• Sonuç bulunamadı

4.4 TÜRKÇE YAZAN ERMENİ YAZARLARDA TÜRK VE ERMENİ İMAJI 1 ZAVEN BİBERYAN’DA TÜRK VE ERMENİ İMAJ

4.4.3 Agop Arslanyan’da Türk ve Ermeni İmajı:

Yazar, tezimize konu olan Adım Agop Memleketim Tokat eserinde memleket özlemi çeken ve yıllar sonra memleketine dönerken hafızasını tazeleyen bir Ermeni olarak karşımıza çıkar. 1934 doğumlu olan yazar on iki yaşına kadar Tokat’ta yaşar. Bu dönemi Türkler ile müşterek bir hayatı paylaşarak geçiren Arslanyan’ın eseri Türk ve Ermeniler açısından daha çok olumlu imgelemle yüklüdür.

4.4.3.1. Türk İmajı:

Türk imajını daha çok olumlu olarak ele aldığını söylediğimiz yazar, imgelemin olumsuz yanlarını devlet idaresi, çocuklar ve kısmen de Tehcir dönüşü yaşananlar üzerinden verir.

Devlet idarecilerinin gayrimüslimlere yönelik uygulamaları yazarımızın hayatını küçük yaşlarında olumsuz olarak etkiler. 1941’de babası, amcası ve abisinin Yirmi Sınıf İhtiyat Askerliğine alınması ailenin ekonomik hayatını alt üst eder. Devletin soğuk yüzünü ilk kez böyle tecrübe eden yazar devletin yasakçılığından da rahatsızdır.

Semerci Maksut emminin iki kulağı da sağırdı. Askerlik şubesinde hiçbir soruya tam cevap verememiş. Onlar da bu taktik diye hayli hırpalamışlar adamcağızı. ‘Efendiler’ demiş, “Benim iki kulağım da sağırdır. Beni bağışlayın” Şube başkanı yere bir nikel on kuruş atmış, zavallı adam gayri ihtiyari geri dönüp bakmış. Meğer bu bir kandırmacaymış. “Vay efendim, sen bir devlet dairesinde, devleti temsil eden kişileri uyutmaya

çalışıyorsun!” diye memurlar sırayla okşamış garibanı.” (Arslanyan 2006:41).

“Ermeni bir aşuğ tarafından yazılmıştı ve büyüklerimizin memleketi olan Sivas’ın Taşra yöresiyle ve aradaki Surp Nişan kilisesiyle ilgiliydi. Ancak, şarkıda geçen “Surp Nişan” kelimesi yasakçı zihniyetin hoşuna gitmemiş olacak, ne yazık ki bir süre sonra şarkı radyolarda çalınmaz oldu…

Tavra’nın Surp Nişan’ı bütün Sivas’ın şanı

Tavra’yı sevmeyenin, yoktur dini imanı

Hey Tavralı Tavralı, paraları turalı

Görmedik sizin gibi, bu cihan kurulalı... (Arslanyan 2006:25).

Çocuklar bazen acımasız yanlarıyla karşımıza çıkarlar ve can yakıcı olabilirler. Onların acımasızlığının arka planında büyüklerin olduğu su götürmezdir. Büyüklerin ötekileştirmeyle ilgili her tutumları çocuklarda inanılmaz davranışlara sebep olabilir. Bu konu diğer yazarlarda da dile getirilir. Arslanyan buna çocukluktan öte anlam yüklemez.

A be kefene enikleri, ne ağlarsın be kızanlar, sizi dövmüyacaz, elimizi kefereye sürüp kirletmeyiz. Bir tanesi yere bir haç çizdi.Ulan bu puta tükürüp, sonra çiğneyeceksiniz, o kadar cezanız bugün! (Arslanyan 2006:78).

Ge ge ge ge gevur/ Boyunu satırla vur/ Kazana koy, hindi gibi kavur G ege g ege gevur! (Arslanyan 2006:36).

Çocukların bu pervasızlığı Türk aileler tarafından hoş karşılanmaz ve buna müdahale edilir. Yine Ermenileri koruyup kollayan bir Türk imajı da farklı şekillerde karşımıza çıkar.

“Tokatlı Türk aileleri onları (çocukları) paylar, kovardı.” (Arslanyan 2006:35).

Bir süre sonra şehre Alişan Bey adında bir emniyet amiri geldi, koca Tokat’ı susturdu… Ermenileri kolluyor, ‘En ufak bir şikayetiniz olursa doğru bana gelin’ diyordu (Arslanyan 2006:37).

Tehcir’den dönen Ermenilerin malları üzerine konanlar olduğu gibi onları sahiplenen Türk imajı da karşımıza çıkar.

Kim evinin kapısını çalsa aynı cevabı alıyordu: ‘Abe cenabet bir daha ki vurmayasın hanemin kapısını!’ Yine de Türk komşularımızın bazıları bize yer verdiler, ekmek verdiler, aş verdiler; yaramızı sardılar…(Arslanyan 2006:104).

Türkçe yazan Ermeni yazarların hepsinde rastladığımız ‘gavur’ tabiri Türklerin Ermenileri ‘öteki’ olarak tanımlamak için kullandıkları; fakat Ermeniler için çoğu zaman rencide edici olan bir kelimedir. Tabir bazen pervasızca yüze karşı söylenebildiği gibi genelde meclis dışında kullanılmaz. Yanlışlıkla kullanımı Ermenileri üzdüğü kadar Türkleri de mahcup eder.

A kızım, ver o parayı, al sana nasip olsun, bir gevura gitmesin” dedi. Eşimi iyi tanıyordum, “yer yarılaydı da içine gireydim,” diye düşündüm o an. “Olmadı amca, alamam be o zaman! Çünkü

gevurun en koyusuyum, Ermeni gevuruyum.” Adamcağız sessizce başını salladı, mahcup olmuştu. A kızım, bu yüzükte ustamdan kalma. Ustam Ermeni’ydi, bu dükkanı her sabah ‘Der voğormya’ diye açardı. Al bu yüzüğü de ustamın ruhu şad olsun. Ne yaptıksak yüzüğe karşılık para kabul etmedi (Arslanyan 2006:60-61).

Gavur tabirinin kullanımında bir şuursuzluk da vardır, yukarıdaki pasajda bu sezilebilir. Bütün olumsuzluklar ‘gavur’ ile birlikte mevcut durumla alakalı olsun olmasın, aktarıverilir.

“Pis gevur! Bir daha buraya gelirsen ayaklarını kırarım, cenabet kadın!” (Arslanyan 2006:73).

“Yarın Pazar, gevurlar azar.” (Arslanyan 2006:42).

“Ulan gevurun atı da gevur olur.” (Arslanyan,2006:16).

Türk ve Ermeniler arasındaki kaynaşma öyle yoğun bir şekilde yaşanır ki tuhaf olarak algılanabilecek durumlar ortaya çıkar ve bunlar da farklı imajlar oluşturur. Dünyevi sıkıntılarından kurtulmak için Hıristiyan evliyalara ve kiliselere gitmekte sakınca görmeyen Türklerle karşılaşırız.

Tam Vosgeperan’a gidecek cinsten deli bu oğlun!’ dedim anana. Vosgeparan, viran olmuş ayakta bir tek dört duvarı kalmış eski bir kiliseydi. Müslümanlar da, Hıristiyanlar da akıl hastalarını ve çok ağır rahatsızlığı olanları oraya götürür.” (Arslanyan 2006:16).

….Onu gören, hangi dinden olursa olsun, “Bu zat ahir zaman peygamberi!”diyordu. Türklerin bazıları da başları sıkışınca onun yardımını istiyorlardı: Çocuk hasta. Peder Kevork gelsin de bize İncil-i Şerif’ten dua okusun (Arslanyan 2006:76).

1940’larda Sovyet Rusya bütün Ermenileri Ermenistan’da toplamaya çalışır. Bu durum Ermeniler arasında heyecan yaratır. Özellikle gençlerde bir hareketlilik başlar. Başlangıçta gizlilikle yürütülen yolculuk faaliyetleri zamanla coşku ve sevinç haline dönüşerek aşikar olur. Asırlardır birlikte yaşadıkları Türkler bu coşku halinden üzüntü duyarlar. Yazar tarafından dile getirilen bu durum Türk imgelemi açsından olumlu bir algılamadır.

Bu coşku yavaş yavaş Türk komşularımızca hor görülmeye de başladı: ‘Bizim ne zararımızı gördünüz ki böyle sokaklara dökülüyorsunuz’ diyorlardı.’ (Arslanyan 2006:67).

Türk kadınıyla ilgili yanlış mülahazalardan kaynaklanan bir takım imajlar da oluşturulmuştur. Geleneksel anlamda şehir hayatı süren Türk kadınları iş hayatında pek fazla yer almazlar. Kadın genellikle evi ve çocuklarıyla ilgilenir. Çalışanlar her zaman erkekler olmuştur. Zaten Anadolu’da kadınların çalışabileceği işletmeler dönem itibariyle yoktur. Kırsaldaki kadın tipi daha farklıdır. Kadınlar evinde, tarlasında çalışabilirler. Erkek-egemen bir toplum olduğumuz için kadınlarımızın erkeklerle birlikte çalışması o dönem için Anadolu’da pek mümkün değildir. Arslanyan kadınların çalışmayışlarını dini saiklere bağlamıştır. Bu İslam’da da yeri olmayan yanlış bir yaklaşımdır.

Tokat’ta Müslüman kadınlar dince günah sayıldığı için çalışmadıklarından otuzu aşkın yoksul Ermeni kadın burada ekmek parasın çıkarıyor…(Arslanyan 2006:92).

Eser, sosyal ilişkilerden dolayı ortaya çıkan Türk imajlarıyla yüklüdür. Bu imajlar olumlu yaklaşımlar içerir ve samimi bir şekilde yansıtılır. Hatta bazı imajlar Türk’e karşı hayranlık da ifade eder.

Tokat’a göç etmiş Dağıstanlı Türk aileleri vardır o zaman asil vakur. Bir de hep şık giyimli, kızları ayrı erkekleri ayrı güzel Çerkesler. Onlar da göç etmişler. Çerkes köylerine gittiğinde insanın ağzı açık kalırdı; gümüş takımla, semaver bardakla çay içilirdi (Arslanyan 2006:11).

Tokat’ta kuyumculuk sektörünü elinde bulunduran Ermeniler çarşıdaki tek Türk kuyumcuya karşı olumsuz bir yaklaşım sergilemezler. Aksine saygı ve sevgi ifadeleriyle överler.

Tokat’ın tek tük önemli caddelerinden olan Meydan’da on iki kuyumcu dükkanı çalışırdı. Bu caddede bir tek Türk kuyumcu vardı, çok sayılıp sevilen Celal bey. Diğer kuyumcular hep Ermeni’ydi (Arslanyan 2006:59).

Birlikte yaşadıkları insanları, aralarındaki farkları düşünmeksizin kendinden ayrı tutmayan Türk imajı da imgelenir. ‘Ne olursan ol yine gel’ felsefesi Anadolu insanınca içselleştirilip, uygulamaya konulmuştur. ‘Ötekileştirme’ kavramı farklılıkları ifade ettiği gibi üstün olmayı ve hor görmeyi de vurgular. Bu da Anadolu’daki Müslüman-Türk anlayışına uymaz. ‘Ötekileştirme’ vardır ama bu

sistemli bir tavır değildir. Müslüman-Türk’ün Ermeni’ye karşı birçok tavrı özleştirmeye uygundur. Bu durum Anadolu Ermenisi için de farklı değildir. Özleştirmekte üzerlerine düşeni yaparlar.

Tam karşıda Esma teyzeler otururdu, mahallenin tek Türk ailesiydi. Temiz, düzenli, ağırbaşlıydılar. Bizim bayramlarımızda, Dzınunt’ta, Zadig’de onlar bize gelirdi, onların bayramında biz onlara giderdik. Hatırlarım, bir ara muhacirler “Gavura kurban eti vermek günah!” diye söylenti çıkardıklarında Esma teyzenin kocası Nizam emmi nasıl da kızmıştı: ‘Tövbe estağfurullah, yobaz herifler!’ (Arslanyan 2006:15).

4.4.3.2. Ermeni İmajı:

Eserde Ermeni imajına Türk imajına göre daha çok yer verilmiştir ve Ermeni imajı eserin hiçbir yerinde olumsuzluk ifade etmez. Yazarın Türk imgesini oluşturmaktaki genel tavrı da olumludur. Bunda son derece özlem duyduğu toprakları güzellikleriyle hatırlamak istemesinin etkisini görüyoruz. Bunun yanı sıra yazarın ailesi değirmencilikle uğraşmaktadır ve I. Dünya Savaşı sırasında bölgenin un ihtiyacını karşılamak için Sivas’tan Tokat’a getirilmişlerdir. Bu özel durumlarından dolayı Tehcire maruz kalmışlardır. İncelediğimiz diğer yazarların eserlerinde özellikle Türk imajına olumsuzluklar yüklenirken Tehcir önemli bir faktör olarak karşımıza çıkar. Yazarın ve ailesinin Tehcir’e maruz kalmayışı imajlara yaklaşımdaki olumlu havayı doğurmuştur. Buna rağmen yazar yakınlarının Tehcir anılarına zaman zaman değinir.

Özlem motifinin yoğun bir şekilde işlendiği eserde Ermeni imajı farklı boyutlarıyla ele alınır. Bunlardan en dikkat çekicisi kendi toprağına ve vatanına son derece bağlı olan Ermeni imajıdır. Yazar, yıllar sonra Tokat’a döndüğünde Ermenilerden kimse kalmamıştır. Yalnız bir Ermeni vardır ki o da yazarın amcaoğlu İsdepan’dır. İsdepan Marker Esayan’ın ‘Karşılaşma’sındaki ‘Pehlivan Usta’ karakteriyle benzerlik gösterir. İspedan Tokat’a bağlı olmanın yanı sıra Kore Savaşı’na katılmış vatan sevgisiyle de dolu bir gazi’dir.

‘Bir tek sen kalmışsın emmioğlu.’

‘Bir Allah, bir ben.’

‘Peki, eş dost yar yaran’

‘Bağım bahçem var.’

‘İstanbul’a gel desem gelmez misin?’

‘Eğer başın darda ise gelem, kurban olam; yoksa…’(Arslanyan 2006:12).

O Kore gazisiydi, Kore muhaberesindeki yiğitliğiyle Tokat’ın övünç kaynağı olmuştu. O dönemin ünlü gazetecisi Hikmet Feridun Es’in Hürriyet’teki Kore haberine başlık bile olmuştu.” Kore’de bir aslan, adı İspedan Aslan” Tokat’a dönüşünde bizzat vali ve belediye başkanı eşliğinde karşılanmıştı. Amcaoğlum dev yapılı pehlivan torunu. (Arslanyan 2006:13).

Tokat’ta Ermenilerin yiğitlikleri İspedan’la kalmaz. Dinlerine bağlı olan Ermeniler gerekirse din konusundaki tartışmalarda bileklerinin gücüne başvurdukları gibi, fakir fukaranın hakkını korumak için de kavgadan geri durmazlar.

Deli Murat, Tokat’ın ele avuca sığmazlarındandı. Dev gibi vücudu, Allah vergisi kuvveti, hiç durmayan çenesi ile meşhurdu. Lafını hiç esirgemez, dangıl dungul konuşurdu. Koyu bir Hıristiyan olduğu için, özellikle dini tartışmalar yüzünden onu her gün beş on kişinin içinde yumruklar arasında görürdünüz. O kadar insanüstü bir kuvvete sahipti ki ona vuran yere düşer, kendisi yine ayakta kalır…(Arslanyan 2006:28).

“Mıgır Usta, kardeşi Manuk Ustanın aksine bağırıp çağıran, yetimin hakkını yumrukla koruyan yiğit bir adamdı.” (Arslanyan 2006:86).

Yardımseverlik eserde doğal bir Ermeni karakteri olarak verilir. Zaman zaman bu karaktere zıt düşen Ermeniler resmedilse de genel tavır bu yöndedir. Yardımlar sadece Ermenilerin kendilerine yapılmaz, başı sıkışan herkese yardım edilir.

“Kimseyi boynu bükük bırakmamak bizim oralarda en kutsal vazifeydi.” (Arslanyan 2006:42).

Harp zamanının evliyalarından biri de Asdvadzaduryanların Aram efendiydi. Eli darda olan, başı sıkışan, onun ne yapıp edip derdine bir derman bulacağını bilmenin verdiği güvenle Aram efendiye koşardı.(Arslanyan 2006:29).

“Aram efendi genç yaşta hayata veda edince Tokat’ın Türkleri de Ermenileri de cenazesinde gözyaşı döktü.” (Arslanyan 2006:30).

Eserlerinde Anadolu Ermenilerini işleyen yazarlarımızın hepsinde karşılaştığımız, ortak bir imaj olarak tespit edebileceğimiz, Ermenilerin işlerinin ehli ve ustalıkta ileri seviyede oluşudur. Bu konuda Adım Agop Memleketim Tokat incelediğimiz eserler arasında en zenginidir. Ermeniler için ustalık imajının önemini ve eserdeki zenginliği göstermek için örnekleri aşağıda sıralıyoruz.

“Bütün askere un veren pehlivanın en büyük ustası, sultanların ünlü güreşçisi Simon Pehlivan’ın torunlarından Havak emmiydi.” (Arslanyan 2006:25-26).

“En önemli baltacık ustası Tokat’ın ünlü demircisi Karakaş’ın Manuk ustadır.” (Arslanyan 2006:26).

…şarabı büyük ağbim Kevork yapardı. İşin ehliydi. Tokat’ta öyle ünlü şarap üreticileri vardı ki, bunlar devletten, Reji İdaresi’nden izin alırlar, öyle şarap yaparlardı. Vergisini ödeyerek, yasal, örneğin Gedikyanlar. Her yıl on ton şarap yaparlarmış. Herkesin evinde kendi şarabı olduğu halde Gedikyan efendinin şarabı da ayda bir iki masaya gelirdi illa. Diğer bir ünlü şarapçı olan marangoz Arşavir Urun emmi üretimi özel bir maharet isteyen siyah şarap da kordu (Arslanyan 2006:49).

Dükkânımız Celal beyinkinin yanındaydı. Öbür yanımızda Kibir Diran usta, onun yanında da antik Tokat işleriyle meşhur Gagoş’un Suren usta. Onun hemen yanı başında eski Ermeni işlerinde çok görülen savatın piri Aram usta. Yanında ayakkabıları gıcır gıcır Boğos usta. İskarpinlerin sırrını ise ünlü kunduracı Goba Sarkis usta bilirdi. Bütün devlet büyüklerinin ayakkabılarını ya İncelerin Aram ya da Goba usta yapardı (Arslanyan 2006:60).

Hele Didoz’un Kirkor amcanın çizdiği desenler, boya ustası Pesa Nazar‘ın Başları, Tatos’un Aram’ın ustalığı… Tokat Ermenileri yazma işine damgalarını vurmuşlardı (Arslanyan 2006:61).

“Ohannik emmi Tokat’ın tek balıkçısıydı. Sanki çağlayarak akıp giden bütün Yeşilırmak onundu.” (Arslanyan 2006:68).

Tokat’ın en köklü ailelerinin birinden gelen Sırpuhi Evran el sanatlarında çok başarılıydı. Tokat’ın sanat elçisiydi ve göç ettiği Kanada’da dünya çapında ünlü oldu (Arslanyan 2006:71).

“Ekip başkanımız ünlü demirci Mıgır Karakaş ustaydı.” (Arslanyan 2006:80).

“Ailenin ikinci oğlu olan Borkev ustanın yaptığı dövenin dişleri asla dökülmezdi.” (Arslanyan 2006:113).

Ustalık kavramı Ermenilikle öyle özdeşleştirilir ki usta demek Ermeni olmak ya da Hıristiyan olmakla eş tutulur. Bu Türklerin Ermenilere giydirdiği bir imaj olarak da belirir.

“Merhaba usta,” dedi. Vay canına, adam bir canlandı: “Tövbe estağfurullah! Ben ustayım, elhamdülillah Müslüman’ım, neden usta olayım ki!”diye çıkıştı. Yörede ustalar genellikle Ermeni olduğundan usta diye anılmak gücüne gitmişti (Arslanyan 2006:63).

Eserde yemeğe düşkün bir Ermeni imgelemiyle karşılaşırız. Yemekler Tokat Ermenisi’nin tarifinde kullanılacak bir imaj olarak belirir. Yemeği yapmakta büyük hüner, yemekte büyük bir iştah gösterirler. Bölgenin meşhur yemeklerinin Ermeni menşeli olduğu izlenimi de verilir.

Duvara asılan kavurmamız, pastırmamız, sucuğumuz, teker teker kalıplanmış kuyruk yağımız, bulgurumuz, unumuz, hevenk dediğimiz, örme saça benzeyen örme soğanımız, baş tacımız sarımsağımız ve hatta kaya tuzumuz… Hepsini kilerdeki denk denilen sandıklara yerleştirirdik. Anam her denkin üzerine eliyle haç işareti yapar: ‘Hayr Abraham (Halil İbrahim) bereketi üzerinde olsun’ derdi (Arslanyan 2006:45).

Keşkek ya da bizim Ermenice söylediğiz şekliyle herisa Ermenilerin önemli bir yemeğidir. Ama doğrucu anam “Herisa bizim yemeğimiz değil.” derdi. Bu yemeğin gerçek ustaları Van, Maraş, Ayntap Ermenileriydi. Keşkeğin bir çeşidinde, Ermenice gorgot dediğimiz iri taneli buğday, iri but kemiğiyle beraber kendine has malzemesiyle maltızda pişer; bir diğer çeşidinde ise

kemiksiz lop et, helva gibi oluncaya dek pişer, hatta tokmaklarla dövülür etle macun gibi karışır (Arslanyan 2006:56).

Ağaların kebabı ev yapımıdır. Yemesen de kokla yeter. Bu ağalar küçük bir lokma üzerine et koyar, biraz çocuklara ikram etmeden yemeğe başlamazlardı…Kebap kapları birbiri ardı ıra sökün ederdi. (Arslanyan 2006:58).

“Anam elinde tahta bir kaşık, o ekşimsi batı yaprağa sarardı. Bir kazan bat yerdik, biter giderdi.” (Arslanyan 2006:59).

Tokat’ta çevirme yaparken ateşi hayvanın altına koymazlar, ateş yanda yanar. Tıpkı Tokat kebabındaki gibi en az üç dört saat çevrilirdi; kekik suyu, nar suyu ve sıvı tereyağı kızaran yerlere devamlı sürülürdü ki nar gibi olsun. Yörenin bol soğanlı az mercimekli ünlü bulgur pilavı bir kazandan ortadaki koca kazana dökülürdü. Mıgır usta o demir pençesiyle şişi şöyle bir sallayınca etler parça parça pilavın üstüne dökülürdü. Demir şişte yalnızca kemikler kalırdı. Bu hanımlar ve çocukların yemeğiydi (Arslanyan 2006:80).

Sivas’ın en ünlü lokantası Tokatlı Harut ustanınkidir. O zamanlar büyük bir şehir olan Sivas’ta şehrin esnafı devlet erkânı, ziyafetlerini kebapçı Harut’un lokantasında verirdi (Arslanyan 2006:20).

Fiziksel özellikler de milletlerin imajlarını oluşturmakta önemlidir. Almanların sarışın; Türklerin bıyıklı, Fransızların kumral vb. oluşu gibi. Ermenilere has fiziksel

bir imaj çizilir ve bu imaj eserde Ermenilerce kanıksanmış görünür. İncelediğimiz diğer yazarların eserlerinde de buna fiziksel Ermeni portreleri çizilmiştir.

Eğer standart bir Ermeni tipi çizmek mümkün olsaydı, ressamlar Harut’un resmini çizerlerdi herhalde. Kalın ense iri bir burun, kalın kaşlar, tok bir ses (Arslanyan 2006:20).

Tehcir Ermeniler için çetin geçmiştir. Bu dönemin getirdiği zorluklardan dolayı kimi Ermeniler tehcire dayanamayacağını düşündüğü çocuklarını güvendiği Türk ailelerine bırakmak zorunda kalırlar. Tehcir kargaşasında kaybolan Ermeni çocukları da Türkler tarafından sahiplenilir. Bunlar aynı zamanda Müslümanlaştırılmıştır da. Ama bu çocuklar benliklerinden yabancılaştırılmamış, yetişkin olduklarında onlara her türlü özgürlük tanınmıştır. Bu durum Türkler için de son derece olumlu bir imaj oluşturur. Bu haliyle Türkler insan ve Müslüman olmanın bütün gerekçelerini hat safhada göstermektedirler. Bu şekilde muamele gören bir Ermeni çocuğuyla eserde karşılaşmaktayız. Üç yaşında Türkler tarafından ölmüş bir kadının yanında bulunarak sahiplenilen Ermeni çocuğuna yirmi yaşına geldiğinde özgürlük tanınmıştır. Yirmi yaşındaki bu gencin bu olaydan sonraki tavrı ise yıllarca Müslüman olarak yaşadıktan sonra aslına, yani Hıristiyan-Ermeni kimliğine dönmek olmuştur.

Ben askerlik çağıma geldiğimde anlattı babacığım bana bütün bunları. Artık yirmi yaşındasın, istersen Tokat’a gidebilirsin belli bir akraban çıkar vebali bizden gitsin, seni azat ediyoruz dedi. Askere giderken onlarla vedalaştım, dönüşte Tokat’a yerleştim. Geçmişe dair hiçbir şey bilmediğim için kimseyi

bulamadım, yengen Yeran’la evlendik ha deli oğlan. Vaftiz olmadan papaz efendi düğünümüzü yapmadı, biz de vaftiz olduk. Yusuf’un Ermenicesi olan Hovsep ismini aldım ama herkes beni Çerkes Yusuf diye çağırır (Arslanyan 2006:120).

Eserde İstanbul ve Anadolu Ermenileri arasında bazı farklar vardır ve bunlar Anadolu Ermenisi için bir paradokstur. Anadolu’da ilişkiler daha birincildir ve insanlar özelliklerine göre kategorize edilmezler. Usta ne yerse çırak da onu yer. Daha sanayileşmiş olan İstanbul’da ilişkiler ikincileşmiştir, herkes yerini bilmelidir. Belki bu durum Türkler için de geçerli olabilir ama azınlık durumunda yaşayan Ermenilerin İstanbul’daki yaşantılarının bu şekilde başkalaşması dikkat çekicidir.

Şu bir gerçek ki Kapalıçarşı’daki ustalar merhametsiz ve acımasızdı. İki kardeş olan ustalarım her öğlen lokantalardan gelen nefis yemekleri midelerine indirirler beni buyur etmezlerdi (Arslanyan 2006:158).

İstanbul’da başkalaşan diğer bir konu da akrabalık ilişkileridir. Anadolu’da akrabalık ilişkileri çok sıkıdır. Bütün Ermeniler akrabalık olmaksızın da bağlılık gösterirler. Yazarın amcası da bu konudaki normların farkındadır. Başından atmak istediği yeğenini tekrar Tokat’a göndermek için toplum normlarını aşacak zalim planlar yapar.

Yahu Balyan usta, bu oğlanı Tokat’tan getirdim, inan ki, evin ne tadı kaldı ne tuzu, karı koca her gün harp halindeyiz. Ben bunu şimdi Tokat’a yollasam Tokat’a çal olurum. Zira bizim Tokatlılar birbirlerine çok bağlıdır, bilirim çocuğu geri

gönderdim diye hakkımda neler diyeceklerini. Gel bana yardım et, bu çocuk tezgâhtan altın çalıyor diye işten atıver. Ben de ‘çalıştığı yerden çalan çocuğu evimde tutmam!’ diye postalarım hemen Tokat’a (Arslanyan 2006:167).

Eserde Ermenilerin Türklerden rahatsız olmadıkları, Türk kavramıyla hemdem olduklarına dair işaretler vardır. İşletmesinin adını “Türk Lokantası” koyan bir

Benzer Belgeler