• Sonuç bulunamadı

1.4. Maden Sanatı

1.4.4. Maden İşlemeciliğinde Kuyumculuk Sanatı

Kuyum ve kuyumculuk iki farklı kavramdır. Buna göre kuyumculuk, kıymetli soy madenlerden ve değerli taşlardan süs eşyası, takı ve mücevher gibi süs eşyaları yapma sanatı olarak tanımlanmaktadır ( Ayter, 1996:1). Bu sanat sonucu ortaya çıkan ürüne yani yapılan süs eşyalarına kuyum denmektedir. Bir diğer tanıma göre altın, gümüş v.b değerli madenlerin ya doğrudan ya da kıymetli taşlarla beraber işlenerek takı eşyası haline getirilmesine kuyumculuk denmektedir ( Kuşoğlu, 1994:144).

Eski Türkler ‘de “kuymak” madeni eritmek, “kuyum” ise tunç dökümü anlamına gelmektedir. Bu iş kolunda eser verenlere, değerli madeni eritip, şekillendirmeleri nedeniyle “kuyumcu” denmektedir

Kuyumculuk değerli değersiz, metal veya metal olmayan hammaddeleri işlemek suretiyle sanat eseri yapmaya yönelik faaliyetlerin tümüne denir. İnsanoğlu taş devrinden yani metallerin keşfinden önce kuyumculuğa başlamıştır. Kuyumculuk insanın güzelleşme ihtiyacını karşılamaktadır.

Kuyumculuk kavramı, Kuyumculuk tarihi insanoğlunun tarihi kadar eskidir. Bugün kuyumcu denildiğinde akla ilk gelen, altın alım-satım işleriyle uğraşan sarraflardır. Halbuki kuyumculuk, altın alım-satım işiyle uğraşmaktan öte altın ve gümüş gibi madenleri işleyerek süs eşyası meydana getiren bir meslektir. Dolayısıyla kuyumculuk, kıymetli madenlerin önemini halen sürdüren ender ve önemli mesleklerdendir. İlk zamanlarda altın ve gümüşün az çıkarılmasıyla bağlantılı olarak ürünlerin sanatsal değerleri yüksektir ( Kuşoğlu, 1994).

Günümüzde ise toprağın altındaki madenlere eskiye oranla daha kolay ulaşılabilmektedir. Böylece altın ve gümüş takı üretimi artmaktadır.

İnsanoğlunun madeni bulması ile başlayan bu sanat önemini her zaman korumuştur. Günümüzde ise gerek kalite, gerek teknoloji ve model olarak insanların beğenisini çekmeye çalışan kurumların oluşması, düzenli bir üretim ve pazarlamanın sağlanabilmesi için gerekli şartların oluşturulmuştur.

Kuyumcular, üretime katıldıkları aşamaya göre özel isimler alırlar. Altın ya da gümüşü haddeleyip, çıkan ürüne ilk biçimi verenlere “sadekar” denir. Sadekar tasarlanan eşyaya basitçe şekil verip, değerli taş yerini de hazırlar. Değerli taşları yerlerine koyan kişi “mıhlayıcı” aynı zamanda değerli taş konusunda uzmandır. Taşları yerine konan süs eşyası daha sonra sırasıyla “perdahçı”, “kalemkar”, “cilacı” tarafından son halini alır. Kaplama olarak hazırlanan takılarda çalışan bu kişilere “yaldızcı” ve “kaplamacı” da katılır. XVIII. Yüzyılda yaygınlaşan bu tür sırlı

boyama kuyumculukta yer almaya başlayınca “mineci” ustaları da üretim ekibine katılmaya başlamıştır ( Kuşoğlu, 1994).

Kuyumculuğun Önemi

Kuyumculuk değerli madenlerle çalışılması ekonomik olarak önem arz etmektedir. Paranın olmadığı ilk çağlarda bu değerli madenler bir ödeme aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Değerli madenlerin kullanılması, alım satım işlemlerinin daha rahat yapılabilmesine olanak tanıdığı gibi, toplumlararası ilişkilerin gelişmesi üzerine de oldukça etkili olmuştur. İnsanları asırlar boyu peşinden sürükleyen, savaş ve barışlara neden olan, estetik ve güzel görünümünden dolayı bazen takı eşyası, bazen külçe ve bazen de para olarak şekilden şekle giren bu madenler bütün zamanların en değerli madenleri durumundadır ( Yalçın ve Çakır 2001:129).

Kuyumculuğun Tarihsel Gelişimi

Kuyumculuğun tarihsel gelişimi çok eski çağlara dayanmaktadır. Madenlerin bulunmasıyla başlayan kuyumculuk sanatı, günümüze kadar kendini koruyarak ve geliştirerek gelebilen ender mesleklerden biridir.

M.Ö 3000’lerde Mezopotamya’nın Ur kentinde kuyumculuk sanatının ilk örneklerine rastlanmıştır. Özellikle Ur kenti mezarlarındaki hükümdar mezarlarından çıkan ürünler gerdanlık, küpe, saç tokası ve müzik aletleri gibi takı ve eşyalardır ( Ana Britanica 125).

Neolitik çağda, avcılık ve toplayıcılık düzeninden yerleşik düzene geçen Anadolu insanının yakınlarının mezarına ölü armağanları koyma geleneğini de başlatmıştır ( Akyay, 2001).

İlkel toplumlarda insanların vücutlarını takı ile süslemeleri, törelere dayalı bir

yapının olmasının yanı sıra dinsel, bütünsel inançlara da dayanmaktadır ( Türe, 2004:14).

Ölüler için mezarlara konan bu armağanlar arasında çeşitli taşlardan, hayvanların diş, boynuz ve kemiklerinden, deniz kabuklarından yapılma boncuk dizileri, bilezikler ve yüzükler bulunmaktadır. Anadolu‘ nun Arkaik Dönem takıları eski yerleşim bölgesi olan Diyarbakır yöresinde Çayönü Tepesi, Orta Anadolu ‘da Çatalhöyük, Aşıklar Höyük ve Köşk Höyük kazılarında çıkartılmıştır .Takıların üretimi ve kuyumculuğun başlangıç tarihi bakır, gümüş ve altın madenlerinin bulunmasıyla başlamıştır denilebilir ( Akyay, 2002).

Özellikle M.Ö 4000 yıllarında değerli madenlerin bulunmasıyla kuyumculuğun tarihi başlamıştır. Bu tarihte kuyumculuk çok gelişmiş olup, değerli örnekler, kuyumculuk tekniği ile tasarımdaki gelişmişliğin kanıtlarıdır.

M.Ö 7.yüzyılda Anadolu’nun batı yarısında birbirinden değerli pek çok takı bulunmaktadır. Lydia devletinin egemen olduğu İç Batı Anadolu ‘da ise başkent Sardes kuyumculuğunun merkezi olarak bilinmektedir. Daha sonraları ise Antiokhia ( Antakya ) ilse Aleksandria ( İskenderiye ) faaliyete geçmiş olmasına rağmen M.Ö 2.yüzyılın yarısında başlayan, birinci yüzyılda yoğunlaşan ekonomik sıkıntı, takı üretimini de sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Anadolunun, Roma’ya bağlı bir eyalet olduğu dönemde ise konu edilen ekonomik sıkıntılar Roma dönemi kuyumculuğunda da yaşanmıştır ( Akyay, 2002).

Anadolu dünya kuyumculuğunun başlangıç yeri sayılabilir. İlk örnekleri tunç çağı eserleri arasında yer alıp, bu topraklarda yaşayan sanatkarlar tarafından yapılmıştır. Alacahöyük, Boğazköy, Truva, Eskiyapar hazineleri bunu doğrulamaktadır. Anadolu da yaşamış olan uygarlıklarda fildişi ve değerli taşların işlenmesi biliniyordu ve bu taşlar altından yapılmış takılar üzerine yerleştirilmiştir. Selçuklular, Bizans kuyumcuları ile doğu ustalarının tekniklerini birleştirerek yeni bir sentez yaratmışlardır. Selçukluların Horasan ve Herat ‘ta ki kuyumculuk

merkezleri, başkent olan Konya ‘ya da katılmıştır. Artuk ‘lu beyliğinin kuyumculukta önemli şehirleri olan Mardin, Şanlıurfa ve Diyarbakır ustalarıyla ünlüydü ( Kırtunç, 1990-77:78).

Osmanlı döneminde, eski zamanların bütün ustalarından ve kuyumculuk tekniklerinden yararlanılmıştır. Osmanlılar ‘da kuyumculuğun en görkemli günleri Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde yaşanmıştır. Saray ve padişahların kuyumculuğa büyük ilgi göstermişler ve bu sanatkarlara sermaye yardımı yapılmıştır ( Temizocak, 1982: 342). Bu döneme ait en önemli özellikleri arasında, altın yüzeylerde savat işçiliğiyle beraber, demir, tutya, yeşim, necef üzerine altın kakma rumi, hatayi, çiçek desenleri, yine altınla yapılan çok kademeli kabartma ve oyma süslemeler sayılmaktadır.

XVII. yüzyılda Osmanlı kuyumculuğunda tekrar bir sadeleşme görülür. Avrupa etkisinin görülmeye başlandığı XVII. yüzyıldan itibaren, eserlerde kalem işi, kabartma tekniği ve mine işçiliğiyle kaplı yüzeyler, elmas, yakut, zümrüt, turmalin, Seylan taşı ve incilerle süslenmiştir (Kaplan, 2003: 22).

Günümüzde ise kuyumculuk sektörünün büyüme hızı özellikle 1990’lı yıllarda artmıştır. Sektörde işletmelerin gittikçe büyümesi ve ihracata yönelik üretimin artması ile el emeği ağırlıklı üretimden, teknoloji ağırlıklı üretime doğru bir yönelim olmuş ve el emeği ile çalışanların sayısında azalma görülmüştür. Yurt içi ve yurt dışı pazarlarında söz sahibi olabilmek için takı dizaynına önem verilerek bu alanda eğitim kurumları açılmıştır (Kaplan, 2003:32- 37).

Kuyumculuk Sanatında Tasarım

“Tasarlama sözcüğü İngilizce’de ki “design” ve Fransızca ‘da ki “projeter” sözcüklerinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Desing kelimesi Latince’den gelip de+signare köklerinden oluşur. Signare “etmek” anlamına gelmektedir. Sözcük anlamı, bir plan ya da eskizi yapmak üzere zihinde canlandırmak; biçim vermek ya da üretilmek üzere zihinde canlandırılan bir plandır” ( Bayazıt, 1994).

Tasarlamayı bazı tasarımcılar şu şekilde tanımlamaktadırlar -Fiziksel bir yapıya en uygun gelen fiziksel bileşenleri bulmak. -Bir amaca yönelmiş problem çözme eylemi.

-Belirsizlikler karşısında hataların büyük cezalar ödenen bir karar verme işlemi. -Yapmak ya da meydana getirmek istediğimiz şeyi değerlendirme yapmadan da meydana getirmeden önce sonucundan emin oluncaya kadar yaptığımız simülasyon. -Çok karmaşık bir inancın yapılma şeklidir.

-Yaratıcı bir eylem olup, daha önce varolmayan yeni ve kullanışlı bir şey yaratmayı kapsar ( Bayazıt, 1994:8-9).

Tasarım tanımları genel olarak irdelendiğinde amaçlara ulaşmak adına, belli aşamalardan verilen kararlardan oluşan problemleri çözmek için yapılan yaratıcı eylem anlamını görürüz. Yaratıcı eylem kapsamında düşünme eyleminin varlığından da söz etmek gerekir. Tasarıma, bir problem belirleme ve bu probleme çözüm getirme yolu olarak bakıldığında, karşımıza düşünme eylemi çıkmaktadır. Tasarlama gerçekleştirilirken bazı bilgiler öğrenilerek kazanılır ve bu bilgilerin kazanılması, ,insan beyninde bildiklerinin değişmesine neden olur. Böylece yeni bir bilgi birikimi ortaya çıkar. Bu sentez sonucunda tasarımcı, tasarlama problemini başka bir perspektiften görme şansına sahip olur.ayrıca bu sentez, problemin çözümlenmesinde tasarımcıya yol gösteren ve onu çözüme götüren bir veri olarak karşımıza çıkar ( Özay, 2000:137).

Geçmişten günümüze uzanan tasarlama anlayışına baktığımızda, denemeye dayanan tasarlamanın, takı kültüründe çok etkili olduğu görülür. Tasarımcı, denemeye dayanan tasarlamanın, takı kültüründe çok etkili olduğu görülür. Tasarımcı, deneme-yanılma yoluyla elindeki malzemeye şekil vermeye çalışır. Gözlem ve çözümlemeye birikimi sonucunda rastlantısal yaklaşımlarda bulunduğu malzemeyi biçimlendirerek, tasarımını sonuca ulaştırır ( Demirtaş, 1996).

Bazen tasarımlarda, bireyler arasında ortak kullanılan simge ve simge sistemlerinin de kullanıldığı görülür. Denemeler sonucu bu simgelerin formsal çözümlemeleri yapılır. Çözümlenmesi yapılan bu simgeler, bireyler arası iletişimi, anlam ve bilgi alış-verişi ile sağlar. Takı tarihinde, yüzyıllar boyu takının bir anlatım dili olduğu savı, bir çok toplum ve uygarlıkta karşımıza çıkar. Hatta sembolik takıların sıkça kullanıldığı toplumlarda, takıya getirilen tanımlar arasında “Takının bir iletişime baktığımızda ilettiği konular açısından çok fazla çeşitlilik gösterdiği gözlemlenir. Sözlü ve sözsüz iletişim dün olduğu gibi bugünde günlük hayat ile iç içe geçmiştir. İşaretlerin, simgelerin, göstergelerin toplamını bir dil olarak kabul edecek olursak; takı ürünleri tasarımında yapılanların da bir dil olduğunu savunabiliriz (Türe, 2002).