• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: ŞĐĐRLERLE ÇANAKKALE MUHAREBELERĐ

3.3. Savaşın Şiirlerle Anlatımı

3.3.1. Deniz Savaşı

Çanakkale Muharebelerinin “Deniz Muharebeleri” safhasını işleyen şairlerin çoğu 18 Mart’taki büyük saldırıyı esas alır. Denizde cereyan eden diğer saldırıları da dikkate alarak yazılmış şiirler olsa da, öz itibariyle deniz muharebelerini anlatan şiirler, 18 Mart Deniz Zaferi’ne odaklanmıştır.

Bazı şairler deniz muharebelerini tasvir ederken, bazıları deniz bahsi üzerinden milletin duygularının tercümanı olmaya çalışmışlardır.

Mehmet Âkif, Boğaz’ın geçilemeyeceğine inanmaktadır. Bu inancını iman dolu şu ifadelerle haykırır:

“Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa,

Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa” (Ersoy, 1988: 309).

Şairlerimiz Boğaz’ın geçilemeyeceği konusunda hemfikirdirler. Bu fikrin verdiği güven ve coşkuyla Kazım Nâmi, şöyle der:

“Mart on sekizinde görüldü toplar, Yürekler sevinçten titreyip hoplar, Karışıp bir yere hep soylar soplar, Dedik utandırmak gerek şeytanı. Düşmanın haylice zırhlısı battı, Türk’ün yumruğunu iyice tattı; Köpürdü, kudurdu vire top attı…

Çekilip defoldu, kırdı gerdanı” (Y. M. Çanakkale Özel Sayısı, 2006: 144).

Batı, yüzyıllar boyu işlediği vahşetlerle irinli parmakları titreyen bir katil; denize doldurduğu donanması ise ecel kusan bir ejderdir. Yahya Saim bu durumu şöyle ifâde eder:

“Bir tarafta denizlerden çıkıp gelen bir ejder” (Y.M. Çanakkale Özel Sayısı, 2006: 288).

26

Yaşanan onca vahşetin ardından şairler, hâli bırakarak geçmişe özlem duyarlar. Çünkü yaşanan kâbus ruhları sıkan bir mengene gibidir. Boğaz’ı saran donanma, Osmanlı’nın kalbini sökmeye kasteden bir karabasan gibidir.

Yahya Saim, deniz muharebelerinin dehşetini şöyle tasvir eder:

“Kızıl kanlarla, denizler taşıyordu ölenleri. Dalgaların üzerinde ölenlerin bedenleri, Fırtınalı denizlerde çarpıyordu kayalara.

Her tarafta taşıyordu bin inilti bin yaygara” (Y.M. Çanakkale Özel Sayısı, 2006: 288).

Nurullah Genç’in Deniz Muharebeleri hakkında dikkat çeken mısralarında denizin

şahsında bir milletin halet-i ruhiyesi görülmektedir:

“Denizin gözleri kızıl

Bakışları savrulan şarapnel parçaları Denizin ayakları prangalı ve kırık En zalim ağırlığı kalbinde yeryüzünün …

Yüreğinde nilüfer kokulu mayınların Tomurcuklanma vaktidir

Kâh bir zelzeleyle sarsılıyor ansızın Kâh dibinde kalıyordu yanardağların Sınanıyordu deniz

Martılar kan kusarken balıklar kan yutuyor Sahilde kankırmızı dalgalar ağlıyordu Zaman deli divane bir çığlıktı sularda

Denizde cehennemin dişleri parlıyordu” (Genç, 2006: 14-15).

Agamemnon zırhlısı, şaire göre, sulara değil, hüsrana gömülmüştür:

“Hüsrana gömülmüştü bir deniz mezarında Zavallı Agamemnon, bahtsız bütün zırhlılar Delikler açılmıştı göğün kulak zarında

Doluyordu yaralı arzın kalbine sular” (Genç, 2006: 18).

Nurullah Genç, muharebelerin önemli amaçlarından olan boğazları geçmenin imkânsız olduğunu şöyle anlatır:

“Boğazları aşarak yurdun kalbine varmak

27

3.3.2.Kara Savaşları

Edebî ve estetik açıdan Çanakkale’yi anlatan en güçlü şiir, “Çanakkale Şehitlerine”

şiiridir. Bu şiir savaşın bütün dehşetini canlı tablolar halinde tasvir eder. Başlarken;

“Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya,

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya” (Ersoy, 1988: 388).

diyerek Çanakkale Muharebelerini tanımlayan şair, kara muharebelerinin dehşetini

şöyle anlatır:

“Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtmede yer; O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,

Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre” (Ersoy, 1988: 388).

Bu dehşetli sahneyi okurken insan kendini, savaşın içinde bulur.

Đbrahim Oğlu Ömer ise, kara muharebelerini, top seslerini ön plana çıkartmak suretiyle tasvir eder:

“O büyük toplardan çıkan mermiler Havada haykırır bağırır inler Düştüğü yerleri târ u mâr eyler Doğrusu durdurur akl-ı insanı O müthiş seslerden kulak işitmez Topraktan dumandan göz gözü görmez Kâfirin topları hiç aman vermez

Hâsılı belâdır bombardımanı” (Çakır, 2004: 106).

Doktor Mehmed Fahri de kara savaşlarını bir dehşet tablosu olarak göstermektedir:

“Sandım cihan yıkıldı, cehennemdi gürleyen… Sandım ölümdü kös-i belâsına çalıp gelen.. Toplar açardı ağzını dehhâş, kıpkızıl, Bir yanda süngüler vuruşurlardı muttasıl.

28

Bir anda zırhlılardan uçarken ateş, demir… Sandım tutuştu gökyüzü, polat imiş erir! Mermilerin çıkardığı ıslık sadâları Haşyetle titretirdi muhitimde dağları. Bir anda süngüler çekilir, fışkırırdı kan.. Seylâb-ı mevtti, cengi kızıştırmaya akan. Sandım kasırga koptu… Denizlerdi yükselen, Şiddetle çarparak kayalar çatlatan, delen… Bir yanda patladıkça tüfeklerde çat çat, Hükm eyleyen eceldi, kanadı… değil hayat… Volkan mıdır? Lağımlar edildikçe berhevâ, Gümbürtüsüyle sarsılarak kubbe-i semâ. Yağdırdı sanki her tarafa âteşîn remâd!

Sarsar değil o anda esen, ağlıyordu bâd!”(Y.M. Çanakkale Özel Sayısı, 2006: 260).

Çanakkale Savaşları’ndaki kara muharebelerinde yerin altında patlatılan ‘lağamlar’

şairlerin kaleminde değişik benzetmeler ve tasvirlerle anlatılmıştır. Doktor Mehmed Fahri, lağamları volkana benzetir:

“Volkan mıdır? Lağımlar edildikçe ber-hevâ…

Gümbürtüsüyle sarsılarak kubbe-i semâ” (Y.M. Çanakkale Özel Sayısı, 2006: 260). Âkif, lağamları cehenneme benzetmektedir:

“Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağamın yaktığı yüzlerce adam” (Ersoy, 1988: 388). Nurullah Genç, aynı içeriği farklı imgelerle tasvir eder:

“Heyelan, kan çamuru, ceset harmanı, rüzgâr Ölüm binlerce kıymık zamanın ellerinde Utancından toprağa giriyordu aynalar

Yanardağlar öfkeyle kaynıyordu derinde” (Genç, 2006: 19).

Nurullah Genç, kara muharebelerini anlatırken savaşı duygusal bir tabloya dönüştürür. Bir ressamın tuval üzerinde ahenkli fırça darbeleriyle bir hüznü resmetmesi gibi gerçekçi mısralar kurar. Bu, hem şairin Çanakkale’yi ruhunda hissetmesinin, hem de

29

şairliğinin bir göstergesidir. Şair, karabasan mermilerin dağı, taşı erittiği dehşetli görüntüde, Mehmetçiğin umutlarının sağ, yüreğinin dimdik ve hayallerinin hür olduğunu görür, gösterir:

“Taş taşı üstünde yok; tabiat kül ve enkaz Bir savaş ki, simsiyah tüller bırakıyordu Öyle bir kıyamet ki, parçalanmış, bembeyaz

Bedenlerle döşenen yollar bırakıyordu” (Genç, 2006: 24). “Püskürdükçe cehennem namlusundan siyanür

Buhurdan yüzlerce can toprağa koydu başı Burada yalnız umut sağ, yürek dimdik, hayal hür Karabasan mermiler eritti dağı, taşı” (Genç, 2006: 28).

Şair, küçük bir toprak parçası için düşmanın, dünyanın yörüngesini yerinden oynatacak kadar dehşetli saldırılar yapmasını algılayamaz, buna anlam veremez. Bu durumu kendi kendine sormadan, sorgulamadan duramaz:

“Anlamıyordu nedir altüst olan topraklar Göğe fırlayan taşlar

Gökte kavrulan kuşlar

Alev yörüngesinde dönen bu dünya nedir” (Genç, 2006: 50).

57. Alay’ın anlatıldığı şiirde kara savaşlarının dehşeti tasvir edilmektedir:

“Bir Alay, yalnız omuz hizasında saf değil Antika madalyalar ardında sarraf değil Đnsan boyunda mermi yağıyor tepesinden Yer altında kalıyor yerin titremesinden Her çukurdan başka bir patlamayla çıkıyor

Çelikten kafesleri parçalayıp yıkıyor” (Genç, 2006: 59).

Bu ifadeler, 57. Alay’ın şahsında Mehmetçiğin şanlı direnişinin tasviridir.

Benzer Belgeler