• Sonuç bulunamadı

2. İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI VE İKTİSADİ BÜYÜME

3.2. İktisadi Büyüme İçin Gerekli Sermaye Kaynakları

3.3.3. Yeni Küresel Ekonomik Koşullar ve Artan Kısa Vadeli Sermaye

3.3.3.4. Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin Gelişmekte Olan

3.3.3.4.4. Latin Amerika Krizleri: 1999 Brezilya ve 2001 Arjantin

1997 yılında başlayan Doğu Asya krizi ve 1998 yılında Rusya’yı etkisi altına alan kriz, 1999 yılından itibaren Latin Amerika’ya yönelmiştir. Latin Amerika’nın iki büyük ekonomisi olan Brezilya ve Arjantin sırasıyla 1999 ve 2001 yıllarında yükselen piyasaları etkisi altına alan finansal krize maruz kalmışlardır.

Brezilya ekonomisindeki temel problem de daha önce Meksika’nın, Türkiye’nin ve Doğu Asya ülkelerinin yaşadıkları tecrübeden farklı değildir. Kriz öncesi dönemde yabancı sermaye girişine bağlı olarak Brezilya para birimi “real”in aşırı değerli hale gelmesi ve bu durumun ithalatı arttırmak suretiyle cari açıkların büyümesine yol açmasıdır.

Brezilya ekonomisinde 1990’lı yılların başındaki % 2000’lerin üzerinde seyreden enflasyon ve bunun yanında düşük büyüme hızı gibi olumsuz gelişmeler neticesinde uygulamaya konulan “Real Plan” ekonomik istikrarın tekrar sağlanmasında etkili olmuştur. Enflasyon birkaç yıl içinde % 3 seviyelerine gerilemiş ve büyüme hızı % 4’e yükselmiştir (Cihan, 2005: 86). Ekonomide belirli bir

139

istikrarın sağlanması sonucunda yoğun yabancı sermaye girişi de bu döneme denk düşmektedir. Kriz sürecinde para birimi “real”in devalüe edilmesi, düşük rekabet gücüne sahip olan komşu ülke Arjantin’in uluslararası rekabet gücünü daha da azaltmıştır (Yentürk, 2005a: 258). Bu durum, 2001 yılında Arjantin’de ortaya çıkan krizin temel bileşenlerinden birisidir.

Arjantin ekonomisi yaşadığı 2001 krizinden önce Meksika ve Türkiye’ye benzer şekilde 1995 yılında da ekonomik krizin etkilerine maruz kalmıştır. 1995 yılındaki krizin en temel sebebi, sabit döviz kuru sistemi altında yerli paranın aşırı değerlenmesine bağlı olarak ortaya çıkan devalüasyon beklentisi ve bu duruma paralel olarak yaşanan yabancı sermaye kaçışıdır.

1995 yılındaki kriz sonrasında sabit kur sistemi devam ettirilmiştir. Arjantin’de büyüme hızı 1982-1991 döneminde yıllık ortalama % 0,4, 1992-2001 döneminde ise yıllık ortalama % 3,9 seviyelerindedir. 1997, 1998 ve 1999 yıllarında büyüme hızı sırasıyla % 8, % 3,8 ve - % 3,4 olmuştur (Toprak, 2001: 885; Yentürk, 2005a: 259). Kısa süreli canlanma yerini tekrar krize bırakmıştır. 1999-2000 döneminde özelleştirmelere de bağlı olarak 32 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye girişi sağlanmış, fakat ekonomik daralmayı engelleyici bir etkisi olmamıştır (Yentürk, 2005a: 260). 1995 yılındaki kriz sonrasına terk edilmeyen sabit döviz kuru sistemi 2001 yılındaki krizden sonra terk edilmiştir.

Daha önceki dönemlerde yükselen piyasa ekonomilerinin yaşadıkları tecrübelerden farklı olmayan 2001 Arjantin krizinin nedenleri şu şekilde özetlenebilir (De la Torre etc, 2002: 1);

 Yerel para biriminin aşırı değerli olması nedeniyle cari açıklara bağlı olarak ortaya çıkan dış borç artışı.

 Rusya krizini takiben ortaya çıkan sermaye hareketlerinde yavaşlama olgusu ve bu durumun yol açtığı mali problemler.

140

 Yüksek kamu borçları, finansal kırılganlık ve finansal sektörün göz ardı edilen zayıflıkları.

3.3.3.4.5. 2000 ve 2001 Türkiye Krizi

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülen en ciddi kriz olan 2001 krizi, IMF ile yürütülen program süreci içerisinde yaşanmış ve Türk ekonomisi üzerinde makro ekonomik ve mikro ekonomik temelde ciddi olumsuz etkiler bırakmıştır. Türkiye Ekonomisi 1990’lı yıllarda yüksek enflasyonun etkilerine maruz kalmıştır. 2000 yılıyla birlikte IMF nezdinde uygulanmaya başlanan “Enflasyonu Düşürme Programı” enflasyonun temel nedeninin kamu kesimi açıkları olduğu kabulünden hareketle faiz dışı fazla, döviz ve para politikalarının yeniden yapılandırılması ve sosyal güvenlik vb. konularda reformların yapılması gibi hedefler çerçevesinde hazırlanmıştır.

Bu programın uygulanması esnasında döviz kurunun nominal çıpa olarak kullanılması ve kurun “beklenen” enflasyon oranı kadar arttırılması esas alınmıştır. Ancak, enflasyonun tahmin edilenden yüksek çıkması TL’yi aşırı değerli hale getirmiş ve bu durum ithalatın görece ucuzlamasına yol açmıştır (Güloğlu ve Altunoğlu, 2002: 127-129). Böyle bir ortamda artan ithalatın ve cari açıkların finansmanı yabancı sermaye hareketlerine bağlı kılınmıştır.

Türkiye’nin Enflasyonu Düşürme Programı çerçevesinde uyguladığı yapısal reformlardaki gecikme ve ilave mali önlemlerin alınmasındaki isteksizlik, IMF’nin 2000 yılının Ekim ayında serbest bırakacağı yeni kredi diliminin ertelenmesine yol açmıştır. Bu durum piyasalara olan güvenin azalmasına yol açmıştır (Doğan ve Özekicioğlu, 2005: 154). Bu süreçte kamuoyunda siyasi ortama yönelik güvensizliğe ekonomiye yönelik güvensizlik de eklenmiştir.

141

Yabancı yatırımcıların da benzer konulardaki çekinceleriyle aynı yönlü olarak, yaklaşık 4,8 milyar dolar düzeyindeki portföy yatırımının ülkeyi devalüasyon beklentisiyle terk etmesi neticesinde yaşanan likidite sıkışıklığına TCMB, IMF nezdinde uygulanan program nedeniyle müdahale edememiş ve Kasım ayı içerisinde bünyesinde çok yüksek miktarda Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) bulunan bir banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)’na devredilmiştir. Diğer bankaların da TMSF’ye devredileceği kaygısı krizi tetiklemiştir (Güloğlu ve Altunoğlu, 2002: 130).

Kasım kriziyle birlikte faiz oranlarındaki artışa bağlı olarak ödeme güçlüğüne giren bankalar, vadesi dolmayan kredilerini geri çağırmaya başlamışlardır. Ayrıca tüketici kredilerinin kesilmesiyle iç piyasa daha da daralmıştır (Kazgan, 2006: 451). Yaklaşık üç aylık kısa bir dönemin ardından kasım ayındaki krizden daha büyük bir kriz yaşanmıştır. Hazine’nin yüklü bir borç geri ödemesi arefesinde 19 Şubat 2001 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında yaşanan siyasi gerginliğin topluma yansıması neticesinde piyasalar hızlı bir biçimde tepki göstermiş ve TL dolar karşısında devalüe edilerek dalgalanmaya bırakılmıştır. Sonraki süreçte de TL- Dolar kuru 1 milyon liranın üzerine çıkmıştır.

2001 Şubat krizinden önce yaklaşık 28 milyar dolar olan TCMB rezervleri, krizden hemen sonra 22 milyar dolar seviyesine gerilemiş ve gecelik faizler ortalama % 4000 seviyelerinde seyretmiştir. 2001 krizi sonrasında yabancıların tasfiye ettiği menkul değerlerden 3,8 milyar dolar, yabancı bankaların yenilemedikleri kısa vadeli kredilerden 1,3 milyar dolar ve kayıt dışı hareketlerden de 1,2 milyar dolar olmak üzere Türkiye’den toplam 6,3 milyar dolar sermaye çıkışı yaşanmıştır (Doğan ve Özekicioğlu, 2005: 156-157).

Krizden çıkış sürecinde “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP)” uygulamaya konulmuştur. Programla beraber dalgalı kur sistemine geçilmesi, parasal sıkılaştırma, mali disiplin, ihracat ve turizm gelirlerinin arttırılması krizden çıkış için temel ekonomik tedbirleri oluşturmaktadır. GEGP ile birlikte bütçe açıkları ve

142

enflasyon kontrol altına alınmış ve büyümede de belirli bir ivme sağlanmıştır. Ancak, cari açıklar, büyümenin yeni istihdam oluşturamaması, özellikle kısa vadeli başta olmak üzere yüksek büyüme hızı için yabancı sermayeye bağımlılık gibi ekonomik sorunlar günümüze kadar devam etmiştir. Esasında, 2000 yılıyla birlikte uygulamaya konular Enflasyonu Düşürme Programı ve 2001 krizinin çıkış reçetesi olarak kabul edilen Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın hedefleri döviz kuru politikası uygulamaları dışında hemen hemen aynıdır.

3.3.4. Yeni Küresel Ekonomik Koşullarda Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerine