• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

2.1.2. İmgeselin Ağında Yanılsamanın Narsisistik Öznesi

114

oluşturduğu simgeselin evreninde olmanın ve bu evrenin gösterenler zincirinin halkalarından biri olarak devinmenin, etkilere maruz kalmanın ve bunun trajik doğasının ne demeye gelebileceğini gözler önüne serer.

115

olarak düşünülebilecek bir gerçeğin alanında değil anlamlar zincirini olanaklı kılan bir ayrımlaşmanın alanı olan simgesel alanda bulur. Bu anlam her türlü olumsuz ve yasal yargılamadan ya da bakış açısından bağımsız bir biçimde, doğal olanın, gerçeğin keyfi yapısının ötesinde olana dolayımlamada bulunan, Polyneikes’e değerini veren bir anlamdır ve bu bağlamda da Antigone için neredeyse mutlak bir konuma sahiptir; mutlaklık, Polyneikes’in yaşamsallığının sona ermesinin ardından bile kaybolmayacak, ortadan kaldırılamayacak, göz ardı edilemeyecek bir oluşa, ölümünden sonra sanki hiç olmamış gibi olamayacak ve kendini daima dayatacak olan kalıcı bir oluşa işaret eder; başka bir deyişle Polyneikes’i olduğu kişi yaparak, ona tüm çağrışımları içinde anlamını ve değerini verecek olan ada, yani Polyneikes adına işaret eder.

Kreon’un içinde bulunduğu ya da içine düştüğü çıkmaz tam da Antigone’nin bu adla, gösterenle ilgili olarak gerçekleştirmeyi istediği temel arzuya karşı koyduğu ve başka bir gösterene bağlanan kendi temel arzusunda baş gösterir.

Polyneikes’e karşı topraklarını savunan ve onurlu bir biçimde defnedilmeyi hak eden Eteokles’e, onu diğer yönde davranan kardeşle eş düzeyde tutmayarak, gereken değeri göstermek. Bu noktada Lacan’ın gösterenler zincirinde olduğunu düşündüğü kökeni nedensiz, ama bir defa başladıktan sonra kendi mantığı içinde otomatik bir biçimde işleyen gösterenlerin karşılıklı oyunu başlar. Bu oyunun ya da devinimin kökeni kendini nedensiz bir hiçlik olarak gösteren gerçektir: bu nedensiz hiçliğin bir yarılmayla kesintiye uğratılan varlığı, bunun sonucunda oluşan simgesel alan ve bu iki düzeyin sınırında duran bir gösteren olarak Polyneikes. Antigone’nin kritik konumu işte tam da bu sınırda neredeyse saf bir gösteren olarak beliren Polyneikes karşısında ortaya çıkar:

116

“(…) üstelik bu gösteren oluşturduğu anlamdan (gösterilenlerden) ayrıdır.

Polyneikes’in eylediği hiçbir iyi ya da kötü, onun olduğu saf anlamdan bağışık varoluşunun nihai temeliyle çakışmaz. Bu Antigone’nin Polyneikes’in kirletilmiş bedeninde gördüğü boyuttur. Antigone, Polyneikes’in olduğu saf gösterenin konumunu kabul eder: ‘saf’ nitelemesi kelimenin ahlaksal anlamında değil de tüm anlamlardan, gösterilenlerden, hatta bir numaralı devlet düşmanı anlamından bile, ayrılmış (temizlenmiş) olmasında yatar. Antigone konumunu hiçbir gösterenin ‘varlığı’

temellendiremeyeceğini garanti eden yanlış bir hatta/çizgide dil ile anlamın arasındaki kesikte alır.” (De Kesel, 2009:219)

Kreon’un Antigone’nin yapmaya çalıştığı karşısında takındığı tavır bir anlamda hiçliğin ikamesi olarak ortaya çıkan simgeselde Polyneikes adını ve bu adın çağrıştırdığı her türlü anlam dünyasına ait vurguyu sıfırlayarak onu olmamışçasına hiçliğin, yokluğun içine geri göndermektir; ama Polyneikes De Kesel’in de belirttiği gibi bir kere simgeselin alanına girdikten sonra bir daha oradan silinemeyecek, her türlü anlamı bir yana saf, mutlak bir gösteren konumuna yükselir. Kreon bu saf, mutlak göstereni ortadan kaldırmayı gerçekleştirebilmek için bir gösterenler ağı olarak iktidar alanının gücünden yararlanmaya çalışır; Kreon’un görmediği ya da görmek istemediği çelişki, üzerinde iktidarını uygulamayı seçtiği bu saf gösterenin Kreon’un da güçsüzlüğüne gerekçe olan temel bir özellikten dolayı her ortadan kaldırılmaya çalışılması durumunda eskisinden daha da güçlü bir şekilde ortaya çıkarak kendisini dayatmasıdır. Simgeselin gösterenlerin otomatizminden kurulu kaygan alanında Kreon’un kişiliği aracılığıyla da kendini gösteren bu temel özellik çıkışını ilkin imgesel alandan alan ve özneyi narsisistik tekrara sürükleyen bir yanılsama durumuyla ilgilidir. Bu yanılsamanın oluşma biçimi ötekiyle kurulan yansıtma ilişkisine dayanır ve bu yansıtma ilişkisinin temelinde de yasayla arzunun birlikteliği ya da bunların aynı durumun farklı görünümleri olduğu gerçeği yatar. Arzu Lacan’ın söyleminde bizi olduğumuz şey kılan, olduğumuz

117

şey haline getiren, bizi olduran simgesel Ötekidir; simgesel Öteki ‘ben’e kendi dışından, ötesinden gelerek kendini dayatan ve bu dayatmayı da ona “ne olması” ve “ne yapması gerektiğini” buyuracak biçimde yapan bir Ötekidir.

Burada belirleyici olan, ben ile Öteki arasındaki ilişkinin arzuyu karşılıklı olarak yansıtma üzerinden kurmasıdır. Arzuyu Ötekiyle ilişki içinde yansıtarak kurmak kaçınılmaz bir durum olarak dilsel karakterdeki varoluşun ana özelliğini oluşturur. Ben, parçası olduğu ve koptuğu ayrımsız, dile gelmez, mutlak gerçeğin oluşturduğu doldurulamaz boşluğu -gerçeğin yerine öteki olarak ikame ettiği- simgesel Öteki ile doldurmaya çalışır; benin kendindeki boşluğu sanki ilişkide olduğu Öteki dolduracakmış gibi davranmasında açığa çıkan bu doldurma çabası iki tarafı da ilgi içine sokarak arzuyu karşılıklı olarak sürekli ve açık kılar. Arzuyu sürekli ve açık kılan bu yansıtma ilişkisini bir tür kökensel olanaksızlığın işareti olarak düşünmek olanaklıdır: buradaki olanaksızlık ben’in arzusunun hiçbir durumda ve koşulda öteki aracılığıyla doyurulamayacak olması gerçeğinde yatar. Ben, arzusunu bu arzunun gerçekleşme yeri olarak düşündüğü/imgelediği arzunun muhatabı olan ötekine yansıtarak bir yandan da bu arzunun öteki tarafından gerçekleştirilmesinin, tatmin edilmesinin olanaksızlığını göz ardı eder ve bu temel olguyu bastırır.58 Kendini simgesel/dilsel olarak gösteren alanın yapısal eksikliğiyle ilgili olan ve Lacan’ın

58 Lacan, VII. Seminerinde sapkınlığın mantığı olarak adlandırdığı ve psişik varoluşun imgesel yapılanışındaki görünümü olarak düşündüğü Marquis de Sade’ın zalim, şehvet düşkünü karakterlerini bu türden bir bastırmanın en göze çarpıcı örnekleri olarak yorumlar. Sade’ın şehvet düşkünü, benindeki kökensel eksikliği kurbanına yansıtarak bu türden bir eksikliğin yaratabileceği olası acıyı bastırarak varoluşunun özündeki boşluğu görmezden gelir ve öteki olarak kurbanıyla fantazmatik bir ilişki içine girer. Bu ilişkinin özünü, şehvet düşkününün sanki hiçbir eksikliği yokmuşçasına öteki üzerinden doyurduğunu düşündüğü sınırsız hazlarından kurulu evreni oluşturur; böylece şehvet düşkünü sınırların ve yasanın ortadan kalktığı, mutlak hazzın ve acının görüldüğü jouissance’ın alanına geçtiği yanılgısı içinde Kreon’un deneyimlediği türden bir yaşantıyı farklı bir eksende ama gene de kendini yansıtarak ikilediği narsisistik bir benlik düzleminde deneyimleyerek varoluşunu olumlar. (Lacan, 1997:231-233-248-260-316)

118

Freud’dan alarak dönüştürdüğü bu durum Lacancı psikanalitik söylemde kökense-birincil bastırma olarak adlandırılır; böylece kökensel bastırma aracılığıyla iki taraflı gerçekleştirilecek arzu doyumunun temelinde yatan olanaksızlık görülmez olur ve ben kendi kendisiyle örtüşen, bağımsız ve kendine yeten ve bu yeterlilik, doluluk imgesi üzerinden oluşturduğu, kavradığı bir yanılsama evreni içinde hareket eden bir özne haline gelir. Kendine yeten ve her şeyi belirleme yeterliliğine de sahip bir özne olarak Kreon’un Antigone ile ilişkisinde, içinde bulunduğu yanılsamalı durum bir kere daha tam da arzuyla ilgili olarak Kreon’un yasanın temsili olmak bakımından Antigone’yi gereksindiğini, gösterenlerin her birine anlamlarını veren simgesel düzeyde başka bir biçimde bulunmanın olanaklı olmadığını gözler önüne serer; bu bağlamda aslında “Lacancı bir okumada Kreon, Antigone’ye karşıt değil de onun olanaklılığının koşulu olarak durur.” (Allen-Miller, 2007:85) Bu karşılıklı ilişkide ötekinin arzusu olarak konumlanan özneler, ötekiyle ilişkide bir yandan yasanın özneleri olarak bulunurlarken bir yandan da ötekinin ve onun yetkinliğinin temsili olarak yasanın temelindeki eksikliğin, boşluğun, yokluğun olumlaması olarak konumlanırlar. Yasanın temsili olarak Kreon Antigone’nin varlığında olumlanan kendi ‘ben’inin temeldeki eksikliğini/temelsizliğini gör(e)meyerek fakat bu eksikliğin yasa olarak devinime geçirdiği sabitlenen tutumuyla her şeyi belirleyebileceği inancı üzerinden davranmayı arzulayarak boşluğun yarattığı kendini doldurma güdüsünü harekete geçirir ve böylece kendi kendini tekrar etmeye dayanan otomatik/simgesel yapının içinde varolan narsisistik öznenin yanılsamalı mantığının özünü açmasına izin verir. Bu yanılsamalı mantık, temelinde özne üzerinden küçük nesne a olarak arzunun

119

doyurulmasına ilişkin yanıltıcı olan bir sürekliliğin, devamlılığın ve bu anlamda da bir tür mutlak durumun görünümü haline gelir:

“(…) ben, bir nesne a olur, kişinin varlığının kökensel ve hakiki özü ne içerendir ne de içerilen, ne içtir ne de dış. O hem iç hem de dıştır: bir dışiçsel (extimate) nesnedir.

Nesne a kişi için değerli olana göndermede bulunur çünkü ilkin anneye bağlı olan kayıplarla ilgili özümsenen artık/artakalan ayrıntılardan oluşur. Arzuya neden olan -ve ikamesel olarak arzuyu uyandıran- bu ‘nesneler’ arzuya hiçleşen kaybın arzusu olarak yol açarlar. Bu durumda arzu nesnelerin kendi içinde ve kendinden arzusu olmaktan çok yaşamı garanti edip temellendiren bir sürekliliğin, tekliğin, birliğin ve sabitliğin arzusudur.” (Ragland, 1995:43)

Kreon bu bağlamda arzuyla yasanın eşleştiği, yasanın gerçekleştirmeye söz verdiği “iyi” ile engellemeyi istediği “kötüyü”, düşünüldüğü gibi başaramadığı ve hatta bunların birbiriyle yer değiştirerek farklı yönlere gitmesine yol açtığı mutlak varoluş ve tatmin yanılgısının somutlaştığı trajik bir boyutu temsil eder.

Bu nedenle Kreon’un kişiliği ve onun nesne a olarak Antigone’yle ilişkisi ve bu bağlamda da yasanın arzu, iyi ve kötü ile ilişkisi arzunun yasal temeli olan bu kökensel eksiklikte ikameye dayalı bir tekrarlar dizisi olarak görünür ve Kreon’un kişiliğinde erotik yanılsamanın kaçınılmaz trajik doğasını açar.