• Sonuç bulunamadı

2.2. Müze Eğitiminin Tarihsel Süreci

2.2.1. Dünyada Müze ve Müzeciliğin Tarihsel Gelişimi

İlkçağda müze fikri, insanlarda bir ihtiyaç olarak doğmuştur. İskenderin ölümünden sonra Mısır’da hüküm süren Ptoleme sülalesinden ikincisi Ptoleme Filadelf edebiyat ve tarihle ilgilenen biridir. El yazması levha ve hayvanat koleksiyonlarını topluyordu. Daha sonra şehirde “Muzeum” adlı bir müze ile kütüphane tesis ettirdi. Bu bina, Dünyada ilk kurulan müze binası olarak kabul edilir (Şapolyo, 1936, Akt. Buyurgan ve Mercin, 2005: 64). Aslında bu müze ilk üniversitedir. Bu müze şekil olarak dini görünmekle birlikte, esasında hem araştırma yapan hem de eğitim yapan bir kurumdu. Kütüphane devlet kütüphanesi olmakla birlikte, devlet yayınları da bulunuyordu. Eğer bir kişi, yeni bir kitapla Mısır’a gelirse, onun bir kopyasını kütüphaneye vermek zorundaydı. Kütüphanede birçok insan kitap kopyalıyordu aynı zamanda bu kütüphanelerde kitap satışı da oluyordu (Wells, 1920, Akt. Özeskici, 2009: 15). Eserlerin toplanmasıyla başlayan müzecilik, gerçek anlamını 1746 yılında Fransa’da kralların saraylarında toplanmış olan tarihi sanat eserlerinin genel bir müze yapılarak halka gösterilmesi fikri ile bulmuştur.

1750 yılında bu fikir Lüksenburg Müzesi kurularak gerçekleştirilmiştir. Bu müze dünyanın bilinen ilk resmi müzesidir (Şapolyo, 1936, Akt. Buyurgan ve Mercin, 2005: 64). Kralların saraylarında bulunan eserlerin halka tarafından izlenebilmesi fikri olumlu karşılanır ve İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde 1679-1683 tarihlerinde, İngiliz koleksiyoncu ve tarihçi Elias Ashmole’nin koleksiyonundan yararlanılarak ilk müze kurulur. Bu müze halk müzesi olup, dünyadaki en eski halka açık müze olarak kabul edilir. İzmir’ de bulunan Bergama Müzesi de dünyada bilinen ilk müze ve kütüphanelerden biridir (Şapolyo, 1936, Akt. Buyurgan ve Buyurgan, 2007: 80).

Müze XV. yüzyılda doğmuş ve 1750’lerden sonra artış göstermiş ve Avrupa’ya yayılmıştır. Diğer kıtalara yayılmaları ise bir yüzyıl daha sonradır (Pomian, 2000:17). Uzun bir dönem yaşayan sanatçıların eserleri toplanmış, 17.yüzyıl boyunca ölen sanatçıların eserlerine olan tutku çoğalmıştır. Önceleri koleksiyonlar şaşkınlık yaratmak için sergilenirken, 18. Yüzyılda tarihi temsil eden coşkulu, duyguları destekleyen sergiler tasarlanmıştır (Sezgin ve Karaman, 2009: 5). “Avrupa’da 15-18.yüzyıl arası Rönesans hümanistlerinin Roma dönemi eserlerini incelemeye başlamaları ile o döneme

ait her türlü eser değer kazanmış ve adeta müzeciliğin kurumsallaşmasının temelleri atılmıştır” (Buyurgan ve Mercin, 2005: 64). Rönesans döneminin başlarında manastır ve kiliselerde, bazı saraylarda sanat eserlerinin toplandığı salonlar oluşturulur. Ayrıca feodal beyleri ve aristokratlar tarihi eserleri salonlarında toplayarak dostlarına izletir. Giderek aristokrat aileler ve krallar ihtişamlarını sergilemek için müze oluşturmaya başlar. Kralların salonlarında bulunan bu değerli ve estetik objeleri sadece asiller görebilirdi. Halk bu zevkten mahrumdur. Tarihi ve sanatsal ürünler şahısların elinde bulunuyordu.

Müzeler varoluşlarının ilk üç yüzyılı içinde tarihten tamamen ayrılmışlardı. Sanat müzeleri ile eski eser müzeleri XVIII. yüzyılın sonuna kadar nesneleri belirli yer, zaman ya da tarihte belli bir dönem ve belli bir toplumla herhangi bir ilişki kurmadan sergiliyorlardı (Pomian, 2000: 18). Müze fikri Rönesans ve Aydınlanma Devri arasında oluşmuştur.

Rönesans döneminde bilim ve sanattaki yeni arayışlar, araştırmalar, yayınlar yapılmış, koleksiyonculuk çeşitlenmiş, yayılmış ve “müze” teriminin 16.yy ortalarında ilk defa kullanılmaya başlanmıştır (Buyurgan ve Mercin, 2005: 65). Rönesans’ın doğuşu ile sanat yeniden canlanır sanat eserleri kral ve prens saraylarında yine toplanmaya başlar. Dahilerin, büyük ustaların eserleri büyük kilise ve saraylarda toplanır. Coğrafi keşiflerin ilerlemesi, değerli eşyaların tanınmasına ve Avrupa’ya getirilmesine neden olur. Avrupa kralları gibi Türk hakanlarının da saraylarında değerli sanat eserlerinin toplandığı salonlar vardı. Gazneli Mahmut Hindistan’dan topladığı değerli eşyaları sarayında bir müze yaparak toplar. 17.yüzyılda Türkiye’den birçok tarihi eser Fransa’ya gönderilmeye ve daha sonra da gizlice kaçırılmaya başlanır (Buyurgan ve Buyurgan, 2007: 80). 19. yüzyıl, müzecilik açısından çok önemli gelişmeler olmuştur. Birçok ülkede müzeler kurulmuş ve 1880’li yıllarda müzeler öğrenme mekanları olarak kabul edilmiştir. 19.yüzyılın sonlarına doğru müzelerin eğitim işlevi benimsenmeye başlanmıştır.

İnsanların içinde yaşadıkları dünya hakkında bilgi edinme fırsatına sahip olmaları için doğal dünyadan ve geçmişten nesneler biriktiriliyordu. Müzeler her sınıftan insanların bir araya gelmeleri için uygun mekanlardı. Böylece müzeler, öğrenme yoluyla gerçekleştirilen toplumsal eşitlik için kökten bir potansiyel sunan

kurumlar olarak görülüyordu. Ne var ki, sergileme yöntemlerinin araştırma ve geliştirme konusu olması 1960’ların sonunu buldu. 1990’ların başında, müzelerin eğitim rolü daha fazla vurgulanmaya başlandı (Hooper-Greenhill, 1991/1999: 28-29). Müze Eğitimi önce ABD’de başlamış, daha sonra İngiltere ve Almanya’da gelişmiş ve bir bilim dalı haline gelmiştir.

Özellikle Avusturya’daki birçok müzede bulunan atölye ve dershanelerde, anaokulu çocuklarına gerçeğe yakın arkeolojik objeler verilerek, hamur ve kilden bunları yapmaları istenir. Kağıt türü malzemeleri kullanarak üçboyutlu çalışmaları yaptırılır. Bu yolla ana oklu öğrencileri çok küçük yaşlarda sanat tarihi ve arkeoloji ile tanışmakta ve bilgi sahibi olmaktadır (Özeskici, 2009: 19). 19. yüzyıldan itibaren Avrupa ve Amerika'daki ülkelerin kültür politikalarında ele alınmaya başlandığı görülmektedir.

19. yüzyılın başında müzeler ve galeriler eğitim kuruluşları olarak görülmüş, Birinci Dünya Savaşı sırasında müzeler, çocuklara eğitim vermede ve sergiler yoluyla genel halka önemli fikirleri iletmede büyük rol oynamıştır (Hooper ve Greenhill, 1991/1999: 19).

“1926 yılında Uluslararası Müzeler Dairesi, 1947 yılında ise ICOM kurulmuştur. Bu konsey hem Türkiye’de hem de diğer ülkelerde yaptığı çalışmalar ve toplantılarda çağdaş müzeciliğin temellerini atmaya çalışmıştır” (Buyurgan ve Mercin, 2005: 66). 1946’da UNESCO’ya (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı) bağlı olarak kurulan ICOM’un profesyonel görüş ve önerileriyle yeni yöntemler geliştirmeye yöneldiler. Müze türlerinde çoğalma, koleksiyon yönetim politikalarında yeni yaklaşımlar, sergilemenin iletişim odaklı tasarlanması, müze kadrosunda çeşitlilik,müzecilik ders programları ve müze mekanlarında farklı yaklaşımlar gelişti (Atagök, 2003: 26).

Müzecilikteki değişimler ve eğitim anlayışındaki değişimler paralellik göstermektedir. Nesneyle ders yapmak 19. yüzyılda eğitimin en büyük özelliğiydi. Anlaşılması istenen nesnelerin ilk olarak duyular aracılığıyla, ikinci olarak önceden bilinen şeylerle ilişki kurarak, üçüncü olarak kavramak ve anlamakla son olarak da

eleştirel gözle ele almak suretiyle sunulması müzelerin eğitim kurumları olarak algılanmasında derin etki yaratmıştır (Hooper ve Greenhill, 1991/1999: 25).

19. yüzyılın sonlarına doğru eğitim imkânlarının artması ve öğretim yöntemlerinde ki değişiklikler, müzelerle okullar arasındaki ilişkilerin gelişmesini sağlamıştır. Buna paralel olarak müze eğitimindeki gelişmeler, müze içinde öğretim ve nesnelerinin okullara gönderilmesi için ödünç verme servislerinin oluşturulmasıyla gerçekleşmiştir.

Okullara ödünç verme hizmeti ilk olarak Liverpool 'da gerçekleştirilmiştir (Hooper ve Greenhill, 1991/1999: 49). 1924 yılında The Childeren’s Museum of Indianapolis (ABD) Müzesi, “çocuk müzesi” fikriyle ilk olarak eğitim çalışmalarına başlamıştır. Müze eğitimi alanında çok büyük yenilikler getiren bu müze aynı zamanda dünyanın en eski dördüncü büyük müzesidir. Bu müzenin fizik, tabiat bilimleri, tarih, yabancı kültürler, astronomi ve sanat gibi alanlar adıyla açılmış on galerisi vardır. Güncel konularda sürekli olarak misafir geziler düzenlenmektedir. Çocukların dokunarak öğrenmeleri amacı ile objelerin önüne “Lütfen dokunun” şeklinde uyarı yazıları konarak çalışmalar yaptırılmıştır (Özeskici, 2009: 19). Miers, Markham, Rosse, Wright, Drew tarafından hazırlanan raporlar müzelerin amaçları, nitelikleri ve işlevlerini tartışmaya açarak müze eğitim felsefesinin gelişmesinde etkili olmuşlardır. 1960'ların sonunda müzelere eğitsel ziyaretler artınca talep artışını karşılamak için öğretmenlere kaynak paketleri ve özel yöntem kursları yapılması da dâhil olmak üzere yeni yöntemler geliştirilmiştir. 1970'lerdeki önemli gelişme çevresel eğitim, yani doğal çevreyle ilgili çalışmalardır. Koruma eğitimine ilgi artmış, açık hava müzeleri gelişmiştir. 1970'lerin ortasında profesyonel bir kimlik ortaya çıkmaya başlamış, 1990'ların başlangıcında büyük ulusal müzelerin, taşra müzelerinin ve bağımsız müzelerin çoğunun son derece deneyimli ve uzman personelden oluşan yerleşik müze eğitim birimleri açılmıştır (Hooper ve Greenhill, 1991/1999: 182-184).

Bu süreçte 19.yüzyılın klasik müzecilik anlayışı değişmiş, müzeler artık kendi içlerinde kapalı yönetsel ve işlevsel kurumlar olmaktan çıkmış, toplumsal ve çevresel ilişkilerle donanmış ve toplumun eğitilmesi ve kültürlenmesi yönünde aktif görevler üstlenen kurumlar haline gelmiştir (Atik, 2003: 19).

1970’li yıllarda İngiltere’de özellikle sanat eğitimi alanında müze eğitimi zorunlu olmuştur. 1990’lara gelindiğinde İngiltere’de çoğu müzede uzman personelden oluşan müze eğitimi bölümlerinin kurulduğu görülmüştür. 1993 yılında, özellikle ABD’de müze sayısında artış olmuş ve en önemlisi eğitim misyonunu aktif bir şekilde yerine getirdiği görülmüştür. Bu yıllarda çok sayıda müzenin faaliyete geçmiştir (Buyurgan ve Mercin, 2005:67). 21. yüzyılda gelişmiş ülkelerde, özellikle ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya’da müzelerin eğitim bölümleri vardır. Bu müzelerde müze eğitimcileri eğitim aktiviteleri gerçekleştirmektedirler.

Çocuklar ya da yetişkinler, müzenin çeşitli yerlerinde ya da eğitim atölyelerinde müzenin sunduğu dünyayı yaşayarak öğrenirler. Müzeler, sadece müzede değil, gezici müzelerle ya da borç verme hizmetleri ile öğrencilere farklı öğrenme ortamları sunmaktadır (Buyurgan, 2006). Müzeler 21. yüzyılda hem sayı, hem tür, hem de işlevleri bakımından çok çeşitlenmiştir. Müzeler amaçlarına eğitim unsurunu katarak oldukça mesafe almışlardır. Artık 2000’li yıllarda okul öncesi çağda başlayan müze eğitimi, okul ve okul sonrası yılları da kapsamaktadır.