• Sonuç bulunamadı

Feminist İtiraz: Dorothy Smith

3. BÖLÜM

5.1. Batının Kendi İçinden İtirazlar

5.1.8. Feminist İtiraz: Dorothy Smith

Feminizm genel itibariyle, kadın erkek arasında var olan her türlü ayrımcılığa karşı cinsler arasındaki politik, ekonomik ve toplumsal eşitliği savunan bir görüş olarak ortaya çıkmıştır. Feminist yaklaşımların temel endişesi ve amacı en önemli toplumsal eşitsizliklerden biri olan kadının erkek karşısındaki dezavantajlı durumunu ortadan kaldırmak ve onu özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bu kavram ilk olarak Charles Fourier tarafından ortaya atılmıştır. Ona göre bir toplumda her alanda gelişimin olabilmesi için toplumsal eşitliğin sağlanması ve kadının özgürleştirilmesi gerekmektedir. Feminist yaklaşımlar, her dönem var olan mevcut ataerkil toplumsal düzenin eşitsizliklerine karşı bir başkaldırı ortaya koymakta ve sosyal bilim araştırmalarında pozitivizmin ortaya koymuş olduğu sayıtlıları da önemli bir şekilde eleştirmektedir (Demirbilek,2007:18).

Pozitivist teorinin ortaya koymuş olduğu teorik bilgileri ve araştırmaları yoğun bir şekilde eleştiren feminist yaklaşımlar, özellikle bilginin üretilmesi ve değerlendirilmesinde pozitivist yaklaşımın erkek egemenliğini meşrulaştırıcı bir araç görünümünde olduğunu iddia etmektedir. Diğer bir ifadeyle, gündelik hayatta kadın ile erkeğin toplumsal deneyimlerinin farklı olması ve farklı algılama biçimlerine sahip olmalarına karşın yapılan geleneksel araştırmaların salt ataerkilliğe yönelik olması feminist yaklaşımların pozitivizme getirdiği eleştirilerin başında gelmektedir. Ayrıca, Brunskell’in de belirttiği üzere, 20. yüzyılda toplumsal bilgiyi üreten geleneksel sosyal bilimler, erkek egemen bir anlayışa sahipti ve erkeğin bilgisini erkek anlarken, kadının bilgisine yönelik çalışmalar göz ardı edilmiştir (Brunskell,1998:41). Nitekim geleneksel sosyal teorilere göz atıldığında, hepsinin ortaya koymuş olduğu genel geçer doğrular daha çok erkek cinsiyetine uygunluk gösteren bir anlayıştadır.

Örneğin, her ne kadar Marx, Durkheim ve Weber farklı epistemolojik pozisyonları savunsalar da, ne Durkheim’in pozitivist, ne Weber’in idealist ve ne de Marx’ın realist yaklaşımında, niçin kadınların erkeklerden daha aşağı görüldüğü konusu ele alınmamıştır.

Bütün bunlar göz önüne alındığında feminist yaklaşımların temelde savunduğu üzere, sosyal bilimlerde değer yargısızlığından bahsetmenin mümkün olmadığı anlayışı ön plana çıkmaktadır. Nitekim bu noktada eleştirel teori ile benzerlik gösteren feminist yaklaşımlar da çalışmalarında temel amaçlarının toplumsal ilişkilerde kadınların sorunlarını anlamak ve bu sorunlara yönelik çeşitli çözümler ileri sürmek olduğu görülmektedir. Kadın ve erkek deneyimlerinin aynı olmadığını ve her ikisinin farklı şekilde ele alınması gerektiğini savunurlar. Bundan dolayı, feminist yaklaşımlara göre; kadınlar üzerinde araştırma yapacak kişilerin feminist perspektife sahip olan kadınların yapması anlayışı ön plana çıkmaktadır ki bu da başlı başına bir değer yargısı içermektedir. Nitekim Neuman da bu konuyu şöyle değerlendirmektedir; Feminist yaklaşımlar araştırmacıları temelde cinsiyetli varlıklar olarak görürler. Araştırmacıların zorunlu olarak gerçekliği nasıl deneyimlediklerini biçimlendiren bir cinsiyeti vardır ve dolayısıyla bu araştırmalarını etkiler. Özellikle kadın araştırmacılar çalışma yaparken, katılımcılarla duygusal etkileşime girmeleri, onların dezavantajlı durumlarından etkilenmeleri ve çalışma sonucunda bu anlamda toplumsal sorun olarak gördükleri durumlara müdahale etmeye çalışma girişimleri ortaya çıkabilmektedir (Neuman,2003:154).

Feminizmin, modernist düşüncenin insan anlayışının ve anlayışa bağlı olarak dünyaya ilişkin getirdiği açıklamaların bütün insanların bakış açısını yansıtmak anlamında evrensel olmadığı, sadece erkeklerin, hatta daha da sınırlı anlamda batılı orta sınıf beyaz erkeğin perspektifini yansıtan bir proje olduğu eleştirisi sanat,edebiyat ve estetiğin yanı sıra sosyal bilimlerin yöntem tartışmalarının da en önemli konularından biri haline gelmiştir (Demir,1992:91).

Klasik sosyolojinin pozitivist temelli olmasının yanı sıra kurucu babalarının erkek olması nedeniyle klasik sosyolojinin bilimsel araştırma programının genel çerçevesinin eril aklı tarafından çizildiğini ve bu sebepten dolayı da klasik sosyolojinin genel olarak erkek merkezli bir bakış açısına sahip olduğu fikrinden hareket eden Doroty Smith kadınlar için yeni bir sosyolojik epistemoloji oluşturulmasının gerekliliği üzerinde durmaktadır.

Bu kapsamda çalışmalarında klasik sosyolojinin ihmal ettiği gündelik yaşam ve kadınlar üzerinde odaklanan Dorthy Smith daha mikro perspektifler olan ve pozitivist geleneğe alternatif bir yaklaşım olan yorumcu perspektif geleneğine yaslanan fenomenoloji, simgesel etkileşim ve etnometodolojiden yararlanarak kurumsal etnografya adından bir yöntem geliştirmiştir.

Kurumsal etnografya Derrida’cı anlamda “yapı-söküm” ve Foucault’cu anlamda “söylem analizi” bağlamında metin analizi yapmaya imkân tanıyan ve yine Foucault’cu anlamda “iktidar ilişkilerini” sorgulayan eril pozitivist epistemolojiye alternatif bir epistemolojik yaklaşımdır. Feminist etnografi de, kadının kendisine ait kültürel kalıplar temelinde kadın özelliğine bağlı olarak değerlendirilmesi, kadın perspektifinin benimsenerek kadın duygusallığının ve dünyayı anlamlandırma tarzının, araştırmada öncü konumunda bulunması anlayışına dayanmaktadır.

Feminist araştırmada epistemoloji, diğer bir ifadeyle bilgi teorisi bilen öznelerin kimler olabileceği sorusunu cevaplaması açısından önemlidir. Smith, geleneksel sosyal bilimler epistemolojisinde “bilen” öznenin, erkek olduğunu ve nesnenin ise, buna bağlı olarak, başta kadınlar olmak üzere ötekileştirilmiş gruplardan oluştuğunu ifade etmektedir. Bu bağlamda pozitivist epistemolojiye dayana sosyoloji “bilme” eyleminin süreçleri ve “bilinen şeylerin” doğası üzerinde kesinlikle eril bir söyleme dayanan belirlenim söz konusudur.

Maksist bir perspektiften hareket eden Smith’e göre;, sosyoloji egemen sınıfın ideolojisini taşımakta ve metinsel düzlemde özellikle egemen sınıfın ve buna bağlı olarak beyaz burjuva erkeklerin tahakkümünü bilimsel bir söylemle meşrulaştırarak toplumdaki iktidar ilişkilerini normalleştirmektedir. Dolayısıyla klasik sosyoloji kendisine hâkim olan eril tahakküme dayanan ideolojik belirlenimden arındırılarak ampirik bir kategori olarak yer alan kadının toplumsal cinsiyetin analitik bir kategori olarak kabulünü sunulması gerekir. Smith, geleneksel sosyoloji çalışmalarında, erkeklerin bilen “özne” olarak kabule dildiklerine ve araştırmak istedikleri konuları, kendi ihtiyaçları doğrultusunda belirlediklerine inanmaktadır. Toplumun en az yarısını oluşturan kadınların deneyimlerinden yararlanılmadığını, bu yaşantıların yok sayıldığını veya ötekileştirildiğini düşünen Smith, sosyolojinin, öncelikle erkek egemen söylemlerden temizlenmesi ve veri olarak da, “kadınların deneyimleri”nin kullanılmasının gerektiğini savunmaktadır.

Hastası” başlıklı makalesi kapsamında yaptığı mülakatlarda öğrencilerinin, öznelerin “bilme” eylemini sorgulamadan kabul ettiklerini vurgulamıştır. Smith, söz konusu çalışmasında, fenomenolojiyi kullanarak metin çözümlemesi yapmakta ve kişiler arasındaki ilişkilerin nasıl oluşturulduğu ile ilgili bir iç görü geliştirmektedir. Metni okuyan kişi, ancak “içeriden” neyin ne olduğunu bilebilir; dışarıdan, nesnel bir bilen yoktur.

Smith, erkeklerin, sosyoloji alanında kavramsallaştırmayı, hangi şekillerde gerçekleştirdiklerini de ortaya koymaktadır. Ona göre; erkekler kendi başarılarını kavramsallaştırmakta ve bu kavramlar, sosyologlar tarafından sorgulanmadan kullanılmaktadır. Bu tür kavram üreten çalışmalarda, kadınların deneyimleri ve başarıları ise, yok sayılmaktadır.

Smith, kadını dışlayan böyle bir kavramsallaştırmaya, kadının bedensel duruşundan kaynaklanan bir “bilme” eylemi ortaya koyarak karşı durmaktadır. Bütün bunlardan hareketle Smith, kadın perspektifine yaslanan kadın için sosyolojiyi önermektedir. Yeni sosyoloji çalışmalarında, kadınlar farklı bir duruş sergilemeli; geleneksel soysal bilim yöntemindekinin aksine, kadın özne olarak “nesnel” olmakta ısrar etmemelidir. Smith nesnel olmak adına, nesnelere “dışarıdan” bakmak yerine, araştırmacının, araştırma nesnesine duygudaş bir içebakışla yaklaşmasını önermekte; öznelliğin gerekliliğini vurgulamaktadır. Etnometodolojik çalışmalar, Smith’in sosyoloji ve feminizm anlayışında önemli bir yer tutmaktadır. Yazar, etnometodolojik çalışmalarda, araştırmacının kendini gruptan ayırarak, araştırma yapmasını eleştirmektedir. Araştırmacı, grupla kendini bütünleştirmeli, o grubun eylemlerinden doğacak olan gerçekliğe önem vermeli, gruba doğrudan katılmalı ve olayları kendisi yaratarak verilerini oluşturmalıdır. Smith, bu nedenle, kendini klasik etnometodolik çalışmalara dâhil etmek istemez. Bir olayı, mülakatı ya da yaşayanların herhangi bir eylemini analiz ederken, “dışarıda” kalmayı doğru bulmaz. Dışarıdan bakmayı öngören ampirik yöntemi, kısıtlayıcı olarak nitelendirir. Sosyolojik bir analiz yaparken, kendisini günlük hayattan ve dış dünyadan soyutlamak istemez.