• Sonuç bulunamadı

1.3. SOSYALLEŞME, KİMLİK VE KİŞİLİK OLUŞUM SÜRECİ

1.3.1. Ailenin Kimlik ve Kişilik Oluşum Sürecine Etkisi

1.3.1.2. Kuşaklararası Çatışma

Kuşak çatışması her dönemde var olagelmiştir. Çocuklar, erken gençlik dönemini yaşayanlar, gençler ve yetişkinler ile yaşlılar, her birisi ayrı adetleri, tarzları, inançları olan kitleler haline geldiklerinden, kitle dinamiği parçalanmıştır (Şener, 2012: 56).

Çatışma; duygu, düşünce, menfaat ve amaç ayrılıklarından ortaya çıkmaktadır.

İnsanla matuf olan bu niteliklerden dolayı, insanın olduğu her yerde çatışma da var olacaktır. Çünkü insan ilişkilerinde hiçbir zaman tam uyum ve denge hali söz konusu değildir. Toplumdaki değişik menfaat kümeleri arasında da çatışmalar yaşanmaktadır.

Toplumsal dinamikler, bu gruplar arasındaki balans bozulduğunda, yeni çatışmaların doğduğu, çatışma sonucunda dengenin bozulduğu, dengeyi oluşturmak için yeni uzlaşmaların yapıldığı bir çizgide akıp gider. Bu anlamda çatışmanın karakterinin dinamik olduğunu söylemek mümkündür.

Coser’e göre çatışma, ahenk-denge, düzen ya da anlaşma yokluğudur. Çağdaş sosyologlar çatışmayı yalnızca negatif, yıkıcı ve patolojik bir durum olarak görürler.

Toplumsal çatışmanın analizinin ihmal edildiğini düşünen Coser ise, çatışmanın, yapının kurulması ve korunmasına yapacağı olumlu katkıları da gözler önüne serer.

18 Çatışmanın, grubun korunmasını sağlayan, adeta düşman akımlarını yapıya zarar vermeden geri püskürten bir emniyet subabı olduğunu ifade eden Coser, örnek olarak da öğrenci derneklerini ve fakülteyi iyileştirme komitesini gösterir (Tezcan, 2003: 22).

Çatışmanın önemini vurgulayan en önemli kuramsal kişilik Dahrendorff’tur.

Toplumu, bir yüzü çatışma, diğeri işbirliği olana bir madalyona benzetir. Çatışma sürecinin, toplumsal yapı için önemli bir anahtar olduğunu ifade eder. Toplumu bir organizma olarak değil, bir süreç olarak gören çatışmacı yaklaşımında:

1) Her toplum her an değişmeye konu olur, toplumsal değişme her yerde vardır.

2) Her toplum her an toplumsal çatışmaya sahnedir, toplumsal çatışma her yerde vardır.

3) Toplum içindeki bir öğe onun değişmesine katkıda bulunur.

4) Her toplum bazı üyelerinin diğerleri üzerindeki zorlamalarına dayanır (Kongar, 1993: 193).

İlkel toplumlar için korkutucu bir olgudur çatışma. Çünkü çatışma, düzeni, değerleri, davranış kalıplarını alt-üst eden bir temayüldür. Çağdaş toplumlar için asgari bir oranda çatışma teşvik edilebilir, çünkü yukarıda da bahsettiğimiz gibi çatışma, toplumdaki olumlu değişmelere de sebeptir. Ancak, çatışmanın istenen seviyeyi aşması, tehlikeli boyutlara varmaması gerekir (Tezcan, 2003: 42).

Bottomore (1977: 333), kuşaklar arası çatışmayı değerlerdeki değişime bağlamaktadır. Modernleşmenin hızı, değer yargıları arasındaki farklılaşmayı iyice arttırdığı için değer bunalımları meydana gelir. Gençliğin sorunlarından bir kısmı biyolojik, bir kısmı sosyal, bir diğer kısmı ise ekonomik ve siyasaldır (Gökçe, 1984:

7). Sanayileşme ile birlikte gençlikten yetişkinliğe geçiş sürecinin uzaması, teknolojik devrim, artan fiziksel hareketlilik, kentleşme ve artan makineleşme, kuşaklararası çatışmanın sebepleri olduğu gibi, kutuplaşmış bir demografik yapı, dünya savaşları, ekonomik bunalımlar, siyasal ve toplumsal devrimler de kuşaklararası farklılığı ve çatışmayı tetiklemektedir. Yaygınlaşan eğitim imkânları ve kitle iletişim araçlarının sunduğu imkânlar, gençliğin ortaklaşa bir bilinç kazanmasını sağlamıştır. Bu ortak bilinç te çatışma sebeplerinden biridir (Tezcan, 2003: 26). Bahsedilen sebeplerle, her kuşak, bir önceki kuşağı yadırgar ve yargılar, gençler, ana-babalarını fazla muhafazakâr olmakla suçlarlar.

Çatışma teorilerine döndüğümüzde, hızla değişen toplumda, toplumun karşı karşıya kaldığı sorunlara koşut olarak gençler de sorunlar yaşamakta olduğundan, bu durumun gençler ve yetişkinler arasında çatışma oluşturduğu kabul edilmektedir.

19 Gencin ekonomik sorunları, eğitim, güven hissedememe, amacını belirleyememe gibi sorunları, çeşitli sapan davranışlar sergilemelerine neden olmaktadır (Bayhan, 2011:

436).

Kuşaklararası farklılıkların toplumsal değişim süreciyle ilişkisi, özellikle 1968’de siyasal parti sistemlerinin ve siyasi partilerin geçirdiği değişim süreciyle birlikte ele alındığında, geleneksel siyasal katılım biçimlerinde hızlı bir düşüş yaşandığı görülmüştür. Bu düşüşün arkasında ise, yeni neslin farklı değerlere sahip olması vardır. Ebeveynler düzenli bir işe sahip olma gibi materyalist ihtiyaçlara birincil önem atfederken; yeni nesil, estetik kaygılar, ifade özgürlüğü, yönetimde söz sahibi olma, çevrenin korunması ve güzelleştirilmesi gibi post-materyalist değerlere önem vermektedirler. Farklılaşan değerlerin yanında, ekonomik baskılar, iş ve işsizlik sorunları, eğitimle ilgili sorunlar, ailedeki iletişimsizlik ortamı ve olumsuz ilişkiler, aile içi sorunlar, cinsel uyum problemleri de, gencin ebeveyniyle olan ilişkilerini olumsuz etkilemektedir.

Kentlerde gençlerin anne-babalarıyla yaşadıkları çatışma alanları genellikle;

okul ve eğitim sorunları, siyasi konular, eve geliş saatleri, beslenme ve ev düzeni ile ilgili alışkanlıklar, evde hayvan besleme, kardeşlerle ilişkiler, sağlık konuları, boş zaman alışkanlıkları, arkadaş seçimi ve karşı cinsle ilişkiler, geleneksel değerler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Gençteki bağımsız olma düşüncesi ve başına buyruk olma hali, anne-babada tedirginlik yaratır, ilişkiler gerginleşirken, anne babadan gence yöneltilen baskı arttıkça gençteki karşı çıkma, isyan eğilimi daha da artmakta ve yasaklara uymayarak, kurallara boş vererek, eleştirilere öfkeli tepkiler vererek bağımsızlığını kanıtlamaya çalışmaktadır. Ebeveyn, şiddet uygulayarak genci itaate zorladığında ise sürtüşme ve çatışma kaçınılmaz hale gelmektedir (Yörükoğlu, 1990:

210). Tüm bu açıklamalardan yola çıkarak gençleri, tümüyle ailelerinin her söylediğine itiraz eden, başkaldıran, başına buyruk, asi bireyler olarak değerlendirmek, gençleri sağlıklı analiz edebilmekten uzaklaşmamıza neden olacaktır.

Her ne kadar fizyolojik değişikliklerle beraber gençler, heyecanlı, coşkulu, cinsel duyguların yoğun olduğu bir süreçten geçseler de, aslında düşünüldüğü gibi, sınırsız bir özgürlük ve başına buyrukluk ya da topluma başkaldırı için bağımsız olmak değil; toplumda bir yer edinmek (Yörükoğlu, 1990: 222), onların nezdinde, tabir-i caizse “adam yerine konmak” için bunu istemektedirler. Bugün tüm gençler, yetişkinlerin arasına katılmak ve onların sahip oldukları haklardan yararlanmak, yönetimde görev almak istemektedirler. Ülkemizde üniversiteler, liseler, gençlik

20 merkezleri, sivil toplum kuruluşları ve gençlik gruplarının temsilcilerinden oluşan Ulusal Gençlik Parlamentosu, 18 olan seçmen yaşının 17-16 yaşa indirilmesi için girişimlerde bulunmaktadır. Onlar artık kendilerini “geleceğin liderleri değil, bugünün de ortakları” olarak kabul etmekte ve bunu dile getirmektedirler. Gençler için yetişkinler dünyasına kabul edilmenin simgesi farklı semboller olabilmektedir.

Örneğin, kimi gençler için sürücü ehliyeti sahibi olmak bu sembollerden birisidir.

Gençlere reel sorumluluklar verilerek, onların yetişkinler dünyasına katılımı kademeli olarak sağlanabilecektir.