• Sonuç bulunamadı

İstisna ile İlgili Yaklaşımları

5. NAHİV

5.2 Nahiv Konuları

5.2.2 İstisna ile İlgili Yaklaşımları

﴾ْمِهِسْجِر ىَلِإ اسْجِر ْم هْتَدازَف﴿ayetinde pisliğin artırılmasını da sureye izafe etmiştir”1 demektedir.

Ez-Zemahşeri, birçok yerde Kadı Abdülcebbar’ın bu görüşünü takip etmiş

﴾مهبولق ىلع اللّ متخ﴿ ayetinde Allah’ın kalplerin mühürlenmesini kendi nefsine isnad etmesiyle ilgili “ Allah için, kendi nefsine isnad ettiği bir şeyi başkasına mecazi olarak isnad etmesi caizdir. Böylece kalplerin mühürlenmesi, Allah’ın ismine mecazi anlamda isnad edilmiş olur. Hakiki anlamda Allah’tan başkasına isnad edilir. Bunun açıklamasına gelecek olursak, fiilin, fail ile mefulun, zamanın ve mekanın ve ona sebep olan şeyin karşışmasına sebep olan pek çok karşıklığı vardır. Onun faile isnad edilmesi hakiki olandır. Diğerlerine isnad edilmesi ise mecaz yoluyla olur”2 demektedir.

Kadı Abdülcebbar ve onu takip eden Zemahşeri, mezheplerini desteklemek için, ilki Allah’ın kullarının fiillerini yaratmadığı, ikincisi Allah’ın kulları için küfrü ve measiyi irade etmemesi olmak üzere iki meselede, isnadın mecazi olduğunu söylemişlerdir.

Kadı’nın hakiki isnad meselesindeki delillendirmesi, dilin, fiilin gerçek failine isnad edilmesini gerektirmesi bakımından doğruya daha yakındır. Onun mecazi isnad meselesindeki, fiilin müsebbibine (ona sebep olan şeye) isnad edilmesi delillendirmesinde yaptığı delillendiremeler de dilin söylediklerine uygundur. Bu delillendirmeye kitabının bir çok yerinde dilden ve onun kullanımlarından da destek alarak itimat etmiştir.3

kapı açar. Özellikle de bu istisna munkatı olduğunda ictihad kapısı, te’vil ve müfessirin kelami veya fakhi mezhebine uygun gördüğü anlamın taşınması için kapıyı daha da açar. İbn Serrâc “ Eğer istisna munkatı olursa,لّإ’dan önceki kelamın, müstesna minhuya delalet etmesi kaçınılmazdır. Buna delalet etmemesi durumunda anlaşılması zor olur”1 demektedir.

Onun “Buna delalet etmemesi durumunda anlaşılması zor olur” ifadesi bu konunun, özellikle de daha önce söylediğimiz istisna munkatı olduğu vakit, bu üslupla gelen sözün anlaşılmasında inceliğine ve önemine delalet etmektedir. Kadı Abdülcebbar, kendi mezhebinin görüşünün doğruluğunu ortaya koymada munkatı istisnaya dayanmıştır. Allah Teâlâ’nın küfrü istediğini söyleyenlerin hilafına, onun bunu istemediği meselesinde bu kullanıma dayanmıştır. Hz. Şuayb’ın (a.s) kıssasını anlatan َجَن ْذِإ َدْعب ْم كِتَلِم يِف انْد ع ْنِإ ابِذَك ِاللّ ىَلَع انْيَرَتْفا ِدَق﴿

اهيِف َدو عن ْنَأ انَل نو كَي امَو ، اهْنِم اللّ اَنا انُّبَرُْاللَّْءاشَيْ ْنَأَّْلِإ

﴾...

ayetiyle ilgili onun yaptğı yorumu sunacağız. Ayette Allah Teâlâ’nın küfrü irade ettiği böylece küfrün kafirden vaki olduğunu, eğer Allah Teâlâ irade etmezse ondan vaki olmayacağını bildiren bir ifade vardır. ez-Zeccâcc gibi Kadı’ya muhalif olanlar

“İnsanlar bunun tevilinde ihtilaf ettiler. Yapılan tevillerin evla olanı, )اللّ ءاشي نأ لّإ اهيف دوعن نأ انل نوكي ام(demektir. Çünkü Allah’ın meşiet ettiğinden başkası olmaz. Bu Ehli sünnetin görüşüdür... Meşiet dilde tevile gerek duyulmayacak şekilde açıktır. Bu durumda anlam, Allah Teâlâ’nın ilminde ve meşietinde bizim dinden döneceğimiz sebkat etmedikçe biz ondan dönmeyiz olur”2 demektedir. ez-Zeccâc bu ayet ile Allah Teâlâ’nın kafirin küfürünü irade ettiğine ve istediğine delil göstermiştir.

Bunun Ehli sünnetin görüşü olduğunu söylemiştir.

İmam Mâturîdî bu ayeti muradın meşietin hakikati olduğunda delil göstermiştir.

Nitekim “ Bize göre o meşietin hakikatidir. Allah Teâlâ kimin küfrü seçeceğini, bunu iman ve itaat yerine tercih edeceğini bilir ve seçeceğine dair bilgisine binaen onu meşiet eder. Kimin küfrü seçmeyeceğini biliyorsa onun için de bunu meşiet etmez.

Çünkü Allah’ın kuldan sadır olmayacak şeyi bilmesi veya kuldan sadır olacak şeyden başkasının istemesi caiz değildir. Çünkü bu cehalet ve acizliktir”3 demektedir.

1 İbnü’s-Serrâc, El-Usûl fi’n-Nahv, C: I, s. 291.

2 ez-Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu, C: II, s. 355-356.

3 Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, C: IV, s. 504.

el-Ukberî’ye gelecek olursak, bu ayetle ilgili ayette geçen istisnanın munkatı istisna olmasını, zarfiyye veya hal olmasını caiz görmektedir. Nitekim o “ Ayette geçen )ءاشي نأ لّإ( istisnanın nasb yerinde bir masdardır. Takdiri اللّ ءاشي نأ تقو لّإ tır. Bunun munkatı istisna olduğu ve لّإ nin Allah’ın meşietinin hali olduğu söylenmiştir”1 demektedir. Aktardığımız görüşlerin hepsi Allah’ın meşieti için küfrü ispat etmektedir.

Kadı Abdülcebbar bu ayetle ilgili başka bir görüşe gitmiş ve onunla Allah Teâlâ’nın küfrü irade ettiği anlamından uzaklaşmak için başka bir anlama taşımıştır. Onun görüşüne göre Allah Teâlâ küfrü irade etmez, onu sevmez ve ondan razı olmaz. Bu sebeple ayeti aşağıda özetleyeceğimız şekilde farklı şekillerde yorumlar:

- Ayette geçen ﴾اودوعي لّأ﴿ ifadesi bu millet içindir ki Allah onları bu milletin şeriatından uzaklaştırması anlamındadır. Onlar da Allah’ın emrine itaat için dönmektedir.

- ﴾اهيف﴿ ifadesindeki zamir, millet ifadesi gibi daha önce zikri geçen köye (ةيرق) dönmektedir. Bu durumda geri dönme fiili için yapılan müstesna minhu küfre değil köye dönmedir.

- Allah Teâlâ onların oraya geri dönmekten nefret etmelerini istemiştir. O zaman bu onun için kulluk etmek olur. Bu durumu Allah’ın iradesi için imkansız ve uzak kıldı.

Arapların söylediği budur.2

Kadı Abdülcebbar, ayet için Allah Teâlâ’nın küfrü irade etmesi dışındaki tüm muhtemel anlamları zikretmektedir. Bu yorumların sebebi ondaki müstesnanın takdir edilmesine ve anlamın hamledilmesine dönmektedir. Bu ayet çerçevesinde akide alimleri arasında yapılan tartışma, Allah’ın küfrü irade edip etmemesidir. Mu’tezile’ye göre Kadı’nı sözlerinde açıkça gördüğümüz gibi, Allah küfrü irade etmez, ondan razı olmaz. Nitekim Zemahşerî de tefsirinde burada geçen istisnayı nefyin ebediliği anlamına taşırken bu yorumu vurgulamaktadır. Zira o “ ﴾ َاللّ َءاشَي ْنَأ﴿ebedilik bildiren bir cümledir. Sanki onu asla söylemeyin demiş gibidir. Çünkü onların milletlerine dönmesi Allah’ın meşiet etmediği/istemediği şeylerden biridir”3 demektedir.

1 el-Ukberî, Et-Tibyân fî İ’râbü’l-Kur’ân, C: I, s. 583.

2 Müteşâbihü’l-Kur’ân, C: II, s. 256-259.

3 El-Keşşâf, C: II, s. 715.

Ancak İbn Atiyye, Ebu Hayyân, es-Semîn el-Halebî gibi Ehli sünnetin bazı müfessirleri, Kadı Abdülcebbar ve Zemahşerî’nin savunduğu, istisnanın ebedilik bildirmesi görüşünü zayıf bulmuştur. Bu alimler, Mu’tezile’nin bu yorumunu müfessirlerin aktardığına ancak bu yorumun içerdiği itizali düşünceleri hissetmediklerine işaret ederler. Eserlerinde1 Kadı Abdülcebbar’ın bu istisnanın tevili için ortaya koyduğu ihtimalleri ve onu kendi mezhebine uygun edecek anlama hamletmesine karşı cevaplar verirler.

İstisnanın yorumundan kaynaklanan tartışma ve cedele sebep olan ayetler arasında ﴾َكُّبَر َءاش ام َلِّإ ضْرَ ْلأاَو تاوامَسلا ِتَماد ام اهيِف َنيِدِلاخ﴿ ayeti de vardır. Burada istisnanın dahil olması, cehennem ehlinin cehennemde, cennet ehlinin de cennette ebedi kalışını söyleyen görüşe problem oluşturmuştur. Burada tevil ve ictihad kapısını açan durum, istisnanın munkatı mı muttasıl mı oluşu ve her iki durumda da onunla ne kastedildiğidir. Alimlerin bu konudaki tutumunu aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

- İstisnanın burada muttasıl olduğunu söyleyenler, istisnanın onların mahşerdeki ikamet zamanıyla ilgili olduğunu söyler. Bu Kadı Abdülcebbar’ın görüşlerinden biridir. Nitekim o “ Allah’ın ﴾ َكُّبَر َءاش ام َلِّإ ﴿ sözüne gelecek olursak, onunla kastedilen ةبساحملل فقوملا يف مهفقوي نأ كبر ءاش ام لّإdir. Çünkü onlar bu durumda cehennemde değildirler”2 demektedir. Bu görüşü ez-Zeccâc da el-Meânî eserinde savunmuş ve “ كبر ءاش ام لّإ ifadesinin onların haşri ve muhasebesinin miktarı hakkında olması caizdir. En iyisini Alalh bilir”3 demiştir. Bu görüşü İbn Atiyye tefsirinde4, Razi tefsirinde5, İbn Hacib el-Âmâlî6 adlı eserinde zikretmiştir. Böylece Kadı Abdülcebbar, bu istisna hakkındaki görüşünde, dil ehline ve Ehli sünnet müfessirlerine muvafık olmuştur.

- Kadı Abdülcebbar’ın zikrettiği ikinci görüşe gelirsek, ayette geçen )لّإ(nin burada )واولا(ve )ىوس(anlamına geldiğini söylemiştir. Nitekim o “ Allah Teâlâ’nın

﴾ َكُّبَر َءاش ام َلِّإ ﴿ifadesi ile kastedilen كبر ءاش امو dir. Sanki Allah Teâlâ onların semavat ve arzın kalması miktarında ve daha ne kadar isterse cehennemde oluşlarını beyan

1 İbn Atiyye, Tefsîrü İbn Atiyye, C: II, s. 428; el-Bahru’l-Muhît, C: VII, s. 162; ed-Dürrü’l-Masûn, C: VII, s.

469.

2 Müteşâbihü’l-Kur’ân, C: II, s. 475.

3 ez-Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu, C: II, s. 292.

4 İbn Atiyye, Tefsîrü İbn Atiyye, C: III, s. 208-209.

5 Tefsîrü’r-Râzî, C: XVIII, s. 402.

6 İbnü’l-Hâcib, el-Amâlî, C: I, s. 226.

etmektedir. Onunla devamlılık bildirmek istemiştir. Bu dilde yaygın bir kullanımdır.

Çünkü birimiz diğerine كل يتيبرت نم هتلعف ام ىوس ، كتملعو كتيطعأ نأب كيلإ تنسحأ دق diyebilir”1 demektedir. Ferrâ da el-Meânî eserinde bu yorumu zikretmiş ve “ Araplar büyük bir şeyi benzerinden veya kendisinden daha büyük bir şeyden istisna ettiklerinde, ve لّإ واولاın anlamları aynı olur. Bunun örneği Allah Teâlâ’nın ﴾ضرلأاو تاوامسلا تماد ام اهيف نيدلاخ﴿ sözüdür. ءاشي ام ىوس orada kalışın ebediliğin fazlalığındandır. Böylece )لّإ( nin )ىوس( mekanında yapılması doğrudur. Sanki o, Orada semavat ve arzın kaldığı kadar ve ebedi olarak kalacaklardır demiştir”2 demektedir. Sonra sözüne şöyle devam eder: “ Bu )لّإ(için yapılan yorumların en güzelidir. Çünkü Allah Teâlâ sözünden dönmez. Allah’ın ﴾ذوذجم ريغ ءاطع﴿ayetindeki istisna ulaşmıştır. Onlar için yapılan ebedilik istisnasının onlardan kesilmediğine delil olarak göstermiştir.”3 Bu görüşü meani ve Kur’ân irabı eserleri yazanlardan ez-Zeccâc4, en-Nehhâs5, İbn Cinni6, en-Neysâbûrî7 gibi diğer alimler de zikretmiştir.

Kadı Abdülcebbar’ın bu görüşünde yaptığı delillendirme de ,dil ehlinin ve Kur’ân-ı Kerîm’in irabı hakkında eser yazan alimlerin söylediklerine uygundur. Bu konuyla ilgili zikredilen diğer görüşleri aşağıdaki şekilde aktarabilriz:

- Bir görüş, ayette geçen istisnanın muttasıl olduğunu, müstesna minhunun muvahhidlerden isyan edenler olduğunu ve ayette geçen ام’nin burada نم anlamında olduğunu söylemektedir.8

- Diğer bir görüş, istisnanın muttasıl olduğunu ve şekavette olup haklarında hüküm verilmeyenlerle ilgili olduğunu söylemektedir. Bununla ilk görüş arasındaki fark, Allah’ın onları affetmesi (tecâveze an) ve cehenneme girmemeleridir. Yani Allah onları affetmeyi istemedikçe anlamındadır.9 Bunun dışında başka görüşler de vardır.10 Kadı Abdülcebbar’ın görüşüyle çeliştiği için sadece bu iki görüşe itimat ettik. Kadı Abdülcebbar, razı olduğu itikadi mezhebe uygun olarak, kafirlerle birlikte

1 Müteşâbihü’l-Kur’ân, C: II, s. 475.

2 el-Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, C: II, s. 28.

3 el-Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, C: II, s. 28.

4 Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu, C: III, s. 79.

5 en-Nehhâs, Meâni’l-Kur’ân, C: II, s. 491.

6 İbn Cinni, Şerhu’l-Lüma fi’n-Nahv, C: I, s. 225.

7 Îcâzü’l-Beyân an Meâni’l-Kur’ân, C: I, s. 425.

8 Rûhu’l-Meânî, C: XII, s. 465; Te’vîlü Müşkili’l-Kur’ân, s. 77; el-Bahru’l-Muhît, C: VI, s. 212.

9 Tefsîrü’t-Taberî, C: XII, s. 141.

10 El-Eserü’l-Akadî fî Teaddüdi’t-Tevcîhi’l-İ’râbî li-Âyâti’l-Kur’ân-ı Kerîm, s. 495-698.

müminlerden büyük günah işleyenlerin de cehennemde ebedi kalacağını düşünmektedir. İstisnanın asi olan müminler için olduğunu ve belli bir müddet sonra cehennemden çıkacaklarını söyleyen görüş1, Kadı Abdülcebbar’ın görüşüyle tamamen çelişmektedir. Kadı burada Mu’tezilenin ilkelerinden adalet ilkesini savunmaktadır.

Kadı Abdülcebbar’ın savunduğu görüş, daha önce de söylediğimiz gibi Arap diliyle ve Arapların söz kullanım üsluplarıyla uyumludur. Ancak İbn Malik Şerhu’t-Teshîl adlı eserinde )لّإ( nin )واولا( anlamında olmasını reddetmekte ve şöyle demektedir:

﴾كبر ءاش ام لّإ﴿ ifadesi, orada olanın muhahhak bir istisnadır. Çünkü cehennem ehli için, ateş dışında bize vasfedilen veye edilmeyen pek çok tür azap vardır. Bunlara لّإ كبر ءاش امile işaret edilmiştir. Aynı şekilde Cennet ehli için de cennet dışında, bize vasfedilsin veya edilmesin pek çok nimet vardır. Buna da işasret edilmiştir. En iyisini Allah bilir.”2

İbn Malik’in sözlerinden istisnayı, hem cennet hem de cehennem ehli için ebedilik anlamını koruyarak hakiki anlamında bıraktığı açıkça görülmektedir. Aktardığımız bu görüşler arasında tercih yapmaya gelince, bu oldukça zor bir iştir. Her grubun, görüşünü tercih edilen hala getiren ve muhalifine karşı yardım eden güçlü dilsel delilleri vardır. Ancak ifadenin ebedilik bildirdiğini destekleyen bir görüş vardır.

Nitekim Araplar ebediyeti zikrettiklerinde ﴾ضرلأاو تاومسلا تماد ام﴿ demektedirler.3 Buna göre ayetin cehennem azabının ve cennet nimetlerinin ebediyetine taşınması mümkündür.