• Sonuç bulunamadı

2.2. Atasözleri ve Deyimler

2.2.2. Deyimler

43 Deyim, “İfade gücünü arttırmak için bir araya getirilen ve genellikle gerçek anlamları dışında bir anlam kazanarak kalıplaşan kelime öbeği, tabir” (Ayverdi, 2005). Fennî Dîvânı’nda bu tür tabirlere sıklıkla yer verilmiş olup tespit edilen deyimlerden bazıları şunlardır;

acı söz (G. 1/1, G. 5/6, G. 71/3); âdem etmek (G. 223/1, G. 223/2); âdem olmak/adam olmak (K. 46/10, G. 41/1, G. 200/6, G. 225/4 G. 237/9, TŞ. 2/6); ağzı açılmak (K. 24/1); ağzına almamak (G. 237/2); ağına düşmek (Ş. 4/5); ağzına sığmamak (K. 20); ağzına söz düşürmemek (G. 188/3); ağzın(ı) açmak:

Konuşmak.(K. 24/22); ağzından şekerler akıtmak (G. 152/9); ʿakl(ı) kāse-i serden hāric olmak “Aklı başında olmamak” (G. 18/4); ʿaklı(n)ı al-/aldırmak (K.

34/11, G. 185/1); ʿaklı(n)ı yağmaya vermek (MT. 3/2); ʿarak-rîz-i hicâb olmak (G. 226/7); ara(y)ı açmak (G. 115/5); bahtı açılmak (MH. 1/2, G. 162/3); başa gelmek (G. 43/5); başı dertte kalmak (G. 57/1); baş eğmek (K. 34/7, G. 176/3, G.

219/1); baş(ın)dan atmak (Ş. 9/5); başından geçmek (K. 37/37); başta gezmek (G. 173/2); baştan çıkarmak (G. 17/5); bayrâm etmek (G. 80/1), cân atmak (K.

29/3, K. 39/22, G. 69/8, G. 215/5); câna gelmek (G. 69/1); cân(ı) sıkılmak (G.

196/5); cânı yok mu? (G. 216/1); ciğerden kopmak (G. 250/1); çekilir çille değil:

"Çekilir çile/dert değil." (G. 147/4, G. 192/4); çok renge boyanmak (G. 151/1).

dâma/dâme düşmek (G. 129/2, G. 225/3, G. 244/2); dâmen öpmek “Etek öpmek”

(K. 45/24, K. 48/36, G. 148/8); dest ü dâmânına düşmek “Eline, eteğine yapışmak”

(K. 34/17); dile gelmek (K. 39/39, G. 251/7); döküp saçmak (G. 11/4); dünyâ gözüyle görmek (G. 160/5); düşeni kaldırmak (MT. 2/4); el açmak (K. 17/2); el atmak (G.233/8); el çekmek (MD 1/6, G. 17/7, G. 88/3, D. 5/3); eline bakmak (G.

182/4); elin(i) açmak (G. 214/1); elin(i) çekmek (MD. 4/1); elinden çekmek (MH.

1/3), (G. 159/5); elinden düşmemek (T. 19/3); eli(n)den gelmek (MB. 1/5), (D.

5/29; eli(n)den tutmak (K. 40/30, K. 45/34, Gazel 15/5); eliyle vermek (G. 101/7);

el vermek (K. 39/54), (G. 5/4); el vermek (G. 79/6, G. 149/4, G. 221/3, K. 31/3, MD. 4/4); el uzatmak (G. 218/4); el yumak (MH. 2/13, TH. 8/1); foyasın(ı) meydâna koymak (çıkarmak (G. 45/4); geri kalmamak (K. 41/37); göğüs germek/vermek (G. 59/1, G. 164/7); gökte ararken yerde bulmak (K. 14/2, K.

49/14); gönül vermek (KT. 24); gönülden çıkmamak (G. 165/11); gönül yapmak (MB. 1/3, G. 24/8, G.l 48/3); gönül yıkmak (MB. 1/3); gönlünden geçmek (G.

220/2); gönlünü kırmak (K. 50/11); göz dikmek (MH. 4/1, G. 163/5, Ş. 3/2); göz

ucuyla bakmak (K. 24/42, G. 4/4); göz yummak (G. 196/2); gözden düşmek (G.

44 31/1); gözü gönlü kalmak (G. 57/5); gözüne imlâ etmek (G. 195/5); göz(ü) kamaş(tırmak) (G. 202/5); gözüne az gelmek (G. 204/4); gözüne bakmak (G.

204/3); gözüne batmak (G. 195/7); gözüne girmek (G. 195/3, G. 204/2); gözüne uyku girmemek (G. 195/6); gözün üstünde kaşın var dememek (G. 125/4);

gözün(ü) açmak (G. 135/2, G. 246/3); gözü(nü) açtırmamak (Ş. 2/2); gözü(n)ü yolda koymak (G. 30/1); gün gibi zâhir (olmak) (G. 10/2); gün göstermek (G.

122/5); gün göstermemek (MD. 3/10); hâk ile yeksân etmek/olmak (MB. 2/14), G.

121/2, T. 5/1); hâtırdan geçmek (G. 40/4); hâtırdan çıkmak (K. 35/12); hiçe gitmek (G. 229/2); kadrini bilmek (K. 24/9, G. 163/5, G. 234/4, Ş. 9/4); kafa tutmak (Gazel 89/5); kaddi(n)i bükmek (K. 45/2); kanına teşne (olmak) (G.

163/5); kanlar kusmak (KT. 20/2); katʿ-ı ümîd etmek “ümidini kesmek” K. 24/58, MD. 2/1, MD. 2/2, MD. 2/3, MD. 2/4, MD. 2/5, MD. 2/6, MD. 2/7, MD. 2/8, MD.

2/9, G. 45/5, G. 200/9); kendini alamamak (K. 50/4); kendi(n)i bilmemek (G.

18/4); kem nazarla bakmak (G. 50/5); kendini toplamak (MM. 1/14); kılı kırk yarmak (K. 25/6, K. 47/14); lâneden uçmak (Ş. 2/1); mâʾil olmak (G. 164/6); mat etmek (G. 166/10); ümîdini kesmek (MD. 2/3, G. 245/3, G. 226/2, G. 245/3); ümîd vermek/ümîde düşürmek (Ş. 5/5, K. 47/27, K. 46/21); vebâl içinde kalmak (G.

203/5); yeri düşmek (G. 237/2, G. 243/9); yeri olmamak (MD. 3/12, MD. 3/14).

yol bulmak (G. 244/1, K. 43/10); yola gelmek (G. 18/2); yol göstermek (MD 3/1).

yurduna koymak (Ş. 8/11); yüreğe kan oturmak (G. 238/7); yüreği titremek (Gazel 20/3); yüksekten uçmak (G. 92/5); yüzü ak, alnı açık olmak (G. 118/2);

yüzü kara çıkmak (G. 237/5); yüz sürmek (G. 233/1, K. 33/3, G. 246/3, K. 43/28, G. 233/10, G. 164/4, G. 141/1, Ş. 3/2, TH. 1/5, G. 125/8, G. 160/3, K. 46/18, K.

38/34, G. 176/4, K. 20/8, K. 39/3, G. 235/2, G. 246/3); yüz tutmak (K. 45/6); yüz vermek (MH 1/9); yüz vermemek (K. 45/13); yüzüne (v)urmak/yüzüne gelmek (G. 223/7, K. 5/3), K. 45/48).

Bu deyimlerden Dîvân’da en sık geçeni “yüz sürmek” deyimi olup 17 farklı beyitte tekrar ettiği görülmektedir. Beyitlerden birinde ise bu deyim;

Gözün aç āsitān-ı yāre yüz sür her seher ey dil

Felekte pāye-i hurşīd-veş ʿulviyyet istersen (Gazel 246/3)

şeklinde geçmekte olup “Kutsal veya saygın kimsenin huzuruna çıkarken ayağına

doğru eğilmek, saygı göstermek; aşırı sevgiyi ve bağlılığı göstermek için yere

eğilmek, yere kapanmak. Yanında, huzurunda bulunmak.” anlamlarını içermektedir

ve güneş gibi parlayıp yüksekte olmanın ancak her seher vaktinde uyanık

45 olup/dikkatli olup sevgili/Allah’ın huzuruna çıkmakla elde edilebileceğinden bahsedilmektedir.

Bu deyimin dışında; “Umudunu kesmek, bir şeyin artık olacağını beklememek” anlamına gelen “ümidini kesmek” deyiminin Divân’da bu şekliyle 4 yerde, “katʿ-ı ümîd etmek” şekliyle 12 yerde tekrar ettiği görülmektedir;

Ezel vaʿd-i visāl etmişti mīʿādında hulf etmez

Ümīdim kesmezem dildār-ı ciddiyet-penāhımdan (Gazel 245/3) Bir kuru çöptür ona ıtlak etmezler kalem

Etmem inʿāmından ol Şāhın-şehin katʿ-ı ümīd (Kaside 24/58)

“Bir şeyin olmasını çok istemek, şiddetle arzulamak.” anlamına gelen “cân atmak”

deyimi ise Dîvân’da 4 kez kullanılmaktadır.

Cān atıp dergāhına geldim kabūl et kulluğa

Bir velīniʿmet-i bī-imtinān ister gönül (Kaside 29/3)

2.3. EDATLAT VE BAĞLAÇLAR 2.3.1. Edatlar

Edatlar, “Yalnız başlarına anlamları olmayan, ad ve ad soylu kelime gruplarından sonra gelerek anlam bakımından bunlarla sıkı sıkıya bağlı bulunan, gramer açısından onlara hâkim olan ve eklendikleri kelimeler ile cümlenin öteki kelimeleri arasında çeşitli anlam ilişkileri kuran görevli sözler” (Korkmaz, 2007:

1052). Fennî Dîvânı’nda, Türkçe edatlarla birlikte Arapça ve Fasça olarak tespit edilen edatlar ve sıklıkları şu şekildedir;

ancak (28), -âne (15), -âsâ “gibi” (13), aşkına “için” (10), çün “için” (18), değil â (8), -den beri (4), -e dek (4), -e doğru (2), diye (8), -e karşı (25), -e rağmen (1), gibi (131), göre (4), için (76), içün (8), ile (346), kadar (21), kâşkî (16), keşke (1), lâ (2), manend “gibi” (5), rütbe “ne rütbe, o/ol rütbe; ne derece, o derece,” tâ “-den beri, -e kadar” (11), -veş “gibi” (123).

Bu edatlardan Dîvân içerisindede en fazla görüleni ise “gibi” (131) edatıdır.

“gibi” edatı ve diğer bazı edatlardan bağlamları içerisindeki birkaç örnek ise şu şekildedir;

Yürü çāk-i girībān ile pīr-āhen gibi evvel

O şūh-ı penbe cisme bī-tekellüf vuslat istersen (Gazel 246/5)

46 Fennī-yi bīçāreyi yordu hayāl-i hām ile

Ey dil-i dīvāne artık imtisāl etmem sana (Gazel 3/5) Ne rütbe dikkat etse merd-i hāsid edemez tefrīk

O mehle perde-i teklīfi attık yek vücūd olduk (Müfret 24/1)

2.3.2. Bağlaçlar

Bağlaçlar; “Kelimeleri, kelime gruplarını, cümleleri ve kimi zaman paragrafları şekil ve anlam bakımından birbirine bağlayan ve yüklendikleri işlevler ile, bağlandıkları sözler arasında türlü anlam ilişkileri kuran gramer öğeleri”

(Korkmaz, 2007: 1091). Fennî Dîvânı’nda, Türkçe bağlaçlarla birlikte Arapça ve Fasça olarak tespit edilen bağlaçlar ve sıklıkları şu şekildedir;

ammâ (45), ammâ ki (13), ancak (1), bile “de, dahi” (7), çünkü (35), çünki (5), da/de (197), dahi (12), eğer (47), fakat (17), ger “eğer” (31), hem (8), hem de (1), ile (16), ki (178), (E.T.) kim “ki” (52), lâkin (4), lîk “lâkin” (5), mâdâm ki (1), şâyet (4), u/ü

“ve” (7), velâkin (1), velî “ama, fakat” (1), veyâ (1), yâ (14), yâʿni (16), yoksa (53), zîrâ (17), zîrâ ki (5), bağlaçlarla birlikte,

gâh... gâh... (3), gahî... gahî... (1), gehî... gehî... (1), gerek... gerek... (1), hem... hem...

(10), kimi... kimi... (4), ne... ne... (15), ne... ne de... (4), yâ... yâ... (6), yâ... yâhud...

(7), yâ... yâ... yâhud... (1) tekrarlamalı bağlaçlar da mevcuttur.

Bu bağlaçlardan metin içerisindede en fazla görüleni “yoksa” (53) bağlacıdır.

“yoksa” bağlacı ve diğer bazı bağlaçların bağlamları içerisindeki birkaç örnek ise şu şekildedir;

Yoksa sevdāsını bir şūha mı takyīd etti

Bu gamın aslı ne āzāde-serim noldu sana (Gazel 1/6) Yerde ben keşf etmedim ey meh senin mānendini

Bilmem ammā ʿālem-i bālāda görmüş var mıdır (Gazel 26/5) Fennīyā vech-i dilārāmına bak ihvānın

Görmek istersen eğer vech-i melīh-i meleği (Gazel 229/7) Niçin zāhirden eylersin taharrī Zāt-ı maksūdu

Yā sarhoşsun ya dīvāne yāhud evhāma düşmüşsün (Gazel 129/3)

2.4. ÜNLEMLER

Ünlem, “Türlü duyguları anlatan veya bir doğa sesini yansıtan kelime,

nidalardır” (TDK, 2011: 2447). Fennî Dîvânı’nda sıklıkları ile birlikte tespit edilen;

47 a “ey” (5), âh (24), Allah Allah (29), Allah aşkına (9), Allah için (2), amân (17), behey (1), ey (315), eyâ (39), eyvâh (2), hayf (1), hayfâ (4), hafâ ki (2), hayfâ kim (1), hayt kim (1), hey (1), maâzallah (1), vâh (1), vay (1), vey “ve hey” (3) azizim!

(2), figân! (2), meded! (3), müjde! (2), sakın! (23), var ol! (2) gibi ünlem ifadelerini ihtiva etmektedir.

Bu ünlemlerden en fazla kullanılanı ise “ey” (315) seslenme ünlemidir.

Bunların dışında seslenme ünlemleri de vardır ki; Yâ Rab, Yâ Rabbî, İlâhî, Fennîyâ vb. şeklindedir bu ünlemlerin kullanıldığı beyitlerden bazıları şu şekildedir;

Fennī-yi bī-çāreyi yordu hayāl-i hām ile

Ey dil-i dīvāne artık imtisāl etmem sana (Gazel 3/5) Gün olur reng-i ʿizārın solar ey şūh elbet

Deme rūyumda bu gül gūn-ı kıyāfet bākī (Gazel 243/6) Fennīyā ağlayıp ağlatma o gül-i ruhsārı

Etme kābil ise ey merd-i sühan-sāz etme (Gazel 189/5) Bilmem ne yapsam ben seni kıldın siyeh-rū sen beni Ettin behey hāʾin denī yüzbin meʿāsī irtikāb (Kaside 20/2)

2.5. ÂYETLER VE HADİSLER

Klasik Türk Edebiyatına kaynaklık eden unsurlardan biri âyet ve hadislerdir.

Zira İslamiyet’in tesirinin oldukça fazla görüldüğü Klasik Türk Edebiyatında, peygamberler, melekler, kutsal kitaplar vb. gibi unsurlar başta olmak üzere pek çok İslamî unsurdan söz edilmektedir. Âyet ve hadisler de bu unsurlardan biri olup şiirlerde yer almaktadır. Mutasavvıf bir şair olan Fennî’nin şiirlerinde de bu unsurlara raslamak mümkündür. Fennî Dîvânı’nda birkaç âyet ve hadisten iktibas ya da telmih yoluyla bahsedilmektedir. Fennî, hikemî üslupla söylediği şiirlerinde nasihat etmek ve yol göstermek için âyet ve hadislerden yararlanmıştır. Bununla birlikte peygamber mucizelerine, kıssalarına yer vermiştir.

2.5.1. Âyetler

25

Âyet, “Kur’an-ı Kerim’deki sureleri meydana getiren kelime veya cümlelerden her biri” (Ayverdi, 2005) anlamında olup “Allah’ın lafzı” olan bu

25

Bu bölümde; konu ile ilgili bazı âyetlerin tespit esilmesinde (Aykan, 2012) kaynağından

yararlanılmıştır. Âyetlerin açıklamaları ise; https://www.kuranmeali.com/ adresindeki “Diyanet İşleri

Meali (Yeni)” adresinden iktibas edilmiş ya da bu adresten teyit edilerek yorumlanmıştır (Erişim

tarihi: 15.10.2020).

48 âyetlerden bazırlarına Fennî’nin şiirlerinde de yer verilmiştir. Bazen yalnızca âyet ismi ziktedilirken bazen âyet iktibas edilmiş bazen de belirli hadiseleri, mucizeleri bildiren âyetlere telmihte bulunulmuştur. Fennî şiirlerinde, bihassa peygamberlerin mucizelerinden söz ederken âyetleri iktibas etmiş ya da telmihte bulunmuş olup bazı belirli konulara dikkat çekmek, bu noktada Allah’ın emirlerini hatırlatmak için âyetlerden yararlanmıştır. Âyetlerin geçtiği beyitler ve muhtevası şu şekildedir;

“ayın ikiye bölünmesi”; Hz. Peygamber’in tebliğine uymayan Kureyşlilerin, ondan bir mucize istemeleri istemeleri üzerine Allah’ın emriyle ay ikiye bölünmüştür.

26

Öyle bir Pādişehin çākeridir Fennī kim

Bir işāretle dü-nīm eyledi kurs-ı kameri (Gazel 221/6)

beytindeki “dû-nîm eyledi kurs-ı kameri (ayı ikiye böldü)” ifadesiyle Fennî, bu mucizenin geçtiği ayete telmihte bulunarak Hz. Peygamber’i tarif etmektedir.

“ezel” ifadesi, şiirlerde çok fazla kullanılan bir kelime olup “önce, eskiden, başlangıçta” gibi anlamları ile birlikte “elest bezmi”ni de işaret edip tevriyeli olarak kullanılmaktadır. Bu ikinci anlamıyla “bezm-i elest/elest bezmi/ezel bezmi” gibi farklı biçimlerde de zikredilmekte olup bir âyete

27

telmihte bulunulmakta ve Fennî’nin şiirlerinde de “ezel” ifadesi tevriyeli olarak kullanılmaktadır;

Cenāb-ı Mustafāyı tā ezelden etmeşiz tasdīk

Sanır sūfī-i ebleh sonradan īmāna geldik biz (Gazel 69/2)

beyti, Hz. Peygamber’in ta ezelden tasdik edildiğini belirtirken hem “çok önce, başlangıçta, doğuştan beri” gibi anlamlarla yorumlanacağı gibi hem de asıl olarak

“ezel bezminden beri” yani daha henüz ruhların beden giysisini giymediği “ruhlar âleminden beri” anlamında da yorumlanabilmektedir. Bu şekilde her iki anlamıyla da yorumlanabilecek olan bu ifade, Dîvân’da farklı beyitlerde zikredilmekte olup ikinci anlama telmihte bulunulmaktadır. Diğer beyitlerde ise, sevgilinin bir vasfı övülürken onun bu vasfının “üstâd-ı ezele (Allah)” bağlanmasıyla (G. 181/2); “Mine’l-ezel mest-i câm-ı elestiz” mısraıyla ezelden beri elest kadehiyle (şarabıyla, aşkıyla) sarhoş olunduğuyla (Ş. 6/4); ezelde bir işin yazılmadığı takdirde talihin onu

26

“Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı” (Kamer 54/1).

27 “Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: ‘(Elestü bi-Rabbiküm) Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: ‘(Kâlû Belâ) Evet şahidiz’ demişlerdi. Bu, kıyamet günü, ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’ dersiniz veya ‘Daha önce babalarımız Allah’a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?’ dersiniz diyedir” (Aʿraf 7/172).

49 göstermeyeceğiyle (G. 102/2); şairin memduhunu överken tabiatındaki mükemmelliğin, adaletin ta ruhlar âleminden, ezelden verildiğiyle (K. 30/4, K. 26/4);

sevgiliyle ezelden sözleştikleriyle (MH 2/2) ve ta ezelden birbirlerine aşina olduklarıyla (G. 60/1); kalemin, Hz. Peygamber’in vasıflarını ezelden ezberlediğiyle anılmaktadır.

“Fenkihû” ifadesi; “nikahlayın” anlamında olup bir âyette

28

geçen ifadedir ve;

Sinn-i rüşde vāsıl oldu şimdi ol mahdūm-ı pāk

Bi't-tabʿ gösterdi emr-i fenkihū ya inkiyād (Tarih 6/3)

beytiyle Fennî, Hacı Ali Beyefendi’nin oğlunun evlenmesi üzerine düşürdüğü bir tarih manzumesinde; bu mübarek çocuğun ergenlik çağına ulaştığından ve Allah’ın

“emr-i fenkihû (nikahlayın emrine)” itaat ettiğini âyetten iktibasla anlatmaktadır.

“Firavun’un suda boğulması”; Hz. Musa’yı ve İsrailoğullarını Mısır’dan sürmek isteyen Firavun’un ve beraberindekilerin suda boğulması âyetine

29

telmihte bulunulan beyitte;

Yoğrulsun münkir-i iʿcāz-hānem reşk ile Fennī

Desinler Nilde Firʿavn-ı Mūsā gark-ı āb oldu (Gazel 226/7)

kendisinin mucize gibi eserler verdiğini inkâr edenlerin yok olmasını dileyen Fennî, onların bu yok oluşlarını; Firavun’un suda boğulmasına benzeterek bu hadiseye telmihte bulunmaktadır.

“Günahkâr kulların da sahibi olan Allah” ifadesi; bir âyeti

30

hatırlatmaktadır;

O rütbe töhmetim vardır ki yoktur cürmüme pāyān Tefekkür eyledikçe tā ciger-gāhım olur sūzān Su serpip kalb-i sūzāna fakat Peygamber-i zī-şān Dedi sāhip-cerāʾimdir sezā-yı rahmet-i Rahman Günāhım çoksa da katʿ-ı ümīd etmem İlāhımdan

ʿİnāyet beklerim her lāhza Kādir Pādişāhımdan (Müseddes 2/5) bendinde geçen “sāhip-cerāʾimdir sezā-yı rahmet-i Rahman” ifadesi ile günahkâr

28 “Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur” (Nisa 4/3).

29

“Bunun üzerine Firavun (işkence etmek ve öldürmek suretiyle) o yerden onların kökünü kazımak

istedi. Biz de onu ve beraberindekileri hep birden suda boğduk.” (İsra 17/103).

30

“De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.

Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” (Zümer 39/53).

50 olan kulların da Allah’ın rahmetini kazanabileceklerini, ümitlerini kesmemeleri gerektiğini anlatmaktadır. Ayrıca bu ifadeyi içeren mısra, bir önceki mısra ile birlikte yani Hz. Peygamber’in yanan kalplere su serpmesi onları rahatlatmasıyla birlikte;

Sevr mağarasında Hz. Ebubekir’e söylediği sözleri, içini rahatlatmasını da hatırlatmakta olup bu hadiseye ve âyete de telmihte bulunulmaktadır (bk. Lā tahzen).

“Her işi Hak’tan bilmek” ifadesi; bir âyeti

31

hatırlatmakta olup ; Nālişe hācet mi var mihnetten ehl-i hāl için

Her işi Haktan bilip sabra temayüldür hüner (Gazel 37/5)

hâl, gönül ehlinin sıkıntıdan, kederden inlemesine gerek olmadığını; zira her şeyi Allah’tan bilerek bunlara da katlanılması gerektiğini ifade etmekte ve gönül ehlinin nasıl davranması gerektiğini ilgili âyeti hatırlatarak göstermektedir.

“Hz. İsâ’nın bebekken konuşması” hadisesi; babasız doğan Hz. İsâ için Hz. Meryem’in çocuğu göstermesi üzerine, beşikteki bebekle nasıl konuşuruz diyenlere karşı Hz. İsa’nın, Allah’ın izniyle beşikte konuşması mucizesidir.

32

Bu emel-hānede nādir yetişir ehl-i kemāl

Sanma her Meryemi bir tıfl-ı sühān-gū getirir (Gazel 43/2)

beyti ile de Hz. Meryem’in iffetine dikkat çekilip konuşan, söz söyleyen bir bebek olan Hz. İsâ’yı dünyaya getirmesine telmihte bulunulup bu dünyada onun gibi kâmil insanların nadir yetişeceğinden bahsedilmektedir.

“Kul hüva'l-lahü ahad” âyeti;

33

Yapış bir kāmilin dāmānına hakkiyle Tevhīd et

Veren zīnet ʿumūma kul hüva'l-lahü ahaddir hep (Gazel 7/3)

beytinde geçmektedir. Fennî bu münâcâtında; bir mürşide intisap edip Allah yolunda hakkıyla yürümeyi öğütlerken herkese karşı lütufkâr olanın da “bir ve tek olan Allah” olduğunu ifade etmektedir.

“Lā tahzen” ifadesi; “üzülme” anlamında olup bir âyette

34

geçen ifadedir ve Hz. Peygamber, Medine’ye hicret etmek için yanına Hz. Ebubekir’i alıp onunla

31“Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, ‘Bu, Allah’tandır.’ derler. Onlara bir kötülük gelirse, ‘Bu, senin yüzündendir’ derler. (Ey Muhammed!) De ki: ‘Hepsi Allah’tandır.’ Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar” (

Nisa 4/7).

32 Birkaç âyette bu hadise geçmektedir; (Al-i İmran 3/46, Meryem 19/29-33) gibi.

33 “De ki: O, Allah’tır, bir tektir” (İhlas 112/1).

34 “Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun

51 birlikte bir süre Sevr mağrasında saklandıklarında, Kureyşlilerin mağara yaklaştığını duyan Hz. Ebubekir’in bunun için endişelendiğini gören Hz. Peygamber’in, ona söylediği bir sözdür.

Müzekkā kutb-ı aʿzam mazhar-ı mısdāk-ı Lā tahzen

Muhakkak merd-i ekmel hāʾiz-i nūr-ı necābettir (Kaside 30/6)

beytinde âyetteki “Lâ tahzen” ifadesi iktibas edilmiştir. Fennî, Ahmed er-Rufâî’ye yazdığı kasidenin bu beytinde onun mübarek, büyük bir mürşid olduğunu , asaletli ve kâmil bir kişi olduğunu söylemekte; bu yönleriyle kendisine “Lâ tahzen kıstasının tecelli ettiği yer”, Allah’ın hep yanında olduğu bir zat olduğunu ifade etmektedir.

“Len terânî” ifadesi; Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görmeyi talep ederek, “Rabb’im, bana kendini göster, seni göreyim.” dediği, Rabb’inin de ona, “Sen beni göremezsin (len terânî), fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse beni görürsün.” diye cevap verdiği, tecelli neticesinde dağı paramparça edince Hz. Mûsâ’nın bayılıp düştüğü (mahv), nihayet kendine gelince (sahv), “Senin duyu ötesi olduğunu kabul eder, sana tövbe ederim, ben müminlerin ilkiyim.” dediği âyete

35

telmihtir (Pala, 2003: 138).

Kelīme Len terānī hutbesi sedd-i merām oldu

Senin çün rüʾyet-i envār-ı dīdāra açıldı rāh (Kaside 14/4)

diyerek naʿt-i şerîfinin bir beytinde Fennî, Hz. Peygamber’e; Alla’ın nur cemalini görmek için sana yollar açıldı; fakat Kelîm (Hz. Mûsâ) “Len terânî (Sen beni göremezsin.)” emriyle isteği reddedildi, diyerek bu âyete telmihte bulunmaktadır.

Cenābındır harīm-i vasla mahrem yā Resūlallah

Kelīme Len terānī oldu gerçi perde-i hırmān (Kaside 17/3) beytinde de bir önceki beyitle benzer anlam ihtiva etmekte ve Hz. Mûsâ’nın “Len terânî (Sen beni göremezsin.)” emri ile isteğinden mahrum bırakıldığı, bu isteğinin reddedildiği bildirilmektedir.

“mā-evhā” ifadesi; bir âyetten

36

iktibas edilmiş olup;

Hutbe-i Levlāk e mazhar hıtta-i lāhūta şāh

Sırr-ı mā-evhāya mahremdir Cenāb-ı Mustafā (Kaside 23/3)

üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir” (Tevbe 9/40).

35

“Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, ‘Rabbim! Bana (kendini) göster,

sana bakayım’ dedi. Allah da, ‘Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.’ dedi. Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi.

Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, ‘Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim.’ dedi” (Aʿrâf 7/143).

36 “Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti” (Necm 53/10).

52 beyti ile Miraç gecesi, Hz. Peygamber’in Sidretü’l Müntehâ’ya yükseldiğine telmihte bulunmaktadır (bk. Sidretü'l-Müntehâ). Orada, Allah’ın huzurunda, ne gördüğünün, kendisine neler söylendiğinin yani vahyedilen şeyin sırrının ancak onda gizli olduğu dile getirilmektedir.

“mâ-zâğ” ifadesi; bir âyetten

37

iktibastır. Âyetin devamında belirtildiği üzere

“Sidretü'l-Müntehâ” da (bk. Sidretü’l Müntehâ) Allah’ın huzuruna kavuşmaya mazhar olan Hz. Peygamber’in, onun alametlerinin bir kısmını görüp gözünün şaşmadığı ve hiçbir tarafa bakmadığı ifade edilmektedir;

Beni ol Pādişeh-i hüsne kul et kim yā Rab

Kuhl-ı mā-zāğ çekilmiş ola zībā gözüne (Gazel 195/9)

beytinde “mâ-zâğ”; şaşmadı yani kaymayan başka bir tarafa bakmayan, anlamlarını içermektedir ve şair, bu özelliği sevgiliye atfetmektedir ki gözüne “mâ-zâğ sürmesi”

çeken sevgili, kendisine inatla bakmamaktadır. Bu ifade ile de aynı zamanda Sidetü'l-Müntehâ’ya telmihte bulunulmaktadır.

“Sidretü'l-Müntehâ”; âyetlerde

38

de geçtiği üzere, Miraç gecesinde Hz.

Peygamber, göğe yükselmiş ve Allah katına, Alla’ın huzuruna çıkma şerefine nail olmuştur. Onun bu yolculuğunda kendisine refakat eden Cebrail ile Hz. Peygamber, göğün en yüksek katına, ulaşılabilecek en yüksek noktaya, yükselmiştir ki burası

“Sidretü'l-Müntehâ”dır. Beyitlerde telmihte bulunulan nokta da burasıdır.

Kelīme Len terānī hutbesi sedd-i merām oldu

Senin çün rüʾyet-i envār-ı dīdāra açıldı rāh (Kaside 14/4)

beytinin ikinci mısraıyla, bir naʿt-i şerîfinde Fennî, Hz. Peygamber’e; Hz. Mûsâ’nın

“Len Terânî” emriyle isteği reddedildi; fakat Alla’ın nur cemalini görmek için sana yollar açıldı.” diyerek Miraç Gecesine ve o mekâna telmihte bulunmaktadır. Bununla benzer anlamları ihtiva eden başka bir beytin;

Cenābındır harīm-i vasla mahrem yā Resūlallah

Kelīme Len terānī oldu gerçi perde-i hırmān (Kaside 17/3) birinci dizesinde; kavuşulması, ulaşılması yasak olan, mümkün olmayan yere yakın olan kavuşan sensin, diyerek Hz. Peygamber’e hitap etmektedir. Bu beyitlerden farklı olarak;

Medār-ı gavs-i vuslat hayyiz-i ʿarş-ı iʿtilādır bu Makām-ı fevz ü rahmet mahfel-i feyz ü rızādır bu

37 “Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı” (Necm 53/17).

38 Birkaç âyette geçmektedir (İsra 17/1-60, Necm 53/13-18) gibi.

53 Ne rütbe ʿarz-ı taʿzīmāta saʿy etsen sezādır bu

Sakın terk-i edebden kūy-ı mahbūb-ı Hudādır bu

Nazargāh-ı İlāhīdir makām-ı Mustafādır bu (Tahmis 1/1)

diye başlayan ve Nâbî’nin meşhur gazeline tahmisen yazdığı bu bendde Hz.

Peygamber’in kabrinin bulunduğu şehri (Medine) işaret ederken burayı “en büyük, yüce kavuşma yeri” ve “en yüksek yer, makâm” olarak ifade etmektedir. Bu yerin üstünlüğünü anlatmak için de “Medār-ı gavs-i vuslat hayyiz-i ʿarş-ı iʿtilâ” ifadesini kullanarak Sidre’ye telmihte bulunmaktadır.

Mümkün olsaydı sorardım Hazret-i Cibrilden

Serv-i kaddin tavrını Tūbāda görmüş var mıdır (Gazel 26/4)

beytiyle de yine “Miraç Gecesi, Sidretü'l Müntehâ”ya telmihte bulunulmaktadır ki

“Tûbâ” da; rivayete göre bu makâmda bulunmakta olup çok yüksek olmasıyla bilinen bir ağaçtır ve Klasik şiirde sevgiliye nispet edilir; zira sevgilinin boyu çok uzun oluşuyla tasvir edilmektedir. Hz. Cebrail’in bu yüksek makâmı görmüş olduğunu hatırlatan şair/âşık, mübalağa ederek ona sormak ister ki; selvi boylu sevgilinin bu uzun boyu Tûbâ’da var mıdır, diye. Bunun gibi başka bir beyitte de yine ulaşılabilecek en yüksek nokta olması sebebiyle sevgilinin boyu mübalağa ile Sidre’ye nispet edilmekte ve “Sidre baş eğsin!” deyip Sidre’den daha yüksek/uzun olarak tasvir edilmektedir (G. 219/1). Diğer bir beyitte ise yine “Ruhu'l-emîn (Cebrail)” ile birlikte “Sidre” zikredilerek Cebrail’in, Hz. Peygamber’in vasıflarını her zaman burada yazdığı dile getirilmektedir (K. 14/3). Dolayısıyla bu beyitlerle de o mübarek geceye telmihte bulunulmaktadır.

ʿİzz-i vuslatla müşerref sıdk u reʾfetle şehīr

Nūr-ı rüʾyetle mükerremdir Cenāb-ı Mustafā (Kaside 23/4)

beytiyle de bir naʿt-ı şerîfte Hz. Peygamber’in Allah’ın nurunu görmeye, o yüce kavuşmaya mazhar olduğunundan bahsedilmektedir.

“Sûre-i Kehf”; Kehf Sûresi, Kur’an- ı Kerim’de 110 âyetten oluşan 18.

sûresidir.

Nazar ettikçe dīdem hüsnüne māşaallah

Sūre-i Kehf okudum ol şeh-i hūbānım için (Gazel 163/6)

beytiyle Fennî, sevgilinin güzelliğinden bahsedilerek; onun güzelliğine baktıkça

(nazar değmesin diye) Kehf Suresi’ni, dolayısıyla bu surenin ayetlerini okunduğunu

dile getirmektedir.

54 “Ve fedeynāhu bi-zebhin” ifadesi; bir âyetten

39

iktibas edilmiş olup;

Eşk-i hūn-āmīzimi gördükçe her an rahm edip

ʿĪd-i vasla gördü bu mahzūnu şāyāne rahm edip

Eşk-i hūn-āmīzimi gördükçe her an rahm edip

ʿĪd-i vasla gördü bu mahzūnu şāyāne rahm edip