• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.2. Lacancı Trajik Kahraman ya da Erotik bir Çıkış Anlatısı

176

Antigone’nin durumunda Polyneikes’in adı olarak görünürken Oidipus’un durumunda yazgısından kaçmaya çalışan Oidipus’un aşamayacağı, ötesine geçemeyeceği yazgısı olarak görünür. Her ikisinin de eylemlerine, hâkim bir gösteren anlam verir. Bu aslında bir bakıma Lacan’ın “gösterileni yaratan gösterendir”(Evans,2005:186) savının somut bir görünümünden başka bir şey değildir. Öznenin yaşamını kuran, eylemselliğine anlam veren sözün öncelliği Lacan için sadece özne boyutunda değil aynı zamanda histerik öznenin ya da histerikleştirilen öznenin toplumsal ve politik yansımaları ya da açılımları bakımından da önem taşır. Lacan için kuramla kılgının ayrılmaz bir bütün olduğu psikanaliz sadece arzusunun alanı kapanan öznenin “patolojik”

engellenmişliklerinden kurtulmayı sağlayan bir sağaltım yolu olmakla kalmaz;

aynı zamanda arzuyu dondurarak özneyi dumura uğratan geniş ölçekli toplumsal yapıyı çözümsel söylem aracılığıyla yorumlayıp dönüştürmeye çalışan bir biçimde de işler. Böylece söz ekseninde gelişen erotik varoluşun aynı zamanda sınırları belirlenmiş bir alanın sınırlarının ötesine geçmeyi olanaklı kılan bir çıkış anlatısına işaret ettiği de söylenebilir.

177

damgalanmış varoluşlarının gerekli kıldığı bir karşılıklı anlaşmayı kabul etmeleri belirler. Bu karşılıklı anlaşmanın özünü, özneye özneliğini veren ve karşılığında olanaksız haz anlamında Şey’i bırakarak simgesel alanı ve bu alanın iyilerini almaya dayanan bir onaylama ya da seçim oluşturur. Bu seçim temelde yatan ve bu özelliğiyle de kurucu olan bir seçimdir. Seçim, Lacan için öznenin var oluşunu kökenden belirleyen ve diğer “özgür” seçimlerine yataklık eden vurgulu bir anlama sahiptir:

“ Bu kurucu özellik ‘toplum anlaşması’, öznenin simgesel topluluğa dâhil olması anlamında cebri bir seçenek yapısına sahiptir: özgürce seçtiği varsayılan özne bu seçimden önce var olmaz, tersine yalnızca temeldeki bu seçenek aracılığıyla kurulur.

Toplumsal seçim, ‘toplum sözleşmesi’ çelişik bir seçimdir; çünkü özne seçme özgürlüğünü yalnızca ‘doğru seçimi’ yaptığı sürece sürdürebilir: eğer toplumun

‘ötekisini’ seçersem, özgürlüğümü seçme olanaklılığını kaybederim (klinik terimlerle söylenecek olursa psikozu seçerim) Seçim ediminde kurban edilen Şey’dir, olanaksız hazzı vücuda getiren ensest nesnesidir-buradaki çelişki ensest nesnesinin varlığa kayboluşu aracılığıyla gelmesidir (…) İşte bu nedenle seçim cebridir: simgesel mübadele ve iyilerin dağıtımı anlamında topluluktan üyelik kazanmak için vazgeçmem gereken şey bir anlamda ‘her şeydir’ (arzunun Nesnesi) ve başka bir anlamdaysa ‘hiçbir şeydir’ (çünkü kendi içinde olanaksızdır; başka bir deyişle onu seçmem durumunda her şeyi kaybederim)” (Zizek, 2008: 86)

Simgesel ağın içinde hareket etmek ve özne olmak temeldeki bu seçimin ve bu seçimin sonucunun kabulü anlamında toplumsal iyilerin ya da başka bir deyişle haz ilkesinin sınırları içinde yaşamayı ve benliği sınırların içinde tutan bir etiği zorunlu kılar. Lacan için özne düzeyinde çözümlemenin toplumsal ve politik alanla iç içe geçmiş olan yapısı bu noktada önem kazanır; çünkü çözümleme ya da çözümleyici söylem bizim “kötü” geçmişimizi değil yitimliliğimizi, arzu dolu bir varoluş olarak ölüme doğru oluşumuzu, eksikliğimizi açığa çıkartan, öne getiren, vurguyu bu yönde belirginleştiren bir söylemin etiği olarak iş görür.

Gerek Antigone ve Oidipus gerekse de Platon’un başkarakteri Sokrates sınırın ötesine geçiş, haz ilkesinin sınırları anlamında toplumsal iyilerin alanından çıkış anlamında bir tür aşırılığa, başka bir deyişle arzunun etiğine yer açar ve

178

somutluk kazandırırlar. Bu bağlamda Sofokles’in ölümü arzulayan Antigone’si ile ölümle eşleşen bir bilmeyi arzulayan ve nihayetinde her türlü anlamsal sınırın ortadan kalktığı bir “varoluş” durumda bile hala hiç doğmamış olmayı arzulayan ve bu tavrıyla mutlak arzunun ifadesi olan Oidipus’u ve bilgeliğin arzusunu ölüme hazırlanma ve böylelikle ölümü arzulama tutumuyla eşleyen bir Sokrates’i polisin dışına-çıkış anlamında trajik bir varoluşun örnekleri olurlar.

Bu bağlamda aşırılığın somutluk kazandığı arzu etiğinin -Platon için de Lacan için de çözümleyici söylemin ayrılmaz bir öğesi olan, daha doğrusu temel parçalarından biri olan- diya-logos’la görünür olduğunu ya da gerçekleştiğini ileri sürmek olanaklıdır. Burada özne için belirleyici olan, çözümlemeyle aynılaşan karşılıklı söz alış verişi olarak diya-logos’un olanaklılığının koşulu olarak öznenin erosla, yani kendi yitimliliğiyle karşılaşmasıdır. Aslında bu noktada hem kişisel bir sağaltımın hem de genel çerçevede gerçekleşen bir farkındalığın devrede olduğu söylenebilir. “Lacan’ın düşündüğü konuşma sağaltımı danışanı, basit bir uyumlulaştırma ve olağanlaştırma dünyasına almaz;

tersine onun için arzunun yokluğuyla karşılaşmayı ve ardından Varlıkla yüz yüze gelmeyi olanaklı kılar.”(Miller, 2007:95) Kendi arzusu dolayımında yitimliliği anlamında Varlıkla karşı karşıya gelmesinin özneyi de aşan tarafı bunun aynı zamanda özgürleştirici bir yönünün de olmasıdır. Zupancic’in de belirttiği gibi “Psikanalizin etiği hadım edilme riskini kabul etmemizi sağlayarak bizi özgürleştiren bir kılgı olarak tanımlanabilir (…) o bizi kaybedilecek hiçbir şeyin olmadığı bir yere konumlandırır.”(Zupancic, 2006:177) Kendi yitimliliğiyle karşılaşma olanağı özneyi, öznenin kaybolan arzusunu canlandırarak harekete sevk eder; özne diya-logosun açtığı hatta

179

kendisini yıkıma götürecek, ama arzunun etiği olarak işleyen, bir doğrultuda yol alır; Antigone de Oidipus ve Sokrates de arzuya neden olan parçalanmışlığın kayıp nesnesini ararlar ve buldukları ipuçları üzerinden çözümlemeyi devam ettirirler; çözümleme aynı zamanda çözülmedir; çözülerek ayrılmadır ve böyle oluşuyla da bir bakıma yıkımdır. Ortak nokta simgeselin ağında kayıp duran sözün ardı sıra giderek rahatsızlık veren kaynağa, kökene ulaşma çabasıdır ve her kaynağa ulaşma çabası beraberinde mevcut sınırların dışına çıkma riskini getirmektedir.69 Arzu söylemi bu bağlamda özneyi, polisi kuran ama polisin de dışına çıkartan bir varoluş örneği olarak somutlaştırır. Sınırların dışına çıkartan bir söylem daha önce de dile getirildiği üzere efendinin söyleminden ya da akademik söylemden farklı bir şekilde işleyerek özneyi dayatmaların ve geçerli çerçevenin dışına çıkmaya davet eder. Miller’ın da vurguladığı gibi:

“Analist daima arzulanır ve arzular; bununla birlikte o kendi fetişlerini ya da arzu nesnesini kapsayıcı bir efendi söylemi olarak dayatmadan ve karşıt-aktarımın çağrısına boyun eğmeden her bir nevrotik, fetişistik ikamenin yanıltıcı doğasını ortaya koyacak sert ve çileci bir olumsuzlukla davranır. Çözümleme acı çekmenin ürünü ve yanıtıdır.

O, özen ve dinlenme talebidir Sokratik çileciliği sevmektir ve Kephalus’un Devletin birinci bölümünde söylediği gibi varlığımızın tanımı olarak kabul edilebilir toplumsal iyilerin elde edilmesi anlamında arzu söylemini ele geçirip olağan hale getirerek gerçekleştirmekten vazgeçmeye dönük tüm çabaların amansız eleştirisidir.”(Miller, 2007:107-108)

69 Ardı sıra gidilen söz Antigone için Polyneikes, Oidipus ve Sokrates içinse, başka biçimlerde de olsa, hakikattir. Üçünü de birleştiren ortak nokta kontrol altına alınamayan ve sonunda yıkımı getiren bir arzuyla belirlenmiş olmaktır. İlginç olan bir diğer ortaklık, gerek Antigone’de gerek Oidipus’ta gerekse de Sokrates’te trajik kahramanın ya da karakterin özelliği olan hubris’in (kibrin) oynadığı etkin roldür. Diya-logos bu bağlamda kökendeki belirleyici, varoluşsal duruma, öznenin trajik konumuna ilişkin bir olanaklılık olarak açılır ve öznenin öznelikten çıkışı anlamında simgesel ölümüne ya da Antigone’nin ölümü arzuladığını dile getirişinde somutlanan iki ölümün arasında oluş durumuna göndermede bulunur. Adı anılan her bir trajik kahraman arzuları ekseninde eksenden ayrılıp sınırın dışına çıkmayı ve böylece yıkımı yaşarlar. Bu bakımdan Sokrates’in “cesaret diye tanımladığı kamusal iyilerden oluşan bir bilgeliğe karşı durma arzusu olarak felsefe yapmak yaşamsal önemde kılgısal bir görevdir ve felsefeye içkin bu durum aynı zamanda felsefenin ölüme hazırlanma olarak yorumlanmasıyla da” yakından ilişkilidir. (Sokrates’in Savunması, 28b-31c, 37e-38a, Phaidon 61c-69e) Diya-logos arzunun yeri doldurulamayan nesnesi olarak bilinç-dışının Ötekisiyle ilişkiyi sağlayarak yıkımı, başka bir deyişle kamusal alanın sınırlarından çıkışı getirir ve trajik varoluşun öyküsünü kurar.

180

Arzu söylemi olarak çözümleyici söylemin kabulüyle birlikte görünür olan şey, ödenmesi gereken bir bedelin zorunlu varlığıdır. Lacan için çözümleyici söylemin önemi simgesel ağın içinde var olan öznede farkındalık yaratarak onu bedel ödemek zorunda kaldığı bir ikilemle karşı karşıya bırakmasında yatar.

Nasıl ki özne olmak bir vazgeçişi ve beraberinde gelen bir seçimi yani bir bedel ödemeyi gerektiriyorsa benzer şekilde kamusalın sunduğu iyilerin dışına çıkmak da bir bedel ödenmesini kaçınılmaz kılar; Şey’den kopuşun bedeli simgesel ağın içinde özne olarak var olma kazanımını getirirken simgesel ağın özneye sanki öznenin kendi arzusuymuş gibi dayattığı iyilerden yüz çevirişi de özneye kendi arzusuyla, varoluşunun temeliyle karşılaşma kazanımını getirir. Burada önemli olan öznenin bir farkındalık kazanması ya da trajik bağlantı dolayımında bir tür arınmayı yaşamasıdır. Bu arınmayı özne ve öznenin bağlı olduğu toplumsal çerçeve bağlamında bir olanaklılık olarak yorumlamak olanaklıdır. Bu olanaklılık öznenin özne olarak ortadan kaybolmadığı ama buna rağmen jouissance’ın alanına kadar gittiği bir noktadır:

“(…) kesinlikle etik sebeplerle özne kendi gerçek boyutuna ulaşana dek iyilerin ötesinde yer alan arzuyu izlemelidir. Özne orada tekil hazzın bulunduğu ve artık herhangi bir ‘iyi’ye bağlı kalmadığı bir uzamla karşılaşır. Fakat eğer özne etik olarak bu karşılaşmadan-bu karşılaşmanın gerektirdiği bedeli göz önünde bulundurarak- yararlanmak istiyorsa bu jouissance’a tamamen teslim olmamalı; aksi takdirde karşılaşma olanaksız olur. Lacan’ın ‘psikanalist etiği’ bütünüyle öznenin ortadan kalkacağı, şeyin alanıyla, jouissance ile bilinçli bir biçimde karşılaşmanın çatışkısal olanaklılığına dayanır. Bilinçdışıyla yalnızca böylesi bir bilinçli karşılaşma en temelde salt haliyle ‘arzulu (var)olmanın’ ne demeye geldiğini deneyimlememize izin verir.”(De Kesel, 2009:266-267)

Arzuyla, arzunun yerinden eden yapısıyla karşılaşmanın bedeli toplumsal iyilerden yoksun kalmak biçiminde gerçekleşirken bunun kazanımı toplumsal merkezin de yerli yerinden edilmesi biçiminde gerçekleşir; başka bir deyişle haz ilkesinin sınırları içinde kalan iyilere karşı eleştirel bir bakışın geliştirilerek dönüştürücü bir gücün olanağının önünün açılması sağlanır. Bu bağlamda

181

Miller’ın da vurguladığı gibi: “Lacan’ın nihai politik amacı söylemi herhangi bir efendi ya da yetkenin talebiyle değil de Gerçekle ilişkili arzu nesnesinin işareti olan hazzın artı değeriyle desteklenen bir çözümleyici kolektif yaratmakta yatar.”(Miller, 2007:104) Böylece arzunun etiği -sınırın ötesine geçişi sağlayan ve iyilerin oluşturduğu ölçünün dışına taşan ölçüye gelmez bir ölçü olarak- kendi ölçüsünü kuran ve özneyi, kökenindeki simgesele sığmayan dış-arlıklı özelliğiyle sınırın ötesine çekip çık-artan ve böylece erotik kökenli öznenin trajik boyutunu açan bir çıkış anlatısı olarak kurar.