• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

6.2. Baykan Sezer ve Yerli Sosyoloji

6.2.2. Batı Sosyolojisi

1970’li yıllarda Türk düşünce tarihinde etkili olmaya başlayan Sezer, 1980’li yıllarda en verimli dönemini yaşamış ve Türk sosyolojisine önemli katkılar sağlamıştır. Baykan Sezer’e göre, öncelikle toplum sorunlarının açıklama ve çözümleme deneylerinin bir toplamı ve ürünü olarak tanımlanan sosyoloji bilimsel bir disiplin olarak on sekizinci yüzyıl sonları ile on dokuzuncu yüzyılın başlarında Batı dünyasında yaşanan gelişmelerin etkisinin ürünüdür (Sezer,1985:9).

Baykan Sezer‘e göre sosyolojiyi anlamak, ortaya çıkma sürecini, Batı kaynaklı olmasını açıklayabilmek için on dokuzuncu yüzyılın incelenmesi gerekir. Baykan Sezer’in üzerinde durduğu önemli noktalardan biri sosyolojinin Batı’lı bir ilgi ve çalışma alanına sahip olması meselesinin aydınlatılmasıdır. Bu nedenle Türkiye‘de uzun yıllardan beri yaşanan bu problemin çözümü için, Batı‘da on dokuzuncu yüzyılda yaşanan toplumsal olayları incelemeye ve bu olaylar ı Batı açısından açıklanmaya çalışmıştır.

Fransız İhtilalı ve Sanayi Devriminin sosyolojinin doğuşu arasındaki ilişkinin yanı sıra Baykan Sezer on dokuzuncu yüzyılda Batının dünya üzerinde egemenlik sağlamış olmasını sosyolojinin ortaya çıkışına zemin hazırlayan esas nedenlerden

biri olarak görmektedir. Çünkü Batı on dokuzuncu yüzyılda yeni kurmuş olduğu dünya egemenliğini tam anlamıyla yerleştirmek ve devam ettirmek için sahip olduğu gücün kullanımını genel anlamda sosyal bilimler aracılığıyla gerçekleştirmiştir. Bu bağlamda sosyoloji, antropoloji, etnoloji gibi bilimler Fransız İhtilalı ve Sanayi Devrimi sonrasında meydana gelen toplumsal kargaşanın çözümlenmesinde ve toplumsal düzenin tesis edilmesinde rol almalarının yanı sıra Batının dünya egemenliğini meşru ve bilimsel bir zemine dayandırmak, korumak ve sürekliliğini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Baykan Sezer’e göre bu durum, on dokuzuncu yüzyılda Batı’da yeni bir bilim olarak ortaya çıkan sosyolojinin, Batılı karakterine ilişkin bir tespiti de içermektedir. Çünkü ilgilendiği konular bağlamında yeni olmayan sosyolojiyi, on dokuzuncu yüzyılda Batı’da görülen yeni ve özel koşullara bağlı yeni bir bilim olarak nitelenmesinin sebebi, sosyolojinin bu tarihten itibaren konularını daha sistematik bir biçim ve yöntemle ele almaya başlamasıdır (Çağan,2007:72).

Batı dünya üzerinde ve doğa üzerinde büyük bir üstünlük kazandıktan sonra bu üstünlüğü kendi iç sorunlarını çözmek için kullanmıştır. Batı bu üstünlüğü bilinçli bir şekilde kullanmayı başardığında sorunlarını çözebileceğini düşünmüştür (Sezer, 1993:13). Batı’nın ortaya koyduğu sosyolojik karakterde bu bilinç etkili olmuştur. Batı‘da on dokuzuncu yüzyılda toplum konusundaki yaygın görüşlere ve eski toplum kuramlarına yeni bir biçim verilmek istenmiştir. Bu yaygın biçimlerle ortaya çıkan yeni koşullar vurgulanmak istenmiş ve bu şekilde geniş halk kitleleri üzerinde etkili olmaya çalışılmıştır (Sezer, 1993:15). Yani sosyoloji Sezer‘e göre Avrupa‘da çok yönlü bir gelişmenin bir ürünü olarak ortaya ç ıkmıştır. Sezer, Batı sosyolojisi kuramlarının toplumsal ve kültürel, tarihsel olayları açıklarken genel, soyut, mutlak ve toplum üstü bir tavır takındığını iddia eder. Marx’ın bütün toplumların geleceğini ve gelişim aşamalarını açıklayıp analiz ederken bir Mesih benzeri kurtarıcı rolüne bürünürken, Durkheim’in ise toplumla ilgili analizleri genel ve bütün sosyal olayları açıklamaya çalışarak ve her toplumun kendine özgü tarihsel ve toplumsal gerçekliğini göz ardı etmiştir. Bu bağlamda Batı sosyolojisi genel, soyut, mutlak ve toplum üstü bir bakış açısına sahiptir.

Baykan Sezer hareket noktası sosyolojinin Batı’lı bir bilim olduğu ön kabulü olduğu için tartışmalarını bu bağlamda sürdürmüş ve sosyolojinin kurucuları olan Auguste Comte, Saint Simon, Karl Marx, Emile Durkheim ve Max Weber‘in sosyoloji teorilerini de tartışmaya dâhil etmiştir. Her ne kadar Batı sosyolojisinin kurucuları olarak birçok isimden bahsetmiş olsa bile esas olarak Baykan Sezer günümüz Batı sosyolojisinin mevcut hegemonyasını ve kimliğini Weber ve Durkheim aracılığıyla

kazandığını savunmuştur. Çünkü bilimsel bir disiplin olarak sosyolojinin kendi kurallarını ortaya koyan bağımsız bilim olması Durkeim‘in, temel eğilimleri ve ilgi alanları ise Weber’in çabalarının bir ürünüdür.

Baykan Sezer‘e göre Marx‘ın da diğer sosyologlardan farkı yoktur. Çünkü Marx Batı’ya yönelik bütün eleştirilerine rağmen Batı’yı diğer dünya devletlerinin önünde görmüş, Batı’nın öncülüğünde toplumsal, tarihsel ve ekonomik problemlerin Batı içinde çözülerek yaygınlaşabileceğini savunmuştur. Yani sosyoloji Batı’lı toplumlar açısından ele kavramsallaştırılmış ve genel sosyoloji olmaktan uzak Batı sosyolojisi olma yolunda devam etmiştir. Batı da Marx‘ın bu görüşlerini kullanarak kendine diğer toplumlar önünde üstünlük elde etmeye çalışmıştır (Kızılçelik, 2000: 18). Baykan Sezer’in görüşlerine ilgi duyduğu ve sosyolojinin günümüzde kimliğinde etkili ola bir diğer sosyolog ise Weber’dir. Max Weber sosyolojiye yaptığı katkılar bağlamında günümüzde bile hala üzerine en çok konuşulan isimlerden birisidir. Max Weber Karl Marx’ın aksine kapitalizmi farklı bir açıdan ele almış, toplumsal yapının din ve ekonomi çaprazında incelenmesi gerektiğini savunmuştur. Bu düşüncelerini Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eserinde açıklamaya çalışmıştır. Baykan Sezer, Protestanlıkla kapitalizm arasında doğrudan bir ilişki kurulamayacağını belirtmekte ve gerçekte modern kapitalizmin herhangi bir dinden çıkmasının söz konusu olamayacağını ifade etmektedir (Sezer,1991: 94). Bu bağlamda Baykan Sezer, Batı sosyolojinin genel anlamda batı merkezli olarak yürütüldüğü görüşündedir. Yani aslında Batı’nın evrensel olarak ileri sürdüğü birçok kuram ve sosyolojik çalışmanın Batı için ve Batı merkezli olduğu konusunda eleştirilerde bulunmuştur.

Sosyolojinin yanı sıra aynı dönemde antropoloji, etnoloji gibi bilimlerde üretilmiştir. Henüz sosyal bilimlerde uzmanlaşmanın olmadığı dönemlerde birbiriyle yakın ilişki içinde olan bu bilimler sosyolojiye benzer bir misyona sahiptirler. Batı sömürgeci ve yayılmacı ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, Batı tarafından üretilen ve temel kaygıları Batı’nın üstünlüğüne bilimsel meşruiyet sağlamak olan bu bilimler Batı-merkezci bir tutumla toplumları kategorik ayrıma tabi tutarak, Batı’nın uygar, gelişmiş ve üstün bir toplumsal model olduğu ön kabulüne sahiptir. Uygar, gelişmiş ve üstün bir toplumsal model olarak Batı toplumlarının karşısında ise, barbar, ilkel ve gelişmemiş Doğu toplumları vardır. Ve gelişmek, uygarlaşmak için Batı toplumları model alınmalıdır. Çünkü Batı toplumları tarihsel gelişme çizgisinde gelişme ve ilerlemenin daha genel olarak çağdaşlaşmanın son evresini temsil etmektedir. Bu nedenle Batı dışı toplumlar için uygarlık, ilerleme ve çağdaşlaşma benzeri kavramlar

ulaşılması gereken ideallere karşılık gelmektedir. Batı dışı toplumların bu ideallere olan inancını sağlamlaştıran şey sosyoloji, antropoloji ve etnoloji gibi bilimlerin araştırma ve incelemelerine dayanan “bilimsel” söylemleridir. Batının bu yöndeki inançlarını besleyen temel sebep ise, onun sosyoloji ve benzeri yeni araçlarla toplumsal olayları üzerinde etkili olabileceği ve toplumları istediği gibi yönlendirebileceği ön kabulüdür. Bu inanç aracılığıyla Batı’nın geldiği nokta ise aslında toplum bilgisi aracılığıyla tarihe müdahale edebileceği inancına getirmiştir (Sezer, 2006: 60).

Baykan Sezer sosyolojinin ortaya çıkışı ile Batı’nın sömürgeci anlayışı arasındaki ilişkiyi gözler önüne sererken aynı zamanda bilimsel bir disiplin olarak sosyolojinin kavramsal ve torik oluşumuna dikkat çeker. Bu bağlamda Baykan Sezer’e göre sosyolojinin kavramları örneğin ilkel tolumlar - gelişmiş tolumlar ya da kültür ve uygarlık kuramları gerçek anlamlarını ancak Batı dünya egemenliği ile bağlantısı içinde bulacaktır (Sezer,2006:139). Çünkü bilimsel bir disiplin olarak sosyoloji Batı sömürgeciliğinde araçsal bir misyon edinmişse aynı zamanda sosyolojinin kavramsal çözümlemelerinin ve teorik yaklaşımlarının Batı sömürgeciliği ile anlamsal ilişkisi bulunmaktadır. Bu anlamsa ilişki uygarlık, çağdaşlaşma kavramlarında kendisini göstermektedir. Çünkü hiçbir toplum çağdaş olmak ya da uygar olmak seçeneğini yok sayıp göz ardı edemez. İşte tam bu noktada uygarlık ve çağdaşlığın kıstaslarının Batı tarafından belirleniyor olması, gerçekte Batı’nın bu kavramlar aracılığıyla kendisine geçerli meşru bir zemin yarattığı gerçeğini de beraberinde getirmektedir (Sezer,2006:157).