• Sonuç bulunamadı

İsm-i Fâil Siygasının Sübût Anlamında Kullanılması

4. SARFÎ SİYGALARININ ANLAMLARININ KULLANIMI:

4.1 İsim Düzeyinde Sarfî Kullanımlar

4.1.1 İsm-i Fâil Siygasının Sübût Anlamında Kullanılması

İbn Hâcib, ism-i fâili “ Fiili meydana getiren kişi fiilin kendisinden türetilen isimdir.

Hüdûs (yenilik) anlamındadır. Sülasi mücerred fiillerdeki kalıbı لعاف dir. Sülasi olmayanlarda, muzari siygasında dammeli mim ve sondan bir önceki harf kesralı olarak elde edilir”2 şeklinde tarif etmiştir. Onun delaleti hakkında İbn Hâşim “ İismi fail yeniliğe, meydana gelmeye ve fiili yapana delalet etmektedir. لضفأ ve نسح gibi, sabitliğe delalet etse de yenilik ile meydana çıkar. بورضم ve gibi faili zikredilerek ماق de çıkar”3 demektedir. İsm-i fâil, ism-i mef’ûl ve fiil arasındaki farka, ism-i fâilin doğrudan fiili kim yapıyorsa ona işaret etmesi yani fiili kimin yaptığı bakımından anlamları açısından fiilden ve ism-i mef’ûlden farklıdır. Çünkü fiil ve ism-i mef’ûl, fiili yapan kişiye akli gereklilik bakımından işaret eder”4 demektedir.

1 İbn Cinnî, a.g.e., C: III, s. 100.

2 El-Esterâbâdî, Radiyyüddin Muhammed bin el-Hasen, Şerhu’r-Radî alâ Kâfiyeti İbn Hacib, (Talik: Yusuf Hasen Ömer), 2. Basım, 1996, Menşûrât Câmiatü Kâr Yunus, Libya, C: III, s. 413.

3 İbn Hişam, Evdahu’l-Mesâlik li’elfiyeti İbn Malik, (Tahk: Yusuf eş-Şeyh Muhammed el-Bukâî), Dârü’l-Fikr, C: III, s. 181.

4 İbn Hişam, Evdahu’l-Mesâlik, C: III, s. 181.

İbn fâris ism-i fâil ile fiil arasındaki anlam farkına kitabında “Fiil ile na’t arasındaki ayrım”1 başlığı altında değinmiştir. Nitekim “ Na’t , ماق fiilinden مئاق yapılması gibi, fiilden elde edilir. Bazı nahiv alimleri bunu مئادلا olarak,2 bazıları ise ism-i fâil olarak adlandırır. Onun fâilin daha üzerinde bir rütbesi vardır... Görmez misin Kur’ân-ı Kerîm’de ﴾ىوغف هبر مدآ ىصعو﴿ diyoruz da واغ صاع مدآ demiyoruz. Çünkü sıfatlar sabittir. Ve Hz. Adem bir şeyde isyan etse de onun özelliği isyan etmek değildi ki böyle adlandırılsın”3 demektedir.

Alimler ism-i fâilin delaleti konusunda, yenilenme ve yeniliğe mi yoksa sübûta ve devamlılığa mı işaret ettiği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Nahiv alimlerinin çoğu onun yenilenme ve yenilik anlamına geldiğini düşünmektedir.4 Bununla birlikte el-Cürcânî onun sıfat-ı müşebbehe gibi sübût ifade ettiğini düşünmekte ve “ Eğer )قلطنم ديز(

dersen, sen onun yenilenmesini ve azar azar meydana gelmesini sağlamadan, initılâk onun için fiil olarak yerleşmiş sabitlenmiş olur. Aksine anlam, )ليوط ديز( ve ورمع(

)ريصق sözlerinde olduğu gibi olur. Burada da Zeyd ve Ömer’in uzunluk veya kısalığının yenilenmeye ve meydana gelmesine gerek yoktur. Bu cümle onları sadece sabitler ve zorunlu kılar. Mevcudiyetleri sebebiyle de kesinlikle zorunlu olmasını gerektirir. Aynı şekilde )ليوط ديز(sözünün onu Zeyd için sabitlediğine itiraz etme”5 demektedir.

Fâdıl es-Sâmirrâî, ism-i fâilin sabtiliğe mi yoksa yenilenmeye mi işaret ettiğine dair bu tartışmaya değinmiştir. Sonrasında bu tartışmayı çözmeye çalışarak fiil, ism-i fâil ve ı müşebbehenin anlamları arasındak farkı açıklamış ve “İsm-i fâil, fiil ile sıfat-ı müşebbehenin ortassıfat-ına düşer. Fiil yenilenme ve meydana gelmeyi ifade eder. Eğer mazi fiil ise olayın geçmişte olduğuna, eğer şimdiki zaman veya gelecek zaman ise bu anlamlara delalet eder. Ancak ism-i fâil, fiile göre devamlı ve sabittir. Ancak sıfat-ı müşebbehenin sabitlik seviyesine de ulaşamaz”6 demektedir.

1 Burada na’t ile kastedilen fiilden elde edilen ve ismi fail siygası ile gelen dil unsurudur.

2 Kufeliler ismi fail için ismü’d-dâim terimini kullanmıştır. Sebebi ismi failin şimdiki zamanı ve gelecek zamanı kimi zaman da geçmiş zamanı kapsamasıdır. Bkz: Ebû Kâsım ez-Zeccâcî, İdâh fî İleli’n-Nahv, (Tahk: Mazin el-Mübarek), Dârü’n-Nefâis, Beyrut, 1986, s. 53; ez-Zeccâcî, Mecâlisü’l-Ulemâ, (Tahk: Abdüsselam Harun), Mektebetü’l-Hancî, Kahire, 1983, s.265.

3 İbn Fâris, Es-Sâhibî fî Fıkhi’l-Luga, s.211.

4 İbn Cinnî, a.g.e., C: III, s.103; İbn Hacib, el-İdâh fî Şerhi’l-Mufassal, C: I, s. 644; İbn Hişam, Evdahu’l-Mesâlik, C: III, s. 216; Seyyid Şerîf el-Cürcânî, et-Ta’rîfât, Dârü’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut, 1983 s.15.

5 Abdülkahir el-Cürcânî, Delâilü’l-İ’câz, (Tahk: Mahmud Muhammed Şâkir), Matbataü’l-Medenî, 1992, s. 174.

6 Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, Meânî’-Ebniyeti’l-arabiyyeti, Dârü Ammâr, 2007, s. 41.

İsm-i fâilin delaletine, daha önce gördüğümüz gibi ism-i mef’ûl ve fiilin akli zorunluluk yolula taşıdığı anlamın aksine olarak taşıdığı doğrudan anlama ve İbn Fâris’in zikrettiği gibi faile olan rütbesel üstünlüğüne dayanarak Kadı Abdülcebbar, kulların fiillerin Allah Teâlâ’nın herhangi bir etkisi olmadığı, aksine kullarının kendilerinin amel işlediği ve tercihlerde bulunduğu konusunu delillendirirken delillendirme yapmıştır. Allah Teâlâ’nın ﴾ َنيِقَت مْلِل ىد ه ِهيِف َبْيَر َلّ﴿ ayetiyle ilgili “ Bu ayet bizim görüşümüze işaret etmektedir. Çünkü müttaki sıfatının, kendisini zararlı şeylerden sakındıran ve böylece müttaki olan biri haricinde kullanılması doğru olmaz.

Zararlı şeylerden uzak durmayı tercih etmedikçe böyle vasıflandırılmaz. Eğer kulun böyle bir fiili ortada olmazsa nasıl müttaki sıfatını alsın.. Eğer bunu Allah Teâlâ yaratmış olsaydı, onlarda ittikayı yarattığı için zararlı şeyleri def eden Allah Teâlâ olurdu. Böylece nasıl bizden çirkin şeyleri def eden müttaki olarak adlandırılamayacağı gibi, onların da müttakiler olarak adlandırılması doğru olmazdı”1 demektedir.

Yoksunluğa ve zarara sebep olanın kişinin kendisi olduğunu göstermek için Allah Teâlâ’nın َلَصو ينَأ ِهِب َاللّ َرَمَأاَم َنو عَطْقيَو ِهِقاَثيِم ِدْعبنِم َِاللّ َدْهَع َنو ض قنَي َنيِذَلا َنيِقِساَفْلا َلِّإ ِهِب ُّلِض ياَمَو﴿

َنو دِسْفيَو ِضْرَ ْلأايِف

َكِئََٰلو أ م ه َنو رِساَخْلا

ayetini delil olarak getirmiştir. Bu ayetle ilgili “ Eğer bunu yapan onlar olmasaydı َنو رِساَخْلا olarak vasfedilmeleri doğru olmazdı. Çünkü dilde رساخلا yoksunluğa ve zarara sebep olan fiili işleyendir. Eğer fiil onlardan gelmeseydi Allah Teâlâ onları bu şekilde vasfetmezdi”2 demektedir.

Kulların bir iradeleri olduğu, amellerinden sorumlu oldukları ve onların fiillerinde Allah Teâlâ’nın bir müdahalesi olmadığı düşüncesinin doğruluğunu vurgulamakta ve Allah’ın övdüğü müminler için kullandığı sıfatları delil olarak kullanmaktadır. Onların namazlarında huşu içinde olmaları ( نوعشاخ), boş sözlerden uzak durmaları ( نوضرعم), zekatlarını vermeleri ( نولعاف ), özel yerlerini korumaları (نوظفاح) ve sözlerini tutmaları (نوعار) gibi Mü’minûn suresinde geçen sıfatlarını saymakta ve kulların irade sahibi olduğunu delillendirmek için bu sıfatların ism-i fâil siygasında geldiğine dikkat çekmektedir. Bu ayetlerle ilgili olarak “ Zikredilen sıfatlar kulların seçimi yapan failler olduğunu gösterir. Çünkü namazda huşu ancak kulun fiili ile meydana gelir, boş sözlerden uzak durma ancak buna gücü yeten için bir sıfat olarak kullanılır,

1 Kadı Abdülebbar, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 120.

2 Kadı Abdülebbar, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 140-141.

zekatını veren olarak vasfedilmek için bu fiilin meydana gelemsi gerekir, özel yerlerini korumak için bu konuda tercihte bulunacak bir iradenin olması gerekir ve emanetleri gözeten olarak nitelenmek için bu fiilin fiilen tercih edilmesi gerekir” 1 demektedir.

Aktardığımız örneklerden Kadı Abdülcebbar’ın Kur’ân-ı Kerîm’de ism-i fâil siygasının kullanımına dikkat çektiğini açıkça görülmektedir. Nitekim Kadı kulların fiilleri konusundaki kulun kendi fiilinin faili, tercih edeni olduğu, yaptığı her işinde bir etkisi olduğu, herhangi bir işi yapmayı tercih etme kuvveti olduğu görüşlerini ispatlarken ism-i faili kullanmıştır. Bu görüşleri Mu’tezilenin beş temel ilkesinden adalet ilkesini vurgulamaktadır. Bunun için Allah Teâlâ’nın insanlara dini sadece O’na has kılarak (نيصلخملا) kulluk etmelerini emrettiğini delil olarak kullanmaktadır. Allah Teâlâ onları نيصلخملا olarak vasfetmiştir. Kulların yaptıkları itaatlerle buna niyetlenmelerini, Allah’a ortak koşmamalarını zorunlu kılar. Bu, kulun sadece O’na kul olmasını gerektirir. Allah Teâlâ’nın kullarını kendine muhlis veya tersi isyankar kılmaya gücü yeter. 2

Yukarıda anlatılanlarla Kadı Abdülcebbar’ın ism-i fâil siygasını ve onun faillik, sabitlik anlamlarını, mezhebinin ilkelerinden biri olan adalet ilkesinin doğruluğunu, kulun fiillerinin faili olduğunu, bir tercihte bulunma gücü olduğunu ispatlamak için kullandığı açıkça görülmektedir.3

Kadı Abdülcabbar’ın “ Allah Teâlâ müttakiyi, zararlardan kaçındığı ve böylece müttaki olduğu için, müttaki olarak vasfetmiştir. Ne zaman kul bu fiili tecih etmezse müttaki olarak da nitelenmez” ve “ Dilde رساخلاyoksunluğa ve zarar sebep olan fiili işleyene denir” sözlerinden, ism-i fâil siygasına ve ou faillik bakımından sahip olduğu yüksek rütbeye itimat ettiği, bunu kelami mezhebinin doğruluğunu ispatlamada kullandığı anlaşılmaktadır. Bir çok bölümde Allah Teâlâ’nın ism-i fâil siygasını bir sıfat olarak kullanmasının, kulun kendi fiilini tercih edeni olduğunu göstediğini açıklamaktadır. Bu “ özel yerlerini korumak için bu konuda tercihte bulunacak bir iradenin olması gerekir ve emanetleri gözeten olarak nitelenmek için bu fiilin fiilen tercih edilmesi gerekir” sözlerinde açıktır. Böylece kulların bir seçim yapma kuvveti olduğunu, mecbur olmadıklarını ve Allah Teâlâ’nın onların fiillerinde bir müdahelesi

1 Kadı Abdülebbar, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: II, s.586.

2 Kadı Abdülebbar, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: II, s. 769.

3 Kadı Abdülebbar, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: II, s. 774.

olmadığını vurgulamaktadır. Aksi durumda, bilfiil fiili işleyen kimseye işaret eden ism-i fâil siygasının kullanımı, dilin zahirinin ve üslubunun kabul etmeyeceği bir probleme yol açacaktır.