• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

6.4. Baykan Sezer Sonrası Yerli Sosyoloji Tartışmaları

6.4.1. Konformist Yaklaşım

Baykan Sezer sonrası yerli sosyoloji tartışmalarında ele alacağımız ilk yaklaşım olan konformist yaklaşımdır. Konformist yaklaşımdan kast ettiğimiz Baykan Sezer’in yerli sosyoloji fikri başta olmak üzere sosyolojiye ilişkin analiz ve çıkarımlarını paylaşan ve bunları sosyolojik çalışmalarında sürdüren bir anlayıştır. Bu anlayış kapsamında özellikle Ertan Eğribel ve Ufuk Özcan gibi isimler öne çıkmaktadır. Konformist yaklaşım Baykan Sezer’in yerli sosyoloji fikrini savunmakla

birlikte daha da ileriye giderek bütün olarak Batı düşüncesiyle hesaplaşmayı savunur.

Sosyolojinin XIX. Yüzyılda Batı’da bir bilim olarak ortaya çıkması, kuşkusuz toplumun içerisinde bulunduğu sorun ve açmazlara dair çözümler üretebilmek, ayrıca büyük sarsıntı ve kriz oluşturan toplumsal olayları da yönlendirebilmek kaygısından bağımsız değildir (Tuna, 1991: 29). On dokuzuncu yüzyılda Batı’da yaşanan ekonomik, toplumsal ve siyasal altüst oluşları yönlendirebilmek kaygısıyla sosyoloji, kurucu unsur olarak tarihi kabul etmiş ve toplumsal olayları tarihsel bir gelişim içersinde açıklamıştır. Böylece Batı sosyolojisi Batılı toplumların geçirdiği sorunlarının açıklanması ve çözümü konusunda kendi iç çelişkilerini ve problemlerini evrenselleştirerek genel geçer bir açıklama modeli geliştirmiştir. Özellikle sosyolojinin kuruluş aşamasında geliştirilen teoriler (Comte, Durkheim, Weber, Tonnies, Spencer) tüm toplumlar için geçerli tarihsel gelişim yasalarına dayanmaktadır. Tarihsel gelişme yasasına dayanan sosyolojik teoriler esasında Batı dışı toplumların sorunlarının çözümünde Batılı toplumların tarihsel gelişimine öncülük ve üstünlük vermektedir. Dolayısıyla Batı sosyolojisi Batılı toplumların tarihini evrenselleştirerek mutlak bir tarihsel ilerleme yasası haline getirmiştir. Bu haliyle Batı sosyolojisi ayırıcı ve tahkim edici üslubuyla pozitivist metodolojiyi esas alarak, doğa bilimlerinde kaydedilen düzen kurucu ilkeleri, insanın toplumsal hayatını anlamak noktasında da uygulamaya koymuş, kendi toplumuna dair vardığı sonuçları bütün bir insanlık adına geçerli saymıştır. Böylece Batılı toplumları merkezde konumlandıran, Batı sosyolojisi kendinden olmayanı ise ötekileştiren bir söylemle evrensellik iddiasında bulunmuştur.

Son dönemde genel olarak sosyal bilimlere özel olarak ise sosyolojiye ilişkin farklı çevrelerce belirli eleştiriler yöneltilmektedir. Bu eleştiriler özellikle on dokuzuncu yüzyılda egemen bir paradigma haline gelen pozitivist bilim anlayışına odaklanmıştır. Çünkü pozitivist bilim anlayışının otoriter, mutlak, tek tipleştirici, cinsiyetçi ve en önemlisi de diğer bilgi elde etme biçimlerini dışlayıcı yapısı eleştirilerin en başında gelmektedir. Günümüzde pozitivizme yönelik giderek artan bu eleştiriler özellikle sosyoloji açısından önemlidir. Çünkü sosyoloji son kertede on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan bir bilimdir ve yöntemsel yaklaşım olarak doğa bilimlerine öykünerek pozitivist bir yaklaşım benimsemiştir. Bu yönüyle pozitivist bilim anlayışına yönelik yapılan eleştiriler aynı zamanda sosyolojiyi de kapsamaktadır. Pozitivist bilim ve aynı zamanda sosyolojiye ilişkin yapılan bu tartışmalara Türk sosyolojinin ilgisiz kalması düşünülemez. Çünkü bugün gelinen

noktada pozitivizme yapılan eleştiriler bağlamında gelişen post modernizmle birlikte meta anlatıların iflası, tarihin sonu, Marksizmin ölümü gibi tartışmaların yanı sıra sosyolojinin krizinde veya sonundan da bahsedilmektedir. Burada özellikle sosyolojinin kriz içinde olmasından ya da sonunun gelmesinde kastedilen vurgu ilk dönem toplumsal teorilerinin ve devamında geliştirilen bütünsel toplum görüşlerinin geçersiz hale gelmesidir. Bu noktada konformist yaklaşıma göre Türk sosyolojisinin görevi Batı sosyolojisini revize etmek ya da kendi toplumsal yapımıza uyarlamak olmadığı gibi, Batı sosyolojisini yanlışlardan arındırmak değildir. Batı düşüncesiyle bütünüyle hesaplaşarak onu aşmaktır. Bunu Batı’nın onaylamasına da ihtiyacımız yoktur. Sosyolojinin sınırlılığı varsa onu inkâr etmek yerine bu sınırlılığı aşan yeni bir yaklaşım tarzı geliştirmek gerekir. Türkiye sosyolojinin önemini sezen sorunlarını toplum düzeyinde çözmek isteyen bir ülke olduğu için Fransa’dan sonra dünyanın en eski sosyoloji kürsüsüne sahip olan ülkedir. Bugün gelinen noktada sosyolojimiz Türkiye’nin Batılılaşma deneyiminin sınırlılıklarını taşıdığı gibi bu sınırlılığı aşacak potansiyeli de içinde taşımaktadır. Türk sosyolojisinin amaç ve görevi Anadolu Türk toplumunun geleceğe yönelik olarak mevcut potansiyelini olumlu yönde açmak ve geliştirmektedir.

Baykan Sezer sonrası yerli sosyoloji akımına ilişkin yürütülen tartışmalardan ilki olan konformist yaklaşım öz olarak Batı sosyolojisini Batı çıkarlarını merkeze koyan Avrupa-merkezci ideolojilerin sözcüsü olarak görmekte ve bu sebeple Batı sosyolojisinin aynen ülkemize aktarılmasına karşı çıkmaktadır. Çünkü Batılı toplum ve düşün yapısıyla organik bir bağı olan Batı sosyolojisi ilk kuşak teorilerinin hemen hepsinde Batılı tarihsel gelişim yasalarından hareketle toplumları çözümlemiştir. Konformist yaklaşıma göre, Batılı toplumları tarihsel gelişme çizgisinde en gelişmiş ve uygar toplumlar olarak gösteren Batı sosyolojisi Batı dışı toplumları ve dolayısı ile Türk toplumunu ve Türk toplumuna ilişkin problemleri anlayıp açıklayamaz. Doğulu ve onun bir parçası olan Türk toplumu, tarihsel gelişim süreç içerisinde Batı’dan farklı gelişim süreçlerinden geçerek bu güne gelmiştir. Bu nedenle sadece Batı toplumlarını değil, Doğu ve Batı toplumlarını birlikte açıklayacak bir sosyoloji anlayışına ihtiyaç vardır. Bu çabayı, dünya ilişkilerini istediği gibi kontrol eden, denetleyen ve durumundan memnun olan Batılı sosyologlardan beklemek boşunadır. Bunu yapacak olan Doğulu sosyologlar, Türk sosyologlarıdır. Toplum çıkarlarımız açısından dünya olaylarını, toplumlar arası ilişkileri değerlendirip açıklayacak görüşler, sosyoloji kuramları geliştirmemiz gerekmektedir. Bunun için Türk toplumunun sorunları Batılı sosyoloji teorileri kapsamında çözümlenmek yerine doğu-batı çatışması içinde ele alınması gerekmektedir.

Konformist yaklaşıma göre Batı sosyolojisinin teorik açıklamaları geçersiz hale gelmiş olmakla birlikte aynı zamanda evrensellik iddiaları da çürümüştür. Dolayısıyla Batı dışı toplumlar için söyleyecek bir sözü ve açıklaması da kalmamıştır (Eğribel&Özcan: 2008:406).

Tüm bu gelişmelerin sonucunda Batı sosyolojisinin yaklaşan krizinden ve sonunun geldiğinin bahsedildiği ve alternatif yaklaşımların ortaya çıktığı bir dönemde Türk sosyolojisi ayrıcalıklı bir konumda bulunmaktadır. Türk sosyolojisinin ayrıcalıklı konumunun iki yönü bulunmaktadır: “Önce Türk sosyolojisinin Türk tarih ve toplumu ile kurduğu ilişki büyük bir zenginlik taşımaktadır. Türkiye dünya tarihini belirleyen Doğu-Batı çatışması deneyiminin mirasçısıdır. Anadolu tarihte Doğu-Batı çatışmasında önemli bir rol aldığı gibi, Anadolu Türk toplumu bu çatışma içinde ortaya çıkan dünya imparatorlukları deneyiminin de mirasçısıdır. Bu durum Türk sosyolojisine büyük bir dinamizm kazandırmakta ve yeni bir dünya arayışı içersinde olan Doğu halklarına öncülük etme imkânı vermektedir. Bu açıdan diğer bir şansımızda Türk sosyolojisinin Kemal Tahir ve Baykan Sezer ile Türk toplum ve tarihinin deneyimine sahip çıkarak ortaya koyduğu birikimdir” (Eğribel&Özcan: 2008:407).

Konformist yaklaşıma göre, yerli bir bakış açısına dayanan Türk sosyolojinin gerekli olmasının nedenlerinden biriside Türkiye’nin dünya genelinde Fransa’dan sonra dünyanın en eski sosyoloji kürsüsüne sahip olan bir ülke olması ve Türkiye’de sosyolojinin kendine özgü sorunları ve koşulları temelinde biçimlenen bir birikime sahip olmasıdır. Fakat bugün gelinen noktada Türk sosyolojisi Batılı bir karaktere bürünmüş ve kendi tarihsel birikimini göz ardı ederek Batılı düşün ve toplum yapısının uzantısında bir nitelik göstermektedir. “Türk sosyolojisi Türkiye’nin Batılılaşma deneyiminin sınırlılıklarını taşıdığı gibi, bu sınırlılığı aşacak potansiyeli de içinde taşımaktadır. Türk sosyolojisinin amaç ve görevi Anadolu Türk toplumunun geleceğe yönelik olarak mevcut potansiyelini olumlu yönde açmak ve geliştirmektir. Bu konuda Baykan Sezer düşüncesi bizlere yol göstermektedir” (Eğribel&Özcan, 2008:408).