haşmeti (Kaside 37/26)

beytinde şair, Süleymân’dan haşmeti dolayısıyla bahsetmekte ve bu haşmeti; irfanı ve basiret sahibi olması yönüyle II. Abdülhamid Han’a atfetmektedir. Ayrıca;

Bir Süleymān lutfile dünyāyı taʿmīr eyledi

Bir de şimdi Hazret-i Sultān Hamīd-i zī-fünūn (Kaside 1/1)

diyerek kendi devrinde lütufkârlığı ile II. Abdülhamid Han’ı yüceltirken ondan önce de bir tek bu vasfa Kanûnî’nin nail olduğunu ifade etmektedir.

Abdülmecîd Hân (1839-1861): Osmanlı İmparatorluğunun otuz birinci padişahı olup II. Abdülhamîd Han’ın babasıdır. Fennî Dîvânı’nda da II. Abdülhamîd’

e yazılan bir kasidede ismi zikredilmekte ve bu şanlı padişahın ondan yadigar kaldığını, bu sebepten Allah’ın onun türbesini cennet etmesini dilemektedir;

Cennet etsin türbe-i Sultān Mecīd Hānı Hudā

Millete bu Şāh-ı zī-şān kaldı ondan yādigār (Kaside 39/20)

Abdülhamîd Han (1876-1909): Osmanlı İmparatorluğunun otuz dördüncü Padişahı olup Fennî, Dîvânı’nda üç kasideyi ona (K. 37, K. 38, K. 39), bir kasideyi de onunla birlikte Sadrazam Saîd Paşa namına yazmış bulunmaktadır (K. 40).

Fennî’nin, II. Abdülhamid’e yazdığı kasideler mevcut olsa da çok istemesine rağmen

takdim edememiştir.

90 Minnet eylersen de Sultān Hamīdü'z-Zāta et

ʿĀlemin zīrā odur yektā veliyy-i niʿmeti (Kaside 37/8)

beytine kadar kimseye minnet edilmemesi gerektiğinden bahsederken bu beytinde ise; dünyada tek velinimetin o olduğunu ve minnet edilecek biri varsa ancak ona edilebileceğini dile getirmektedir. Sonraki beyitlerinde ise genel olarak onun cömertliğinden, çok şöhretli bir padişah olduğundan, adaletinden, İslamiyet’i yücelttiğinden, lütufkârlığından söz etmekte ve ondan himmetini (bir makâm, bir mevki) ummaktadır.

Ayrıca Fennî, kasidelerinde II. Abdülhamid’den; “şeh-i zî-şân” (K. 37/9, K.

37/13), “şâhen-şeh” (K. 37/19), “şehr-i yâr” (K. 37/30, K. 38/) “şehin-şâh-ı cihân” (K. 38/4) “veliyy-i nimet” (K. 38/16), “şâhen-şâh-ı pür-fazl u fârûk” (K.

39/1), şâhen-şâh-ı âli şân, (K.39/2), şâh-ı hikmet-âşinâ” (K. 39/3), “şâhen-şâh-ı dânâ” (K. 39/4), “şâhen-“şâhen-şâh-ı âdil” (K. 39/5), ““şâhen-şâh-ı zî-şân” (K. 39/20),

“Hünkâr” (K. 39/34), şâh-ı müfâl (K. 40/23) gibi tasvirlerle bahsetmektedir.

Kasidelerin dışında da; II. Abdülhamid Han’dan bahsedilmekte olup onun çok lütufkâr olduğundan ve hayırseverliğinden (T. 10/3), (T. 16/1) söz edilmektedir.

2.7.4.2. Diğer Devlet Adamları

Fennî Dîvânı’nda padişahlardan sonra bir sadrazam, iki Dâhiliye Nâzırı, bir mutasarrıf, bir kaymakam ve dört valinin adı zikredilmekte olup çoğunlukla kaside ve tarihlerde bu şahsiyetlerden bahsedilmektedir. Fennî, kasidelerinde bu şahsiyetlerden doğal olarak bol övgülerle bahsetmekte, inayet ve ihsanlarını beklemektedir. Bu şiirlerini padişahlara takdim etme olanağı bulamadığı gibi devrin sadrazamı olan Saîd Paşa’ya da ulaştıramamıştır. Fakat Dâhiliye Nâzırı Memduh Paşa için bu muradına nail olduğu şiirleri bulunmaktadır ve en fazla şiiri ona yazdığı görülmektedir. Memduh Paşa’nın valiliğe verdiği bir telgrafla Fennî’nin Meclis-i İdare-i Vilâyet Başkâtipliğine tayinini gerçekleştirdiği için bir teşekkür kasidesi yazmış bulunmaktadır. Bu kasidesindeki;

Jeng-dār-ı gam idi hayli zemāndır gönlüm

Sen o mirʾāt-ı mücellā-dār u dırahşān ettin (Kaside 44/7)

beytiyle gamdan paslanmış olan gönlünün, gönül aynasının Memduh Paşa’nın

inayetiyle parladığını söyleyerek bu durumu açıklamakta ve bol övgülerle

anmaktadır. Bunun gibi bir sonraki kasidesinde de Memduh Paşa’ya “Ramazaniye”

91 yazan şair, kendisinden “hâmî” olarak bahsederek o güne kadar (otuz senedir) doğru düzgün bir inayet bulamazken keder içinde olan, “külbe-i ahzân”a dönen gönlünü, onun lütuf ışığının ay gibi parlattığından bahsetmektedir (K. 45/13-18). Ayrıca Fennî, Memduh Paşa’nın Ankara’ya vali olması sebebiyle bir de tarih düşürmüştür (T. 9). Başka bir tarihinde;

Var bir Vezīr-i hurde-bīn muhtārıdır reʾy-i zerrīn

Hem-nām-ı Zeynelābidīn hem ʿadl-i Bū Bekr ü Ömer (Tarih 16/7) diye geçen bir beyitte ismi doğrudan zikredilmeyip “Zeynelâbidîn’in adaşı” diye bahsedilerek anılmış olan Ankara valisi Âbidîn Paşa’nın dikkatini çekmesi, iltifatına mazhar olması sonucu Ankara’ya getirildiği daha evvelden de bahsedilmiş olup nihayetinde onun da inayetine erişmiş bulunmaktadır.

Fennî, Halil Rıfat Paşa’ya yazdığı bir kasidesi üzerine de onun “rütbe-i sâlise” ile taltif olunduğundan söz etmektedir (K. 46).

Tablo 4. Fennî Dîvânı’nda Adı Zikredilen Devlet Adamları

Devlet Adamları Nazım Şekli ve Beyit Numarası

1 Alaybeyi Âgah Paşa G. 157

2 Ankara valisi Âbidîn Paşa T. 16/7

3 Ankara valisi Cevat Bey K. 48

4 Ankara valisi Giritli Sırrı Paşa MH. 1/27, G. 244, T. 8

5 Ankara valisi Hâzim Efendi T. 19

6 Ankara valisi Münif Bey T. 20

7 Dâhiliye Nâzırı Halil Rıfat Paşa K. 46

8 Hülagu (Moğol hükümdarı) G. 118/4

9 İbn-i Kemâl (Şeyhülislam Kemalpaşazâde) K. 40/15, K. 43/15

10 Kaymakam Mîr-i Hâlis? K. 49

11 Kayseri Mutasarrıf-ı Esbakı Nâzım Paşa K. 47

12 Müfettiş Ali Bey K. 37/72

13 Sadrazam Saîd Paşa K. 40

14 Sivas valisi Reşîd Paşa G. 64/9, G. 158

15 Vali/Vezir/Dâhiliye Nâzırı Mehmed Memdûd Paşa K. 41, K. 42, K. 43, K. 44, K.45, T. 9

2.7.5. Dîvân’da Adı Zikredilen Diğer Şahsiyetler

Fennî Dîvânı’nda mersiyeleri yazılan şahsiyetler ile tarihlerde adı geçip de daha evvel zikredilmeyen diğer şahsiyetlere bu bölümde yer verilmiştir.

2.7.5.1. Mersiyeleri Yazılan Şahsiyetler

Muhammed Ârif: Fennî’nin henüz on yaşındayken vefat eden oğludur (G.249).

92 Mehmed Âkif: Fennî’nin iki buçuk yaşında vefat eden oğludur (G. 250).

2.7.5.2. Tarihlerde Adı Geçen Diğer Şahsiyetler

Yozgatlı Zeynîzâde Hakkı Efendi: Vefatı üzerine yazılan tarihtir (H. 1309); (T. 3).

Hâkim-i Yozgat Mîr Rifat: Oğlunun vefatı üzerien yazılan tarihtir (H. 1299); (T.

4).

Kayserili Şabân Efendi: Vefatı üzerine yazılan tarihtir (H. 1311); (T. 5).

Hacı Ali Bey Efendi: Padişah yakınlarından olan Ali Bey’in çocuklarının evliliği üzerine yazılan tarihtir (H. 1311); (T. 6).

İsmâil-i Sûdî: Mümtaz Efendi’nin oğlunun doğumu üzerine yazılan tarihtir (H.

1310); (T. 7).

Burhanüddîn-i Velî: Kayseri’deki türbesinin tamiri üzerine yazılan tarihtir (H.

1310); (T. 10).

Karahacızâde Hacı Abdullah Efendi: Yozgat ulemalarından olan zatın vefatı üzerine yazınlan tarihtir (H. 1305); (T. 11).

Yozgatlı Mustafâ (?): Cenâb-ı Mustafâ (Hz. Muhammed Mustafâ) ile adaş olan zatın Ayaş’ta Nâib-i Şerî (kadı) iken vefatı üzerine yazılan tarihtir (H. 1307); (T. 12).

Mürüvvet Hanım: Henüz üç yaşındayken vefat etmesi üzerine yazılan tarihtir (H.

1307); (T. 13).

Hacı Nâcî Efendi: Yozgatlı Bekirefendizâde Mustafa Efendi’nin oğlu olan bu zatın vefatı üzerien yazılan tarihtir (H. 1310); (T. 14).

Vehhâb Paşa/Vecîhî Paşa: Yozgat’ta Vecîhî Paşa tarafından yaptırılan “Şeker Pınar” adıyla bilinen çeşmenin Vehhâb Paşa tarafından tamiri için yazılan tarihtir (H.

1309); (T. 15).

Kayseri Muhasebe Başkâtibi Mustafa Efendi: Vefatı üzerine yazılan kasidedir (H.

1311); (T. 17).

Sulehâ-yı Bülehâdan Hacı Hilmi Efendi: Kayseri Mustantıkı Rifʿat Efendi’nin

pederi olup vefatı için yazılan tarihtir (H. 1314); (T. 18).

93 Ankara Düyûn-ı Umûmiye Nâzırı Enver Bey: Rütbesinin tarihi üzerine yazılan tarihtir; (H. 1320); (T. 21).

2.7.6. Aşk Hikâyelerinin Kahramanları 2.7.6.1. Leylâ vü Mecnûn

Leylâ ile Mecnûn, bir Arap halk hikâyesi olup Klasik Türk şiirlerinde adından sıkça bahsedilen bir hikâyedir. Zira bu iki âşığın daha çocuk yaşlarda birbirlerini sevip kavuşamayışı, aralarındaki engeller, Kays’ın Leylâ’ya kavuşamayınca nasıl dağlara düşüp Mecnûn olduğu şiirlere konu olmuştur (Pala, 2017: 288). Fennî’nin şiirlerinde de bu iki âşıktan söz edilerek;

Her gönül maʿşūkunun zikrinden istişvāk eder

Kays-ı ʿasra etmeli Leylī-i devrāndan bahis (Gazel 14/5)

beytinde şair, Kays ve Leylâ’yı anıp her gönlün sevgiliden bahsetmekten hoşnut olacağını anlatırken asrın Kays’ının devrin Leylâ’sından bahsetmesi gerektiğini söyleyip onların büyük aşkına telmihte bulunarak “âşık ve sevgili” arasındaki ilişkiyi

“Kays/Mecnûn ve Leylâ” ile anlatmaktadır. Dolayısıyla Fennî’nin şiirlerinde Leylâ ile sevgili; Kays/Mecnûn ile de âşık, aşkından çılgına dönen kimse, deli dîvâne olan kimse tasvir edilmektedir (G. 73/7, K. 46/33, D. 2/2). Bu anlamlarının yanı sıra

“Leylâ” ile anlamı itibarıyla “kara, siyah renk” anlamını içeren bir beyitte de kelime tevriyeli kullanılmış bulunmaktadır (G. 171/7, TH. 5/3). Bu anlamı içeren beyitlerden birinde ise kelime “Leylâlan-” olarak geçmekte olup; öyle her siyah saçlı kimseler Leylâlanmasın, Leylâ gibi davranmasın (kendini ulaşılmaz sanmasın), diyerek herkesin onun gibi bir sevgili/gerçek bir sevgili olamayacağı, anlatılmaya çalışılmaktadır (G. 171/7). Mecnûn’da dîvâneliği ile anılmakta (TH. 5/3), “Mecnûn et-” şeklindeki kullanımıyla da “Mecnûn’a çevirmek; delirtmek, aşkından çılgına çevirmek” anlamıyla gerçek sevgilinin bir görüşte âşığı Mecnûn edeceğinden bahsedilerek hem hikâyeye telmihte bulunulup hem de kelime tevriyeli olarak kullanılmaktadır. Bir beyitte de sevgilinin âşığı dağlara düşürdüğünden, “Aşkından kararsız edip gece gündüz durup dinlenmesi yok”. diyerek ismi zikredilmese de;

Mecnûn’un aşkından dağlara düştüğü hâline tekmihte bulunulmaktadır (K. 20/11).

Başka bir beyitte de “Kays-ı hüsn” terkibiyle Leylâ’ya kavuşamayan ve çilesi

bitmeyen ifadeleri ile Mecnûn’a telmihte bulunulmaktadır.

94 2.7.6.2. Ferhâd u Şîrîn/Hüsrev ü Şîrîn

İran Edebiyatı mesnevîlerinde konu itibarıyla önemli bir yere sahip olan bu hikâye bu iki adıyla da anılmakta olup Klasik Türk şiirinde de bahsi oldukça fazla geçen hikâyelerdendir. Dolayısıyla şiirlerde bu hikâyeye sıkça telmihte bulunulmaktadır. Ayrıca isimlerinin anlamları itibarıyla da tevriyeli kullanıldıkları da görülmektedir. Fennî Dîvânı’nda da isimleri zikredilen şiirler mevcuttur ve ayrıca hikâyede geçen “bî-sütûn, tîşe-i Ferhâd (Ferhâd’ın külüngü, kazması)” gibi varlıkları da beyitlerinde işlemiş bulunmaktadır (Pala, 2017: 152). Leylâ ile Mecnûn’da olduğu gibi Ferhâd ve Şîrîn’de de bu iki karakterle âşık ve sevgili arasında benzerlik ilişkisi kurulmaktadır;

Benim ol merd-i dānā-dil ki dānālar zebūnumdur Felātūn-ı zamān-ı zānū-zen dārü'l-fünūnumdur O maʿlūlüm ki ʿālem ʿāşık-ı derd-i derūnumdur Ben ol Ferhād-ı ʿaşkım kim felekler bī-sütūnumdur

Benim bir dilber-i ʿālī-cenābım dil-şikārım var (Muhammes 2/5) bendinde şair/âşık kendini Ferhâd’a, felekleri ise “bî-sütûn” adlı dağa benzetmektedir. Ki “bî-sütûn”, Şîrîn’in isteği ile Ferhâd’ın deldiği dağın adıdır.

Başka bir beyitte de “tîşe-i Ferhâd” terkibiyde Ferhâd’ın dağı deldiği büyük kazması, “külüng” üne telmihte bulunulmaktadır (G. 197/3).

Şîrîn’in zikredildiği beyitlerde de bu kelime “güzel, hoş, tatlı” anlamlarını da içermekle birlikte aynı zamanda hikâyeye telmihte bulunularak tevriyeli kullanılmış ve her iki anlamıyla da daha çok sevgiliyi tasvir etmek için zikredilmiştir;

Mütehassir kaldım çoktan o yāre Mahsūl-i firkattir dildeki yāre Tabīb o yāreye istemem çāre

Şīrīn şifāhımın yādigārıdır (Şarkı 7/8)

dörtlüğünde sevgilinin ayrılığından ve hasretinden dolayı kederlenen şair; “Şîrîn” ile sevgiliye işaret ederek hikâyedeki karaktere telmihte bulunmakta ve aynı zamanda

“şîrîn şifâh (tatlı dil)” olarak da yorumlanabilen bu kelime tevriyeli olarak kullanılmaktadır. Bu şekilde benzer anlamları içeren farklı beyitler de bulunmaktadır (G. 36/3), (G. 120/4), (D. 2/2), 71/3). Bu beyitlerden farklı olarak bir beyitte

“Gülgûn” dan bahsedilmekte olup bu at, mesnevide adı geçen ve çok hızlı

koşmasıyla bilinen Şîrîn’in atıdır. Fennî bir müfredinde bu attan “rahş-ı gülgûn”

“Gülgûn” dan bahsedilmekte olup bu at, mesnevide adı geçen ve çok hızlı

koşmasıyla bilinen Şîrîn’in atıdır. Fennî bir müfredinde bu attan “rahş-ı gülgûn”