• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: ZAMAN ve MEKÂN TEMSİLLERİ, ZAMANSIZ VE MEKÂNSIZ

D. Birhan Keskin Şiirlerinin Doğası

Birhan Keskin şiirlerinde “mekânlar” şiirlerin inşasında önemli bir rol oynar. Kim Bağışlayacak Beni’de doğa ve doğal olan ya da doğaya ait olanla kurulan bir dünya karşımıza çıkar. Şiirlerin isimleri de bunun bir göstergesidir; şiirlere

“Zümrüdüanka, Karınca, Salyangoz, İncir, Gül, Zeytin Ağacı, Deniz, Göl, Çöl, Dağ, Ova” gibi başlıklar verilmiştir. Şiir kişisi, kendisini doğal alana (doğaya) ait yer, olay ve nesnelerle tanımlar. Olcay Akyıldız “Birhan Keskin Şiiri İçin” başlıklı yazısında “özellikle Yeryüzü Hâlleri’nden itibaren Birhan Keskin şiiri[nin] [….] bir insan olma hâlini, hâllerini, sadece insan olma hâllerini değil de kendi tabiriyle yeryüzü

hâllerini, ‘hâl’leri, varoluşun özünü yakaladı ve bizlerde de anlatmaya / sezdirmeye çalıştı” (75) der. Bu alan ait olan nesneler, canlılar, bunlara ek olarak doğa durumları, duygular ve yaşama ilişkin metaforlar olarak şiirlerde yer bulur. “Ova” başlıklı şiirde bunun bir örneği görülür: “Açtım kendimi, dümdüz ovayım ben. / Rüzgâr vurdukça bana çınlasın çime” (22). Şiir kişisi “Düet / B” isimli şiirde “Bir papatya kurusu gibi dilsizim işte” (69) dizelerinde bir papatya kurusu, Ba’daki “Kırık Anafor” da

“Üzerine akşamın kapandığı gölüm ben / Bir kez hatıra ettim aşkı, bir daha etmem” (20) bir göl ile özdeşlik kurar. “Kapı” isimli şiirdeki “Dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal, / Şu ağaçlar gibi kederli” (32) dizelerinde kederli, bekleyen ağaçlarla, “Taş” isimli şiirdeyse “Denizler, dalgalar dövdü beni, sert rüzgârlar yurt bildi zirvelerimi. / Kırıldım, söküldüm, ufalandım; döndüm bitiştim tekrar kendime / Açsan, kırsan, baksan; bütün yeryüzü her zerremde” (35)

dizelerinde görüleceği üzere kaya / taş ile benzerlik kurar. Doğal alana ait olanlarla bedenin iç içe geçtiği daha doğrusu eşleştiği bu şiirlerde, aşkın yüceliği, acısı doğa üzerinden dile getirilmiştir. Duyguların, duyuların, varoluşun izi, yaşamın ritmi bir mekân olarak şehir ve onun içinde barındırdıklarında aranmaz.

Keskin şiirinde “ev” bir izlek olarak “doğa ve doğal olan” kadar sıklıkla çıkmaz karşımıza. “Ev” ve “evin hâlleri” aşk ilişkisi, birliktelik düzleminde anlam kazanır. Çöllerin, göllerin, ovanın karşımıza çıktığı şiirlerde yalnızlık, ayrılık, dünyayla ve varoluşla kurulan / kurulamayan bağların izi sürülür. Şiirin “ev hâli”nde

ise birliktelik, karşılıklı aşk ilişkisi vardır. “Evin Hâlleri” başlıklı şiir bu değerlendirme için bir örnek oluşturabilir:

Sen evden de benden de gidersin bazen

Yol seni bekler, yola koyulursun üşenmeden.

Susar derinden ev, ıssız hâlidir.

[….]

Ben sana, sen bana soyunursun bazı geceler;

sen kendinden sarkarsın, ben kendimden.

Benlerimi saysın sabah Şerife teyze

Evin dağınık hâlidir. (30)

Y’ol’da yer alan “Taş parçaları (IX)”da da iki kadının birlikte yaşlandığı bir yaşam mutfakta reçel yapan kadınlar üzerinden tarif edilir: “Mutfakta reçel yapan iki kadın. Kırmızı biberleri filan” (21). Bu durum “mutluluk” alanının darlığını, insanın varlık alanını kuşatan, daraltan yönünü bir anlamda da mutluluk imkânının azlığını gösterir.

Birhan Keskin şiirlerindeki mekân yani doğa, doğal alan, şiir kişisinin bireyselliğini, bireysel acılarını, varoluşsal sıkıntılarının karşılığını bulduğu yerdir. Kent yaşamını imleyen “ev”, özlenen / arzulanan, toplumsal yaşamın geleneksel mutluluk algısının bir yansıması olarak görülebilecek bir mutluluk anlayışı da “birlikte yaşlanan kadınlar” da karşımıza çıkar. Şiirlerde karşılaştığımız mekânlar ve bunlarla kurulan ilişkiler toplumsal olandan soyutlanmış, aşk ve bireyselliği etrafında odaklanmış bir sesi duyurur. Duygular, mesela keder şu dizelerde karşımıza çıkar:

“Aksın, içimde siyah bir nehir gibi / Dolanan keder / Unuttuğum, unutmaya

çalıştığım ne varsa / Bende durmasın / İçimde öyle çok ki, her gidenden biriktirdiğim melekler” (47). Aşkın yarattığı sevinç de “Zeytin ağacı” başlıklı şiirde “Şuramda bir su vardı ve şuramdan / Neşeyle akardı aşağıya. / Ela bir kızı sevdim ben de

zamanında” (30) görüldüğü üzere neşeyle akan sular metaforuyla, “Baldamlası”nda ise “İçinde çiçekler büyüttüğün zamanlardı / Irmağında yıkandım / Rüzgârında kurudum / Eğildim dünyayı kokladım / Bir iyilik oldum güzel ağzında” (86) dizelerinde ise yine doğal olanla imlenir. “Kaktüs and Teksas” isimli şiirde ise bunaltı, yalnızlık bir oda içindeki okyanus, dalgalar, ağlamalarla imlenmiştir:

Size,

bu odanın alacakaranlığından,

okyanusundan, beni boğan dalgalarından,

tenimde kalan tuzdan ve

yastıklarda kuruyan gözyaşından hiç bahsetmedim (107)

Keskin poetikasında bir izlek olarak “zaman”ın nasıl konumlandığını ele aldığımızda zamanın iklimler, doğa ve doğa olayları üzerinden anlaşıldığını görürüz. Sözünü ettiğimiz bu olgular yani iklimler, doğa, doğa olayları duyguları da imlediği için zamanın duygular üzerinde dile geldiğini söylemek yanlış olmaz. Keskin şiiri aşk üzerine inşa edilmiştir ve zaman da dünya zamanıyla değil aşkın hâlleriyle anlaşılır. Aşkın yarattığı “keder” duygusuyla yaşanan “zamanlar” da şiirde önemli yer tutar. Örneğin Kim Bağışlayacak Beni’deki “Yolcu”da şiir kişisi “‘Şimdi’ ve ‘Burada’ olmanın kederine karşı çıkmadım” (34) dizeleriyle dünyana olmanın, şimdiki “zamanda” olmanın kederiyledir. “Zaman” isimli şiirde ise “sevgiliyle

geçiril[e]memiş zamanlar vardır: “Şimdi, bir de buradan baktım sana / senden

kaçtırdığım / kedere boğduğum anlara” (91). Deniz Keskin, “Birhan Keskin Şiiri”nde zamanın şöyle işlediğini belirtir: “Yaşadığı zaman dilimine sadık, şimdiki zamanı seviyor. Günleriyle, haftalarıyla, aylarıyla boğuşmadan an’ı sadece an’ı yazıyor. Ve tüm zamanlarla örtüşen dil yerine şimdiki zamana çeviriyor sesini” (38).

Keskin şiirinde mekân duyguların anlatımında bir araç olarak yer bulur ve aşkın hâllerine işaret ederler. Burada da öne çıkan üst dildir. Toplumsal konuların şiire girdiği ölçüde reel mekânlar yer bulmuştur. Burada da merkez İstanbul’dur ancak İstanbul’un taşrası olarak konumlanan semtlere yer verilmiştir.