• Sonuç bulunamadı

Mütareke Dönemi’nde İstanbul’daki Grevlerin Değerlendirmesi

1919-1922 arasında, İstanbul’da 44 grev gerçekleşmiştir. Daha önceki çalışmalarda bu yıllar arasında İstanbul’da gerçekleşen grev sayısını Güzel 19, Yıldırım 31 olarak tespit etmiştir. Yapılan araştırmada tespit edilen 44 grevin iş kollarına göre dağılımı şu şekildedir;474

TABLO 2: MÜTAREKE DÖNEMİ’NDE İSTANBUL’DA GREVLER (1919-1922)

İŞKOLU GREV SAYISI

DEMİRYOLU 8

DENİZCİLİK 8

HİZMETLER 8

TEKSTİL 4

BASIN, YAYIN VE MATBAACILIK 4

RIHTIM, DOK VE ANTREPO 4

GIDA 3

İNŞAAT 3

ENERJİ 1

KAYNAK: 350-473 arası dipnotlar.

Grevlerin en çok görüldüğü demiryolu ve denizcilik iş kolları Tatil-i Eşgal kapsamında olan ve nispeten vasıflı işçilerin istihdam edildiği büyük işletmelerdi.

Kanun’un kapsamında olan enerji iş kolunda ise (genel aydınlatma) sadece bir grev yapılmıştı. 44 grevden 10 tanesine katılan işçi sayısı 10.650’ydi. Diğer grevlerdeki katılımcı sayısına ise ulaşılamamıştır.

474 Grevlerden bir tanesinin iş kolu tespit edilememiştir. Gözlemlerini anlatan gazeteci grevin gerçekleştiği işletme veya işkolu adı vermemiştir. Bkz. Marx, a.g.e., s. 48.

Bu dönemde İstanbul’da gerçekleşen 44 greve katılan toplam işçi sayısının 25-30 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Grevde geçen işgünü ise; grevlerin bir kısmının süresi ve katılan işçi sayısı bilinemediği için hesaplanamamıştır.

Grevler büyük işletmelerde nispeten organize bir biçimde gerçekleşirken, daha küçük işletmelerde ise daha reaksiyoner ve kısa süreli iş bırakma biçiminde ortaya çıkmıştı. Bunun en önemli sebebi; işgücünün yoğun olduğu işletmelerin Tatil-i Eşgal kapsamında olmasıydı. Kanun greve gidecek işçilerin asgari düzeyde de olsa örgütlenmelerini zorunlu kılmaktaydı.

Bu dönemin grevlerinde karşımıza çıkan diğer bir özellik, greve giden işçilerin büyük çoğunluğunun vasıflı işgücü olmasıydı. Vasıflı işgücü; diğerlerine göre pazarlık gücü daha fazla olduğu için örgütlenme ve grev konusunda daha cesur davranabilmişti.

Fakat yine de dönemin ekonomik ve hukuki koşullarından dolayı bu güç sınırlı kalmıştı.

Birçok grevde görüldüğü gibi işçiler grev sürecinde ekonomik destek sağlayacak güçlü örgütlerden ve koruyucu hukuk kurallarından mahrum olduğu için grevleri uzun süre devam ettirememiş ve geri adım atmak zorunda kalmışlardı.

Grevlerin genellikle yabancı sermayeye ait işletmelerde ortaya çıkması, bazı yazarların bu grevlere anti-emperyalist veya milliyetçi bir vurgu yüklemesine sebep olmuştur.475 Fakat grevlerin başlangıcı, yürütümü ve sonuçları hakkında ulaşılan bilgiler bu yoruma temkinli yaklaşmayı gerektirmektedir. Elbette işgal edilmiş bir başkentte, sınıf kimliğini içselleştirememiş ve kendisini dinsel ve etnik kimliğiyle tanımlamayı yeğleyen işçiler milliyetçi refleksler göstermişti. İşgalleri protesto amacıyla yapılan mitinglere işçilerin de katıldığı, işgalcilere sempatiyle bakan ve ağırlığını Rumların oluşturduğu gayrimüslim işçilerle Türk işçiler arasında gündelik hayatta gerilimlerin yaşandığı bilinmektedir. Ayrıca işçi hareketlerinde etkin rol oynayan TSF Milli Mücadele’yi desteklemese bile işgallere karşı tavır almış ve işçi örgütlenmesinde önemli

475 Sencer, a.g.e., s. 251; Güzel, Türkiye’de İşçi Hareketi (1908-1984), a.g.e., s. 118.

Bu konudaki diğer görüş ise; işçilerin yaptığı grevler, müttefik güçlerinin ilgilerini bu alana kanalize etmiş ve böylece, Anadolu’daki Milli Mücadele’ye yardım sağlayan yer altı örgütlerinin eylemleri üzerindeki baskılar bertaraf edilmiştir. Bkz. Criss, a.g.e., s. 133-141.

girişimlerde bulunmuş TİÇSF ise açıktan Milli Mücadeleyi desteklemişti. Bu etkenler, farklı etnik ve dinsel kimliğe mensup işçilerin oluşturduğu örgütlenmeleri birleştirme çabalarını akamete uğratmıştı.

Greve giden işçilerin taleplerine bakıldığında 1908 ve sonrasında gelişen grevlerde olduğu gibi, ücret ve çalışma süresine ilişkin talepler başat bir unsurdu. Bu dönemdeki hayat pahalılığı ve çalışma sürelerindeki belirsizlik, işçilerin taleplerini bu iki alana yoğunlaştırmıştı. Fakat bununla beraber nispeten örgütsel gücü olan işçilerin taleplerinin çeşitlendiği görülmekteydi. Özellikle TSF’nin desteğini arkasına almış olan işçilerin düzenlediği grevlerde, ücret ve çalışma süresi dışındaki sosyal haklara ilişkin ileri taleplerin varlığı dikkat çekmekteydi. Her ne kadar bu ileri talepler grevlerde işçiler tarafından kolayca gözden çıkarılmış ve çoğu durumda işveren tarafından kabul edilse dahi uygulanmamış olsa da, işçi taleplerinin olgunlaştığını ve çeşitlendiğini göstermekteydi.

Greve giden işçilerin grev sürecinde devletle kurdukları ilişki çoğu durumda asayiş gerilimi etrafında şekillenmişti. Fakat, Öğretmenlerin ve Belediye temizlik işçilerinin grevlerinde devlet, iş uyuşmazlığının tarafı olmuştu. Tramvay işçilerinin 1920 grevinde ise devlet, kural koyucu ve işveren rolüne uyuşmazlık çözme rolünü de eklemişti. Bu noktada devletin zorunlu tahkim rolünün ortaya çıkmasının tarafların iradesiyle gerçekleşmesi, işçi ve işverenlerin devlete bakışlarındaki benzerliği göstermekteydi. Elbette tarafların tavrını belirleyen diğer koşullar hatırdan çıkarılmamalıdır.

İşçilerin talepleri karşısında işverenler genellikle olumsuz tavır almışlardı. Greve giden işçilerin taleplerini reddetmek, kabul etse dahi uygulamamak, dışarıdan işçi temin ederek grevi etkisiz hale getirmek, kendi güdümünde işçi örgütlenmesi oluşturmak ve hatta mültecileri ucuz işgücü olarak kullanmak işverenlerin genel tavırlarıydı.

İşverenlerin, devlet desteğini ve hukuki düzenlemeleri arkasına alarak takındıkları bu tavırlara karşı işçiler, mali ve yapısal olarak güçlü örgütlenmelerden yoksun ve işsizlik korkusuyla malul oldukları için fazla direnememişlerdi.

Grevlerin yanı sıra, bu dönemde grevle sonuçlanmayan iş uyuşmazlıkları da görülmüştü. Bu uyuşmazlıklar çoğu zaman, işverenin grevi etkisiz kılmasıyla ve işçilerin geri adım atmasıyla sonuçlanmıştı.