• Sonuç bulunamadı

2. İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI VE İKTİSADİ BÜYÜME

2.6. İktisadi Büyümeyi Açıklamaya Yönelik Modeller

2.6.2. İktisadi Büyümeyi Açıklamaya Yönelik Modern Yaklaşımlar

2.6.2.4. Dördüncü Nesil Büyüme Modelleri: Kurumlar ve Büyüme

Daha önce de bahsedildiği gibi, bu kısma kadar incelenen iktisadi büyümeye yönelik görüş, yaklaşım ve modeller Solow’un 1994 yılında yayınlanan “Perspectives on Growth Theory” isimli çalışmasına bağlı kalınarak oluşturulmuştur. Uzun dönem iktisadi büyümeyi açıklamaya yönelik bu yaklaşımlar büyümenin “yakın-yaklaşık” nedenlerini açıklamaya dönük modellerdir. 2000’li yıllarla birlikte gelişmeye başlayan ve iktisadi büyümenin “temel-nihai” nedenlerini açıklamaya dönük kurumsal yaklaşımlar ise, 4. Nesil Büyüme Modelleri olarak bu kısımda kısaca incelenecektir.

Esasen büyümenin temel belirleyicileri Rodrik’e göre, coğrafya, ekonomik entegrasyonlar ve kurumlardır (Snowdon ve Vane, 2012: 556). Fakat bu kısımda, büyümenin yakın nedenleri (emek, sermaye, doğal kaynak, teknoloji) dışındaki tüm faktörler “kurumlar” olarak değerlendirilmiştir. Çünkü, ülkelerin coğrafi koşulları, dini-kültürel yapıları, diğer ülkelerle siyasi ve ekonomik işbirliği veya entegrasyonlarının tamamı bu ülkelerin kurumsal yapılarını oluşturmaktadır.

Kurumlar, toplum içinde kişiler veya farklı gruplar arasındaki ilişkileri biçimlendiren, bu ilişkileri yönlendiren, yazılı ve yazılı olmayan kurallar ve örgütlenmelerdir (Pamuk, 2014: 6). D. North’a göre ise kurumlar, “siyasi, ekonomik ve toplumsal etkileşimi yapılandıran insanlarca planlanmış kısıtlardır” (Snowdon ve Vane, 2012: 563). Kurumlar, ortodoks yaklaşım tarafından serbest piyasa üzerinde katılıklar oluşturduğu noktasında eleştirilse de (Chang ve Evans, 2009: 622), kurumların en önemli özelliği, mülkiyet haklarını teminat altına alarak kişilerin

78

yürüttükleri faaliyetlerin sonuçlarından yararlanma hakkı sağlamaktadır (Ünsal, 2007: 292). Toplumların gelişmesini teşvik edici veya engelleyici davranış biçimleri büyük ölçüde ilgili toplumun değer yargılarına ve normlarına, kısaca kurumsal yapısına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır (Han ve Kaya, 2008: 47). Bir anlamda ekonominin altyapısını belirleyen kurumlar, yatırım ve üretkenliği belirlemekte ve bu sayede ulusların zenginliğini de belirlemiş olmaktadırlar (Jones, 2007: 144).

Tarihsel süreç incelendiğinde kurumsal gelişme yavaş ilerlemiştir (Chang, 2011: 200-201). Bunun temel sebepleri ise şunlardır;

 Kurumsal yapının oluşturulmasının maliyetli olması

 Yeni kurumsal yapıların oluşturulması sürecinde direniş gösterilmesi

 Kurumların arkasındaki iktisadi mantığın anlaşılamamış olması

 Toplumsal önyargı

 Kurumlar arasındaki bağlantılar nedeniyle yaşanan gecikmelerdir.

Günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında artan düzeyde kişi başına düşen gelir düzeyi farklılıkları ortaya çıktığı bilinmektedir. Çoğu iktisatçı ve sosyal bilimciye göre bu durumun ortaya çıkmasında, gelişmekte olan ülkelerdeki en iyi teknolojiye ulaşmayı engelleyen kurumsal yapıların varlığıdır (Acemoglu and Robinson, 2000: 126). Bu engelleyici kurumsal yapılarla ilgili olarak çeşitli nedenler ileri sürülmüştür. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde yeni teknolojilere ulaşmayı, bu yeni teknolojileri üretim süreçlerine veya gündelik hayata uygulamayı engelleyen ekonomik çıkarlarını korumak isteyen güçlü gruplar, tekeller bulunmaktadır. Bu durum ekonomik olarak kaybedenler hipotezi (economic-losers hypothesis) olarak ifade edilmektedir. Kuznets (1968) tarafından ortaya atılan ve Mokyr (1990) tarafından geliştirilen bu hipotez, belli grupların yenilikleri engelleyen ekonomik güce sahip olduğu varsayımına dayanmaktadır. Ülkeye yeni teknolojilerin girişinin

79

ve ekonomik değişimin istenmemesinin en önemli sebebi bunların eşanlı olarak siyasi gücün dağıtımını değiştirecek olmasıdır. Bu durum ise, politik olarak kaybedenler hipotezi (political-losers hypothesis) olarak ifade edilmektedir (Acemoglu and Robinson, 2000: 126).

P. Aghion kurumsal yapıya farklı bir açıdan yaklaşmaktadır. Aghion (2004: 9)’a göre, bir ülkede yeni geliştirilen teknolojilerin taklit edilme olasılığının yüksek olması ve mülkiyet haklarındaki korumanın düşük olması, yenilik faaliyetinden beklenen getirilerin azalmasına yol açarak bu tür yatırımların azalmasına yol açacaktır. Yani bir anlamda mülkiyet haklarının tam olarak işlerlik kazanmadığı gelişmekte olan ülkelerde, içsel büyüme teorilerinin özünü oluşturan teknolojik gelişmelerin ortaya çıkması imkansız hale gelmektedir.

Özellikle 1980 sonrası süreç küresel ekonomi açısından farklı bir kurumsal yapıyı ifade etmektedir. Bu süreçte yeni küreselleşme süreciyle birlikte ekonomilerin liberalizasyonu ve finansal serbestleşme gündeme gelmiştir. Mal, hizmet, beşeri sermaye ve fiziki sermaye akımları dünya çapında hızlanmıştır. Aynı değişim büyüme literatüründe de görülmüş ve özellikle sermaye hareketlerindeki serbestleşmenin ekonomik büyüme üzerinde pozitif etkilerinin bulunduğuna ilişkin ampirik kanıtlar sunulmaya başlanmıştır. Buna göre, finansal gelişme ve ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkisini inceledikleri çalışmalarında Calderon ve Liu (2003) tarafından ulaşılan sonuçlar, finansal gelişmenin tüm ülkelerde (109 ülke) daha hızlı sermaye birikimi ve teknolojik değişim yoluyla ekonomik büyümeye yol açtığını göstermiştir.

Bakeart, Harvey ve Lundblod (2005) tarafından yapılan çalışmaya göre, sermaye hareketlerinin liberalizasyonu ekonomik büyüme için önemli bir rol oynamaktadır. Neelenkavil, Stevans ve Roman (2013) tarafından Afrika, Asya ve Güney Amerika’da bulunan 37 ülke üzerinde yapılan analiz sonucunda, doğrudan yabancı sermaye girişlerinin kısa dönemde bu ülkelerde ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilediği bulunmuştur. Yine Bonfiglioli (2005) tarafından yapılan ve 93 ülkenin analize dahil edildiği çalışmada, finansal serbestleşmenin kurumsal ve

80

ekonomik gelişmeyle de bağlantılı olarak hem kısa hem de uzun dönemde ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Klein (2005)’e göre ise, en iyi kurumlar olmasa da, mevcut kurumsal yapıyla karşılaştırıldığında daha iyi kurumların bulunduğu ülkelerde, ödemeler bilançosunun sermaye hesabındaki serbestleşmenin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi istatistiksel ve ekonomik olarak anlamlıdır. Son olarak Klein ve Olivei (2008)’ye göre, finansal serbestleşmenin ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkileyebilmesi için ülkenin ekonomik, yasal ve sosyal kurumsal altyapısını tamamlamış olması gerekmektedir. Dolayısıyla, kurumsal altyapısı yetersiz olan gelişmekte olan ülkeler için sermaye hareketlerinin serbest hale getirilmesi veya finansal serbestleşme beklenen ekonomik getirileri sağlayamayacaktır.

Kurumların mı ekonomik gelişmenin nedeni olduğu, ekonomik gelişmenin mi kurumları etkilediği yönündeki teorik tartışma günümüzde de devam etmektedir. Yine günümüzde hakim görüşe göre, kurumlar ve ekonomik gelişme arasındaki ilişkinin doğrusal olmadığı, toplumlar arasında ve aynı toplumlarda da bir dönemden diğerine değiştiği kabul edilmektedir (Chang, 2010: 3-9).

81

3. İKTİSADİ BÜYÜMENİN ORTAYA ÇIKARDIĞI SERMAYE İHTİYACI, ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLERİNİN SERBESTLEŞMESİ VE KISA VADELİ SERMAYE HAREKETLERİ

İktisadi büyüme veya kalkınma önceki bölümde de detaylı biçimde incelendiği gibi, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çözmeleri gereken temel iktisadi sorunlardan bir tanesidir. Bu temel iktisadi sorunun günümüze kadar ortaya konulan teorilerde çok sayıda belirleyicisi olduğu ifade edilmiştir. Bunlar temel olarak; tasarruf düzeyi, yatırım düzeyi, teknoloji düzeyi, beşeri ve fiziki sermaye düzeyi ile kurumlardır.

İktisadi büyümenin ve kalkınmanın gerçekleştirilmesinde yatırımlar önemli bir yer tutmaktadır. Yatırım konusu teknik olduğu kadar aynı zamanda finansal bir sorundur. Ülkelerin belirli hedeflere bağlı kalınarak ne oranda büyüyeceğinin belirlenmesi ve bunun için ne kadar yatırım yapılacağının saptanması teknik olduğu kadar finansal sorunları da beraberinde getirmektedir.

Bu bölümde iktisadi büyüme konusu finansman sorunu çerçevesinde incelenmektedir. Öncelikle gelişmekte olan ülkelerde sermaye ihtiyacının saptanması ve sermaye ihtiyacına neden olan faktörler analiz edilmekte, ardından iktisadi büyüme için gerekli sermaye kaynaklarının neler olduğu üzerinde durulmaktadır. Daha sonra ise, 1980 sonrasında değişen küresel ekonomik koşullar, uluslararası sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve gelişmekte olan ülkelerde kolay kazanç arayan kısa vadeli spekülatif sermaye akımları ve etkileri incelenmektedir. Bölümün sonunda, kısa vadeli sermaye akımlarına bağlı olarak iktisadi faaliyetlerini gerçekleştiren ülkelerdeki büyümeye yönelik sorunlar üzerinde durulmaktadır.

82

3.1. Gelişmekte Olan Ülkeler Açısından Sermaye İhtiyacını Ortaya Çıkaran Temel Faktörler

Sermaye talebinden farklı bir kavram olan sermaye ihtiyacı; belirli bir üretim ya da hasıla düzeyine ulaşabilmek için ne kadar sermayeye gereksinim duyulduğunu ifade etmektedir (Han ve Kaya, 2008: 54). İktisadi büyümenin finansmanı için gerekli olan sermaye ihtiyacı finansal bir konu olup, ülkeden ülkeye ve dönemden döneme farklılık göstermektedir. Her ülkenin büyümeye yönelik gereksinimi ve bu gereksinmenin önündeki engeller birbirinden farklılaşmaktadır.

Sermaye ihtiyacı, belirli bir büyüme hedefi saptandıktan sonra sermaye-hasıla katsayısıyla belirlenebilmektedir. Sermaye-hasıla katsayısı kısaca bir birim hasıla elde edebilmek için gerekli sermaye düzeyini gösteren orandır. Sermaye-hasıla katsayısı aşağıdaki gibi hesaplanabilmektedir (Doğaner Gönel, 2013: 158).

ΔK It-1

= ΔGSYİH (GSYİHt – GSYİHt-1)

(87)

Denklem 87’deki sermaye-hasıla katsayısı, ex-ante bir kavram olan marjinal sermaye-hasıla katsayısını ifade etmektedir. Marjinal sermaye-hasıla katsayısı, hasılayı bir birim arttırabilmek için ne kadarlık sermayeye ihtiyaç olduğunu gösteren bir kavramdır. Ortalama sermaye-hasıla katsayısı ise, belirli bir dönemde elde edilen hasılanın ne kadarlık sermaye ile gerçekleştirildiğini gösteren ex-post bir kavramdır (Berber, 2011: 305).

Önceki bölümde Harrod ve Domar tarafından geliştirilen Keynesyen modeller aracılığıyla sermeye-hasıla katsayısı, tasarruf oranı ve iktisadi büyüme hızı arasında Denklem 88’deki gibi bir ilişki söz konusudur.

83

g

k

s

Y

Y

(88)

Denklem 88’de yer alan g, iktisadi büyüme hızını temsil ederken, s, tasarruf oranını ve k ise sermaye-hasıla katsayısını göstermektedir. Buna göre; hedeflenen g büyüme hızına ulaşabilmek için ülkenin k sermaye-hasıla katsayısı da bilindiğinde, geriye gerekli sermaye ihtiyacını ortaya koyan tasarruf oranı kalmaktadır. Sermaye- hasıla katsayısı sabitken, hedeflenen büyüme hızı yükseldiğinde gerekli sermaye ihtiyacı da yükselmektedir. Denklem 88, dışa kapalı ekonomiler için geçerli bir büyüme denklemini ifade etmektedir. Ülke dışa açıldığında denklem aşağıdaki gibi genişletilmektedir (Sönmez, 2010: 130).

k

m

x

s

g

(

)

(89)

Denklem 89’da yer alan x ve m sırasıyla ihracat/GSYH ve ithalat/GSYH oranlarını gösterirken, x - m dış ticaret dengesini temsil etmektedir. İktisadi büyüme temel olarak aşağıdaki şekilde de görüldüğü gibi, belirli bir finansman ihtiyacını ortaya çıkarmakta ve bu finansman ihtiyacı da tasarrufların potansiyel büyüklüğünü belirlemektedir. Büyüme Hızı Finansman İhtiyacı Tasarrufların Büyüklüğü Şekil 9. Büyüme Hızı, Finansman ve Tasarruf İlişkisi

Gelişmekte olan ülkeler iktisadi büyüme ve kalkınma sürecinde yalnızca kendi öz kaynaklarına yöneldikleri takdirde hedeflenen gelişme düzeyine ulaşamayacaklardır (Türk, 2009: 286). Çünkü gelişmekte olan ülkelerde kişi başına düşen gelir seviyesi düşük ve bu duruma bağlı olarak da tasarruflar yetersizdir. Ülkeler iktisadi büyümenin finansmanında dış kaynaklara da yönelmektedirler. Bir ülkenin elde etmiş olduğu dış kaynak, toplam yurt içi tasarruflara katkı niteliğindedir.

84

Bu sayede, iç tasarrufların imkan sağladığından daha yüksek oranda yatırım yapılacak ve milli gelir düzeyi artacaktır. Artan milli gelir ülkenin tasarruf oranlarını da arttıracak ve ülke dış kaynağa gereksinim duymadan uzun dönemde kendi kendini besleyen bir büyüme sürecine girecektir (Seyidoğlu, 2007: 636).

Ülkeye dış kaynak girişlerinin iktisadi büyümeyi olumlu yönde etkileyebilmesi için beşeri ve fiziki sermaye birikimine katkı sağlaması, teknolojinin yayılmasına yol açması, finansal sektörün gelişmesine yardımcı olması ve ticareti arttırması gerekmektedir (Choong etc., 2010: 108). Dış kaynak girişinin belirtilen bu etkilere yol açmaması durumunda, ülke dış kaynağa bağımlı hale gelmekte ve yapılan ampirik çalışmalarda da sanayileşmemiş ve dış kaynağa bağımlı olan ülkelerin uzun dönemde hızlı büyüme patikasına giremeyecekleri belirtilmiştir (Prasad etc., 2006: 2). Gelişmekte olan ülkeler açısından temel problem iç ve dış kaynakların birlikte kullanılması ve iktisadi büyüme hedefine yönlendirilmesidir.

Gelişmekte olan ülkelerde sermayenin kıt bir faktör olmasına yol açan ve sermaye ihtiyacını ortaya çıkaran temel faktörler; sermaye birikiminin yetersiz olması ve gelir düzeyinin düşüklüğü, düşük kaynak verimliliği ve ödemeler bilançosunun açık vermesidir. Bu faktörlere aşağıda kısaca değinilmiştir.