• Sonuç bulunamadı

4.4 TÜRKÇE YAZAN ERMENİ YAZARLARDA TÜRK VE ERMENİ İMAJI 1 ZAVEN BİBERYAN’DA TÜRK VE ERMENİ İMAJ

4.4.4 Mıgırdiç Margosyan’da Türk ve Ermeni İmajı:

1938 doğumlu olan Mıgırdiç Margosyan eserlerinde Diyarbakır Hançepek Mahalesi’nden (Gavur Mahallesi) başlayıp İstanbul Bezciyan Ortaokulu ve Getronagan Lisesi’ndeki hayat macerası konu alınmıştır. Öykü ve anı-roman tarzında yazılan eserler yazarın ninesin ve babasının hikayelerine de dayanır. Konu olarak iç içe bir durum da arz ederler ve aynı zamanda birbirinin devamı niteliğindedirler. Yoğun olarak eski Diyarbakır’ın özlemi çekilir ve yerel ağız ve bölge Ermenicesi sık bir şekilde kullanılır.

4.4.4.1. Türk İmajı:

Eserler Türk imgelemi açısından zayıf; Ermeni imgelemi açısından ise zengin bir örüntüye sahiptir. Türk, Kürt ve Müslüman algılanımının yer yer karıştığı görülür. Türk algısı daha çok sosyal münasebetler çerçevesinde oluşur. Dini farklılıklar da ise hoşgörülülük ortak imaj haline dönüşür.

Uso’nun bitip tükenmek bilmeyen çan seslerine, yakındaki Şeyh Matar Camii’nin müezzini de “ya sabır, ya sabır” diyerek katlanıyor, sonunda o da görevini hatırlayıp, tarihi Dört Ayaklı Minare’den sesleniyordu:

“Allahu ekber, Allahu ekber!; “Ding-dong, ding-dong!...”; “Allahu!..”; “Ding!...”; “Ekber!...” (Margosyan 2006:11).

Bizim oralarda, Diyarbakır’da ulu Tanrı’nın yarattığı sonradan adına ‘insan’ dediği canlıların bir kısmı, hep birlikte paşa paşa yaşıyorduk. Tanrımız birdi ama peygamberlerimiz farklıydı.” (Margosyan 2005:51).

Eserler zaman olarak yazarın çocukluk döneminde geçtiği için imajlar çocukların dünyasından da yansır. Bazen birbirlerini ötekileştirirken, zaman zaman da işbirliği içinde olurlar.

Biz neden harp ederdik? Biz neden savaşırdık? Biz Gavur Mahallesi’nde sayıları az da olsa bizlerle komşu yaşayan Müslüman arkadaşlarımızla birleşip kuvvetlerimizi daha da güçlendirerek neden hep Moşelere4, Cehülere5 savaş ilan ederdik? (Margosyan 2005:93).

…Biz hep kazanmalı ve onlara derslerini vermeliydik! Çünkü onlar kötü insanlardı! Çünkü onların iğneli fıçıları vardı! Çünkü onlar çocukları yakalayıp evlerindeki iğneli fıçılara atıp saklıyorlardı! Böylece öldürdükleri bu çocukların kanlarını lıkır lıkır içiyorlardı. Onun için çocuklar analarının sözlerini dinlemeli, taa uzaklardaki Yahudi Mahallesi’ne gitmemeliydiler (Margosyan 2005:94).

Bölgede yaşayan farklı din ve ırktaki insanların birbirlerini ötekileştirmek yollarından biri de karşılarındakini adlandırmakta kullandıkları tabirlerdir. Bunlar zaman zaman öfke ifadesi için de kullanılabilir.

Din kardeşi’ olmayanlara ‘gavur’ veya ‘haço’ demek de bir başka kızgınlık ifadesiydi. Ama bu hiçbir zaman ‘ananı avradını’ veya ‘soyunu, sopunu’ sözcükleriyle başlayan küfürlerle

4 Moşe: Yahudilere Hıristiyanlarca verilen ad. 5 Cehü: Yahudilere Kürtçe verilen ad.

karıştırılmamalıydı. Bu sadece ağız alışkanlığından kaynaklanıyor, hatta zaman zaman bir övgü niteliği de taşıyordu.

Verdiğim para gavur oğli gavura anasının süti kimi helal olsın! Onun tiktiği yemeni allahvekil heç eskimi!” Haço’nın dölinde ne ghefif el var, kardaşım! Dişimi çekti, heç ferkine varmadım! Türkçe ‘gavur’un karşılığı Kürtçe Fille’ydi. Ama gerek Türkçede ve gerekse Kürtçede ortak nokta “haço” olarak tescil edilmişti. Türkçede korkak Yahudi deniyordu ama korkak Musevi denmiyordu (Margosyan 2005:53).

“Müslümanların tüm Hıristiyanlara toptan gavur demelerine karşılık, Hıristiyanlar da tüm Müslümanlara toptan “Dacik” diyorlardı.” (Margosyan 2005:94).

19. Yüzyılda Sanayi Devrimi’yle dünyada başlayan teknolojik çağa geçiş sürecini kaçıran Türkler’in bu alandaki yetersizliği günümüzde de devam etmektedir. Bununla ilgili algılamalara da eserde yer verilir.

Demağ ki, insanların adları degışığ olırsa, onlar günin birinde muhekkak bi icad yada keşif yapilar! Madam ki benim ismim Mustafa, Musa, Muharrem, Metin degil, demağ ki ben de bi icad yapacağam allahvekil…(Margosyan 2007:144).

Devlet işlerinde Türklerin çalıştırılması bir politika olarak yürütülmüş olmalı ki yazar bu noktada Türkleri mesleki açıdan değerlendirebilmektedir.

Türklerin çoğunluğu devlet memuruydu. Eczacı, doktor, hakim, savcı, kaymakam, öğretmen, polis ve askerlerin dışında, diğer

mesleklerden de şehrin ana caddelerinde işyerleri vardı. (Margosyan 2005:58).

Din farkından dolayı azınlıkta kalan Ermenilerin Müslümanlar tarafından ezilmesi kendini bilen Müslüman tebaa için tahammül edilecek bir konu değildir. Buna razı olmayan Müslümanlar güçleri nispetince bu tarz olaylara müdahale ederler.

…Neyseki ordan geçen iki çarşafli kari aralarına girmişler, bunları zorla ayırmışlar. Karilardan biri çocığlara kızmiş: ‘Ula utanmasiz, üçız bir olmışsız bu oğlanı dögisiz?” “Bibi o Ğhaçodır, puta tapi. İstiyığh ki eşedini getirsın, hak dine dönsün.” “Valla şimdi size ele bi kötek atarım ki! Ula benamuslar! Allah’ın işi size mi kalmış? Na onlar da Allah’ın kuli değil?”

Kari ayağından yemenisini çığhardiği kimi üstlerine yürımış, onları kovmiş, paşam da eve göndermiş…(Margosyan 2007:309).

Kıbrıs Meselesi Türklerin dünyadaki olumsuz imajı için Batı tarafından kullanılan bahanelerden önemlileri arasındadır. Araştırmamızın birinci bölümünde konuyla ilgili bilgi verilmektedir. Batı Kıbrıs Meselesi’ni ötekileştirmek için Türkler aleyhine kullanırken, ülke içinde de bazı Türkler aynı meseleyi gayrimüslim tebaayı ötekileştirmek için fırsat olarak kullanmaktadırlar.

Babam okuduğu gazetelerden, dinlediği “ajans”lardan işin sonında “bi poğhlığ” çıkacağını söylerken galiba çok da yanılmamıştı. Demirciler Çarşısı’nın hemen yanındaki Yoğurt

Pazarı çevresinde toplanan yüzlerce kişi ellerinde siyah kukuletalı cübbesiyle, uzun sakallı Makarios’un büyükçe maketini yakmak için toplandıklarında maksatları piskopos Makarios’un ‘Fılla’ demircilere gözdağı vermekti sanki. Makarios’un maketi gazyağı döküldükten sonra kahkahalar eşliğinde ateşe verilip yakılırken öfkeyle fırlatılan kavun karpuz kabukları, hıyar, kabak, domatesler ve çiğ yumurtalar nedense hedeflerinden şaşarak demircilerin örslerinde, suratlarında patlayıp kahkahaya dönüşüyordu (Margosyan 2007:486).

Yazarın Türk imajına fazlaca değinmediği sonuç olarak söylenebilir. Genel olarak olumlu yaklaştığı Türk imajına karşı yazar yer yer temkinli de yaklaşır. Bu temkinli tavrın altında sosyal münasebetler açısından Türk algılanışı değil, Türklerin devlet olarak algılanışının yattığı izlenir. Çünkü; Tehcir ile büyük bir haksızlığa uğranılmış olduğu Ermeniler arasında yaygın olarak kabul görmüştür. Bu süreci hazırlayanlar, yüzyıllardır birlikte yaşadıkları, peygamberleri ayrı olsa da Tanrılarının ortak olduğu Türk komşuları ve arkadaşları değildir. Tehcir’den dolayı da din değiştirerek Müslüman olan Ermeniler tekrar dinlerine dönmüşlerdir. Yalnız bu arada da İslam’ı iyice tanıma imkanı bulmuşlardır. Bundan dolayı dini farklılığı kullanarak Türkleri ötekileştirmekten uzak durdukları tespitlerimiz arasındadır.

4.4.4.2. Ermeni İmajı:

Margosyan’ın eserlerinde Ermeniler, Diyarbakır’da kendi mahalleleri olan bir azınlık olarak karşımıza çıkar. Yazar Diyarbakır ve İstanbul’da da Ermeni bir çevrenin (mahalle, kilise) içerisindedir. Bundan dolayı Türklerle münasebetler yazarın çocukluk arkadaşlarıyla ve yazarın babasının iş hayatıyla sınırlı kalmıştır. Kendisini her zaman Ermeni cemaati içinde bulan yazarda Ermeni imgelemi çok daha yoğundur. Ermeni imgeleminin, İstanbul hayatını konu alan Tespih Taneleri’nde arttığı gözlenir. Yazar çocukluk dönemini geride bırakmıştır ve bir Ermeni olarak eğitimini tamamlamak üzere İstanbul’a getirilmiştir. İstanbul’daki eğitimi de Ermeni okulları ve kiliselerinde geçmiştir. Eserlerdeki Ermeni imgeleminin şu noktalarda yoğunlaştığı görülür. Bir insan olarak Ermeni (doğrudan imaj), Ermeni kimliği, gelenek ve görenekler, Ermeniler için kullanılan tabirler ve meslekler.

Bunları, Ermenilerin doğrudan imajlarından; yani insan olarak Ermenilerin dış dünyaya yansımalarından başlamak suretiyle ele alalım.

Ermeni karakterinin teşekkülünde tarih içinde yaşanılanlara atıfta bulunulur. Bunların başında da I. Dünya Savaşı ve Tehcir gelmektedir.

…acı olaylar silsilesinin ceremesini insafsızca sırtlarına yükleyen “kader”e karşı direnmeyi, pes etmeyi bir bakıma karakterlerinin en belirgin özelliği haline getirdikleri için mi birer “ğhuysız, eynatçı’ kesilmişlerdi? (Margosyan 2007:276).

Ermeni karakterini yansıtan bazı örnekler bireysel kaynaklı olmasına rağmen genel bir durumu ifade edecek niteliktedirler. Bunlar genellikle Ermenilerin çalışkan, misafirperver, sözünün eri oluşlarıyla ilgili pozitif değerdir.

Boş durmak, boş oturmak, tembellik, miskinlik onun defterinde yazmadı. Hele hele erkek olup da bir iş yapmadan durmak onun için ayıpların en büyüğüydü (Margosyan 2005:41).

Yukarıdaki örnek aynı zamanda Ermeni erkeğinin imajını da sergiler; fakat Ermeni kadını için de durum farklı değildir.

Eğso Baco kadın olmasına kadındı ama, yaptığı iş erkeklerin yaptığı türdendi. O da “Kafle’den arta kalan birçok yaşlı ermeni kadınları gibi inşaatlarda amelelik, sıvacılık, badanacılık yapardı (Margosyan,2005:46).

Tehcir’den sonra yurtdışına giden Ermeniler de çalışkanlıklarıyla belirir.

“Yunanistan derken, misyonerlerin yardımıyla Amerika’ya getmişler. Orada çalışmışlar, eyi de para kazanmışlar, ev barğh kurmişlar.” (Margosyan 2007:80).

Sözünün eri ve misafirperver olmak da Ermeniliğin gereği olarak verilir.

“Değil bi Hay Kristonya, Dacig bi misafirimiz da olsa anında elini evelallah cebine attırmanığh; çünki Hay olsın, Dacig olsın, mısafır mısafırdır.” (Margosyan 2007:182).

“Egılli Kürt müşterimizin yemenilerinin yetişmaği ğhatrına çoğh ısrar etmedım; çünki esnaf dediğin verdiği sözı tutacağ!” (Margosyan 2007:183).

Anadolu Ermenileri ile İstanbul Ermenilerinin Ermenilik kavramını algılayışları da farklıdır. İstanbul Ermenileri Anadolu Ermenilerine göre tarih içinde

çok daha az ezilmişlerdir ve İstanbul Ermeni yoğunluğu açısından Anadolu’dan çok üsttedir. Bütün bunlardan dolayı İstanbul Ermenisi Anadolulu için bir paradokstur.

Kardaşım, ben de Ermeniyem! İsmim Antronig Bezazyan… Diyarbekir’den gelmişem…Adam bızım Anto’nun yüzüne bağhi bağhi, sora da ne diye begenisiz: Ne yapayım! Burada o kadar çok Ermeni var ki. Yaaa, Vertebed hezretleri… Biz Haylığ içün canımızı veriyığh, adam diyi ki, bahan ne senin Haylığından! Heç bele bişe olır! (Margosyan 2007:179).

Anadolu’nun misafirperver ve diğer Ermenilere karşı saf hali bazı Ermeniler tarafından kullanılarak hırsızlık dahi yapılır.

Caketi ali, bi de bağhi ki cızdani yoğh! Aşaği odaya koşi, bağhi ki çekmecelerin altı üstıne gelmiş, ğhurda altunların kavonozi boşanmiş, arğha terefe sağhladıği Reşatlar, Ezizler, Cumuryetler yerinde değıl! Anliyacağın, bizim Antroniğ kardaşımızın eli birez fazla uzınmış (Margosyan 2007:185).

Yazarın babasının başından geçen bu hırsızlık olayına karşı sergilediği tavır da Anadolu Ermenisinin Ermeniliğe laf getirmemek için nasıl bir hal içinde olduğuna örnek gösterilebilir.

Yoğh Baboş, yoğh! Bız kendi içımızden bi tene süti bozığ çığhti diye oni da gidip polese şikayat edersağh yazuğ bızım Haylığımıza! El aleme rezil rüsva olmağtansa bu yara kendi içimizde kalsın, yavaş yavaş kabuğ bağlasın (Margosyan 2007:185).

Eserlerde Ermeni imajının oluşumu kimliğe gösterilen önemle de ortaya çıkar. Eski yaşama özlem duymak, Ermeni isimleri, Ermeni ailelerinin kaydı, Anadolu Ermenilerinin Kürtlerle karıştırılması ve Tehcir, Ermeni kimliğini tarif etmekte kullanılan unsurlardır.

Yazarın çocukluğunu geçirdiği Diyarbakır’a duyduğu özlem eserlerinin tümünde işlenen hakim bir temadır. Aslında yazar kimliğini Anadolululukla da oluşturmaktadır.

Anadolu kökenli şair ve yazarlarımızın dillerinden eksik etmedikleri ‘garod’ sözcüğüyle karşılaştıkça Hanedan’ın gizemini daha yi kavrayıp anlıyordum. Garod, özlem…Edebiyatımız özlem şiirleriyle doluydu; hikayelerimizde, romanlarımızda özlem işleniyordu; müzikte başı çeken genellikle keder, hüzün, bitip tükenmeyen özlem duygusuydu (Margosyan 2007:462).

Doğdukları topraklara ayak basmaları, emdikleri sütün bir bakıma bedeli olarak yasaklanan bacı kardeşin “ğheyal meyal” hatırladıkları Hanedan, artık şu yada bu dağın yamacındaki sıradan bir köy değil, özlemin adıydı... (Margosyan,2007:463)

Anam Hıno ile babam Dişçi Ali, İstanbul’daki Şişli Ermeni Mezarlığı’nda, başlarında dikili duran mermer bir haçın gölgesinde uyuyorlar. Keya Dayı, Nonabet Nalbantyan, Bağlarbaşı Ermeni Mezarlığı’nda ünlü şairimiz Bedros Turyan’a komşu gitti. Estedur Dayı, Yedikule surları dışında, Balıklı

Ermeni Mezarlığı’nda daha dün duvar dibinde kazılan bir çukura gömüldü. Biz, geride kalanlar, biz yaşayanlar şimdi evimizi, dut ağacımızı, nar ağacımızı ve onların gölgesini arıyoruz (Margosyan 2005:50).

İsimler olmadan kimliğin varlığından söz edilemez. Ermeniler de bu konuda oldukça hassastırlar. I. Dünya Savaşı sürecinde bazı Ermeniler isimleri Müslüman isimleriyle değiştirmişlerdir. Şartlar değiştiğinde ilk olarak eski adlarına dönmüş olsalar da bazıları yeni isimleriyle kaynaşmış durumda hayatlarını sürdürürler.

Diyarbakır’da babamın deyimişle Birinci Harb-i Umumi’nin o karanlık günlerinde Dikran Dayı’nın asıl adını silip götürerek ikinci adı Hasan yapışmıştı alnına. Babamın Sarkis alan adı Ali’ye Dayımın Haçadur olan adı İsmail’e halamın kocası Erzurum doğumlu Ohannes’in adı Ramazan’a anamın Aznif olan adı Hanım’a dönüşmüştü (Margosyan 2005:90).

Müslüman isimli bir Ermeni’nin toplumda ötekileşmesi çok zordur. Bu yaşam için kolaylık sağlarken kimlik için olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Yazarın babası ismini koyarken zoru tercih edenlerdendir.

Bahan kalırsa adını Burhan koyağh. Okıla gettiğinda zorlığ çekmez! Adıni doğri dürıst sölerler. Üstelik Ermeni oldığı da anlaşılmaz, o da rahat eder. Muhterem Ebune hore oğlımın adı rehmetli babamın adi olacağ. Adi Mıgırdiç’tir (Margosyan 2007:28).

Kimliklerinin yok olmaması için isimlerin önemini kavramış olan Ermeniler bireylerinin kaydını tutmaya da özen gösterirler bu konu da başı çekenlerden biri de yine yazarın babasıdır.

Diyarbakır’da hangi köşe yada bucakta, hangi delik veya kullik- te kaç Ermeni’nin yaşadığını, nasıl geçindiklerini, ne yiyip ne içtiklerini bilmesi kendi kendine yüklediği bir görevdi (Margosyan 2007:139).

Ermeni kimliğinin oluşumunda dil ve Tehcir çok önemli unsurlardandır. Dil, yazarın bir Ermeni olarak eğitiminin en önemli öğelerindendir! Diyarbakır’dan İstanbul’a gitmesinin en öncelikli nedenidir. “Anadilini imla hataları yapmadan yazmayı onur meselesi yap.” (Margosyan 2007:443).

Tehcir’de yaşananların Ermeniler tarafından unutulmaması biraz da dayatılan bir kimlik gerekliliği olarak karşımıza çıkar, ama fiziksel özelliklerin de Ermeni kimliği açısından önemi vardır. Standart Ermeni tipinin dışına çıkıldığında bu zihinlerde soru işareti yaratır. Bu durum Tehcir sırasında ırkî bir karışıklığın endişesi olarak tanımlanabilir. “Ula bu ne biçim Hay’dır? Heç mavi gözli Hay olır…?” (Margosyan 2007:452).

Geleneklerine bağlı ve onları yaşatmaya çalışan Ermeni tipi eserlerde dikkat çekici bir unsurdur. Gelenekler çoğu zaman Anadolu’nun ortak kültürüne karışır. Aslında bunlar da Ermeni kimliğinin parçasını oluşturur.

Erkek evlat sahibi olmak Ermeniler tarafından da önemsenmektedir. Bu Doğu kültüründe halen yaşamaktadır. Kız sahibi olmak ise çok makbul sayılmaktadır.

Bizim oralarda kız çocuğu doğurmak, bir kadın için utanç kaynağı değilse bile, gurur vesilesi hiç değildir. Kız doğurmak hiçbir zaman önemli bir olay olmadığı gibi, marifet de sayılmaz. Diyarbakır gibi bir yerde veya yörelerde, dünyaya kız getirmektense hiç doğurmamak, böylesine yüz kızartıcı işe hiç bulaşmamak daha uygun ve dahi, tövbe tövbe, hele hele sıhhatli bir erkek doğurmaktır (Margosyan 2005:21).

“Kız yüz karası, oğlan paşadır” (Margosyan 2006:24).

Ortak kültür öğeleri de Anadolulu olmanın ve halkların ne derece kaynaştığının göstergesidir.

“Dikroların Dikran diş çıkarmış, bugün ‘hedik yapacağız.” (Margosyan 2006:57).

Geleneklerin kimliklerin bir parçası olduğunu söylemiştik. Bunun en iyi örneğini evlilik konusunda görebiliriz. Öyle ki farklı dinlerden olanların evliliğine son derece soğuk bakan Ermeniler, kimliklerini korumak adına aynı dinin farklı mezheplerinin dahi evliliklerine soğuk bakarlar.

Kimilerinin fikrine göre Ermeniler Erminelerle, Süryaniler Süryanilerle, Keldaniler Keldanilerle, Pırotlar Arotlarla, Dacigler de Daciglerle evlenmeliydi. ‘Karışığ’ evlilikler asla mubah sayılmazdı. Bir Ermeni genci Süryani bir kızla evlendiğinde, yada bir Keldani kızı, bir Süryani ile ev bark kurmaya kalkıştığında, onların ikisinin de eninde sonunda Hazreti İsa’ya ve O’nun kutsal kitabı İncil’e inanan Hıristiyanlar olmaları bu

evlilik için yeterli olmazdı! Öyleyse bu konu da öncelikle göz önüne alınıp, karışık evlilikler yapanlar ayrıca saptanmalı, kimin ‘yarı yarıya Ermeni’ kimin ‘yarı yarıya Süryani’ sayılacağı kesinleştirilip ayrı liste oluşturulmalıydı ki hisaplar karışmasın (Margosyan 2007:143).

Esline bağharsansa kan çağh mohimdir, doğri! Yalavuz o çocığların yari be yari kani kardaşınınsa, yarısi da Dacig karınındır! ‘He valla! Yari Ermeni, yari Dacig kani karişmış, ecayip bi zürriyet peydah olmış’‘Sebep olanların Allah belasını versin! (Margosyan 2007:455).

Dacik’lerle böyle bir alışverişe girmek, kız alıp vermeyi bir tarafa bırakın, böyle bir düşüncenin varlığı dahi kabul edilemezdi. Böyle bir yaklaşım hem Tanrı’ya, hem İsa Peygamber’e, hem de insanlığa karşı işlenmiş bir suç, suçun ötesinde günahtı! Böyle bir günahı Diyarbakır şehri kuruldu kurulalı hiçbir Allah’ın kulu işlememiş, işlemek cesaretini göstermemiş, böyle bir düşünceyi aklının ucundan bile geçirmemiş, geçirememişti. Dünyada olacak şeyler vardı, bir de olmayacaklar. Bu tür şeyler kesinlikle olamayacaklar grubuna girerdi (Margosyan 2005:59).

Türkçe yazan diğer Ermeni yazarların çoğunda olduğu gibi Margosyan’da da mesleklerinin erbabı olmaları Ermenilerin imajında önemli bir noktadır. Bu durum Ermenilerce olduğu kadar Türkler tarafından da kabul görmüştür.

Bizim oralarda Ermenilerin büyük çoğunluğu sanatkardı. Genelde demirci, kalaycı, duvarcı ustası, taşçı, sobacı, kazancı, nalbant, marangoz yada yemeniciydiler…

Yemenici Haço’nun yemeni dikmekteki ustalığı Diyarbakır’ın tüm köylerinde dillere destandı (Margosyan 2006:60).

“Ermenilerin hemen tümü sanatkardı. Diyarbakır’daki tüm demircilerin, evet demircilerin hepsi Ermeniydi.” (Margosyan 200:57).

Yazarımızın babası Ali de eğitimini görmediği halde dişçilikte çok ustadır. Bu konuda diş hekimlerinin bile fevkindedir.

“Ula eferin sahan Ali, allahvekil benim kimi kığh tene dişçi yan yana gelse senin kimi güzel ağhım diş edebilemez düzsın, inci kimi diş düzisen.” (Margosyan 2007:290).

Müslümanlar tarafından gayrimüslimleri ötekileştirmek için kullanılan, çoğu zaman hakaret ifade eden ‘gavur’ tabiri Ermeniler tarafından da kullanılır. Yazar çırak olarak yanında çalıştığı dayısına kızgınlığını hep ‘gavur’ tabiriyle anlatır.

Köylülerin erken gelişi benim de işime erken gitmemi gerektiriyordu. Ancak dayım Haço, bu konuda hep gavurluk, hep fillalık eder, kızar bağırırdı….ondan bu gavur oğlu gavurdan intikam almaya Papaz Arsen’in İncil’i üzerine yemin ederdim (Margosyan 2006:103).

Yazar, ‘gavur’ kelimesini çocuklar tarafından da duyurur. “Hade ula gavur oğli gavurlar, çekin gidin, burada biz oyniyacağığ!” (Margosyan 2005:28).

“…bizleri her defasında bir köşeye sıkıştırdıklarında ‘ula eşedın getir, gavr oğli gavr!” (Margosyan 2003:21).

Mıgırdıç Margosyan’ın eserlerinde incelemiş olduğunuz Ermeni imgesi olumlu bir çizgi takip eder. Anadolu harsının bir parçası olarak yansıyan Ermeniler eski yaşamlarına ve Diyarbakır’a özlemlerini dile getirirken, aslında bu yaşantıdaki memnuniyetleri göze çarpar. Olumsuzluklar hayatın bir cilvesi olarak aksettirilir. Farklı unsurlara olumsuz imalar yüklenmesi zaman zaman hissedilse de bunların makul düzeyde olduğu söylenebilir.

Eserlerde Ermeniler çalışkan olmanın yanı sıra mesleklerinde çok başarılıdırlar. Tipik Anadolulu özelliği taşırlar. Memleketlerine her daim özlem içindedirler. Gelenek ve göreneklerine son derece bağlı, dini açıdan ise tutucudurlar.

Benzer Belgeler