• Sonuç bulunamadı

KONUŞMACILAR SERDAL BAHÇE

(Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi-Siyasal Bilgiler Fakültesi) EMEL DİNÇER (T.C. Merkez Bankası İstatistik Genel Müdürlüğü) EMRULLAH TÖREMEN (T.C. Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı) EMEL KARABAĞ (Yargıtay 5. Hukuk Dairesi Tetkik Hâkimi)

SUNUCU- 2. Oturuma Başkanlık etmek üzere Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Önceki Dönem Oda Başkanı Sayın Ali Fahri Özten’i huzurlarınıza davet ediyorum.

OTURUM BAŞKANI (Ali Fahri Özten)- Değerli katılımcılar, değerli konuklar; Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün birlikte dü-zenledikleri “Arazi Yönetiminde Taşınmaz Değerleme ve Kadastro” konulu sempozyu-mun 2. Oturusempozyu-munu başlatıyorum.

Sabahki oturumun 1 saat sarkmasından dolayı, 2. Oturum da paralel olarak 1 saat sarktı.

Biz kendi programımızı kendi saati içerisinde sürdürmeye çalışacağız. O nedenle, hemen bu oturumda yer alacak katılımcıları buraya davet etmek istiyorum: Serdal Bahçe, Emel Dinçer, Emrullah Töremen, Emel Karabağ, . Buyurun efendim.

Sabahki oturumda da yabancı konukların katılımlarıyla gerek Danimarka’da gerek diğer ülkelerde -Almanya ve İsviçre örnekleri- değerleme ve kadastro konusunda o ülkelerdeki yaklaşım ve değerleme konusunda güzel örnekler verildi. Tabii Türkiye’de özellikle de-ğerleme konusunda yasal mevzuat yönünden bütüncül bir yaklaşım olmadığı, Sevim Ha-nım tarafından vurgulandı. Dolayısıyla değerleme konusunda bütüncül bir yasal sürecin olmaması, beraberinde birçok eksikliği getirmektedir.

Türkiye’deki değerleme konusunda kurum ve kuruluşların yaptıkları değerleme çalışma-ları var. Son dönem gündeme gelen SPK’yla birlikte Değerleme Uzmançalışma-ları Birliği diye bir yasal süreç var; diğer taraftan Kamulaştırma Kanunu çerçevesinde yapılan değerleme çalışmaları var, ilgili kurum ve kuruluşların yürüttükleri çalışmalar var. Belki bu oturu-mun ilerleyen süreçlerinde Türkiye’deki bu yasal mevzuat konusundaki çatışmaları ya da yaşanan sıkıntıları konuşabiliriz.

Değerleme konusunda özellikle Avrupa’da temel bir eğitimin yanında, yükseklisans, mastır düzeyinde eğitim olduğu vurgulandı. Ama Türkiye’deki bu sürece baktığımızda, maalesef 2005 yılına kadar yürütülen bu değerleme konusundaki sürecin SPK tarafından yayınlanan ve daha sonra son yasal düzenlemeyle, geçen hafta Meclisten çıkan Afet Yasa-sıyla, Dönüşüm Yasasıyla ilgili yeni bir eklemeyle birlikte bir sıkıntı sürecinin yaşandığı-nı söyleyebiliriz. Bunları konuşacağız, konuşmalıyız da. Bu sempozyumun Türkiye’deki değerleme konusundaki ilkelerin ya da yaklaşımların ortaya konulması açısından çok önemli bir sempozyum olduğunu ifade etmekte yarar var. Bu anlamda, Harita ve Kadast-ro Mühendisleri Odasına ve Tapu ve KadastKadast-ro Genel Müdürlüğüne bizler de bir kez daha teşekkür ediyoruz.

Ben hızlıca oturuma geçmek istiyorum. Programa göre ilk konuşmacı, “Türkiye’de İnşaat ve Konut Sektörünün Genel Değerlendirmesi”yle ilgili Yrd. Doç. Dr. Serdal Bahçe sunum yapacak. Sayın Bahçe, ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümünden 94 yılında mezun oldu; daha sonra ODTÜ’de İktisat Bölümünde yükseklisans ve doktora diplomasını aldı ve 2006 yılından bu yana da Ankara Üniversitesi Maliye Bölümünde çalışmaktadır.

Buyurun.

SERDAL BAHÇE (Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Maliye Bölümü)- Ben de herkese hoş geldiniz diyorum. Öncelikle bu önemli kongrenin oluşturulmasında emeği geçen herkese ellerine sağlık diyorum, müteşekkir olduğumuzu bildirerek başlamak istiyorum.

Aslında Sevgili Hüseyin Hocam beni onurlandırarak buraya davet ettiğinde, burada ne tür bir konuşma yapacağımı düşünürken, aklıma geçmişte aldığım bir doktora dersi geldi.

Biz genelde orada ekonomik sektörleri ikiye ayırıyorduk, daha sonra öğrencilerimize de hep bunu anlattık. Aslında bu ayrım, Türkiye’nin 1980’lerin başından itibaren yaşadığı ekonomik dönüşüm açısından da çok önemli.

Bu arada sesim azbuçuk titriyor, kusura bakmayın; bunun iki nedeni var: Bir tanesi, ben-den çok daha iyi bilen meslek erbaplarına kendilerinin çok iyi bildiği bir şey hakkında çok az bilen biri olarak bir şeyler anlatmanın bir heyecanı var. İkincisi de hiç böyle bir ortamda sunuş yapmamıştım, böyle bir durum var.

Genel olarak sektörleri biz iktisatçılar ikiye ayırıyorduk, en azından 90’larda, 80’lerin başında böyleydi: Ticarete konu olan sektörler ve ticarete konu olmayan sektörler. Aslın-da kabaca bu ayrım, “Yurtdışına bir şey satabilecek, bir şey üreten sektör müdür, değil midir?” ayrımından kaynaklanan bir durumdu. Dolayısıyla bu 80’lerde başlayan dönü-şümün savunucuları, daha önceki iktisadi rejimimizin, yani adına ne dersek diyelim, ithal ikamecilik diyelim, içe dönük kalkınma diyelim, artık ne diyeceksek, şöyle bir zaafının olduğunu hep vurgularlardı, kulaklarımıza hep bunu fısıldarlardı: Genel olarak öyle bir iktisadi mekanizma kurulmuştu ki, ekonomideki üretken kaynakların çoğu, çok büyük bir kesimi, kamunun da temel aktör olmasının etkisiyle ticarete konu olmayan sektörlere akma eğiliminde oluyordu. Bu sektörler, daha çok bildiğiniz gibi, hizmetler, konut türün-den ya da turizm türüntürün-den sektörler idi.

Yaşadığımız son krizle birlikte, yani küresel krizle, merkez üssü Amerika olan kriz-le birlikte bana kalırsa bu ayrım bir aşındı. Artık ticarete konu olmayan hiçbir sektör kalmadı, uluslararası ticarete konu olmayan hiçbir sektör kalmadı. Bildiğim kadarıyla, Cumhurbaşkanımızın onayladığı son yasada, yani yabancılara arazi satışına izin veren son yasada, aslında eskiden ticarete konu olmadığını düşündüğümüz sektörlerin de artık uluslararası ticaretin temel alanlarından, temel unsurlarından biri olacağını haber verir nitelikte, en azından Türkiye için bu böyle, dünyanın çoğu ülkesinde bu sürecin çok daha önce başladığını biliyoruz. Dolayısıyla bu anlamda artık konut, arazi türünden varlıkların kendisi de bilfi il uluslararası ticarete olabildiğince fazla miktarda katılım gösterecek alan-lar olacakmış gibi görünüyor. Bu tabii ki bizim bildiğimiz iktisat kuramalan-larının çoğuyla ilgili yargılarımızı, onlardan çıkardığımız sonuçları aslında revize etmemiz gerektiğini de gösteriyor, bugün açısından en azından bu vurguyu yaparak başlayalım.

Konut, arazi türünden varlıklar; sabit, taşınmaz varlıklar hakkında konuşurken, bir ikti-satçı olarak şunu da itiraf edeyim: Biz iktiikti-satçılar, genel olarak bunların değerlenmesi ya

da değerlendirilmesi, yani parasal büyüklük anlamında değerlendirilmesi konusunda çok başarılı bir meslek grubundan gelmiyoruz. Uzun yıllardır tartıştığımız halde -pek çok ku-ram, pek çok model üstünden geçilebilir- bu konuda çok başarılı değiliz. Umarım siz daha başarılı olursunuz, mutlaka ki bu konuda teknik olarak bizlerden çok daha ileridesinizdir.

Bu anlamda aslında çok bilenlere çok az bilenin birinin bir şey anlatması hükmündedir bu.

Bu konutla arazinin giderek hem ulusal hem de uluslararası ticarete açılması, aslında bir zorunluluğun da ürünü. Bunu başlarken şöyle vurgulamak gerekiyor: Küresel kapitalist sistem, aslında 1960’ların sonunda girdiği krizden henüz çıkabilmiş değil. Yani büyüme oranlarına, istihdamın artış oranına ya da başka türden makro büyüklüklere bakarsanız, 1960’lar ya da 50’lerdeki performansı dünya henüz yakalayabilmiş durumda değil, üste-lik çok büyük sorunlarla ilerlemekte. Bu sorunların çok büyük olduğu da ikide bir dünya-nın orasında burasında patlayan fi nansal, bankacılık -artık kökeni neyse- türünden krizler tarafından da kanıtlanmakta. Bunu bir kere açık açık söyleyelim. Bu krizin kendisi reel sektör kökenlidir, bunu da vurgulayarak geçelim. Reel sektörün kendisi düşen kâr oranı ya da düşen yatırım olanakları sunduğu için, sermaye giderek likit hale gelmektedir, likit hale geldikçe döngü uzatmaktadır, döngü uzatmak arttıkça da spekülatif niteliği, yani bütün bu krizleri yaratan dinamiksel niteliği artmaktadır. Bu, daha üst bir boyutta kendini tekrar etmektedir. Bu krizlerin periyodizasyonuna bakarsanız, son kriz veya ondan önceki merkezde olmayan, çevrede patlayan krizlere bakarsanız, aslında bu sorunların giderek de daha yakıcı hale geldiğini gösteren frekans artışıyla karşı karşıya olduğumuzu da gö-rebilirsiniz.

Dolayısıyla bu derecede likit sermaye, mutlaka ki eninde sonunda bugün yaşadığımız, artı fi nansallaşma dediğimiz bir olguyu yaratır hale gelmektedir. Bu fi nansallaşmanın bo-yutlarının muazzam olduğunu her türden dünya ekonomisi uzmanları tescil etmektedir.

Artık dünya ticaretinin, küresel ticaretin 3-5 katı -belki de 10 katı, bilemiyorum, o rakam aklımda değil- boyutlarına ulaşan bir sermaye akımı vardır ve bu sermaye, gündelik ha-yatımızda eskiden “Artık bu da olmaz, bu kadarı da olmaz” diye düşündüğümüz her şeyi ama her şeyi bu spekülatif sermaye döngüsünün içine çekebilmektedir. Bunun en büyük kanıtı, Amerika’daki son krizin kökenidir, yani konut sahibi edindirmeyi amaçlayan bir kredilendirme sisteminin kendisinin bir anlamda kriz sürecinin tetikleyicisi olması, aslın-da çok garip veya garabet bir durum değildi. Bu beklenmesi gereken bir şeydi, en azınaslın-dan 10-15 yıl önceden beklenmesi gereken bir şeydi.

Türkiye henüz bu sürece girmedi, çünkü bu sistem tam anlamıyla işler durumda değil, ama birazdan göstereceğim şey, aslında çok uzun yıllardır konuştuğumuz ölçüde konut ve arazinin kendisinin birer iktisadi varlık olarak çok uzun süredir zaten bir yatırım aracına dönüştüğünün de göstergesi olacaktır ve bu sorunlu bir şeydir. Ne anlamda sorunludur?

Konut ve arazi dediğimiz şey, evet, kendileri başlı başına bir kapitalist iktisadi sistemde pazarlanabilir bir varlık olabilirler, ama bir de bunların altında yatan ya da bunların

öte-sinde olan ve aslında bunlara bilfi il kendi kimliğini de veren çok basit iki insan hakkı, yani geçinme ve barınma hakkının da ana araçlarıdır. Dolayısıyla aslında gittiğimiz yer, Amerika’nın durumundan bellidir, 1 milyondan fazla ev sahibinin evini kaybettiğinden falan bahsediliyor. Bu anlamda da bu varlıkların eğer bir değerleri olacaksa, değerleri-nin spekülatif olmayacak şekilde denetlenebilir, belirlenebilir ve mutlaka ki bu şekilde piyasalaşmasına izin verilebilir, olması gerekmektedir. O anlamda da bu kongreyi çok önemsediğimi, kendi adıma çok önemsediğimi açıkça ifade etmeliyim.

Birazdan göstereceğim rakamlara başlamadan önce, konut ve arazi, daha doğrusu toprak meselesinin siyasal iktisat, yani bu Smith-Ricardo çizgisinden bu yana iktisatçıları zaman zaman çok ilgilendiren, ama çözemedikleri bir sorun olduğunu da açıkça vurgulamak ge-rekiyor. Büyük düşünür Karl Polanyi, 19. Yüzyıl kapitalizmini açıklarken şöyle açıklıyor:

Diyor ki, “Aslında gerçekte doğaları gereği meta olmayan 3 şey, emek, para ve toprak, zorla metalaştırılmaya çalıştıklarında, ortaya çok ciddi sosyal problemler çıkacaktır.”

Aslında Polanyi, 20. Yüzyılın başından sesleniyor, fakat sanki 2 yıl önce Amerika’nın ya-şadığını haber verir gibi seslenmektedir. Barınma alanlarımızın fi nansal spekülasyonlara ya da arazi spekülasyonlarına konu olması, gerçekten bir anlamda da ürkütücü sonuçlar yaratmaya yazgılıdır, böyle bir kaderi vardır, bunu da açıkça vurgulayarak başlayayım istedim.

Benim size bugün anlatacağım, göstereceğim verilerin bir kısmı devletin resmi kurumla-rından alınmış verilerdir, bir diğer kısmı da Türkiye İstatistik Kurumunun 2002 yılından bu yana yıllık olarak yayımladığı ve hanelerin servet durumunu gösteren hane halkı bütçe anketlerinden derlenmiş verilerdir. Dolayısıyla bu anlamda aslında bir gidişatı ya da bir genel eğilimi göstermek açısından ilginç olabilir diye düşünüyorum.

Bolca sayı ve grafi k göstermek üzereyim ve bu anlamda eğer yer yer sizi bunaltırsam ku-suruma bakmayın. Ne yazık ki biz iktisatçılar, genel olarak böyle konuşmaya yatkınız.

Öncelikle bu sektörün 20 yıllık genel değerlendirmesi, tabii aslında genel olarak son 10 yıla yoğunlaşmak durumunda kaldım, çünkü bu bütçe anketleri 2002 yılından başlayarak yıllık olarak yayınlanıyor. Öncelikle bu, inşaat ve konut sektörlerinin gayri safi milli hâsıla içindeki paylarını gösteriyor. Biliyorsunuz, iki tane milli gelir serimiz var; bir tanesi eski seri, daha çok serimiz var, ama en azından 98’e kadar olan seriler birbirleriyle uyumlu, ama 98’den sonrakinde belirli bir kopuş var. Dolayısıyla bu grafi ği 2 parça halinde gös-termek durumundayım. Bu inşaat ve konut sektörlerinin gayri safi yurtiçi hâsıla içindeki payını gösteriyor. Bu da aslında konut sektörünün stabil bir oran üzerinde yürüdüğünü, inşaat sektörünün ise cumhuriyetin ilk yıllarında çok yüksek bir oranına sahip olduğunu, fakat bu oranın giderek düştüğünü göstermesi açısından ilginçtir.

Yeni seriye geçecek olursak, burada da aynı durumda bir gelişme beklemek gibi bir eği-limde olabilirdik. Ancak buradaki eğilim, genel olarak cumhuriyetin genel tarihi içindeki eğilimin biraz tersine, konutun gayri safi milli hâsıla içindeki payı giderek artıyor.

İnşaa-tın ise, özellikle inşaaİnşaa-tın son 20-30 yıldır 3 yıldız sektörden biri olduğu düşünülürse; teks-til, turizm ve inşaat, süper üçlü, bunun biraz şaşırtıcı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

Belki de bir anlamda da bir motor sektör olma görevini en azından 2000’lerin ilk 10 yılı, belki ilk çeyreğine yitirebileceği beklentisi içine girebiliriz.

Konuttaki hareketlenmenin ise tamamen aslında sizin bugün bu kongrede konuştuğu-nuz durumdan kaynaklandığını düşünmekteyim. Bu değerleme süreçlerinin ne kadar -siz daha iyi biliyorsunuz, ama- etkin işlediğine bağlı olarak bu oranın böyle değiştiğini be-lirtebiliriz.

Bundan sonra büyüme hızlarını vermek isterim: Genel olarak inşaat sektörü talebe çok duyarlı; makroekonomik performansa, genel olarak ulusal üretime yönelik talebe çok du-yarlı bir sektör ve dolayısıyla Türkiye’nin yaşadığı makro iktisadi çalkantılar ya da başka dışsal çalkantılardan çok etkilenen bir sektör. Bu anlamda da büyüme oranlarının çok istikrarsız yapısı zaten bu grafi kte de gözlemlenmekte. Öteki taraftan, konut sektöründeki büyüme ise çok stabil, belirli, yüzde 2-4 bandında, sanki cumhuriyet tarihinde böyle bir sabit hat tutturmuş gibi görünüyor. Aynı durum burada da geçerli.

Ancak burada asıl göstermek istediğim şu: Bu konut sektörü ve arazi büyüklüklerinin giderek ticarete konu olması, aslında yepyeni sektörlerin de dünyanın çok uzun süredir aşina olduğu, ama bizim son 20-30 yıldır bir inkişaf gözlemlediğimiz sektörlerin büyü-düğünü de göstermekte. Bunlardan bir tanesi, bu gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri giderek hızla büyümekte, istihdam düzeyinde de çok hızlı bir artış var, yani neredeyse çok büyük bir hızla emlakçılaşmaktayız ve bu süreç de önü alınmaz bir süreç gibi görün-mektedir.

Bu da aynı şekilde inşaat ve gayrimenkul kiralama, iş faaliyetleri sektörünün göreli gayri safi yurtiçi hâsıla içindeki paylarını göstermekte. Aslında bu arazi ve konutun ticarileş-mesini temel işlev alan olarak görülen sektör, aslında çok düşük seviyede başlamıştır, ama giderek payı inşaat sektörünün bile üstüne çıkmıştır. Dolayısıyla bu da çok dikkat çekicidir.

Toplam istihdam içindeki paylar da aynı şekilde; burada sadece gayrimenkul kiralama ya da satışla ilgili sektör değil, ama mali kurumların, taşınmaz mallara ait işlem ve kurumla-rın tamamını gösteren istihdam payıdır bu ve o da hızla artmaktadır, yüzde 6’yı geçmiştir ve büyümeye de devam etmektedir. Aslında bu arazi ve konutun hızla ticarileştiğinin ve bir yerde de bu anlamda Türkiye’nin Batıyla arasını kapatmaya başladığının göstergesi-dir.

Bu da toplam kredi, bankacılık sisteminden verilen krediler içindeki konut kredisinin payını göstermekte. 2009’daki çöküntü hariç, genel olarak bir yükseliş trendi içindedir ve bunu da ayrıca toptan ticarete verilen kredi miktarının oranını yakalamış ve bazı yıllarda da geçmiş durumdadır.

Bu çok ilginç; inşaat sektörünün dinamiklerinden bahsettik, ama bunun doğal sonucu, çünkü bilebildiğim kadarıyla inşaat sektörünün ürettiği çıktının toplam olarak yüzde 70 ya da 80’i mesken, konut inşaatına gitmektedir. Bu anlamda inşaat sektörünün son 20-30 yıldır sürekli bir motor sektör olarak gösterilmesi de aslında büyüme oranlarının belirli bir istikrarsızlık göstermesine rağmen, diğer sektörlerin önünde olmasından kaynaklan-maktadır.

Bu genel olarak hane halklarının -bu hane halkı bütçe anketinden yapılmış bir çıkarımdır- içinde oturdukları konutun mülkiyet durumuna ilişkin yapılanmanın 2003-2010 arasında-ki dönüşümünü göstermektedir. Dikkat ederseniz, ev sahipliği, yani içinde oturduğu eve sahip olanların oranı giderek düşmekte, diğer taraftan kiracı oranı çok hızlı olmasa da belirli bir yükseliş trendi içine girmekte, ama asıl yükseliş şurada “diğer” diye gözüken kategoridedir. Bu “diğer” kategorisi, TUİK’in tanımlamasına göre, bilfi il kendi evi değil, ama akrabasının evi, yani babasının, anasının ya da atıyorum, birinci ya da ikinci derece-den bir yakınının evi, kira ödemiyor. Bu aslında bu konut sektöründeki hızlı ve spekülatif gelişmenin de bir sonucudur, insanlar kendilerini güvene almak istiyorlar, böyle bir çıka-rımda bulunulabilinir.

Bu da aylık ortalama reel kirayı gösteriyor, fakat buradaki iki kira kalemi arasında cid-di fark vardır. TUİK hesaplarken, içinde oturanlar, yani oturduğunuz ev eğer size aitse, size bir izafi kira atfetmektedir. Bu büyük olasılıkla yaşadığı semte, içinde bulunduğu evin durumuna falan bağlı olarak hesaplanan ve bilfi il ödenen parasal bir değer değildir, dışarıdan biçilmiş bir değerdir. Yani burada gördüğünüz kira, ödenen bir durum değil, ama aylık ortalama kira, ödenen bir büyüklüğü göstermektedir. Bu ikisi arasında açılan makasın kendisi de aynı zamanda ilginç bir araştırma gündemi olmalıdır diye tahmin edi-yorum. Bir taraftan TUİK’in ne kadar tutarlı hesapladığı soru işareti; zaten TUİK evlerin değerlenmesiyle ilgili, piyasa bedelinin bulunmasıyla ilgili birtakım rakamlar vermiştir.

Dolayısıyla ne kadar etkin verilmiştir, onu tam kestirmek mümkün değil.

Bir konuttan gelen kiranın bireysel ve hanesel refahımız için ne kadar önemli olduğunu bilmekteyiz. Aslında genel olarak Türkiye’de son yıllardaki, son 20-30 yıldır fi yat artışı, daha doğrusu enfl asyon dediğimiz olgunun altında yatan önemli faktörlerden birinin kira artışı olduğunu biliyoruz, en azından pek çok araştırma bunu gösteriyor. Bu grafi k de as-lında onu göstermekte; mavi olan genel fi yat endeksindeki artıştır, kırmızı olan ise konut harcamaları fi yat endeksindeki artıştır ki, çok büyük bir kısmını kira oluşturmaktadır ve arada açılan makası siz de görebilirsiniz mutlaka. Bu ölçüde genel fi yat artışının üzerine bir artış, yani kapitalist sistem bir fi yatlar sistemidir ve fi yatlar arasındaki farklar, getiri düzeyindeki farkları ve dolayısıyla kaynakların bir süre sonra hangi sektöre yönlendiril-mesi gerektiğini de gösteren bir şey olduğu için, bu anlamda konut sahipliğinin neden giderek daha önemli olduğunu da anlayabiliriz diye tahmin ediyorum.

Bu başka bir gösterge, konut borcu olan hanelerin oranını gösteriyor. 2003’te bu oran toplam hanelerin yüzde 2.8’i civarındadır, 2010’da ise yaklaşık yüzde 10’u civarına yük-selmiştir. Bu da, yani biraz önce gösterdiğim grafi kle birlikte düşünürseniz, bilfi il konut sahipliğinin kendisinde çok ciddi bir oynama yok, ama konut borcu giderek artmakta, dolayısıyla bu da ilginç bir gözlem olarak durmaktadır.

Bu da ortalama konut değeriyle kira değeri arasındaki makası gösteriyor. Konut değerleri, kiraların artışından daha yüksek bir hızla yükselmekte, başta söylediğim aslında tam da buydu. Bu arada açılan makas, mutlaka ki hepimiz için gündelik hayatımızda da böyledir, konutu birer yatırım aracı olarak görmeye başladı, bir barınma hakkının şeyi olarak değil,

Bu da ortalama konut değeriyle kira değeri arasındaki makası gösteriyor. Konut değerleri, kiraların artışından daha yüksek bir hızla yükselmekte, başta söylediğim aslında tam da buydu. Bu arada açılan makas, mutlaka ki hepimiz için gündelik hayatımızda da böyledir, konutu birer yatırım aracı olarak görmeye başladı, bir barınma hakkının şeyi olarak değil,