• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: ZAMAN ve MEKÂN TEMSİLLERİ, ZAMANSIZ VE MEKÂNSIZ

B. Lâle Müldür Şiirlerindeki “[Micro]Cosmos”

Müldür şiirlerindeki mekânların izini sürmek de poetikanın açımlanması, kurulan / yaratılan ve Müldür şiiri özelinde sayıklanan şiir evrenine girebilmek açısından önem taşır. Müldür şiirlerinde mekân ev ya da kapalı alanlarla sınırlı kalmayıp tonu mor, turuncu, yeşil gibi farklı renklerle anlatılsa da hep karanlığa

yakın bir tonda olsa da dünyanın neredeyse tamamını kapsadığı gibi bütün olarak kâinata da yönelir. Hatta Müldür şiirinin, şiirlerin mekânları bağlamında Türkçe şiirde şimdiye kadar karşılaşmadığımız bir zenginliğe ve çeşitliliğe sahip olduğunu söylemek mümkündür. Bu noktada şiir, şairin / şiir kişisinin “coğrafi bilgisi” ya da deneyimlerini paylaştığı bir “mekân” hâline gelir.

Müldür’ün ilk şiirlerinde sıklıkla “doğa” ve doğal olan / alanla karşılaşırız. Bu noktada sonraki kuşaktan gelen Birhan Keskin şiirleriyle benzerlik taşır. Ancak Keskin şiirlerinde mekân doğadan doğal olandan gündelik hayata, gündelik

mekânlara ve “âşık ve ağyar”dan “ötekilere” geçtiğinde şiir estetik değerini kaybeder. Müldür şiirine ilişkin söylenecek en genel yargı şiirin var olma ve var oluşla kurulan bireysel bir dışavurum, çağrışımları ve düşüncelerin serbestçe dile getirildiği bir alan olarak şekillendiğidir. Varoluşun bulanık ve sancılı sesini duyuran şiirler özellikle kuzeyden seslenir. Kuzey Defterleri başlı başına bir coğrafyanın ve iklimin fotoğrafıdır, şiir zamanı “yaz”ı işaret etse de şiirin renginin ve dokusunun “sonbahar”ı imlediği söylenebilir.

Müldür şiirlerine zemin oluşturan mekânlar çeşitlilik gösterir. Gerçeklik düzlemindeki mekânlar kadar soyut ve hayalî mekânlar da yaratılmıştır. Nerdeyse tüm dünyayı kapsayan ama özellikle ilk şiirlerinde iklimi ve zamanın yavaşlığıyla dile getirdiği “kuzey”in sesi duyulur.

“Bir Güneş Çekilmesi”nde yaşam, yaşamı anlamlandırma “çalıntı kapılarda duruyoruz / derin yarıklarda / bir girdapta geçiyor zaman / ve baktık ve işte bir heyelan gibi yaşam” (37) dizeleriyle doğal alan üzerinden dile getirilir. Yaşamdaki gelgitler, inişler çıkışlar, derin yarıklar, girdaplar, heyelanlarla imlenir. Yine aynı şiiri “V” numaralı bölümünde “Siyah bir tekne… taşınıyordum işte… Nil’in

üzerinde… / kil yeşili suların… sazlıkların arasından geçiyorduk…” (43) dizeleri yer alır. Şiir kişisi Nil nehri, kil yeşili sular, sazlıklarla belli bir coğrafi alana; Afrika kıtasına işaret ederken “ben” dilini kullanır ve siyah bir tekne, sular, sazlıklarla, coğrafyanın verdiği kesinliği belirsizlikle bezer.

Müldür şiirinin mekânları duyguları da tanımlamakta, onların yerini tutmaktadır. Örneğin “Rondel”de “unutuş yoktur” dizesi Fiji Adalarından alınan mektup, Aztekler için ve hiçbir şey yansıtmayan “bir” aynaya yazılmıştır. Bu geniş coğrafi alan, her yerde “unutuşun olmadığını” imler: “bir botanik bahçesinde gezinir gibi / fiji adalarından bir mektup alıyor / azteklere yazıyor / hiçbirşey yansıtmayan bir aynaya yazıyor / “no hay olvido” / unutuş yoktur”. (59)

“Kızılderili Bir Yaz” isimli şiirde “yaz” kaplanlar ve Kızılderililerle tanımlanır: “sonsuz bir su gibi / aramızdan geçen / ‘bir yaz için / kaplanların / Kızılderililerin / bıçakların / tanımlandığı bir yaz” (64). Şiir kişisi zamanın geçişinden ve sürekli yolda olma hâlinden kaygılıdır. Ne zaman ve iklim, ne de coğrafya kontrol edilemez. Sürekli bir belirsizlik vardır ve bu belirsizliğin içinde net olan tek şey şiirlerin akışıdır.

“De Melancholia”da Müldür şiirinde sıklıkla karşılaştığımız “melankoli” izleği karşımıza çıkar. Şiirdeki “kız kardeş” “melankoli”dir şiir kişisinin daima yanındadır:

şimdiden rüzgâr sürükleyip duruyor bizi

kızkardeşimle yan yana… bakırçalığı

ayakkabılarımız, kardan mantolarımızla…

dörtnala yaban atı sürüleri geçiyor altımızdan

ren geyikleri, safir kanatlar… (77)

Bu şiirde de geçiş, yolculuk dile gelir. Şiirlerdeki mekânları incelemeye devam ettiğimizde şiir kişisinin yolunun geçtiği mekânlarla birlikte ren geyikleriyle, yaban atı sürüleriyle karşılaşması dikkat çeker.

Mekânların şiirin atmosferini, dokusunu oluşturma, özellikle de ritmini belirlemede önemli bir etkisi vardır. Mekânların çağrışım gücü yüksektir, zaman, yaşam, insanlar mekânlarla imlenir. “Terra Del Fuego”da şiir kişisinin sürekli gitmek istediği yer olduğunu belirttiği Terra del Fuego, müziğiyle birlikte verilir, şiir

kişisinin çağrışımları şiiri kurar. Terra del Fuego’ya gitme isteği, müzik, çağrışımlarının birbirini izlemesi ve sonuçta şiir kişisinin ayırdına vardığı şey “mayaları asla anlayamayacak oluşumuz”dur. Şiirdeki bu tutarsızlığı ki bunda etkili olan şiir kişisinin çağrışımlarını denetimsiz bir şekilde kâğıda dökmesi (ve bunun yayımlanması) iken, şiirdeki izlek “kaçış” olarak karışımıza çıkar:

Ben o günler hep Terra del Fuego'ya gitmek istiyordum. Pikapta sürekli Gato Barbieri, Carlos Jobim, Baden Powell çalıyordu. Antonico, Yo Le Conto a la Luna, Falando de Amor, Saudades de Bahia… The Girl From İpanema, Bolivia. Günlere odamdan çıkmayıp tropikleri düşündüğüm oluyordu.

Tropicus… Mar del Tropicus…

Tropikleri düşünüşümü yanlış anlıyorlardı.

İlkel bir sesi özleyiş. Gizemin yeniden aranışı.

Bir kaçıştı belki. Uzak bir kaçış.

Kaçmak istediğim onca şeyi bilselerdi…

“MAYALARI ASLA ANLAMAYACAĞIZ” (95)

Terra Del Fuego, hem And Dağları’ndaki takımadaların hem de o bölgedeki kırmızı topraklara isimdir. Bu ismin şiire verilmesi okurun dikkatini çeker, şiirde yer alan dizelere bakıldığında işaret edilen coğrafi alanın oldukça geniş bir alana

yayıldığı görülür: “GRİ BİR PUMA gizlenmişti bir ağacın ardına”, “Bir anakonda kadar zehirli bir solitarius / kadar yalnızdın”(94). Düş ve gerçeğin iç içe geçtiği bu şiirde, öyküleme tekniği kullanılmıştır: “Sana uzun uzun jaguarları, armadilloları, / mangoları, hint kirazlarını anlattırışlarım […] tropikleri düşünüşümü yanlış

anlıyorlardı” (95).

Mekânların bu denli farklı coğrafyalara yayıldığı şiirlerdeki zamanın da mekânlar gibi belirsiz olduğunu söyleyebiliriz. Şiirlerde zaman “iklim”ler

aracılığıyla anlaşılabilir. Şiir kişisi Kuzey Defterleri’nde bunu dile getirir: “bu öykü, bir egzersiz denemesi olarak alındığında, İstanbul’da, Venedik’te, Amsterdam’da da geçebilirdi. değiştirilemeyecek bir şey var ki o da zaman. Bu öyküyü kuran zamanın SONBAHAR olduğunu kim yadsıyacak?” (21). Kuzey Defterleri dışındaki şiirlerde de şiirin atmosferi, rengi sonbaharı çağrıştırır.

Müldür şiirlerinde “melankoli”nin bir duygu durumu olarak da bir izlek oluşturduğunu belirtmiştik. Melankoli ve sonbahar birlikte ele alındığında bu

eşleştirme anlam kazanır. Melankoli ile birlikte sıklıkla “yas”, “delilik” ve “ölüm”ün izi sürülür. Şiir kişisi kendi ölümünü nasıl istediğini de dile getirir: “Yosun tutan

Yürek”te “eğer birgün ölürsem… yıldırım çarparak olsun / tıpkı yaşamım gibi… noa noa…” (79). siyahsistanbul’daki “Yüksek Yanılgı Öldü” isimli şiirde “yaşam

melankoliden başka bir şey değil” (17) dizeleri yer alır. Tüm bunlar melankoli, yas, ölüm ve sonbahar/kış ilişkisini anlamak açısından önemlidir. Zaman şiir kişisinin sürekli sayıkladığı, sınırları olmayan, muğlâk sayıklamalarla dile dökülür. Müldür şiirlerinin zamanı belirsizdir.

Müldür şiirinde, şairin poetikasındaki “çok [elit] kültürlülük”le paralel olarak üst sınıflar için anlamlı olabilecek, onlar için tanınabilir ve erişilebilir mekânlar söz konusudur. Bu anlamda da “üst dil”in ve elit söylemin hâkim olduğu açıktır.