• Sonuç bulunamadı

3. KADI ABDÜLCEBBAR’IN KUR’ÂN HİTABI YAKLAŞIMLARI

3.5 Kur’ân Hitabının Türleri

Kâdı Abdülcebbar Kur'an hitabının türlerinden bahsetmeye başlar ve özellikle Kur'an'-ı Kerîm’de muhkem ve müteşabih unsurlar olduğu açKur'an'-ıkça ortaya çKur'an'-ıktKur'an'-ıktan sonra, Kur'an'a başvuru yöntemiyle delil getirme yöntemini sorgulayanlara yanıt verir.

Durum böyle olduğu yani Kur'an'-ı Kerîm muhkem ve müteşabih unsurlar barındırdığı halde nasıl onunla delil getirilebilir? Kâdı Abdülcebbar öncelikle müteşabihin anlamını ve ona neden olan etmenleri sınıflandırmaya başlar. Müteşabih ona göre iki sebeple meydana gelir:3

- Hitabın kendisi ve konusundan doğan müteşabih

- Hitabın işaret ettiği akli ve nassa dayalı hükümlerden doğan müteşabih Kâdı Abdülcebbar bahsedilen konunun itikadi, fıkhi veya başka bir şekilde olup olmadığına bakmaksızın, müteşabihin hitabın üslubu ve dilinden veya kelimelerin

1 Ebu Hilâl el-Askerî, Kitâbü’s-Sınâateyn, (Tahk: Ali Muahmmed el-Bicâvî), el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 1987, s. 16.

2 Taha Abdurrahman, et-Tekavsür el-Aklî, el-Merkezü’s-Sekâfî el-Arabî, ed-Dârü’l-Beydâ, 1988, s. 215.

3 Kâdî Abdülcebbâr, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s.104.

kendisinden kaynaklanabileceğini düşünmektedir. Müteşabihin ikinici türü ise bu hitap ile ilintili diğer unsurlardan kaynaklanmaktadır. Bu tür müteşabihlerde özellikle İlâhî Zât’tan bahseden ve dışardan bakılınca akıl veya nakil deliliyle çelişik bir durum varsa, nakil ile akıl arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırmak için bu unsurlar yorumlanmalıdır.

Daha sonra Kur'an söyleminin türlerini detaylandırmakta ve bunları iki türe ayırmaktadır:

- Birinci tür: Kastedilen şey hakkındaki haber vermede bağımsız ve herhangi bir delile ihtiyaç duymayan hitaptır ki o muhkemdir.

- İkinci tür: Kendi başına bağımsız olmayan aksine başka bir şeye ihtiyaç duyandır.

Kâdı Abdülcebbar bu türü ikiye ayırır:

1- Bu hitap ile neyin hedeflendiği neye ihtiyaç duyulduğunun bilgisiyle bilinenler 2- Kendi başına ne hedeflendiği bilinenler ve hitabın sadece pekiştirme amacıyla yapıldığı gruptur.1

Kâdı Abdülcebbar'ın hitabı iki gruba ayırdığını görüyoruz, birincisi üzerinde düşünmeye veya delile gerek kalmadan bilinenlerdir ve bu kategoriye hakem denir.

Diğer grup müteşabih olarak adlandırılır ve kendi içinde ikiye ayrılır. Birincisi, ancak delil ile birlikte kendisiyle ne hedeflendiği bilinenlerdir. Diğeri ise hitap olmasa dahi ne kastedildiği bilinenlerdir. Bu durumda hitap Allah Teâlâ’dan bir vurgu, kesinleştirme ve lütuf olarak gelmektedir.

Muhkem Kâdı Abdülcebbar'ın dediği gibi, aklın çalıştırılmasına ve düşünmeye ihtiyaç duyulmaz. Açıktır ve yoruma gerek yoktur. İkinci hitap türü olan ve ilahi lütfu içeren müteşabihe gelirsek, bununla ne kastedildiğini anlamak için düşünmeye ve hazırlık yapmaya gerek duyulur. Mutlaka delil aranır. Bu deliller ya naklidir ya da aklidir.

Ardından akıl her ne kadar ayrı da olsa, sorumluluğun temeli akıl olduğu için her şeri metinlerle bağlantılı olduğu gerçeğine odaklanır. Nitekim aklı olmayana sorumluluk yoktur. Bu durum da aklın her zaman tüm Kur'an metinleriyle bağlantılı olduğuna delildir.2

1 Kâdî Abdülcebbâr, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s.105.

2 Kâdî Abdülcebbâr, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I s.105.

Bunun modern çalışmalar dilsel iletişimdeki anlam türleri ile tutarlı olması için açıklayacak olursak, dilsel çağrışım iki türdür:

Birincisi: Gerçek sözlük anlamıdır.1 Bu anlam herhangi bir dış delile ihtiyaç duymadan ilk defa düşünmeyle anlaşılır. Asıl olan budur. Kâdı Abdülcebbar’ın Kur’ân-ı Kerîm’de muhkem olarak belirlediği tür budur. Herhangi bir akıl yürütmeye veya yoruma ihtiyaç yoktur.

İkincisi: Bağlamsal anlamdır.2 Sözde ilk düşünceyle anlaşılmayan ancak hedeflenen anlama ulaşmak için delile ihtiyaç duyulandır. Bu türün delilin anlamı olarak adlandırılması mümkündür. Kâdı Abdülcebbar’ın Kur’ân-ı Kerîm’de müteşabih olarak adlandırdığı bu türdür. Bu anlam, kendisiyle kastedilen ve hedeflenen mananın anlaşılması için delile belki de birden fazla delile ihtiyaç duymaktadadır.3

Bundan sonra alimlerin onda ve hangi terimin kullanılacapında ihtilaf ettiği türü sunar.

Bazıları muhkem, bazıları müteşabih, bazıları mecaz ve bazıları da mahzuf ve benzerleri gibi terimler kullanmıştır. Ancak bu terim farklılığı, üzerinde anlaşılan bu türün bir delile ihtiyaç duyduğu konusunda etkilememiştir. Hatta bu tür kendi arasında farklılık gösterir. Sorunun ortadan kaldırılması ve onunla ne hedeflendiğinin anlaşılması içint ek bir delilin yeterli olduğu bazı hitap türleri vardır. Bazı türler de vardır ki bir çok delile ihtiyaç duyar ancak delillerin çokluğuna rağmen kapalı kalır.

Bu sebeple alimleri ihtilafı artar ve o konudaki görüşler çoğalır.4

Kâdı Abdülcebbar Kur'ânî hitabın çeşitlerini sıralayıp ayırdıktan ve Kur'ânî hitabın hangi yönlerden geldiğini gösterdikten sonra, bu Kur'an hitabın nasıl anlaşılması gerektiğinden bahsederek başlar. Onun bu hitabın anlaşılmasındaki ilk kuralı ister genel ister özel olsun, dildeki konumudur. Eğer hitap isterde ikinci türden yani müteşabih olsun, dil bakımından açıksa, hitabın zahiri neyi gerektiriyorsa ona hamledilmesi gerekir. Böylece söz konusu hitap, anlamı açık olan muhkem grubuna dahil olur.5

1 Seyruvân el-Cinânî ve Haydar İydân, Cedeliyyetü’s-Siyâk ve’d-Dilâleti fî’l-Lugati’l-Arabiyyeti en-Nassü’l-Kur’ânî Enmûzece, Merkezü Dirâsâ, Kufe, 2008, s. 37.

2 Seyruvân el-Cinânî ve Haydar İydân, a.g.e., s. 37.

3 Kâdî Abdülcebbâr, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 105.

4 Kâdî Abdülcebbâr, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 105-106.

5 Kâdî Abdülcebbâr, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 106.

Kâdı Abdülcebbar’ın kabul ettiği ilk kuraldan ve ilahi kelâmı anlamak için koyduğu ilk şarttan açıkça anlaşılan şey, bu söylemin dildeki konumudur. İlahi hitabı anlamada ilk etken ve ilk belirleyici Arap dilidir. Eğer bu konuşmayı, geldiği dilin zahirine hamletmek mümkünse, bunu yapmak zorunludur, tevile geçilmez ve herhangi bir mazeret olmadığı sürece onunla meşgul olunmaz. Bu hitabı dilin zahirinin gerektirdiği anlamına hamletmek mümkün değilse, o zaman düşünmeye yönelinir ve bu hitabın neyi gerektirdiğini anlamak için düşünmek gerekir. Kâdı Abdülcebbar bu konuda şöyle der “Ne zaman hitabı zahire hamletmek imkansız olursa, o zaman nereye hamledileceği konusunda düşünmek gerekir” demiştir.1

Ardından, hitabın türlerinden ikinci türün ne anlama geldiğini anlamak için düşünmek ve akıl yürütmek isteyen birinin sahip olması gereken mekanizmaları listeleyerek başlar. Bahsettiği mekanizmalardan memnun olduğu sırayla aşağıdaki şekilde bahsedebiliriz:

- Akli olanların ve onlarda neyin caiz olup olmadığının bilgisi - Sorumluluğun neyde iyi neyde iyi olmadığının bilgisi

- Mecazın türleri arasında ayrım yapabilecek kadar dilin bilgisi

Bu mekanizma ve şartlara sahip olanın, o vakitte müteşabih hakkında düşünme ve hitabı o durumda kastedilene hamletme hakkı vardır. Fakat bu şartlar yerine getirilmezse, bu mekanizmaları elde etmek için onlar tamamlanana ve içtihad ehli olana kadar çalışmak gerekir. Kişi ancak o zaman hitabı hakkı olan manaya taşıyabilir.2

Ancak Kur'an'ı tefsir etmek isteyenlerin elinde bulunması gereken mekanizmalar konusunda Kâdı Abdülcebbar'ın sözlerinden çıkarılabilecek bir özelliğe işaret etmek istiyoruz. Her ne kadar muhkem ile müteşabih arasında ayrım yapmak için dil bilgisini birinci sıraya koysa da, içtihad etmek ve Kur’ân-ı Kerîm’in müteşabihleri hakkında yorum yapmak isteyenlerde bulunması gereken mekanizmaları sayarken öncelikle akıl ile başlamış, ardından aklın güzel gördüklerini eklemiş sonunda ise dili bunlara tabi kılmıştır. Eğer bu durum onun nazarında aklın birinci sırada olduğuna işaret ediyorsa,

1 Kâdî Abdülcebbâr, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 106.

2 Kâdî Abdülcebbâr, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 106- 107.

Kâdı Abdülcebbar böyle yaparak aklın sorumluluğun temeli olduğunu bir kere daha vurgulamaya çalışmaktadır. O halde kim bunu anlar ve aklını çalıştırırsa o zaman Kur’ân-ı Kerîm’in müteşabihlerinde yorum yapmak ve akıl yürütmek hakkına sahip olur.

Ve aklın önemine ve sorululuğun esası olduğuna vurgu yapılarak hitap iki kısma ayrılmıştır. Birinci kısım şeri hükümler, farz namazlar, namaz vakitleri ve diğer ibadetler gibi aklın hitaba ihtiyaç duymadan bilmesinin mümkün olmadığı kısımdır.

Diğer kısım ise aklın hitaba ihtiyaç duymadan anlayabileceği kısımdır. Bu da kendi içinde ikiye ayrılır:

1- Allah Tealâ’nın görüyor olduğu ve ceza konuları gibi, aklın akli bir deliller anlayabileceği ve hem akli hem nakli delille birlikte bilebilecekleridir.

2- Tevhid ve adalet gibi akıl olmadan kavranamayacak şeylerdir. Allah Teâlâ’nın "

َلّو

َملظي

َكبر

ا دحأ " ve دحأَاللَّوهَلق" ifadelerindeki tevhid ve adalet gibi. Çünkü insana daha önce bu konularda bilgi verilmediği için, Allah Teâlâ’nın hak olduğunu nasıl bilecektir?1

Kâdı Abdülcebbar aklın imanda karar veren olduğunu bir kez daha vurgular. İnsanın bu hitabı mukaddes görmesi, ondan istifade edebilmesi ve onun Allah Teâlâ’nın gerçek hitabı olduğunu kabul edebilmesi için, öncelikle Allah Teâlâ’nın var olduğunu, ortağı olmadığını, benzerş olmadığını aklen kavraması gerekir. Ancak ondan sonra Kur’ân-ı Kerîm’i ve bu hitabın Allah’ın gerçek hitabı olduğunu kabul etmeyei onun emirlerine ve yasaklarına uymaya başlayabilir.

Kâdı Abdülcebbar’ın hitap meselesindeki görüşerinden sundukalrımızla şu noktalara varabiliriz:

- Kâdı Abdülcebbar, başkalarında gördüğümüz gibi, hitap kelimesini Allah Teâlâ’nın kelamı için kullanmada bir sorun görmemiştir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in yaratıldığını (halku’l-Kur’ân) ve Kur’ân’ın Allah Teâlâ’nın muhdes (sonradan yaratılmış) kelamı olduğunu söylemiştir. Ona göre Kur’ân ezelî değildir aksine hadistir. Eserlerinde onun hadis ve mahluk olduğunu ispatlamak için pek çok delil sıralamıştır.

1 Kâdî Abdülcebbâr, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 107- 108.

- Kâdı Abdülcebbar, diğer önde gelen Mu'tezile alimleri gibi, Kur’ân’ın yorumlanması taraftarıdır ve bu konuda teşvik etmektedir. Çünkü Kur’ân ancak onlara karşı bir delil ve yol gösterici olsun diye kavminin diliyle nazil olmuştur. Bu hedef ancak onlara anladıkları ve anlamını bildikleri ile hitap ederek gerekleşir. Bu nedenle anlatmayı, görüşleri çürütmeyi ve Kur’ân’da hiçkimsenin anlamayacağı şeyler olabileceğini söyleyenlere cevap vermeyi şart koşmuştur.

- Kâdı Abdülcebbar, İlahi hitabı, açıklık derecesine göre değişen bölümlere ve sınıflara ayırmıştır. Ve bütün bunlardaki ayırıcı unsuru u hitabın dildeki konumu olarak belirlemiştir. Eğer hitap dilde açık ise ona hamledilmeli ve üzerinde akıl yürütmemelidir. Ancak eğer öyle değilse ikinci aşamaya geçilmektedir ki, bu da akıl yürütmedir. Kâdı Abdülcebbar razı olduğu şeyi ortaya koymak için, Kuran'ın insanların anlayacağı bir şey olması gerektiğini düşünmeyi farz kılmıştır. İçtihad etmek ve Kur’ân-ı Kerîm hakkında yorum yapmak isteyenlerin, dili kavrayamalarını ve hakikat ile mecazını bilmelerini gerekli olan şart ve mekanizmalardan kılmıştır.