• Sonuç bulunamadı

Atıf ile İlgili Yaklaşımları

5. NAHİV

5.2 Nahiv Konuları

5.2.1 Atıf ile İlgili Yaklaşımları

müminlerden büyük günah işleyenlerin de cehennemde ebedi kalacağını düşünmektedir. İstisnanın asi olan müminler için olduğunu ve belli bir müddet sonra cehennemden çıkacaklarını söyleyen görüş1, Kadı Abdülcebbar’ın görüşüyle tamamen çelişmektedir. Kadı burada Mu’tezilenin ilkelerinden adalet ilkesini savunmaktadır.

Kadı Abdülcebbar’ın savunduğu görüş, daha önce de söylediğimiz gibi Arap diliyle ve Arapların söz kullanım üsluplarıyla uyumludur. Ancak İbn Malik Şerhu’t-Teshîl adlı eserinde )لّإ( nin )واولا( anlamında olmasını reddetmekte ve şöyle demektedir:

﴾كبر ءاش ام لّإ﴿ ifadesi, orada olanın muhahhak bir istisnadır. Çünkü cehennem ehli için, ateş dışında bize vasfedilen veye edilmeyen pek çok tür azap vardır. Bunlara لّإ كبر ءاش امile işaret edilmiştir. Aynı şekilde Cennet ehli için de cennet dışında, bize vasfedilsin veya edilmesin pek çok nimet vardır. Buna da işasret edilmiştir. En iyisini Allah bilir.”2

İbn Malik’in sözlerinden istisnayı, hem cennet hem de cehennem ehli için ebedilik anlamını koruyarak hakiki anlamında bıraktığı açıkça görülmektedir. Aktardığımız bu görüşler arasında tercih yapmaya gelince, bu oldukça zor bir iştir. Her grubun, görüşünü tercih edilen hala getiren ve muhalifine karşı yardım eden güçlü dilsel delilleri vardır. Ancak ifadenin ebedilik bildirdiğini destekleyen bir görüş vardır.

Nitekim Araplar ebediyeti zikrettiklerinde ﴾ضرلأاو تاومسلا تماد ام﴿ demektedirler.3 Buna göre ayetin cehennem azabının ve cennet nimetlerinin ebediyetine taşınması mümkündür.

sıfata benzer bir tabidir. Nekra ise onu tahsis etmektedir.1 Atf-ı Nesak ise, kendisi ile metbusu arasında harflerden birinin dahil olduğu tabidir.2 Nahiv alimleri bu harfleri saymış ve bu sayı ona ulaşmıştır. Onları iki kısma ayırmışlardır. Birinci grup, birncisi irabında ve hükmünde ikincisine katılan harfledir. Bunlar واولا, ءافلا, مث, ىتح, مأ ve وأ harfleridir. İkinci grup, ikincinin birinciye hükümde değil irabda katılan لب, نكل ve لّ

gibi harflerdir. 3

Kadı Abdülcebbar’ın delillendirmelerinde yoğun olarak kullandığı harf واولا harfi ve onun atıf anlamıdır. واولا harfinin anlamı İbn Serrâc’ın söylediği gibi “İkincinin, birincinin dahil olduğu şeye katılmasıdır. Onlardan hangisinin daha önce olduğuna bir delil yoktur”4. واولا harfi mutlak cem/toplama içindir. Bir düzeni veya düzensizliği veya birliktelik anlamlarını gerektirmez. Aksine bunların hepsi aynı anda gerekli olur.5Onun sıralama anlamı konusunda tartışmalar yapılmıştır. Ancak alimlerin çoğu onun mutlak cem için olduğunu düşünmektedir.6

Kadı Abdülcebbar’a gelecek olursak , atıf konusunu delillendirmelerinde kullanmış ve

“atıf, farklılığı (muğâyera) gerektirir”7 ve İbn Cinnî’’nin dediği gibi “Bir şey fesadı sebebiyle kendisine atfedilmez”8 kurallarına dayanmıştır. Bu konuyu, iman ile hidayetin farklı şeyler olduğu meselesini delillendirirken kullanmıştır. Allah Teâlâ’nın ﴾ْمِهِبو لق ىلَع انْطَبَرَو ىد ه ْم هانْدِزَو ْمِهِّبَرِب او ن َمآ ةَيتِف ْم هَنِإ ، ِّقَحْلاِب ْم هَأَبن َكْيَلَع ُّص قن نْح َن﴿ayetiyle ilgili “ Hidayet hiçbir zaman iman ile vuku bulmaz. Ancak başarıya ve kurtuluşa sebep olması bakımında böyle vasfedilir. Bu durum, Allah’ın ziyadeyi imana atfetmesidir.

Bu durumda imanın hidayetten başka olması gerekir. Çünkü matufun, matuf aleyhten başka bir şey olması doğrudur”9 demektedir. Kadı Abdülcebbar burada, atfn , matuf ve matuf aleyhin birbirinden farklı olmasını gerektiren kuralına dayanarak imanın hidayetten farklı olduğunu delillendirmiştir. Allah Teâlâ iman ve hidayetin arasını ayırmıştır. “Nitekim bir genç bilfiil iman etmiştir ve ziyade, iman anlamına gelmeyen hidayet içindir. Ziyade, deliller ve lütuf ile hidayette olur” demektedir.

1 İbn Hişâm, Evdâhü’l-Mesâlik, C: III, s. 310.

2 İbn Hişâm, Evdâhü’l-Mesâlik, C: III, s. 317.

3 İbn Hişâm, Evdâhü’l-Mesâlik, C: III, s. 318.

4 İnbü’s-Serrâc, Usûli’n-Nahv, C: II, s. 55.

5 İbn Hişâm, Şerhu Şüzûri’z-Zeheb, s. 446.

6 El-cinnî ed-Dânî, s. 158-159.

7 Süyûtî, El-Eşbâh ve’n-Nezâir fi’n-Nahv, 4/123.

8 İbn Cinnî, El-Muhteseb fî Tebeyyüni Vücûhi Şevâzi’l-Kırâati, Vizâratü’l-Evkâf, 1999, C: II, s. 101.

9 Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: II, s. 542.

Kadı’ya muhalif olanlara gelince, İmam Mâturîdî’nin iman ile hidayetin arasını ayırmadığını görüyoruz. Nitekim o “ Ziyadenin yenileme ve başlangıçta olduğu söylenmiştir. Çünkü her vakitte iman için yenileme hükmü vardır. Zira kul her vakit küfrün inkar edeni ve ona karşı çıkanıdır. Bu da her vakitte imanın yenilenmesidir.

Eğer istersen onu sebat ve daha önce olan şeyin ziyadesi anlamına taşırsın, istersen de ibtida ve teceddüd anlamına taşırsın. Aynı şey Allah Teâlâ’nın ﴾ا ناَميِإ ْم هْتَداَزف﴿ ayeti için de geçerlidir”1 demektedir.

Ancak Kadı’nın atıfın gereği olan farklılıktan hareketle iman, ve hidayet arasında ayrım yapması, Kur’ân- Kerîm’de başka bir yerde onun görüşüne hizmet etmez. Allah Teâlâ’nın ﴾ رْمَ ْلأاَو قْلَخْلا هَل َلَّأ ayetini Eş’arîler Kur’ân’ın mahluk olduğuna delil olarak ﴿ kullanmıştır. Çünkü Allah Teâlâ halk ile emr’in arasını ayırmıştır.2 İmam Râzî tefsirinde bu ayetle ilgili “ Ashabımız bu ayeti Allah’ın kelamının kadim olduğuna delil gösterir. Nitekim Allah Teâlâ yaratma ile emretme arasını ayırmıştır. Eğer emir mahluk olsaydı bu ayrım doğru olmazdı”3 demektedir. Aynı şekilde el-Âmidî Gâyetü’l-Merâm fî İlmi’l-Kelâm adlı eserinde “ Onun için bir yaratma ve emir belirlemiştir. Eğer emir mahluk olsaydı, anlam قلخلاو قلخلا هل لّأ olurdu”4 demektedir.

Aynı şekilde İbn Teymiyye bu ayeti, atfın farklılığı gerektirmesi sebebiyle Kur’ân’ın mahluk olmadığına delil olarak göstermiştir.5

Kadı Abdülcebbar’a gelirsek, daha önce işaret ettiğimiz gibi, atfın farklılığı gerektirmesine binaen hidayetin iman anlamında olmadığı görüşüne zıt bir tutum sergilediğini görüyoruz. Nitekim o “ Emrin yaratmadan ayrı olarak zikredilmesi, onun yaratıma dahil olmadığı anlamında olduğunu göstermez”6 demektedir. Daha sonra ﴾ناسحلإاو لدعلاب رمأي اللّ نإ﴿ ayeti gibi, görüşünün doğruluğunu gösteren ayetler aktarır.

Onun görüşüne göre ihsan adalete dahildir. Aynı şekilde ﴾ا ريذنو ا رشبم لّإ كانلسرأ امو﴿

ayetinde nezirin beşir olduğunu söylemektedir.

1 Tefsîrü’l-Mâturîdî, C: VII, s. 143.

2 el-Eş’arî, El-İbâne an Usûli’d-Diyâne, s. 63-64; Ebû Bekr el-Bakıllânî, el-İnsâf fîmâ Yecibü İ’tikâduhu ve Lâ Yecûzü el-Cehle bihi, Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-Türâs, 2000, s.68.

3 Tefsîrü’r-Râzî, C: XIV, s. 275.

4 el-Âmidî, Ğâyetü’l-Merâm fî İlmi’l-Kelâm, (Tahk: Hasen Mahmûd Abdü’l-Latif), el-Meclisi’l-A’lâ li’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, Kahire, s. 110.

5 İbn Teymiyye, Et-Tisîniyye, (Tahk: Muhammed İbrahim el-İclân), Mektebetü’l-Meârif, Riyad, 1999, C: II, s.

586.

6 Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 353; Tenzîhu’l-Kur’ân ani’l-Metâin, C: I, s.148.

﴾لاكيمو ليربجو هلسرو هتكئلمو لله اودع ناك نم﴿ ayetinde Cebrail ve Mikailin meleklere dahil olduğunu söylemektedir.1

Daha önce aktardıklarımıza istinaden, Kadı Abdülcebbar’ın son delillendirmesinde daha öne yaptığı delillendirmeye göre daha zayıf bir görüş savunduğunu görüyoruz.

Nitekim, atıfın farklılığı gerektirdiğini söyleyerek hidayetin iman olmadığını belirtmiştir. Ancak buradaki atfın ise farklılığı gerektirmediğini iddia etmektedir.

Onun beşir, nezir, melekler, Cebrail, Mikail ifadelerinin geçtiği ayetlerde yaptığı delillendirmeye, has olanla itinanın daha fazla olması için2, hassın genel olana atfıdır şeklinde cevap verdi. Allah Teâlâ’nın tartışma ve cedelin konumunda olan ﴾ رْمَ ْلأاَو قْلَخْلا هَل َلَّأ ayetiyle ilgili ise, eğer emir yaratmaya dahil olsaydı, ayette emrin ﴿ zikredilmesinin tekrar olacağını, sözün aslının tekrar edilmemesi olduğunu söylemiştir.3 Halk ve emir arasını ayırmış ve emrin yaratmaya dahil olmamasını gerekli kılmıştır.4

Her iki grubun delillerini zikrettikten sonra, Ehli sünnetin delillerinin dilin kullanılışına ve Kadı’nın kendisinin zikrettiği ve bir çok yerde açıkladığı atıfın farklılığı gerektirmesi kuralına daha yakın olduğunu söyleyebiliriz. Kadı’nın bu kuraldan faydalandığını ve imanın hidayet olmadığını delillendirmek için, onu hidayet ve imanı birbirinden ayırma meselesinde onu kullandığını görüyoruz. Ancak bu kural, muhalifine karşı cevap verdiği ve emrin yaratma olmadığı ve emir ile yaratmanın arasının ayrılması ve buna göre ehli sünnetin belirlediği gibi Kur’ân’ın mahluk olmadığı meselesine uygulanamadı. Kadı Abdülcebbar, Kur’ân’da pek çok yerde5 atıf konusundan yararlanmaya ve böylece mezhebinin görüşlerine hizmet eden delillendiremeler yapmaya çalışmıştır.

Kadı Abdülcebbar nahiv konuları ve anlmlarına önem verdiği gibi, cümlenin irabi konumunu da delil olarak kullanmıştır. Aşağıda görüşünün doğruluğunu göstermek için cümlenin irabı konumundan yararlandığı bazı yerleri zikredeceğiz:

1 Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 354.

2 el-Eş’arî, El-İbâne an Usûlî’d-Diyâne, s. 64; Tefsîrü İbn Atiyye, C: II, s. 546; Hâşiyetü İbnü’l-Münîr alâ’l-Keşşâfi’l-İntisâf, C: I, s. 398; ed-Dürrü’l-Masûn, C: X, s. 368.

3 Tefsîrü’r-Râzî, C: XIV, s. 276.

4 Meâlimu Usûli’d-Dîn, s. 66.

5 Müteşâbihu’l-Kur’ân, C: I, s. 285; C: I, s.173-174; C: I , s. 252; C: I , s. 383; C: II , s. 433; C: II , s. 542; C: II , s. 592.