• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 4:ÇANAKKALE ZAFERĐ ÜZERĐNE YAZILMIŞ ŞĐĐRLERDE ÖNE

4.11. Mâneviyat

Anafartalar Komutanı Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale’deki Türk askerinin en büyük gücünün mâneviyatı olduğunu şu ifadelerle dile getirir:

“Yalnız size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Müteâkip siperler arasındaki mesafeniz sekiz metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyan-ı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okuma bilenler, ellerinde Kur’an-ı Kerim, Cennet’e girmeğe hazırlanıyor. Bilmeyenler ise kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerinde ruh kuvvetini gösteren şâyan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruhtur” (Savaş, Tarihsiz: 26).

Mehmetçiğin Çanakkale Muharebeleri’ndeki mâneviyatını en güzel yansıtan şairlerden birincisi Mehmet Âkif’tir. Şiir sanatının bütün incelikleriyle süslenmiş şu ifadeler Mehmetçiğin mâneviyatını yansıtır:

“Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor; Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer” (Ersoy, 1988: 389).

Çanakkale üzerine yazılmış şiirlerde de Mehmetçiğin imanından aldığı güce sıkça vurgu yapılmıştır:

“Hep askere can üstüne can vermede iman Ateş, su, hava, toprağı titretmede her an,

Gör askeri de secde et Allah’ı seversen”(Çakır, 2004: 178).

Askere can verenin iman gücü olduğuna dikkat çeken şairin ifadeleri Çanakkale Zaferlerinin kazanılmasında mâneviyatın ne kadar belirleyici rol oynadığını ortaya koyması açısından önemlidir.

Hakkı Süha, cephe hayatının mânevi kesitini şu ifadelerle anlatır:

“Yatsı vakti… Türküler, bağlamalar bütün sustu, Ezan sesi, ruhları vecd içinde sarıyordu;

Şarapneller dağılan ufuklardan, Türk ordusu,

53

En sıkıntılı zamanlarda namaz ve duanın bir sığınak olarak algılandığını ve cephedeki hayatın en önemli unsurlarından birinin dua olduğu aşağıdaki ifadelerden anlaşılmaktadır:

“Tâ uzakta ufuklarla öpüştü seher Gür bir seda dalgalandı ezandan evvel: “Duâların zamanıdır namaza asker

Niyazınla vecd içinde Allah’a yüksel” (H.M., 2006: 52).

Dehşetli bir savaş sahnesinde namazdaki huzur ve sükûnuyla dikkatleri çeken bir neferin mâneviyatını ve cesaretini anlatan Ahmet Nedim’e ait “Namaz” adlı manzume bu konuda yazılmış en güzel, en başarılı şiirlerden biridir:

“Ne havada ıslık çalan… Ne düştüğü yerlere Kızgın çelik dahmelerle ölüm saçan gülleler… Ne, semâda ifrit gibi, vızıldayan tayyare… Ne dünyalık bir dünce, ne bir korku, ne keder. Onun demir yüreğini oynatmaktan acizdi, Sanki toplar, şarapneller tehlikesiz, sessizdi! Potinleri yanındaydı… Onun büyük saygısı Kunduralı ibadeti görmüyordu muvafık. Böyle temiz bir yüreğin bütün işi, kaygısı, Elbet Hakk’ın rızasına olmalıydı mutabık. Kuru toprak üzerinde kundurasız kılınan Bu namazın pek uygun kubbesiydi âsumân. Bir çam, ona gölgesinden yapmış idi seccade, Sanki tekbir alıyordu, vakit vakit, top sesi… Gözlerinin, sade akı beyaz kalan yüzünde

Parlıyordu, o sarsılmaz imanın gölgesi”(Y.M. Çanakkale Özel Sayısı, 2006: 229).

Bir müslümanın cephedeki cesaretine ve ibadet aşkına hayran kalan Ahmet Nedim, bu hayretini şu ifadelerle dile getirir:

“Allah Allah, bu ne yüksek bir imandır ya Rabbi!

Bir Müslüman, ne büyük bir kahramandır ya Rabbi!” (Y.M. Çanakkale Özel Sayısı, 2006: 229).

Maneviyatın askerin cesaretine neler kattığı konusunda söylenmiş bir çok söz vardır. Fakat bunlardan hangisi Âkif’in şu sözleriyle yarışabilir:

“Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat imân? Hangi kuvvet onu hâşâ, edecek kahrına râm?

54

Çünkü te’sîs-i ilâhî o metîn istihkâm” (Ersoy, 1988: 389).

Yüksek manevi güç ve gaye birliğinin ateşlediği Mehmetçiğin yurdu kurtaracağına en çok inananlardan biri(ncisi) Mehmet Âkif’tir.

Âkif, Çanakkale Savaşı’nın henüz başladığı tarihlerde zafer için gerekli mâneviyatın Mehmetçiğin ruhunda olduğunu inanır:

“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz. Bu yol ki Hak yoludur, dönmek bilmeyiz, yürürüz! Düşer mi tek taşı sandın, harîm-i nâmûsun? Meğer ki harbe giren son nefer şehîd olsun. Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa, Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa, Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar Taşıp da kaplasa âfâkı bir kızıl sarsar. Değil mi cephemizin sînesinde iman bir; Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir. Değil mi sînede birdir vuran yürek, yılmaz! Cihan yıkılsa emin ol, bu cephe sarsılmaz! Nasıl ki yarmadan âfâkı pâre pâre düşer, Hüdâyı boğmak için saldıran cünûn-i beşer, Nasıl ki nûr-i hakîkatle çarpışan evhâm; Olur şerâre-i gayretle âkıbet kümıman, Şu karşımızdaki mahşer de öyle haşrolacak. Yakında kurtarılacaktır bu cephe…

Kurtulacak!” (Ersoy, 1988:309-310). der ve maneviyatından aldığı inançla zaferin yakın olduğunu haykırır:

“Demek yıkılmayacak kıblegâh-ı âmâlim, Demek ki ölmüyoruz…

- Haydi arkadaşlar gidelim” (Ersoy, 1988: 310).

Bir annenin şehit olan yavrusuna son vedasında Mehmetçiğin en büyük gücü olan maneviyatını şu şekilde tarif eder:

“Bilesin ki Resul önündedir. Bilesin ki melekler ardındadır. Bilesin ki dualarım semadadır. Bilesin ki yolun Allah’adır. Düşte gördüm oğul, Bize artık vuslat,

Mahşerden sonrayadır” (http://www.canakkalesavaslari.net/15.06.2007).

Muhsin Đlyas Subaşı ise, mâneviyatı Mehmetçiğin savaşta sığınağı olarak gördüğü dua olarak tarif eder:

55 “Gün boyu siperlerde sığınağım duâmdır,

Gözlerim ve yüreğim o cemâle bürünür” (Ersavaş, 2000: 274).

M. Nihat Malkoç, Mehmetçiğin mâneviyatının yüksekliği olarak, asırlarca “Peygamber ordusu” olarak görülmesini, delil olarak “meleklerin yardıma gelmesi”ni ve yardıma gelen melekleri gören Mehmetçiğin gayrete gelip cennet bahçelerine girercesine

şehâdete koşmalarını gösterir:

“Gayrete geliyordu melekleri görenler Vuslata koşuyordu makber gülü derenler Şehâdet şerbetini içiyor alp-erenler

Çanakkale suları tutuşmuş yanıyordu Peygamber ordusunu tüm cihan tanıyordu” (http://www.izedebiyat.com/15.06.2007).

Şairin tasvir ettiği dehşet anında sadece mâneviyatı yüksek kahramanlar dayanabilir:

“Gök kubbeden ruhlara yağan kar üşüyordu Bir nefer cenge girip öbürü düşüyordu

Can, cânâna varınca mekânı aşıyordu” (http://www.izedebiyat.com/15.06.2007).

Mehmet Âkif’in Çanakkale Şehitlerine şiirinde Mehmetçik için tasvir ettiği Peygamberimiz tarafından karşılanıp kucaklanma mükâfatını M. Nihat Malkoç’un da kullandığını görüyoruz:

“Gerisi lâf-ı güzâf budur cihad-ı ekber Melekler hazırlıyor yüce ruhlara makber

Nur agûşunu açmış seni bekler Peygamber” (http://www.izedebiyat.com /15.06.2007).

Mehmet Zeki Akdağ, maneviyatın temellerini “Hira Dağı”na, dolayısıyla vahye; coşkusunu “Fatih Sultan Mehmet zamanı”na; mükâfatını ise şehitlerin cennet bağından laleler dermesine dayandırır:

“Nefes nefes geldik Hira Dağı’ndan Đlâhî coşkumuz Fatih çağından Şehid Mehmetçiğin cennet bağından

Lâleler derdiği yer Çanakkale” (Ersavaş, 2000: 42).

Nurullah Genç ise, mâneviyatın temellerini Hz. Đsmail, Hz. Đbrahim ve Hz. Eyyüb’e dayandırır:

“Gül gemisi tûfanda yelken açmaz sevdasız Kurban vaktiyse, gelir Đsmailler pervasız Ağıtlar tayfun olur denizde ve karada

56

Bir yangınsa yaşamak, Đbrahimler orada Sular yarılacaksa, âsâdır şimdi yürek Her fedaî bir Eyüp sabrıyla bekleyerek Siperine bir anıt gibi diker ruhunu Kara delikler bile görür semadan onu Bir muammadır ölüm aşkın kitabesinde Hâlâ bir temenni var kayaların sesinde Yorgun iniltileri çoğaltan yaslı rüzgâr Cefakâr meczupların sırlarını mı arar Toprağına yeniden kan kuşları konar mı

Çanakkale kutlu bir meşaledir; söner mi” (Genç; 2006: 101).

Şair Mehmetçiğin maneviyatından o kadar emindir ki, bir erin imanını bir ordunun yenemeyeceğini söyler. Şairin burada tablosunu çizdiği dehşet sahnesinde dayanmanın yolu mâneviyatın güçlü olmasıyla mümkündür:

“Ecel hıyabanında düş ve sûret, ten ve sur Burada her türlü acı bir nefeste bulunur Kırılma noktası yok direnen mefkûrenin Ey savaş, kimler anlar gizli âhını senin Menkıbe olmalısın acıların ye’sine Yoksa kalbin aheste yürür kan kâsesine Biz ki, en sabıkalı gövdesiyiz mahremin Ne yükseldik göklere, ne de yarından emin Ketum bir karanlıkta tutunmuşuz her ize Malihulya lekesi düşmüş ellerimize Đpek avuçlarımız sukut-ı hayal dolu Bilir miyiz, nereye gider Kur’an’ın yolu Bir ordu bir neferin imanını yener mi

Çanakkale kutlu bir meşaledir; söner mi” (Genç, 2006: 103).

Benzer Belgeler