• Sonuç bulunamadı

Başlangıçta müzelerin görevi objeyi toplamak, onarmak, korumak ve sergilemek iken 21.yüzyılda eğitim işlevi önemli bir konuma gelir. Müzeler, sadece zamanla veya insanların ilerlemesinden dolayı ortadan kalkmak tehlikesi bulunan nesneleri muhafaza etmeye yarayan bir barınak olmaktan çıkar, bunlar evrenlerinin sonsuz imkanlarını, aynı zamanda uzun tarihini insanlara öğretecek dinamik birer kurum olurlar (ICOM Türkiye Milli Komitesi Yayınları, 1963, Akt. Buyurgan, 2009b: 1169).

“Müzeler, zengin ve birbiri ile ilişkili öğrenmeyi destekler. İnsanların, tüm zamanlara ait dünyayla ilgili var olanları bireysel anlam kurarak öğrenmesine izin verir. İnsanlar farklı müzelerden tarih, bilim, sanat gibi insana ait tüm bilgileri öğrenir. … Müzelerde, içinde sergilediği alana ait gerçek objeler karşısında öğrenme daha heyecan verici ve istekli olur” (Buyurgan, 2009b: 1169). Çocuk, kendi dünyasıyla nesneyi

yaşamaya başlar. Obje karşısında, ne olduğu, dönemi, ne işe yaradığı, ne amaçla yapıldığı, hangi malzemeden yapıldığı gibi birçok soruya hayal gücünü kullanarak yanıt aramaya başlar. Böyle bir öğrenmenin kitap üzerinde dört duvar arasında olması zor bir durumdur.

Genel olarak müze eğitimi, temel eğitimde ve yaşam boyu eğitim sürecinde, yaşantılara dayalı çok yönlü öğrenme ve yaşam alanları olarak müzelerin etkin kullanımını içermektedir. Müze eğitimi, müzelerin ve eğitimin dünyalarını birleştiren bir alandır. Bu alan, müze ve galerilerin her yaş insan için ideal bir öğrenme ve kültür ortamı olmasını, yaşamla bağlantılı olarak verimli kullanılabilmesini ve yaşatılmasını amaçlar. Bu yönüyle müzeler, toplumsal kaynakları, insanları, eğitim, sağlık, kültür gibi kurumları, öğretmeni, öğrenciyi, kültür, iletişim ve aktif bir öğrenme ortamı olarak bir araya getirilebilecek bir bilgi alanı özelliğini de taşır (Gözütok, 2006: 320).

Müzelerde bulunan bu gerçek objeleri, görerek, işitsel bilgilenerek, uygulamalar yaparak öğrenme daha eğlenceli ve heyecan verici olacaktır. Bu nedenle müzeler en önemli eğitim mekanlarıdır. Tüm zamanlara ait dünyayla ilgili var olanları insanların bireysel anlam kurarak öğrenmelerine izin verir (Buyurgan, 2009a: 214). Okulda öğrenmenin zor olduğu nitelikleri müzelerin verebileceği çok açıktır.

Müzede öğrenme insanları, düşünce ve hisleri birleştiren anlamlı deneyimler sonucu öğrenmeye motive eder. Örneğin bir sanat müzesinde öğrenme, orijinal eserlerle bağlantı kurmada uyarıcı ve heyecanlı bir yoldur. Bunların dışında orijinal eserlerle iletişim kurmak sadece ziyaretçilerin sadece yeni bir bilgi edinmelerine değil, aynı zamanda kendilerini çevreleyen dünyaya karşı görsel farkındalıklarını geliştirir (Şahan, 2005: 488). Onur (2003); müzede öğrenme, gönüllü bir süreç olduğu için hoşa giden bir deneyimdir diyerek öğrenmenin önemi üzerinde durmuştur. Sınıflardaki öğrenmenin aksine müzede öğrenme görseldir. Bireye bilgi vermenin yanında heyecan ve merak duygusunu uyandırır. Müze eğitimcileri müzede öğrenmeyi, açık-uçlu, sürekli, yaşam boyu bir deneyim olarak görürler. Müzelerin bir eğitim ortamı ya da aracı olarak kullanılması, onlara farklı beceriler kazandırabilir. Fazlıoğlu ve Fazlıoğlu’na (2009) göre; örneğin, farklı kültürleri ve eserleri görmek çocukları düşünmeye zorlar. Bu sayede çocukların gözlem yapma becerileri gelişir. Ayrıca, geçmişle bugün arasında bağlantı kurmayı öğrenirler. Böylece, araştırma yapmayı ve öğrenmenin farklı

yollarının olduğunu keşfederler. Müze eğitimi aynı zamanda çocukların estetik ve yaratıcılık becerilerinin gelişimini de destekler.

“Çağdaş eğitimciler, artık eğitimin okulla sınırlı olmadığını kavramışlardır. Okuldaki öğretim kolayca soyut hale gelir. Öğretmen, öğrencilerin hiç rastlamadığı ya da duyularıyla hiç tecrübe etmediği olgular hakkında konuşur. Müzede ise, çocuklar görür, dokunur, koklar, aletleri tutabilir ve araçları kullanabilir” (Seidel ve Hudson, 1997/1999: 21-23).

Müzedeki öğrenme, okuldaki gibi okulöncesi ilköğretim ya da yükseköğretim gibi belirli öğretim kademeleri ile sınırlı değil, tüm yaşam boyu devam edebilir. Çünkü müze bir insanın her yaş döneminde ona “tüketebileceği” olanakları sunar. Belli bir belgeyi ya da not almayı gerektirmediği ve katılımda çoğu zaman gönüllülük esas olduğu için geleneksel okulun dışında geniş bir mekanda katılımcılarına ya da ziyaretçilerine özgür bir öğrenme ortamı sunar. Beş duyuyu kullanarak, keşfederek, araştırarak, bizzat uygulamalara katılarak daha etkili ve kalıcı yaşantılar elde edebilirler. Bu yönüyle müze eğitimi, basit bir anlatımla bir sanat eseri ya da nesnesini izleyen çocuk, ergen ya da yetişkine “Sen de yapabilirsin” demek ve onu inandırmaktır (Gözütok, 2006: 321).

Müzeleri sadece bilgi verme ile sınırlandırmamak gerekir. Bilginin yanı sıra bireyde; görme, kavrama, çözümleme, sorgulama, gördüklerinden yaşantıya dair ipuçları elde etme gibi özelliklerini geliştirebilmektir. Herhangi bir eseri görmek insanda güzel, estetik veya mükemmelik gibi duyguları uyandırmaktadır (Şahan, 2005: 493). Özellikle çocuklarda öğrenme planlanırken farklı mekanların kullanımı olumlu etkiler yaratır. Çocukların öğrenmeyle birlikte hayal güçlerinin sınırlarını zorlayarak yaratıcı yeteneklerinin de gelişmesine etkileri vardır. Bu nedenle müzeler eğirim açısından önemli bir yere sahiptir.

Müzeler, aynı zamanda tarih alanına ilgiyi ve merakı da uyandırabilir. Pek çok müze, öğrencinin tarihi etkin olarak çalışabileceği okul öğretimi sağlamaktadır. Bu semineri ilham eden kişilerden biri olan Helena Friman bir müze eğitimcisi olarak kendisini şu şekilde ifade etmektedir: “Okuldaki öğretim kolayca soyut hale gelir. Öğretmen, öğrencilerin hiç rastlamadığı ya da duyularıyla hiç tecrübe etmediği olgular hakkında konuşur. Müzede ise, çocuklar görür, dokunur, koklar, aletleri tutabilir ve

araçları kullanabilir. Burada tarihe araştırma ruhuyla yaklaşılabilir” (Seidel ve Hudson, 19971999: 16).

Öğrencilerin gerçek nesneler karşısında öğrendiklerinin daha kalıcı olduğu konusunda birçok görüş vardır. Bu konu birçok araştırmaya da konu olmuştur. Müzede öğrenciler alternatif öğrenme yolları ile sınıf ortamında pek görülmeyen yetenek ve becerilerini gösterme şansı yakalayabilirler. Öğrencilerde gerçek şeylerle karşılaşmak güdüleyici ve uyarıcı olacaktır. Böyle durumlardaki öğrenme daha verimli ve kalıcı olur.

Tablo 2.1.

Müzelerde Öğrenme

Bilişsel

Yeni bilgi edinme; tekrar/direkt konsantre deneyim yoluyla önceki bilgiyi kuvvetlendirme; var olan şemalara yeni bilgiyi uyarlama/yerleştirme; bağlama/içeriğe önceki bilgiyi yerleştirme; mesela tecrübeyi, problem çözmeyi, yaratıcı çözümler bulmayı var olan bilgiye nasıl

uygulayacağını öğrenme; kavramlara bağlama; benzerlikler oluşturma

Etkili İnanç tutum ve değerlere meydan okuma; diğer insanların bakış açısı ile empati ve anlayışı arttırma

Sosyal İşbirliği, iletişim, öğrenmek için başkalarına yardım etme becerilerini geliştirme; sosyal sermayeyi geliştirme

Becerilerin Geliştirilmesi (akli ve fiziki)

Tahmin, indirgeme, problem çözme, araştırma,

gözlemleme, ölçme, sınıflandırma, hikaye anlatma, karar verme

Fiziksel beceriler mesela, el becerisi, hüner vs. Sanatsal beğeni ve eleştiri becerileri

Matematik, Edebiyat, Bilgi Teknolojisi kullanımı becerileri Araştırma ve bilim işlemi, deney tasarımı ve sergileme testleri, bilgi toplama, veri analiz teorilerini test etme, kanıt değerlendirme, sonuç çıkarma becerileri

Kişisel

Kendine güveni ve kendi etkinliğini arttırma; daha ilerisini araştırmaya motive etme; meraklılıkla ilgili ve hoşlanabilir tecrübeler ile düşünme; ilgi ve merak ilhamı; huşu ve merak ilhamı; artmış kimlik ve kendi değeri duyguları Kaynak: Gammon, 2003, Akt. Sezgin ve Karaman 2009: 25

Tablo 2.1’de müzelerde öğrenme kategorileri toplanmıştır. Bilişsel, etkili, sosyal, becerisel ve kişisel olarak beş biçimde öğrenme gerçekleştiren müzelerin önemli bir misyonu yerine getirdikleri görülmektedir.

Eğitimde aktif olma, deneyim kazanma, çevre ve etkileşim kavramları giderek önem kazanmaktadır. Bu nedenle, müzelerin çocuk eğitimindeki önemi de pek çok kuramcı tarafından vurgulanmaktadır. Müze ortamı, çocukların yaparak-yaşayarak; zihinsel, fiziksel, duyusal, sosyal gelişimlerine katkıda bulunabilecek ideal bir ortam sunmaktadır. Müzede çocuklar geçmişten günümüze olan gelişimi hakkında bilgi sahibi olurlar. Ortak bir geçmişin parçası olduklarını hissederler ve onların benlik gelişimleri üzerinde olumlu etkiler yaratır. Geçmiş değerleri koruma konusunda motive eder. Müzede yapılan etkinlikler onların dil gelişimlerini, kişisel gelişimlerini, sosyal gelişimlerini, yaratıcılıklarını ve motor gelişimlerini destekler. Sanatsal çalışmalar ayrıca çocukta estetik bir bakış açısı da kazandırır (Fazlıoğlu ve Fazlıoğlu, 2009: 326- 327). Öğrenciler öğretim sürecini eğlenceli bulduklarında, öğrenme daha etkili ve verimli olacaktır. Öğrenim sözel betimlemenin yanında gerçek incelemeye, görmeye, dokunmaya dayanacağından, belleğe sürekli nitelenen sözel şeylerin yerleşmesinden daha kolay ve hızlı olacaktır.

Müze eğitiminin düşgücüne, duyulara, estetik duyarlılığa, eleştirel ve yaratıcı yaklaşıma dayanması önemli olan özellikleridir. Öğrenme yaşantıya dayanan, eğlenceli ve hoşa giden bir süreçtir. Eğlenme kavramlarıyla yakın ilişkilidir (Onur, 2003: 13). Adıgüzel’e (2000: 131) göre; eğitim bilimlerindeki müzecilik anlayışında temel işlevlerinin yanında farklı görevler de yüklenmektedir. En önemli olanı sınıftaki öğrenmeyi destekleyecek düzeyde bir öğrenme ortamı oluşturmasıdır. Son yıllarda görülüyor ki müzeler okul dışı etkinliklerde kullanılabilecek en iyi öğrenme ortamlarıdır. Okuldaki öğrenme ortamı daha çok kuramsal bilginin aktarımına yöneliktir. Öğrenme daha çok not almaya yönelik olmasından çıkarak, müzeler gibi farklı ortamlarda eğitsel etkinlikler gerçekleştirilerek öğrenme daha etkili hale gelecektir. Özsoy’a (2002b) kitabında; “ çağdaş eğitimde yaygın olarak kullanılmaya başlanan “eğlendirirken eğitim” (edutainment = education & entertainment) yöntemine duyulan ihtiyaç öğretmenler tarafından çarpıcı bir biçimde ortaya konulmaktadır. Müzelerden yararlanılarak verilecek bir sanat eğitimi “eğlendirirken eğitim” yöntemini

dikkate almak zorundadır” (s.68) diyerek sanat eğitimindeki müzelerin önemini belirtmiştir. Yine Özsoy’un (2003b) Milli Eğitim Dergisinde yer alan yazısında okulların müzelerden nasıl faydalandıkları konusuna yer vermiştir:

Batı Avrupa’da müzelerin çoğu okullarla iş birliği içindedir. Örneğin Almanya’nın Hamburg Eyaletinde, eğitimciler ile sıklıkla özel “Müze görüşmeleri” düzenlenmektedir. Hanover’deki Tarih Müzesinde, 1977 yılında “Müzede Bir Olay Var” adlı bir arama oyununda 2000 çocuk “dedektif” rolüne girerek eser araştırması oyunu oynamışlardır. Bu oyun sayesinde çocuklar eğlenmişler, tarihle ilgili pek çok şey öğrenmişler ve müzenin resmi bir yer olmadığını, aksine burada heyecan verici, yeni fikirler uyandırıcı olayların da meydana gelebileceğini anlamışlardır.

“Son zamanlarda yapılan araştırmalar ve uygulamalar, sanat (resim) eğitiminde müzeleri kullanmanın, yaparak-yaşayarak öğrenmeyi sağladığını, kapalı sınıf ortamından daha rahat bir sanat atmosferi sunduğunu, eleştirel yaklaşımı kolaylaştırdığı için yaratıcılığı teşvik ettiğini ortaya koymuştur” (Özsoy ve Mercin, 2003: 304). Eğitimde sözel ve sembolik ağırlıklı öğretimin yerini görsel yaşantılara dayalı öğretim almaktadır. Bireyin aktif katılımıyla öğrenme daha etkili ve kalıcı olacaktır. Yapılan birçok araştırma göstermektedir ki sözel ağırlıklı öğretimde %10 olan hatırlama ve kalıcılık görselde %30’a, yaşantılara dayalı öğretimde %90’a ulaşmaktadır .

Öğrenciler sınıf ortamını bırakıp müzeye gittiklerinde gerçek nesnelerle karşılaşırlar. Edindikleri bilgiye yeni bir boyut kazandırmaktadır. Müzelerde doğru ve yanlış yanıtlar yoktur. Bunun yerine neler olabileceğine dair varsayımlar vardır. Bir grubun tepkilerinin farklılığı oranında öğrenme deneyiminin başarısı söz konusudur (Akt. Şahan, 2005:495).

Çağdaş bir yazar şöyle demektedir: “Nesne öğretimi duyu algılarıyla başlayan ve gözlemleme ve düşünmeyle devam eden gelişme sayesinde öğrencinin zihnini şeyler ve eylemlerle ilgili önemli olguları ve bunların yazılı ve sözlü dille ilişkilerini anlamaya hazırlar”. Smythe’e (1966) göre; “Nesne öğretimi araştırmacının gözlemle ve deneyle bilgi kazanmasını sağlar; öğrencinin duyuları yoluyla bilgisine eklemede bulunması için ona bir nesne sunulmadığı takdirde nesne öğretimi olmaz. Nesne öğretiminde dersin ilgi odağı nesnenin kendisi olmalıdır” (Akt. Hooper-Greenhill, 1991/1999:44)

Müzelerde öğrenme okullarda olduğu gibi okul dışında da sürmelidir. Müze her yaş grubuna hitap etmelidir. Kişiler müzede gerçek nesneler karşısında yüz yüze gelerek öğrenim olanağı bulurlar. Bu olanaklardan yararlanan müze tüketicileri Adıgüzel’e (2000) göre; duyu organlarının tamamını kullanarak, keşfederek, araştırarak, bizzat uygulamalara katılarak daha etkili ve kalıcı yaşantılar elde ederler.

21. yüzyılda gelişmiş ülkelerde, okullara yönelik reform hareketlerinde, öğretmenler toplumsal kaynakları kullanmaya teşvik edilirken, onların müzelerden ve sanat galerilerinden ve bu kuruluşların özellikle eğitim amaçlı programlarından yararlanmaları öngörülmektedir. Bundan dolayıdır ki müzelerin çocuklar ve öğrenciler için düzenledikleri özel programlar bugün her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Bu programlar eğitsel davranışları geliştirme açısından, aşağıdaki çeşitliliği göstermektedir:

• Özgün sanat eserlerini göstererek tanıtmak ve müze kavramını (görev ve sorumluluklarını) anlatmak,

• Sanat eserlerinin niteliğini ve görsel algılama deneyimini yerinde, ilk elden sunmak,

• Sanatı, kültürel kaynakları ve tarihi içerikleriyle ilişkilendirmek,

• Sanatı hayatın bütünüyle, onun dokusuyla; aşkla, kahramanlıkla, güzellikle, korkuyla ilişkilendirmek,

• Görsel okuryazarlığı, sanatçıların dilinin anlaşılmasını ve takdir edilmesi gereğini öğretmek,

• Sanat eserlerine bakarak ve yaparak uygulamalı sanatsal deneyimler (yaşantılar) sunmak.

Tüm bu yaşantılar, deneyimler yoluyla öğrencilerde davranış değişiklikleri meydana getirmek, müzenin mimari ortamının estetiğinden etkilenmekten başlayıp, ünlü bir sanat eseriyle bire bir hesaplaşmaya kadar bir müze ziyaretiyle mümkün olmaktadır (Özsoy, 2002a). Böylece okullarda verilen öğretmen ağırlıklı öğrenme ortadan kalkarak çocuğun araştırmaya, incelemeye, gözlem yapmaya yönelten öğrenci merkezli bir eğitim anlayışı söz konusu olacak ve öğretmen sadece rehberlik görevini üstlenerek bilginin kalıcılığında rol alacaktır. Müzedeki öğrenme, eğitim okuldaki

öğretimi zenginleştirici bir potansiyele sahiptir. Bunun yanında zihinsel kavramayı, merak etmeyi, empati kurmayı, eleştirel bakmayı ve pratik beceriler kazanmayı da sağlayabilir.

21. yüzyılın başlarında, müzelerin sayısında ve çeşidinde olan artış ve gelişme, demokratik toplumların tarihe, kültüre ve sanata olan ihtiyacını ve ilgisini yansıtır. Bu anlamda müzeler arkeolojik, etnografik, kültürel, sanatsal ve tarihsel değerleri olan eserleri ve buluntuları barındırma ve gelecek kuşaklara aktarma işlevini de üstlenmiştir. Elbette bu işlevi yerine getirebilmenin en iyi yolu, bir eğitim kurumu gibi çalışmaktır (Buyurgan ve Mercin, 2005: 63).

Sanatın, bilimin, tarihin, doğanın ve kültürün öğretilmesinde, nesilden nesile aktarılmasında müzelerin rolü büyüktür. Bir sanat müzesi sanata ait bilgilendirmenin, sorgulamanın, yeni düşünce şemaları geliştirmenin en önemli mekanlarından biridir. Arkeoloji Müzesi’nde yer alan geçmiş uygarlıklara ait gerçek objeler, insanoğlunun doğa karşısındaki var olma savaşını ve gelişimini canlı canlı gözler önüne serer. Tabiat Tarihi Müzesi, tabiatın, hayvan ırklarının varoluşunu, etnografya müzeleri geleneğin izlerini, dilin gelişimini, el sanatlarının toplumların oluşumundaki önemini en iyi anlatan mekanlarda yaşanabilir ve yaşatılabilir. Anıtkabir Müzesinde oluşturulan Büyük Taarruz, Çanakkale Savaşları, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya ait panoramalar gibi etkileyici görsel ve işitsel sunuşlar bize cumhuriyetimizin değerini … nasıl mücadele verdiklerinin en güzel tanıklarıdır. Bu bilinç ve ruh sadece kitaplardan öğrendiğimiz bilgilerle kazanılamaz, görsel ve işitsel objelerle hele de gerçek mekanlarda ve gerçek objelerle sunulan öğrenme dünyası daha etkileyici, heyecan verici ve kalıcı olur (Buyurgan, 2006).

Sonuç olarak müzeler, eğitimin ayrılmaz birer parçası olmalıdırlar. Eğitim salt bilgi vermek değil, bilgiye götürmek olmalıdır. Öğretim pasif değil bireyin katıldığı, gördüğü, dokunduğu, düşündüğü aktif öğretim yöntemleri ile gerçekleşmelidir. Etkili müze eğitimi nesneleri, çevresi, amacı, disiplinlerarası ve eğlendirici yönleriyle müzenin temel eğitim kuramları ve ilkeleri ışığında aktif bir öğrenme ve gelişme alanı olarak kullanılmasını içermektedir.