• Sonuç bulunamadı

Diğer Dinî Şahsiyetler/Topluluklar ve Varlıklar

2.7. Fennî Dîvânı’nda Geçen Şahsiyetler

2.7.1. Dinî Şahsiyetler ve Varlıklar

2.7.1.3. Diğer Dinî Şahsiyetler/Topluluklar ve Varlıklar

Âl-i ʿAbâ: “Abâ ehli (abâlılar), Hz. Peygamber, kızı Hz. Fâtıma, damadı Hz.

Ali ve torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’den oluşan beş kişiye verilen isim” dir (Uludağ, 2016: 36). Dîvân’da Hz. Ali için yazılan bir kasidede bu tabir geçmekte olup şair, sığınağının Abâ ehlinin huzuru olduğunu söyleyerek onların izinden gittiğini ifade etmektedir;

Melceʾim bārgeh-i Āl-i ʿabādır Fennī

Gözümün nūru başım tācıdır evlād-ı ʿAlī (Kaside 26/7)

Âsâf: Hz. Süleymân’ın veziridir. Aynı zamanda Doğu Edebiyatında vezirlere

unvan olarak kalan bir isimdir. Bu sebeple yaygınlık kazanarak “vezir” yerine

kullanılmaktadır ve Âsaf denilince akla devrin veziri gelmektedir. Buna ilaveten

İsrailoğulları soyundan gelen bu Âsaf b. Berhıye’nin simya ilmi ve bu tür garip

ilimlere sahip olduğu bilinmektedir. Âsaf; bir fazilet, ileri görüşlülük, idare ve temsil

timsalidir (Pala, 2017: 33). Fennî Dîvânı’nda da sıkça zikredilen “Âsaf” ismine daha

çok telmihte bulunularak onun vasıfları ile devrin vezirleri, sadrazamları, valileri

kastedilmektedir.

68 Cūd ü ihsānını Hātem bile eyler teslīm

Himem ü lutfunu Āsaf dahi eyler tahsīn (Kaside 42/13)

beytinde, Dâhiliye Nâzırı Memdûh Paşa’nın çok lütufkâr olduğu anlatılırken Âsaf’ın dahi onu takdir edip öveceğinden bahsedilmektdir.

Biri hem sīret ve hem ʿadl-i cenāb-ı Fārūk

Öbürü Āsaf-ı meşhūrla cidden hemhāl (Kaside 40/68)

beytiyle de Sadrazam Saîd Paşa’nın, meşhur Âsaf ile gerçekten de aynı, benzer olduğu, onun hasletlerini taşıdığı ifade edilmektedir. Bu beyitte direkt olarak Âsaf’ın kendisi konu edilirken diğer beyitlerde ise “Âsaf” rolünü üstlenen farklı devlet adamları ve şahıslarla karşılaşılmaktadır. Dolayısıyla Âsafın vasıflarını üstlenen bu şahıslara bu isimle hitap edilmektedir;

Vezir/Dâhiliye Nâzırı Mehmed Memdûh Paşa için; çok lütufkâr ve cömertliği ile (K. 41/11, K. 41/19, 45/32), çok akıllı oluşu ile (K. 43/9), yüksek, yüce unvanı ile (K. 45/ 20), güçlü ve kudretliliği ile (K. 43/7), şanlı vezir hitabıyla (K. 43/8, K. 45/5, K. 45/20), K. 41/11), Eski Mutasarrıf Mehmed Nâzım Paşa için, merhameti ile (K.

47/27), Ankara valsi Cevad Bey için; teşrifiyle uğur getirmesi ile (K. 48/16), Sadrazam Saîd Paşa için; yüce sadrazam hitabıyla ve cömertliğiyle (K. 40/26), insaflı merhametli oluşuyla hitap edilip cömert olmasıyla (K. 40/ 53), Sadrazam Halil Rıfat Paşa için; yüce meşrepli oluşuyla (K. 46/15), Ankara valisi Sırrı Paşa için; yüce vali hitabıyla (MH. 1/34), Kayseri Mutasarrıfı Mehmed Nâzım Paşa için; yüce yaradılışlı hitabıyla (K. 47/11) zikredilmekte ve bu kişilerden “Âsaf”

olarak bahsedilmektedir. Bunlardan farklı olarak bir beyitte de şair kendisini devrin Âsaf’ı olarak görmektedir.

Zāhiren mūrçe bātında Süleymānız biz

İctināb et bizi tahkīrden ey Āsāf-ı dehr (Gazel 84/6)

Benî Adnân: Adnanoğulları; farklı rivayetlere göre Hz. Peygamber’in kırk, yirmi veya on beş kuşak öncesindeki cedleridir (Fayda, 1988: 391-392). Dîvân’daki bir beyitte adı zikredilen Adnânoğulları “Benî Adnân” olarak anılmaktadır;

Devlet-i dünyāya etmezdim Hudā bir iltifāt

Bende-i bāb-ı Benī Adnān olaydım kāşki (Gazel 235/3)

beytiyle şair, Adnânoğullarının (Hz. Peygamber’in nesebinin) kapısında bir köle olmayı dilemektedir.

Burâk: Hz. Peygamber’in üzerine binerek Miraç’a çıkması için emrine

verilen semavi binektir (Bazı kaynaklarda ise bu bineğin refref olduğu

69 bildirilmektedir). Çok hızlı hareket ettiği rivayet edilmektedir. Dîvân’da bir beyitte adı geçen Burâk da süratli oluşu yönüyle ele alınmış bulunmakta;

Ziyā-yı mihr-i dīdārın gibi sürʿatle reftār et

Şuʿā-ı sāk-ı burākın gibi ey mehlikā tez gel (Gazel 136/4)

beyitinde şair, sevgilinin Burâk’ın hızlı giden inciği (ayakları) gibi tez gelmesini dilemektedir.

Debernûş: Ashab-ı Kehf ‘den (mağara arkadaşları; yedi uyurlar) birisidir.

Diğerleri ise “Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Şazenuş, Kefeştatayyuş, Kıtmir”dir. Rivayete göre bu altı gencin puta tapmamaları üzerine onların peşlerine düşülür ve bu gençlerle birlikte bir de köpek (Kıtmir), bir mağaraya sığınarak onlardan kurtulmak ister. Fakat peşlerine düşen adamlar onları görür ve çıkmamaları için mağaranın ağzını kapatır. İçeride uykuya dalan Ashâb-ı Kehf, 309 gün uyur (Pala, 2017: 34). Klasik şiirde de uzun müddet uyumaları yönü ile ele alınan bu yedi uyurdan, Fennî Dîvânı’nda, Debernûş’un adı zikredilmekte ve uzun süre uyumalarına telmihte bulunulmaktadır. Sevgiliye sarılmak istendiği fakat Debernûş gibi ağır bir uykuya daldığı için nasip olmadığı dile getirilir.

Tāliʿ bana ettirmedi dildārı der-āğūş

Dalmış bir ağır uykuya mānend-i debernūş (Müseddes 3/3)

Hızır: Hz. Mûsâ döneminde yaşadığı, Allah tarafından kendisine İlahi bilgi ve hikmet öğretildiği, ölümsüzlük suyu (ab-ı hayat) içip ölümsüzlüğe kavuştuğuna inanılan peygamber ya da veli olduğu ileri sürülen mübarek bir zattır. Bereketi temsil ettiğine ve kul sıkıştığında imdadına yetiştiğine inanılmaktadır. Kelime olarak ise

"yeşillik, yeşerme ve tazelik" anlamlarını içeren Hızır, onun gezdiği yerlerin yeşerdiği inancını doğurmuştur (Pala, 2017: 204; Zavotçu, 2018: 317). Şiirlerde çokça anılan Hızır çoğunlukla imdat beklenilen bir şahıs olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir yardım eli uzandığında “Hızır gibi yetiştin.” denmesi bundandır. Dîvân’da;

El-Amān berzah-ı mihnette bunandım kaldım

Kurtar artık beni ey Hızr-ı mekārim-pīşe (Gazel 150/6)

beytiyle ve diğer iki beyitte de Hızır, cömertliği ve lütufkârlığı ile anılmakta olup yine zor, sıkıntılı durumda imdat beklenilen bir şahıs olarak karşımıza çıkmaktadır (G. 201/1, G. 122/8).

Hûrî: “Cennet kızı”, anlamında olmakla birlikte “Çok güzel kadın veya kız”

anlamında da kullanılmaktadır. Aynı zamanda “Gözlerinin akı karasından çok olan

70 ceylan gözlü bir kızdır. Hûrîlerin safran, misk, anber ve kâfur gibi güzel kokulu maddelerden yaratıldığına dair rivayetler vardır. Onların anber ve misk dolu saçlara hilal kaşlara, güneş gibi aydınlık yüzlere, tatlı sözlere sahip oluşlarını ifade için bu rivayetin ortaya atılmış olabiliği düşünülmektedir (Pala, 2017: 212). Klasik şiirde en fazla sevgiliye yüklenen bu özelliklerle sevgili, hûrîye benzetilmektedir. Bu şiirlerde bahsi geçen hûrîlerin, çoğu özelliği sevgiliyle aynıdır. Fennî Dîvânı’nda da bu kelime

“hûr, hûrî, hûrâ” şekilleriyle geçmektedir ve bir kasidede “Hz. Peygamber”den söz edilirken kullanılmış olup (Hûrîlerin, hep ona tutkun olduğundan bahsedilir.); diğer beyitlerde de sevgili kastedilmektedir (K. 20/9, G. 120/3, G. 157/3, D. 4/2).

Nedir bu ok kiprik nedir bu ebrū

Nedir bu kara göz hūrā mısın sen (Diğer 2/2) Seni Rıdvān-ı cennet mi kaçırdı bāğ-ı cennetten

Sen ey reşk-i melek insān değilsin hūra benzersin (Gazel 120/3) Hz. Hasan ve Hüseyin: Hz. Hüseyin; Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin küçük oğlu, Hz. Peygamber’in torunudur. Aynı zamanda Muharremin onuncu günü Kerbela’da çok acıklı bir şekilde ve susuz bırakılarak Yezîd tarafından şehit edilen bir imamdır.

Fennî Dîvânı’ında bu gönül dağlayan hadise sebebiyle Hz. Hüseyin için söylenen mersiyede yerin, göğün, tüm varlıkların onun için ağladığı anlatılmakta olup aynı mersiyede Hz Hüseyin’den “şâh-ı Hüseyn, şâh-ı şehîdân” olarak bahsedilmektedir;

Bu gün māh-ı Muharremdir muhibb-i hānedān ağlar Havā āteş saçıp inler humāra āsumān ağlar

Fedā etti felek şāh-ı Hüseyni bir içim suya Anıp bu mācerānın dehşetin āb-ı revān ağlar Tahammül eylemek bu vakʿa-i dil-sūza kābil mi Bilenler Kerbelā hālin ʿayān ağlar nihān ağlar Bu sūziş eyledi bāğ-ı bahār-ı ʿālemi dil-hūn Gül ağlar sünbül ağlar bülbül ağlar gülsitān ağlar Muhibb-i hānedānın nālişi sığmaz semāvāta Girīban-çāk olur gerdūn zemīn ağlar zamān ağlar Yezīd-i bed-sirişti laʿnetle yād eyleyip her bār Seven Şāh-ı şehīdānı hemān ağlar hemān ağlar Yanar sabr u karārım Fennīyā ben eylerim feryād

Yazarken bu ser-encāmı elimde hāme kan ağlar (Gazel 249)

“Şâh-ı şehîdân” olarak anılan Hz. Hüseyin’in bu isimle geçtiği bir başka gazel ise

G. 174/6’dır. Ayrıca;

71 Etme Fennī kulunu feyz-i teveccühten dūr

Merhamet kıl Haseneyn ʿaşkına yā Hazret-i Pīr (Kaside 33/16)

beytiyle de Hz. Hüseyin’in kardeşi Hasan’ın adı zikredilmekte olup “Hasaneyn”

tabiriyle Hasan ve Hüseyin kastedilmektedir. Bu iki mübarek zat hürmetine Allah’tan merhamet edip teveccühünden mahrum bırakmaması niyaz edilmeketdir.

Hz. Meryem: Hz. İsa’nın annesi olan Hz. Meryem, Klasik şiirde Hz. İsa’yı doğurması, Cebrail tarafından üfürme yoluyla gebe bırakılması hususiyetleriyle temizlik, namus, iffet, bekâret simgesi olarak ele alınmaktadır. Dîvân’da Hz.

Meryem, anneliği yönüyle ele alınmakta olup her annenin onun gibi bir çocuk dünyaya getiremeyeceğinden bahsedilerek Hz. İsâ’nin ehl-i kemâl olan kişiliğinden söz edilmektedir;

Bu emel-hānede nādir yetişir ehl-i kemāl

Sanma her Meryemi bir tıfl-ı sühān-gū getirir (Gazel 43/2)

Kârûn: İsrailoğulları zamanında (Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn), zenginliğiyle ün salmış, sonra da malı ile birlikte helak olmuş bir kişidir. Fennî Dîvânı’nda “künûz-ı Kârûn” terkibiyle adı zikredilmekte ve zenginliğiyle hırsıyla anılmaktadır. Bu vasıfları taşıyanlar için bir örnek olarak kullanılmakta ve (Kârûn gibi) gözü hırsla bürünenlere Kârûn’un hazinelerinin bile az geleceği ifade edilmektedir;

Az gelir çeşm-i harīsāna künūz-ı Kārūn

Dil-i ʿārifte fakat genc-i kanāʾat bākī (Gazel 243/10)

Başka bir beytinde ise şair, Kârûn gibi olmanın insanlara ders olması gerektiğinden ve o kadar malın hesabının mahşer günü kendilerinden sorulacağından söz ederek bunu çetin olarak ifade etmektedir (MD. 4).

Kevser: Saf, temiz, tatlı sudur. Cennette bir suyun adı olup tefsirlerde belirtildiğine göre Kevser’in, akarsu veya göl olduğu, boyunun Mekke ile Yemen;

eninin Safa ile Aden arası kadar olduğu, etrafında birçok kıymetli kâseler bulunduğu, oradan bir kez içenin bir daha susamadığı izah edilmektedir. Kevser suyunun sütten beyaz, baldan tatlı, kardan soğuk, kaymaktan yumuşak olduğu da ifade edilmektedir.

Klasik Türk Edebiyatında çoğunlukla sevgilinin dudağı için benzeyen olmaktadır

(Pala, 2017: 268). Fennî Dîvânı’nda tatlı su ile kalemden dökülen tatlı, hoş sözler

kasedilmektedir (K. 24/40, G. 195/7). Sevgilinin dudağı ile kevser birlikte

anılmaktadır;

72 Taʿmı cennetten alıp Kevsere dönse bāde

Devr-i laʿlinde o yārin getirilmez yāde (Kaside 34/1)

Lokmân: Bir peygamber veya nebi olduğu rivayet edilen ancak çoğunlukla

“salih bir kul” olarak kabul edilen mübarek zat; hikmet ve hekimliğin piri ve sembolüdür. Klasik Türk şiirinde bir hekim, bir doktor olan, şifa veren, derde derman olan kişi olarak şiirlerde anılmaktadır. Fennî Dîvânı’nda da bu vasıflarla anılmakta, onun bu vasıfları özellikle gazellerde sevgiliye atfedilmektedir;

Sūziş-i hicrānı dil etmek diler cānāna ʿarz

Derdini derd ehli elbette eder Lokmāna ʿarz (Gazel 96/1)

beytinde nasıl ki derman bulmak isteyen, dert çeken bu derdini Lokmân’a bildirir ondan medet umarsa; gönül de ayrılık ateşini, derdini sevgiliye bildirmek ister, çünkü gönlün de Lokmân’ı (hekimi, derman olanı) odur, denilmektedir. Bunun gibi Lokmân isminin zikredildiği diğer beyitte de aynı anlamı içermektedir. Sevgiliden yaraya ilaç olması; derde çare olması beklenirken ondan “Lokmân” olarak bahsedilmektedir (G. 31/5). Başka bir beyitte;

Hasta-i ʿaşka devā ancak visāl-i yārdır

Sūd vermez gelse de Lokmān Lokmān üstüne (Gazel 181/4)

diyerek aşk hastasına deva olacak şeyin ancak sevgiliye kavuşmak olduğunu; ne kadar hekim, doktor gelirse gelsin kâr etmeyeceğini söyleyerek Lokmân’ı hatırlatmakla birlikte “doktor, hekim” anlamında kullanıp onun çare bulamayacağından bahsedilmektedir.

Kasidelerinde; münâcât ederken de Lokmân, derde deva olacak bir hekim;

dertleri, sıkıntıları giderecek, lütuf, inayet gösterecek bir zat olarak anılmaktadır (K.

6/5), (K. 8/9). Eğer Lokmân cömertliği, lütufkârlığı ile çeşit çeşit çareler yetiştirmeseydi, dünyanın cimrilik derdiyle eziyet çekeceğinden bahsedilmektedir (K. 41/6).

Melek/Ferişteh: “Allah katında bulunan ve nur olarak yaratılan varlıkların

her biri; mecazen ise “Yüzü, huyu çok güzel, çok temiz olan kimse”dir. Şiirlerde

çoğunlukla mecazî anlamıyla geçmektedir. Fennî Dîvânı’nda beyitlerde; “ferişteh,

kudsiyân, melâʾik (melekler)” gibi farklı isim ve terkiplerle anılmakta ve bu

şekilleriyle şiirlerdeki bazı beyitlerde direkt olarak nur olarak yaratılan melekler

kastedilmekte (K. 32/6, K. 40/20, K. 42/35, G. 190/4, TH. 1/2, TH. 1/5, TH. 7/6,

MB. 1/9, T. 2/1, Ş. 5/1), bazı beyitlerde “Melek yaradılışlı, melek gibi iyi, hoş ve

güzel olan” anlamıyla zikredilmekte (K. 38/7, G. 62/4, G.163/4, G. 202/4, T. 20/4),

73 bazı beyitlerde, meleklerde bulunan bu özlellik sevgili, devlet adamları vs. gibi şahsiyetlere atfedilip mübağalı bir şekilde meleklerden bile üstün tutulmakta (K.

20/9, K. 34/14, K. 37/25, G. 83/4, G. 120/3) ya da üstün tutulup melekleri yardımcıları olarak görülmekte (G. 134/4), bazı beyitlerde ise şair kendisini meleklerden üstün tutmaktadır (TH. 7/4, MF. 23/1). Bir beyitte;

Nedir bu parlayış gökten mi indin ay mısın yoksa

Nedir bu penbe ruhlar gül müsün gülşen misin kāfir (Gazel 39/3) belirtilen isimlerden herhangi biri anlatım içerisinde verilmeyip “gökten inmek”

tabiri “melek”i karşılamaktadır.

Bunların dışında bazı beyitlerde; “kerrûbiyân” ifadesi geçmekte olup bu ifade “dört büyük meleği (Azrail, Cebrail, Mikail, İsrafil)” (K. 20/8, TH. 1/2, K.

27/4, G. 142/4) karşılamakta; Fennî Dîvânı’nında bu dört büyük melekten ikisinden söz edilmektedir;

“Azrail”; “Dört büyük melekten biri olup, Allah’ın emriyle insanın canını almakla görevlendirlimiş olan, ölüm meleği” (Ayverdi, 2005). Fennî Dîvânı’nda adı doğrudan zikredilmemiş “peyk-i vuslat ” terkibiyle Azrail kastedilmektedir.

ʿArşa yazdırmak için tārīh-i tām-ı rıhletin

Hacı ʿAbdullah Efendi gitti peyk-i vuslata (Tarih 11/3)

Başka birkaç tarih beyitinde ise yine adı zikredilmeyip “melek, ferişteh” olarak anılmaktadır;

Hüzn ile geldi bir melek tārīhini zabt etmeğe

Şaʿbān Efendi gülbün-i Firdevsin oldu zāʾiri (Tarih 5/3) Geldi bir ʿulvī ferişteh söyledi tārīhini

Hacı Mustafā Efendi erdi kūy-ı rahmete (Tarih 17/7)

“Cebrâil/Cibril”; dört büyük melekten biri olup peygamberlere vahiy indirmekle görevli olan melektir. İlahi emirleri meleklere ve peygamberlere ulaştıran vahiy meleğidir. Miraç gecesinde Hz. Peygamber ile birlikte Sidretü'l- Müntehâ (bk.

Âyetler bölümü) noktasına kadar gittiğine inanılan melektir ki;

Mümkün olsaydı sorardım Hazret-i Cibrilden

Serv-i kaddin tavrını Tūbāda görmüş var mıdır (Gazel 26/4)

beytiyle Cebrâil’in görmüş olduğu “Sidretü'l Müntehâ”ya telmihte bulunulmaktadır.

Ayrıca bu noktada bulunduğu rivayet edilen “Tûbâ” ağacını da görmüş olduğu

düşünülerek selvi boylu sevgilinin tavırlarının Tûbâ’da olup olmadığı sual

edilmektedir. Zira sevgili de uzun boyu ile Tûbâ’ya benzetilmekle birlikte

74 ulaşılabilecek en yüksek yer olması yönüyle de Klasik şiirde, mübalağalı bir şekilde, sevgilinin boyu ile ilişkilendirilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de “Ruhü'l-Emîn” olarak bahsedilen Cebrâil, Fennî Dîvânı’nda da iki beyitte bu ismi ile zikredilmektedir;

Yazar gökte ʿUtarid muttasıl medh-i Hümāyūnun

Okur vasf-ı cemīlin Sidrede Rūhu'l-emīn her gāh (Kaside 14/3) Öyle Peygamber ki hizmetkārıdır Rūhu'l-emīn

Ez-ezel meddāhıdır evsāfın ezberler kalem (Kaside 24/33)

beyitlerinden ilkinde yine “Sidretü’l-Müntehâ”ya telmihte bulunulmakta olup burada da Cebrâil’in Allah’ın vasıflarını saydığı, bildirdiği ifade edilmektedir. İkincisinde ise “bezm-i elest”e telmihte bulunup Cebrâil’in, Hz. Peygamber’e hizmetkâr olduğu dile getirilmektedir.

Bu meleklerin yanı sıra Dîvân’da adı geçen diğer iki melek; cehennemi muhafa ve idare etmekle görevli olan “Mâlik-i dûzah” ile (K. 47/24); cennetin kapıcısı olan “Rıdvân”dan da söz edilmektedir (K. 45/54, G. 93/2, G. 120/3).

Nemrûd: Hz. İbrahim’i ateşe attırmasıyla ünlü bir Babil kralıdır. İbrahim peygamberi ateşe attıktan sonra da iman etmemiştir. Rivayete göre burnundan giren ve beynini kemiren bir sinek sebebiyle tokmakçının kafasına pamuğun içindeki gürz ile vurması sonucu ölmüştür (Pala, 2017: 356).

Nūr-ı ʿaşkım söndürür nārı rufā-ʿīlerdenim

Nār-ı Nemrūdun da hattā bādī-i itfāsıyım (Kaside 35/8)

beytinde aşkının nuru ile ateşi söndürebileceğini ifade eden şair, bu yönüyle aşkının kuvvetini anlatmak için bu aşkın, Nemrûd’un ateşini dahi söndürebileceğini ifade etmektedir. Nemrûd ve Hz. İbrahim’i attığı ateşe telmihte bulunulmaktadır. Bu olaya telmih yoluyla başka bir beyitte de kendisinden “Nemrûd-ı şakî” yani kötü huylu, haydut olarak bahsedilmektedir (G. 76/5).

Şeytân/İblis/Dîv/İfrit: “Şeytan”, Hz. Âdem’e secde etmediği için cennetten kovulan, insanları Allah’ın emirlerine karşı kışkırtan, kötülüğe yönelten cin, iblis;

mecazen ise kötü düşünceli, kötü niyetli kimsedir. Şiirlerde her iki anlamı da içeren beyitlerle karşılaşılmaktadır (G. 231/1, G. 236/5, G. 214/4). Bununla birlikte şeytana uymamak gerektiğinin nasihat edildiği beyitlerde anılmaktadır (D. 1/17, G. 203/9, MD 1/3). “İblis” ismi de bir beyitte zikredilmekte olup “rakip ile İblis, sevgili ile Hz.

Âdem” arasında ilgi kurulmaktadır (G. 76/6).

75 Şeytānı sokan cennet-i aʿlāya yılandır Denmez ki yalandır

Bed-māyeyi bed-māye eder hıfz u himāye Çıksan da semāya (Müstezat 1/4) beytiyle de mayası kötü olanların ancak kendisi gibi olanlar tarafından korunacağı anlatılmaya çalışılırken bunları “şeytan” ile “yılan” a benzetmektedir. Cennete girmesi yasak olan şeytanın, yılan sayesinde cennete girerek Hz. Âdem’in cennetten çıkarılması olayına telmihte bulunulmaktadır. “Dîv” ise; “şeytan, cin, dev”

anlamlarını içermekte olup Fennî Dîvânı’ndaki iki beyitte de bağlam olarak “cin”

anlamıyla anılmakta ve Hz. Süleymân’ın yüzüğünü ele geçirmek isteyen “dîv/cin”e telmihte bulunulmaktadır (bk. Hz. Süleymân).

Ne zamān rām olacak rūhuma emmāre benim

Ne zamān hükmedecek dīve Süleymānım ʿaceb (Kaside 6/7) Sormasın ʿazm-i çemen esbābını yāra rakīb

Nā-be-cādır dīve esrār-ı Süleymāndan bahis (Gazel 14/6)

Tûbâ: Sidre’de (bk. “Sidretü’l Müntehâ”; âyetler bölümü) bulunan ve kökü yukarıda, dalları aşağıda olmak üzere bütün cenneti gölgeleyen İlahi bir ağaçtır.

Klasik Türk şiirinde gölgesi ve boyunun yüksekliği nedeniyle anılır ve sevgilinin boyu Tûbâ’ya benzetilir (Pala, 2017: 459). Fennî Dîvânı’nda da birkaç beyitte bahsi geçen bu ağaç, uzunluğu ile sevgilinin boyuna benzetilmekte ya da nispet edilmektedir (K. 46/59, G. 26/4, G. 88/1, D. 2/1).

Kadd-i tūbā-hırāmın sevgilim akrān kabūl etmez

Ser-ā-pā doğrudur bu müddeʿā butlān kabūl etmez (Gazel 88/1) beytinde sevgilinin Tûbâ gibi uzun olan boyunun salınışının başka bir denginin görülmediği ifade edilip bu iddia edilen şeyin baştan sona doğru olduğu ve bâtıl olmadığından mübalağalı bir şekilde bahsedilmektedir. Başka bir beyitte ise;

Bi't-tezellül hāki-pāy-i Pīre yüz sür mā gibi

İʿtilā-yı kadr ise maksūd eğer Tūbā gibi (Gazel 233/1)

Tûbâ, yüksekliği ile ele alınıp “Eğer değerinin yükselmesini istiyorsan (Allah katında yükselmek, Allah’a yaklaşmak istersen) Tûbâ gibi; alçalarak pîrin ayağının tozuna yüz sür.” denilmektedir.

Tûr: Dağ; Sina çölündeki bir dağın adıdır, "Tûr-ı Sinâ veya Tûr dağı" olarak

bilinir. Hz. Mûsâ’nın Allah ile konuştuğu ve aynı zamanda Allah’ın, Mûsâ

Peygambere (dolaylı olarak) tecelli ettiği dağdır. Bunun sonucunda dağ paramparça

olmuştur (Pala, 2017: 461). Fennî Dîvânı’nda da bu dağ bir beyite konu edilmekte;

76 Ufaksın gerçi Fennī nuhbe-i aʿlām-ı devrānsın

Cibāl-i şāmihāt-ı arz içinde Tūra benzersin (Gazel 120/7)

Fennî kendisini, devrin seçkin büyüklerinden görüp yüksek dağlar arasında da

“dağların en yükseği (yücesi)” olan Tûr’a benzetmektedir. Zira büyük, mübaret bir zat olduğunu ifade etmektedir.

Yezîd: Emevi halifesi Muaviye’nin oğlu, Emevi devletinin ikinci halifesidir.

Kerbela olayı onun zamanında meydana gelmiştir (Zavotçu, 2018: 733).

Yezīd-i bed-sirişti laʿnetle yād eyleyip her bār

Seven Şāh-ı şehīdānı hemān ağlar hemān ağlar (G. 249/6)

beytinde Hz. Hüseyin’in şehit edilmesine sebep olduğu için kötü huylu Yezîd’den her zaman lanetle anılacağından bahsedilmektedir.

Zeynelâbidîn: Hz. Ali’nin torunu, Hz. Hüseyin’in oğludur. Dîvân’da, Ankara valisi Abidin Paşa’ya yazılan bir tarihte Zeynelâbidîn ile adaş olduklarını söylerken bu zatın ismi zikredilmekte ondaki soylulukla denk görülmektedir.

Var bir Vezīr-i hurde-bīn muhtārıdır reʾy-i zerrīn

Hem-nām-ı Zeynelābidīn hem ʿadl-i Bū Bekr ü Ömer (Tarih 16/7) Züleyhâ: Mısır azizinin eşi, Yûsûf u Züleyhâ mesnevisinin kadın kahramanıdır. Klasik şiirde farklı kıssalarla çokça adı zikredilen Züleyhâ’nın Fennî Dîvânı’nda da adı geçmektedir. Hz. Yûsuf, çocukken köle olarak satın alınarak Mısır azizinin sarayına getirilip orada kalmaya başlar ve gün geçtikçe güzel bir delikanlı olur, onun bu güzelliğine hayran olan Züleyhâ, bir gün onun odasına gider, eli bile değmeyen Hz. Yusûf’a iftira atar ve bunun üzerine Hz. Yûsuf zindana atılır. Bu meşhur kıssaya telmihte bulunan şair, sevgiliden çok çektiğinden yakınmak için bu durumu, Hz. Yûsuf’un başına gelenlerle anlatmaya çalışırken; o dönemdeki Züleyhâ misali sevgiliye, el dahi sürmemişken Hz. Yûsuf gibi iftiralar edilip zindana (tuzağa) düştüğünü ifade etmektedir.

Vurmamışken el Züleyhā-yı zamānın zeyline

Yūsuf-āsā sicne düşmüş iftirālar görmüşüz (Gazel 78/2)