• Sonuç bulunamadı

7. BAĞLAMLA İLGİLİ KULLANIMLAR

7.1 Dilsel Siyakın Kullanımı

Kadı Abdülcebbar, siyak koşullarını kullanarak ve siyakın lafzın anlamını belirlemdeki öneminin farkında olarak, içinde geçtiği ayetlere göre bazı Kur’ân-ı Kerîm lafızlarının anlamlarını belirlemede siyakı kullanmıştır. Bu konuyla ilgili “ Onu içeren bir bağlama sahip olamayan müstakil kelime, ruhu olamyan bir ölü hükmündedir. İçinde geçtiği bağlama göre anlamı belirleyen bu ruhu canlandıran şey siyakın kendisidir”2 demektedir. Siyakın taşıdığı bu anlamı Batı çok geç fark etmiştir.3 Zira Fenders “ Kelimenin değerini belirleyen siyaktır. Çünkü kelime, anlamını geçici olarak belirleyen bir atmosferde her kullanıldığında var olur ve siyak, kelimenin

1 Lâşîn, a.g.e., s.471.

2 İhâb Saîd el-Necmî, El-Luga ve’l-Mezhebiyye, Kırâatün fi Rudûd İbn Teymiyye el-akadiyye, Dârü Mısri’l-Arabiyyeti li’n-Neşri ve’tevzî, 2015, s.184.

3 E İyd Belba’, a.g.e, s.120.

işarette bulunabileceği çeşitli anlamlara rağmen o kelimenin değerini belirler. O aynı zamanda, kelimeyi belleğin biriktirdiği ve daha önce sahip olduğu anlamrından kurtaran ve şimdiki değerini yaratan şeydir”1 demektedir. Bu durumda kelime bir dereceye kadar kapalı bir anlam taşır ve bu anlam ancak kullanımının göz önüne alınmasıyla ortaya çıkabilir. O halde önce kelimenin kullanımı gelir ve anlam ondan süzülür.2 Siyak, kelimenin anlamını tam olarak belirleyen şeydir ve onun vasıtasıyla dilin kelimeleri sözlük anlamının sınırlarını aşıp, mecazi, psikolojik vb yeni anlamlar kazanır.3

Kelimelerin önemini belirlemede siyaktan yola çıkarak, Kadı Abdülcebbar’ın bazı Kur’ân kelimelerini, içinde geçtiği bağlamlara uygun olduğunu düşündüğü anlamlara taşıdığını görmekteyiz. Bunu yaparken ayetin öncesi ve sonrasıda gelenleri de anlamın çeşitlendirilmesinde kullanıdğını görmekteyiz. Örneğin Allah Teâlâ’nın

﴾ميقتسم طارص ىلإ ءاشي نم يدهي برغملاو قرشملا لله لق﴿ ayetiyle ilgili yaptığı yorumlar sırasında, hidayet ve imanın Allah Teâlâ’nın emriyle olduğunu ve bunu kullar için Allah’ın yaptığını söyleyenlere karşı cevap olarak, hidayetin sadece delalet ve beyan anlamında olduğunu söylemiştir. Nitekim Allah Teâlâ bunu gerçekten kişinin kalbinde yaratmamış, kulun fiiline bağlamıştır. Böylece Kadı Abdülcebbar kendi görüşünün doğruluğunu, )ىدهلا( kelimesinin geçtiği siyaktan yararlanarak ispatlamış ve “ Ayette doğru yolun zikedilmesi” hidayet ile kastedilenin delaler ve tarif olduğuna delildir”4 demiştir. Onun “ayette doğru yolun zikredilmesi” ifadesi, lafzın anlamını belirlemede bağlama olan güveninin göstermektedir. Bu durumda Kadı Abdülcebbar, ىدهلا kelimesine delalet ve tarif anlamını vermeye ve sadece bu anlamlarla ksııtlamaya çalışmıştır. O bu yorumunu, ىدهلا kelimesinin ayetteki konumunu fark ettikten ve

“ayette doğru yolun zikedilmesi” ifadesinin kelimenin sadece delalet ve tarif anlamına gelmesini gerektirdiği delillendirmesinden sonra yapmıştır. Bu yorumunu tüm Mâturîdî5 ve Eş’arîlerin6 hilafına olarak yapmıştır.

1 Fenders Tor, El-Luga, (Terc: Abdülhamid ed-Devâhili ve Muhammed el-Kassâs), Mektebet’l-Ancelo, Mısıri s.

231.

2 Ahmed Muhtar Ömer, İlmü’d-Dilâle, Âlemü’l-Kütüb, 5. Basım, 1998, s.72.

3 Hadi Nehir, ilmü’d-Dilâletü’t-Tatbîkî fi’t-Türâsi’l-arabî, daru el-Amel, Ürdün, 2007 s. 236.

4 Kadı Abdülebbar, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 181.

5 Tefsîru’l-Maturidî, C: I, s. 581.

6 Er-Râzî, Tefsîru’r- Râzî, C: IV, s. 83.

Kadı Abdülcebabr başka bir yerde, ىدهلا kelimesinin Kur'an-ı Kerim'de genel olarak geçtiği yerlerde, Allah’ın yaratması ve kul üzerindeki filleri anlamında değil, sevap anlamında olduğunu düşünmektedir. Yani hidayeti ve imanı kulun kalbinde yaratan Allah Teâlâ değildir. Böylece o, ْنَم يِدْهَيَو ءاشَي ْنَم ُّلِض ي ْنِكلَو ، ةَدِحاو ةَم أ ْم كَلَعَجَل اللّ َءاش ْوَلَو﴿

﴾ ءاشَي ayetinde ve Kur’ân’ın diğer bir çok yerinde geçen )للضلا( ve )ىدهلا(

kelimelerinin, Allah’a isnad edilerek kullanıldığında, )للضلا( kelimesi ile, kulun kendisine zorunlu hale getirdiği ikâb (ceza) kastedildiğini, )ىدهلا( kelimesiyle de kulun hak ettiği sevap kastedildiğini düşünmektedir. İki kelimenin bu anlamlara geldiği konusundaki görüşünü delillendirmek için bağlamlardan ve kelimelerin geçtiği yerleden yararlanmıştır. Özellikle bu ayetin bağlamıyla ilgili “ Allah’a isnad edilerek kullanılan )للضلا( ikâb (ceza) anlamındadır. Kim kendisine bunu zorunlu hale getirise Allah istediğinde ona ceza verir. Ve istediğini de bunu hak eden kişi için sevaba hidayet eder. Eğer Allah bunları muhtelif yapsaydı ve bir kısmını dalalete atıp bir kısmını hidayete erdirseydi, ayetin sonunda ﴾ َنو لَمْعَت ْم تْن ك اَمَع َن لَئْس تَلَو﴿ demesi caiz olmazdı”1 demektedir. Onun “ ayetin sonunda ﴾َنو لَمْعَت ْم تْن ك اَمَع َن لَئْس تَلَو﴿ demesi caiz olmazdı” ifadesi kelimenin anlamını belirlemede siyaka dayandığını göstermektedir.

Aynı yöntemi başka bir yerde de uygulamış ve “ Allah Teâlâ’nın اَنِإ﴿

﴾ ارو فَك اَمِإَو ارِكاَش اَمِإ َليِبَسلا هاَنْيَدَه ayetine gelirsek, Allah’ın tüm mükellefleri hidayete erdirdiğine açık bir delildir. Çünkü bundan önce insanı zikretmiş ve devamında

اَنِإ﴿ هاَنْيَدَه َليِبَسلا اَمِإ ارِكاَش اَمِإَو ارو فَك

demiştir. Hitap tek bir lafız üzerinden yürütülmüş ancak bununla tüm mükellefler kastedilmiştir. Devamında hak yola hidayet ettiği zikredilmiştir. Onu hidayete erdirdikten sonra ya şükreden ya da inkar eden/nankörlük eden olacağını açıklamıştır” 2 demiştir. Kadı Abdülcebbar’ın “Onu hidayete erdirdikten sonra ya şükreden ya da inkar eden/nankörlük eden olacağını açıklamıştır” sözü, )ىده( lafzının anlamını belirlemede siyaka başvurmaktan başka bir şey değildir. Ne dilbilimciler3 ne de kendi mezhebinin karşısındaki diğer mezhep

1 Müteşâbihü’l-Kur’ân, C: II, s. 520.

2 Müteşâbihü’l-Kur’ân, C: II, s. 746.

3 el-Ferrâ, El-Meânî, C: III, s. 15; ez-Zeccâc, Kur’ân ve İrâbuhu, C: V, s. 257; en-Nehhâs, Meâni’l-Kur’ân, (thk. Muhammed Ali es-Sâbûnî) Ummu-l Kura Üniversitesi, 1409, C: VI, s. 256; el-Müfredât fi Garibu’l-Kur’ân, s. 715.

mesupları1, )ىدهلا( kelimeinin anlamını belirlemede Kadı Abdülcebbar ile ihtilaf etmemiştir.

Kadı Abdülcebbar )ىدهلا( kelimesinin, irşad, delalet, tarif anlamalrına geşdiği konusunda siyaktan yararlandığı gibi عبطلا ve متخلا kelimelerinin anlamını belirlemede de ondan yararlanmıştır. Örneği Allah Teâlâ’nın مِهِلْتقَو َِاللّ ِتاَيآِب ْمِهِرْف كَو ْم هقاَثيِم ْمِهِضْقناَمِبَف﴿

َءاَيِبْنَ ْلأا ِرْيَغِب قَح ْمِهِلْوقَو اَنبو لق فْل غ ْلَب . َعَبَط َاللّ

اَهيَلَع ْمِهِرْف كِب َلَف َنو نِمْؤي َلِّإ ليِلَق

﴾ ayetiyle ilgili “ Bu

ayette geçen عبطلا kelimesi متخلا gibidir. O kalbi matbu olanın halinden bilinecek bir işarettir...Onun engelleme anlamında olmadığını açıklamıştık. Alamet (işaret) yazma ve haber gibidir. O kitabın üzerindeki mühür (hatm) gibidir ve onun okunmasını engellemez. Allah Teâlâ’nın ﴾ليلق لّإ نونمؤي لف﴿ ayeti, onun engellemediğine delildir.

Çünkü hepsini tek bir had üzere engellemesi gerekirdi. Bu durumda iman, birçoğu için geçerli olmadığı gibi, birkaçı için de sahih değildir. Çünkü eğer engel genel olursa, yokluğunda da ondaki yasağın geçerli olması gerekir”2 demektedir.

İmam Mâtûrîdî’ye gelecek olursak, onun bu ayette geçen عبطلا kelimesini engelleme anlamında taşıdığını görüyoruz. Zira “Allah Teâlâ onların küfürleri sebebiyle kalplerini mühürlediğini ve artık hiçbir şeyi anlamadıklarını bildirmiştir”3 demektedir.

Bir benzerini İbn Atiyye’nin tefsirinde “ Allah Teâlâ tüm bunların kendisinin onların kalplerini mühürlemesi olduğunu bildirmiştir. Onlar anlayışlarının kıtlığı sebebiyle çağrıldıkları doğru yolu yalanlamışlardır”4 sözlerinde görmekteyiz. Ancak Kadı Abdülcebbar’ın ayetin sonunu zikrederken burada siyaktan yararlanmıştır. Bunu متخلا ve عبطلا kelimelerinden engelleme anlamını uzaklaştıran kendi görüşünü delillendirmek için yapmıştır. Bu sözün bir kısmının diğerine atfedilmesi ve öncesinin sonrasına döndürülmesi bakımından siyakın kullanılmasından başka bir şey değildir.

Kadı Abdülcebbar’ın bir lafzın anlamlarını belirlerken siyaktan yararlandığı yerlerden biri de ةنتفلا kelimesinin anlamı hakkıdaki sözleridir. Onun küfrün yaratılması anlamında olmadığını söyler ve devamında “ Allah Teâlâ’nın ﴾ َن ْوَع ْرِف َمْوق ْم هَلبق اَنتَف ْدَقَلَو﴿

ayeti onlar için küfrü yarattığı anlamına gelmez. Çünkü fitne kelimesinin zahirinin küfrü gerektirmediğini açıklamıştık. Allah Teâlâ teklifi ve sıkıntının şiddetini

1 Te’vlâtü Ehlü’s-Sünne, C: X, s. 360-361; Er-Râzî, Tefsîru’r- Râzî, C: III, s. 741; En-Nesefî, Tefsîrü’n-Nesefî, C: III, s. 576.

2 Müteşâbihü’l-Kur’ân, C: I, s. 282.

3 Tefsİru’l-Maturidî, C: III, s. 409.

4 İbn Atiyye, Tefsiru’l-Muharrir el-Veciz, C: II, s. 132.

kastetmektedir. Bu yüzden devamında ﴾ َِاللّ َداَبِع َيَلِإ اوُّدَأ ْنَأ ميِرَك لو سَر ْم هَءاَجَو﴿ ayetini getirmiştir”1 demektedir.

Kadı Abdülcebbar ةنتفلا kelimesinin anlamını belirlerken siyaktan yararlanmıştır. Bu “ devamında şu ayeti getirmiştir” sözlerinde açıkça görülür. Ayetin siyakı, ayette geçen kelimenin kastedilen anlamını açıklamakta ve onu bir bütün olarak zikretmektedir. Bu yorumu, Allah Teâlâ’nın kullara kötülük yapmadığı ve onlar için küfrü irade etmediğini savunan mezhebine yardımdan başka bir şey değildir.

Bunun bir benzeri Allah Teâlâ’nın ﴾َك تنتِف َلِّإ َيِه ْنِإ﴿ ayetiyle ilgili sözlerinde görülür.

Zira “ Onunla kastedilen imtihan ve şiddettir...Eğer fitne kelimesiyle kastedilen azap olsaydı, Allah Teâlâ’nın ﴾ ءاَشَت ْنَم يِدْهَتَو ءاَشَت ْنَم اَهِب ُّلِض ت﴿ ayetinin bir anlamı olmazdı.

Çünkü onun aynı azapla olması doğru değildir”2 demektedir. Yani ayette geçen fitne kelimesiyle kastedilen azap veya küfür değil imtihan ve şiddettir. Allah Teâlâ’nın bu ayetten sonra ﴾ ءاَشَت ْنَم اَهِب ُّلِض ت﴿ demesini bu görüşüne delil olarak sunmuştur. Yani bu imtihan ile Allah kafir ve fasıkları azab doğru yöneltir. Aynı zamanda Allah Teâlâ

﴾ ءاَشَت ْنَم يِدْهَتَو﴿ demiştir. Bu imtihan Alalh’ın alih kulları için bir lütfu olabilir.

Fitne kelimesinin azap anlamında olmadığının delili, kelimenin bu anlama hamledilmesi durumunda Allah Teâlâ’nın ﴾ ءاَشَت ْنَم يِدْهَتَو ءاَشَت ْنَم اَهِب ُّلِض ت﴿ ayetinin bir anlamı olmayacağıdır. Çünkü azabın bu anlamda olması doğru değildir. Aynı şekilde

﴾ ءاَشَت ْنَم يِدْهَتَو﴿ ayetinin gelmesi sebebiyle, onunla masiyetin kastedilmesi de doğru olmaz.3

Kadı Abdülcebbar’ın “ eğer fitne kelimesi ile kastedilen azap olsaydı Allah Teâlâ’nın

﴾ ءاَشَت ْنَم يِدْهَتَو ءاَشَت ْنَم اَهِب ُّلِض ت﴿ ayetinin bir anlamı olmazdı” ifadesi, Kadı Abdülcabbar’ın metnin anlamını ve onda geçen kelimelerin anlamlarını belirlemede siyaka ne kadar önem verdiğini açıkça göstermektedir. Buradan açıkça görülmektedir ki, Kadı Abdülcebbar sözün bir kısmını geri kalamıyla bağlantılı görmüştür. Sözün, kendisinden önce ve sonra gelen ifadelerle bağlantılı olmasıyla, siyakı ispat etmedeki önemine dayanarak, savunduğu anlamı delillendirmeye çalışmaktadır.

1 Kadı Abdülebbar, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: II, s. 681.

2 Kadı Abdülebbar, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 370.

3 Kadı Abdülebbar, Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 370.

Siyakı kullandığı ve onunla karşı görüşlere cevap verdiği yerler arasında Allah Teâlâ’nın yaratıcı anlamında ردقملا, her şeyin fâili olduğu, kulların fiillerinin de onun mahluku olduğu ve masiyetin de Allah’tan olduğu görüşleri de vardır. Bu görüşlere karşı Allah Teâlâ’nın ﴾رادقمب هدنع ءيش لكو ﴿ ayetini delil göstermiş ve “ Ayetin zahiri, Allah her şeyin miktarını ve kendisine has olanı bildiği gösterir. Çünkü ayetteki ﴾ هَدْنِع﴿ ifadesinin anlamı هملع (onun ilminde) dir. Ayetin başı buna işaret etmektedir. Çünkü يف Allah Teâlâ ﴾ داَد ْزتاَمَو ماَحْرَ ْلأا ضيِغَتاَمَو َىثْن أ ُّل ك لِم ْحَتاَم مَلْعي َاللّ﴿ demektedir. Ardından buna atıf olarak } ٍراَدْقِمِب هَدْنِع ٍءْيَش ُّل كَو{ ayeti gelir”1 diyerek onların görüşünü reddetmiştir. . Bu durumda ona göre ayetin anlamı, Alalh Teâlâ her şeryin miktarını ve ona özgü olanı bilir olur. Çünkü burada geçen ﴾ هَدْنِع﴿ ifadesinin anlamı هملع يف anlamıdır. Kadı Abdülcebbar’ın lafzın anlamını belirlemede itimat ettiği şey, sözün birbirine atfedilmesi, bağlanması ve lafzın geçtiği siyaka dikkat etmedir. Onun “Ayetin başı buna işaret etmektedir” ve “Ardından buna atıf olarak” sözleri, Kadı Abdülcebbar’ın ayetlerin ve onlarda geçen kelimelerin anlamlarını belirlemede aiyaka ne derece önem verdiğini göstermektedir. Kadı Abdülcebbar burada siyaka dayanmış ve ﴾ هَدْنِع﴿

ifadesini, yaratma anlamına değil, ملعلا anlamına taşınmasında siyaka güvenmiştir.

Bunu yaparken Ayetin Allah’ın ilmini vurgulayan, onun ilminden ne semada ne yeryüzünde tek bir hardal tanesinin dahi gizli kalamayacağını belirten bir bağlamda kullanıldığını delil olarak getirmiştir.

Daha önce sunulanlardan,Kadı Abdülcebbar’ın, kelimelerin anlamını belirlemede ve kendi bakışını ve görüşünü ispat etmede lafzi bağlama verdiği önemi açıkça göstermektedir. Kadı Abdülcebbar’ın siyak olgusunu kullanmasının amacının, ayetlerde geçen lafızları kelami mezhebine uygun olacak şekilde anlamlandırma olduğunu kitabında bir çok yerdeki 2tekrarla gördüğümüzü söyleyebiliriz.