• Sonuç bulunamadı

Locke, Mill ve Tocqueville’de Kamusallık: Liberal Kamu Yorumu

1.3. KAMUSAL ALAN YAKLAŞIMLARI

1.3.2. Locke, Mill ve Tocqueville’de Kamusallık: Liberal Kamu Yorumu

karşı olumlu bir tavır içinde olmuşlardır. Kamusallık ilkesi, liberaller tarafından bir tarih felsefesi gibi ele alınmaktan ziyade, Meliorist bir tutum takınmaları için önemli bir bahane olmuştur. Örneğin “John Stuart Mill, kol emekçilerinin, kadınların ve zencilerin genel oy hakkının gerçekleşmesi için nasıl bastırdıklarını müşahede etmiştir. Paraya, cinsiyete ve deri rengine dayalı bir aristokrasiye, mülk sahiplerinin azınlık demokrasisine, büyük burjuvazinin plütokrasisine karşı ayaklanan tüm hareketleri açıkça onaylamıştır” (Habermas, 2014: 237).

Amerika’da Demokrasi adlı eseri ile büyük yankı uyandıran Alexis de Tocqueville’de demokrasi devrimi ve fırsat eşitliği ile ilgilenmiştir. Demokrasi teorisi üzerine yazılmış klasiklerden kabul edilen eserinde Tocqueville, 18. ve 19. yüzyıllarda yaşanan büyük ‘demokratik devrim’in temel özelliklerini, aristokratların ayrıcalıklarının kaldırılarak bireyler arasında fırsat eşitliğinin sağlanması, siyasi otoritenin toplumun rızasına dayanması, bireysel hakların korunması, sivil toplumun gelişmesi ve vatandaşların büyük çoğunluğunun refahtan daha büyük pay alması olarak saymıştır (Tocqueville, 1994: 24). Tocqueville, fırsat eşitliğini, özgürlüklerin korunması açısından da önemli görmüştür. Tocqueville, özgürlüklerin korunabilmesi ve özgürlüklere tehdit oluşturabilecek keyfi yönetimin önlenmesi için hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ve devlet otoritesinin sınırlanması gibi fırsat eşitliği ilkesinin de hayata geçirilmesi gerektiğini de savunmuştur (Aron: 2006: 212-214). Fakat eserinde de göze çarptığı gibi, onun eşitlik anlayışı hiçbir zaman ekonomik eşitliği kapsamamaktadır. Eserinde eşitliğe yaptığı vurguya rağmen, eserinin esas dayanağı bireysel özgürlük kavramıdır.

Liberal kamusallık yorumu başlığı altında ele alınması gereken bir diğer önemli düşünür de Locke’dir. Locke, bireysel özgürlüğe yaptığı vurguyla dikkat çeker.

42

Onun ‘Sivil Yönetim Üzerine İkinci İnceleme’ adlı ünlü kitabında dile getirmiş olduğu düşüncelere Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, Amerikan Anayasası, Fransız Devrimi İnsan Hakları Bildirgesi gibi ünlü metinlerde rastlarız (Arslan, 2009: 215). Liberal demokrasi ile ilgili akla gelen isimlerden biri olarak, toplumu bir sözleşme üzerine dayandırır. Egemenliğin tek bir elde toplanmaması ve birbirini dengeleyen ve denetleyen kuvvetlere ayrılması fikrinin mimarı Locke’dir. Ona göre yönetici yani yürütme gücünü elinde tutan kişi yasaya tabiidir. Öyle olmalıdır. Devlet aslında halkın efendisi değil, kâhyası, vekili, vekilharcıdır (Arslan, 2009: 218). Ezcümle, insanların hükümetin müdahalesi dışında alanları olduğu -yaşamak, mülk edinmek, düşünmek, düşündüğünü ifade etmek gibi- ve devletin mevcudiyet nedeninin bu alanları korumak olduğu fikri, Locke’nin kıymetli mirasıdır. Bu yönüyle de kamusal alanla ilgilidir. Öyle ki özel alanla kamusal alan arasındaki sınırları açıkça çizen, özel alan/kamusal alan ayrımının kurgusu yapan önemli düşünürlerden biridir. Locke, toplumsal sözleşmenin aile dışındaki toplumsal alanlarda gerçekleştiği argümanından hareket eder. “Özel yaşamı; duygusallığın, aşkın, duygunun, merhametin, özverinin sembolü olan kadının alanı olarak tanımlarken; kamu alanını rasyonelliğin, sözleşmenin, mübadelenin gerçekleştiği bir erkek alanı olarak” kurgulamaktadır (Çaha, 2007: 84).

Siyasal kamusallık ilkesi; mülksüzler, eğitimsizler ve kol emeğiyle geçinenlere, doğrudan siyasal kamuya dâhil olma imkânının verilmesini gerektirir. Özel mülkiyet edinme fırsatı, rekabet düzeni ve fırsat eşitliğiyle siyasal kamunun da güçleneceği fikri liberal kamu modelinin vaadidir. Ancak 19. yy. ın ilerleyen yılları, bu vaadin inandırıcılığını yitirdiği yıllar olmuştur. Kamusal topluluğun genişlemesiyle, kamusal alana akın eden uzlaşmaz çıkarlar, bölünmüş bir kamuoyunda kendi temsiliyetlerini yaratarak kamuoyunu zorlayıcı bir güç haline getirmiştir. Bundan dolayı kimi liberaller, örneğin Mill, kamusallık ilkesi adına önemsediği değerleri ilerleyen dönemde değersizleştirmeye ve hatta kamuoyunun bizatihi kendisini değersiz kılmaya başlamıştır. Örneğin, açık açık kamuoyunun boyunduruğundan ve baskı araçlarından dem vurmaya başlar. Kamuoyunun egemenliği, kitlenin ve ortalama insanların egemenliği gibi görmeye başlar. “Mill’in demokrasiye yönelik en büyük eleştirisi kolektif iktidarın bilgi ve ahlak düzeyleri yükseltilmeden halk kitlelerine teslim edilmesidir. Ona göre modern endüstri toplumunda halk kitleleri, iktidarın kullanılabilmesi açısından gerekli olan zihinsel ve ahlaki seviyeye henüz ulaşmamıştır.

43

Özellikle üzerinde durduğu nokta ise demokratik siyasal sistemin işleyişinde kamuoyunun sahip olduğu güçtür. Demokratik bir yönetimde kamusal çıkarların belirlenmesi açısından iktidar kamuoyu baskısı altında kalacaktır. Önceki yönetim biçimlerinde var olan baskıcı yapının yerine “demokratik tiranlık” veya “çoğunluğun tahakkümü” olarak ifade edilebilecek demokratik kamuoyunun ahlaki zabıta rolünün ikame edilmesinden büyük kaygı duymaktadır. Ona göre siyasal iktidarın yanında toplumsal tahakküm de bireyselliği ezmekte ve demokrasi potansiyel olarak böyle bir tehlikeyi barındırmaktadır” (aktaran Bayram, 2017).15 Bu anlamda bireysel özgürlüğün karşı karşıya kaldığı demokratik kamuoyunun16 tiranlığına karşı, gücün

dengeli dağılımı üzerinde durmaktadır. Mill’in temel kaygısı baskı düzeninin bireyselliğe, özerkliğe ve tercih özgürlüğüne yönelik tahakkümüdür.

Liberal yorum, başlangıçta hukuk devletinin kurumlarınca benimsenmiş olan, akıl yürüten kamusal topluluğun kendi kendini belirlemesi fikrinin gücüne, kamusal topluluk mülksüz ve eğitimsiz insanların istilasına uğradığı anda tepki gösterir. Mill, Hürriyet Üstüne eserinde toplum tarafından bireyler üzerinde meşru olarak hüküm sürebilen iktidarın doğasını sorgular. Birey üzerinde toplum tarafından meşru bir biçimde kullanılabilen iktidarın niteliğini, etkisini ve sınırlarını irdeler. Ona göre eski ve derin bir sorun olan toplumun birey üzerindeki iktidar sorunu insanlığın yaşadığı medeni aşamanın gelişmesine paralel olarak kendini yeni koşullar altında ortaya koyduğu gibi geleceğin de hayati bir sorunu olarak kalmaya devam edecektir (Mill, 2012: 39). Ona göre adına halk denen toplum, aslında birkaç akıllı ile birçok akılsız bireyden meydana gelen bir topluluktur (Mill, 2012: 64). Mill, Kitlenin bütün siyasal sorunları kendi divanına celp ederek kendi takdirine göre karara bağlamasını, bu durumda filozofların kitleyi aydınlatmaya mecbur kalacaklarını ve kitlenin de onların meseleleri kavrayışlarındaki derinliği takdir etmeyi öğreneceği gerekçesiyle arzulanır

15 (Çevrimçi) Kaynak: http://www.ktu.edu.tr/dosyalar/sbedergisi_45e77.pdf Yılmaz Bayram, Erişim Tarihi: 16. 01.17

16 Fikirlerimizi, sanki bir tüzük, kararname ya da yargı maddesiymiş gibi kamuoyuna dayandırdığımız gerçeğini Ortega y Gasset’te dile getirir. Ona göre kamuoyunun kanısı ‘yerleşik’ göreneklerden başka bir şey değildir. Belli grupların ya da bireylerin desteğini beklemeyen kanılardır. Kendini herkese zorla benimseten, herkesin üstünde baskı uygulayan ‘yerleşik’lerdir. Bu da Gasset’i onları ‘yürürlükler’ olarak adlandırmaya yöneltir. Etkin olan tek şey bu yürürlüklerin halk üzerindeki ruhsuz zorlamasıdır. Halk ağzında ‘hâkim fikirler’ olarak ta adlandırılmaları yerindedir. Çünkü gerçekten de toplumdaki konumları hükümetinkine benzer. Hâkimdirler. Hükmederler. Kamuoyu denen şeydir bunlar (Gasset, 2011: 232).

44

bir şey olarak gören kamusallık fikrine karşı çıkar (Habermas, 2014: 243). Bu noktada Tocqueville’in Amerika’da Demokrasi eserinin etkisinde kalan Mill’e göre demokratik siyasal kültürün eşitlikçi doğası, bireyselliği reddetmekte ve toplumda tektipleştirici bir etki yaratmaktadır (Bayram, 2017).17 Tocqueville kamuoyunu bir eleştiri gücünden çok mutabakat baskısı olarak değerlendirir. Bireylerin birbirleriyle uyumlu hale gelip benzeşmesi her birinin bir insana ya da sınıfa körü körüne inanma eğilimini azaltacaktır. Böylece kitleye inanma eğilimi yükselir ve kamuoyu dünyayı giderek daha çok ‘yönetir’ hale gelir (Habermas, 2014: 240). Anlaşılacağı üzere, onların dertlerinin temelinde, hükümran bir iktidarın yerini, kamuoyu iktidarının alması yatmaktadır. Bu halde, kamuoyu daha az keyfi olmayan bir biçimde davranmayacaktır. Kamuoyunun kanaati egemen olmaya başladıkça, kamuoyunda hoşgörü azalacak ya da baskıcı bir hoşgörüye dönüşecektir.