• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

2.2.1. Sevginin Sebepleri ve Çeşitleri

2.2.1.1. Çocuğa Yönelik Sevgiler

2.2.1.1.2. Koşula Bağlı Olan Sevgi

Sevme işi bir sanat olduğu gibi bilgi ve beceri de gerektirir. Sevginin insan beyninin en üst işlevlerinden biri olduğu belirtilir. Sevgi ile ilgili yapılan araştırmalar ve yorumların birçoğu sevme işinin bir nesne mi yoksa yeti mi olduğunu ortaya koymaya çalışır. Özellikle gerçek sevginin doğasında yetinin olduğunu belirtirler. Bu durumu tespit için yapılan araştırma ve yayınların sayısı yüzleri bulur. Yunus Emre “sevelim sevilelim dostlar” diyerek sevmeyi çok yalın ve özlü bir şekilde ifade eder. O, sevgi ile ilgili yazılmış bunca felsefî ve psikolojik bilgiyi üç kelimede özetler. Buradan hareketle sevmek fiilinin yetiye ve sevilmek fiilinin ise nesneye yönelik olduğu ortaya çıkmaktadır. Sevmenin yeti olduğunu gösteren en önemli sevgi türü ise yukarıda anlatıldığı gibi koşulsuz sevgi olarak bilinen anne sevgisidir. Bu sevginin azalmamasına karşın çocuğun yönünün babaya çevrildiği ortaya konulur.

Baba sevgisi ise birçok araştırmalarda bir şartlı sevgi olarak ortaya konmaya çalışılır. Yapılan hem nitel hem de nicel çalışmalar veya deneysel ve yarı deneysel uygulamalarla bu sevginin niteliğinin açıklığı görülür. Baba sevgisinin de bu tarz bir kesin bir sınırlandırmaya tâbi tutulamayacağını gösteren örnekler azımsanmayacak kadar çoktur.

2.2.1.1.2.1. Baba Sevgisi

Çocuğun bedensel gelişimi ilerlerken duygusal gelişimi de yavaş yavaş yön değiştirerek ilerler. Çocuk anne rahminde iken ayrı bir varlık fakat tek bedende ve sıcak yuvada birlik ile büyür. Dünyaya geliş ile başlayan ayrılık beslenme ve ilgilenme şeklinde anneye bağlılıkla şiddetli bir yansıma görüntüsü verir. Yıllar geçer ve annenin yerini baba almaya başlar. Bu değişimin doğasında var olan gerçek ise anne sevgisi ile baba sevgisi arasındaki farkın ortaya konulmasıyla anlaşılır (Fromm 1994: 12).

Sartere Edebiyat Nedir? isimli yapıtında şöyle der: “Doğumumuzdan çok önce, hatta anne rahmine düşmemizden önce ana babalarımız bizim nasıl biri olacağımıza karar vermişlerdir.” Bu ifadeler babalara tahsis edilirse sevgisinin boyutu da ortaya konulmuş olur. Baba sevgisi anneninkinin aksine koşullu bir sevgidir. Anne sığınılacak sıcak bir yuva iken baba ise örnek alınacak bir öğretmendir. Öğretmen bilgi ve becerileri geliştirmeye çalışır ancak bu şarta tabidir. Baba sevgisi aşağıdaki şekille de gösterilebilir.

Baba Sevgisinin Kapsamı

Maslow, ihtiyaçlar hiyerarşisi basamaklandırmasında sevgiyi üçüncü basamağa yerleştirir ve ikincil gereksinim olarak ifade eder. Sevgi gereksiniminin bilim adamları tarafından çok dikkate alınmamasını eleştirir. Çocuk sevgiyi bir gereksinim olarak baba sevgisi türünde bulur. Baba sevgisinin ise kültürün baskıcı etkilerinden kurtulamadığı açıktır. Çünkü toplumca onaylanmak ve kendini ortaya koymak çocuğun duygusal gelişiminde önemli bir etkendir. Bu etkenin ortaya çıkışı ise babanın lider ve önderliği ile gerçekleşir. Bu nedenle sevginin bu bakış açısıyla öğrenilmesi, içinden çıkılan ve bireyi olgunlaştıran kültürün babada yansımasıyladır (Buscaglia 2003: 62). Kültürün baba sevgisi üzerindeki etkisi Batı ve Doğu toplumlarının çocuk yetiştirme tarzları incelendiğinde açıkça görülür. Batı toplumları çocuğu belli bir döneme kadar hep

Baba Sevgisi

himaye eder ve sevgilerini olanca kuvvetiyle göstermeye çalışır. Ancak ergen dönemi geçen çocuğu artık yalnız başına bırakır ve birey kendi kişiliğini koruyabilir yanılgısıyla sevginin süreklilik boyutunu ihmal eder ve çocukların bataklığa saplanmasına sebep olurlar. Doğu toplumlarında ise çocuk ne kadar büyüse ve olgunlaşsa da hep çocuk olarak görülür ve pısırık, cesaretsiz, korkak vs. şeklinde yetiştirilir ve birey yalnız kaldığı zaman ani kırılmalarla ve anne-baba desteği görmeden zor anlar yaşayabilir.

Baba sevgisine belki de en iyi örneklerden biri J.J.Rousso’nun Emile’idir. Yazar her yönüyle ideal bir baba ve buna karşılık kişiliği çok sağlıklı gelişen bir çocuk portresi çizer.

Đncelediğimiz romanlar içinde baba sevgisinin yansımalarını veri bakımından en çok sağlayan romanlardan biri Kozanoğlu’nun Kızıl Tuğ’udur. Baba sevgisi bu romanda tamamen koşula bağlıdır. Romanda, baba lider konumundadır ve hâkimiyet kavgası gibi bir çatışma içindedir. Bu durumun sürekliliğini isteyen baba kendine bir varis arar. Bu varis de oğludur. Romanlardaki baba sevgilerinin çocuklara koşullanma yansıması cinsiyete göre farklılık gösterir. Erkek çocuklarına karşı gösterilen koşullanmanın temelinde istenilen düzeyde bir varis yetiştirmek yatarken kız çocuklarında ahlâk ve namus kavramları yatar. Bu bağlamda baba Hasan Sabah, beklentisini Kızıl Tuğ romanında en üst seviyeye çıkarır. “Oğlun bu toplumsal işlevleri, babanın sevgisinin niteliğinde belirleyici bir rol oynar; oğlunu, etrafında merkezlenen beklentilerini gerçekleştirmesi koşulunda sever. Eğer durum böyle olmazsa babanın sevgisi bitebilir, hatta hor görmeye ya da nefrete dönüşebilir.

Babasal sevginin koşullu doğası tipik olarak iki sonucu ortaya çıkarır: (1) bir insanın koşulsuz olarak sevilmediği gerçeğinden ortaya çıkan ruhsal güvenlik yoksunluğu; (2) vicdan rolünün yoğunlaşması –örneğin, görevi yerine getirmenin, yaşamının temel odak noktası olduğu bir bakış açısı geliştirebilir; çünkü ancak bu durum minimum düzeyde sevilme garantisi sağlayacaktır. Fakat vicdanın taleplerinin en üst düzeyde yerine getirilmesi dahi, ortaya çıkan suçluluk duygularını gideremeyecektir, çünkü kişinin yaptıkları her zaman için, önüne konulan ideallere göre az olacaktır” (Fromm 2005: 147). Halit baba sevgisini bu çatışmalar ve travmalar içinde yaşar. Koşullar çok ağır Halit’in kişiliği ise buna uygun değildir. Baba klasik koşullanmasından vazgeçmez.

“-Bu işe bir son vermeli! Ben sana oğlum demeye utanıyorum. Benim adımı, büyük ülkümü, Đsmailiye mezhebini kim yürütecek Halit? Benden sonra ne olacak? Ben sana hocalar tuttum, ben sana Bağdat’ın, Şiraz’ın en büyük bilginlerini sağladım. Sonunda elime geçen şu: Gül bahçelerinde salına salına gezersin, dudu kuşları gibi anlamsız, yoksul yaratığa, sana bakınca emeklerimin boşa harcandığını görüyorum; güzel konuşursun; başı, sonu Đslâm ulusuna yararlı bir şey vermeyen şiirler yazarsın; kulakları kirleten kötü sazlar çalarsın. Bütün bu kepazeliklerinin kötülüğü yalnız sana değil, bize de dokunuyor” der (Kozanoğlu 2004: 23). Bu durum Halit’in babasına olan sevgisinin her geçen gün azalmasına sebep olur.

Yazar baba sevgisinin koşullanmasını o kadar ileriye götürür ki çocuk artık bir kişilik çatışmasından öte bir cinsiyet tartışması sendromu içine girer. Baba Hasan Sabah artık ne söylediğinin farkında değildir. Ağzından çıkan ifadeler, kişilik gelişiminin en önemli evresi 14 yaşın duygusal gelişim zirvesinde olan Halit’i çok üzer.

“Senin dişi mi, erkek mi olduğun belli değil. Seninle eş olan, tuttuğunu koparır bahadırların namları, şimdiden yedi avula yayılmış. Senin adını eski Türk göreneği üzere koymak istesek tavuk kesen demeye bile dilimiz varmayacak. Çünkü sen tavuk kesecek bile olsan, düşüp bayılıvereceksin.

Halit utancından kıpkırmızı kesilmiş, önüne bakıyordu” (Kozanoğlu 2004: 23). Buscaglia, başkalarının bizim isteklerimizi değil ancak kendi muktedir oldukları şeyi verebileceklerini söyler. Böyle bir durumun da sevginin koşullanmasına sebep olacağını vurgular. Bu tip koşullanmış sevginin ise sevginin yöneltildiği bireyin gereksinimlerini asla karşılamayacağını vurgular. Sevgi üzerindeki bu koşullamanın kalkmasıyla ancak bireyin tam öğrenme ve gerçekleşme düzeyine varacağını savunur (Buscaglia 2003: 96). Bu durumun reel bir yansıması ve şartlandırılmış baba sevgisinin çocuğun beklentilerinden ne kadar uzak olduğunun en ilginç örnekleri yine Kızıl Tuğ romanında görülür. Baba, sevgisinin sınırlarını çizer. Vermek istediği sevginin karşısında almak istediklerini de sıralar. Sonra bunun gerçekleşmemesinin sebebini sorgular ve oğlunun içinde bulunduğu durumu asla kabullenmez ve onu duygusal olarak zedeler. Ancak yazar burada yapılan genel bir yanlışın ve ortaya çıkan istenmeyen durumun sebebini de “Benim kendi büyük ülkemle uğraşırken, sana bakamamaklığım bak ne korkunç sonuç vermiş” ifadesiyle ortaya koyar. Đhmal edilen çocuklar ve ortaya çıkan sonuçlar baba Hasan Sabah’a: “Ben sana hocalar tutmuştum. Ben senin eline at,

kılıç, topuz, her şeyi vermiştim. Benim kendi büyük ülkemle uğraşırken, sana bakamamaklığım bak ne korkunç sonuç vermiş.

Kız kardeşinle birlikte suret çizmek, şiir yazmak, nakış işlemekle koca bir gençliği yakmışsın.

-Ne öğrendin? Senden istediklerimi yerine getirdin mi? Artık doru ata olsun binebiliyor musun?.. Başı çok yumuşaktır.

Çocuk bitkin, şaşkın başını salladı:

-Heyhat!.. Hayır babacığım!.. Yanına bile yaklaşamıyorum. O kıpırdamıyor ama kuyruğunu sallarken içim kıdıklanıyor.

-Allah belanı versin.! Güzel cirit atabiliyor musun bari? -On beş günde ne öğrenilebilirse…

-Yok ol!.. Canını cehennem alsın, kılıç savurmaya alıştın mı? -Evet babacığım.

-Evet ha?.. On beş senedir alışamadığın bir şeye on beş günde alışıyorsun ha? Bu ne büyük yaradılış! Bu ne büyük yeteneklik? Dur bakalım şimdi öğreniriz” cümlelerini söylettirir (Kozanoğlu 2004: 24). Halit’in babası ve Haşhaşilerin şeyhi Hasan Sabah oğlunda sevgisinin koşullamalarını gerçekleştirecek bir gelişim süreci göremez. Bu defa sevgisinin yönünü kızı Sabiha’ya çevirir. Sevginin çocuklar arasında farklı yansıması babanın rolünü tartışılır hale getirir. Çoğu baba gibi kızına karşı zaafı olan Sabah oğluna karşı çok sert ve duygusu alınmış bir yürekle davranır (Kozanoğlu 2004: 26).

“Mükemmel sevgi kişinin her şeyi vermesi ve bir şey beklememesi olabilir. Kişi eğer bir beklenti ile sevecekse sonunda hayal kırıklığına uğrayabilir” (Buscaglia 2003: 94). Özellikle vermeden almak hedefiyle yola çıkan baba sevgisini yanlış sergiler. Bu yanlışlığın sonucunda yaşadığı hayal kırıklığına çocuğun bütün kişiliğini zedeleyen korkunç ifadeler kullanarak daha büyük bir yanlışlıkla karşılık verir.

Babanın sevgisinin kaynağını bir çıkar, otorite, kendi istek ve buyruklarını gerçekleştirme boyutuna göre derecelendirildiğini bilmekle beraber çocuğun babaya karşı sevgisinde ise güven ve gereksinimlerinin gerçekleşmesi düzeyinin etkinliği yatar (Sönmez: 2003: 48). Đşte böyle bir ihmali göremeyen baba Hasan Sabah; “Ben Halit’in böyle kadın gibi yaşadığını nereden bilecektim? Ona sormayı yersiz bile gördüm. Şimdi

yarın birçok komşu savaşçılar ‘Alamut’ kalesinin önünde toplanacak. Onlara karşı Şeyhülcebel’in, Asya’nın biricik hakanı olmak değil Sabiha, düşmanlarımın ‘Bak şu adama, milyonlarca insana söz geçirmek istiyor, daha oğluna bile söz geçirememiş, oğlunu bile tanıyamamış’ diyeceklerine ağlıyorum” diyerek kendi sorumluluğunu görmez (Kozanoğlu 2004: 32).

Baba sevgisinin olumsuz boyutta görüldüğü bir diğer roman Tuğcu’nun Taş Yürek eseridir. Romanın kahramanı Fikret ailesinden sevgi göremez ve problemli bir ailenin içinde büyür. Yalnız kalır ve bu yalnızlığı yanlış işler yaparak telafi etmeye çalışır. Bu durum, babasının cephe almasına sebep olur. Baba ile evlât arasında işleyen sevginin nezaket dışı ifadelere kadar gerilediği görülür. Baba kızına karşı anlamsız bir gurur takınır. Bu tavır çocuğun da doğal olmayan davranışlar ve sevgiler yansıtmasına sebep olur. Baba Azmi Bey, Fikret’e sanki bir üvey evlâtmış gibi davranır ve aynı mekânda kalmalarına rağmen aylarca birbirlerini sormaz ve göremez olurlar. Hatta bu durum ilginin ve sevginin en çok ihtiyaç olarak hissedildiği hastalık vb. durumlarda da devam eder. Bunu çok acı bir tarzda özellikle fark edilmeme şeklinde dile getiren çocuk çok ileri derecede yalnızlık hissetmektedir (Tuğcu 1947: 19).

Genel bakış açısıyla tespitlerimiz bir noktada kesişmektedir. O da; baba veya anne sevgilerinin olumsuz olduğu ailelerin karakteristik özelliğinin; problemli, boşanma ile sonuçlanan ya da şiddetli geçimsizlikle sürekli tartışma yaşayan aileler olmasıdır. Romanlarda bu bakımdan karşımıza bol veri çıkar. Bağrı Yanık Ömer’i koşullu da olsa baba sevgisinden mahrum eden, böyle problemli bir ailenin çocuğu olmasıdır. Hatta çocuk bazen öyle ilginç durumlarla karşılaşır ki, huysuz babasının kendine karşı zayıflığı, annesi tarafından bir kalkan olarak kullanılır. Anne Emine Hanım, Ömer’i çok seven Efe’nin hiddetini ve huysuzluğunu bertaraf için rahatlıkla yalan söyler (Yesari 1969: 16).

Baba sevgisinin koşullu sevgi olduğu ve koşullamanın da evlâttan beklenen saygı olduğunu gösteren çarpıcı örneklerden biri Sertelli’nin Çanakkale’de Küçük Ahmed’in Kahramanlığı romanıdır. Romanın kahramanı Ahmet cephede arkadaş olduğu yanık yürekli bir babaya derdinin ne olduğunu sorar. Daha sonra ilerleyen bu arkadaşlıkla beraber baba iki oğlundan birini Sarıkamış’ta diğerini de Çanakkale’de şehit verdiğini söyler. Ancak bir türlü bu ölümleri özellikle Çanakkale’deki oğlunun ölümünü kabullenemez. Yazar Ahmet’i konuşturmaya devam ettirir ve çocuklar

arasındaki sevginin farklılığının sebeplerini Ahmet vasıtasıyla ifade eder. Baba böyle bir ayrımı kabul etmezse de fazla itiraz da etmez.

“-Bu çocuğunu Sarıkamış’takinden daha çok seviyordun besbelli?...

-Nasıl da anladın… Şeytan çocuk!.. Evet buradakini ötekinden çok severdim. Çünkü bunun bana ötekinden fazla saygı ve sevgisi vardı. Muhabbet karşılıklı olur derler… Sen hiç işitmedin mi bu sözü?

-Đşittim amma, beybabacığım!. Ben bu sözü birbirini seven dişi, erkek çiftler üzerine söylenmiş sanıyordum. Meğer baba ile oğul arasında da kullanılıyormuş!” (Sertelli 1938: 18).

Jung, edebiyat yapıtını bir psikologun incelemesiyle, bir edebiyat eleştirmeninin incelemesi arasında önemli bir davranış ayrılığı olduğunu söyler. Psikolog için önemli olmayan şeyin eleştirmen için önemli olabileceğini vurgular. Değerleri belirsiz yapıtların ise bir psikolog için çok önemli olabileceğini savunur (Jung 1997: 329). Bu bağlamda araştırmamızın veri kaynakları olan romanların gerçekte bir edebiyat eleştirmeni için fazla önemli olduğu görüşünde değilim. Ayrıca sadece edebiyat eleştirmeninin bu eserlerin gerçek değerini ortaya çıkaracağını da düşünmüyorum. Bu nedenle mutlaka psikolojinin yani psikanalitik yaklaşımların desteğinin alınması gerekir. Mesela bir babanın ruhsal ve bedensel gereksinimlerini anlamadan ondan sevgi yansımaları görülmeyebilir. Bu açıdan yukarıda belirtilen ebeveyn evlât çatışmasını anlama düzeyi ve bulguları doğru değerlendirme ölçeği her iki bilimi ortak paydada buluşturma gerçeğiyle olabilir.

Baba sevgisinin koşullamasının en düşük düzeyde olduğu ve anne sevgisine yaklaştığı durumlara da rastlanılır. Babanın sevgisinin böyle bir yapıya büründüğü durumların başında ölüm, hastalık ve ayrılık gelir. Özellikle ölüm olayı babanın yaşama sevincini alıp götürebilir. Yaşamında kırılmalara ve yırtılmalara sebep olabilir. Bu durumdan kurtulmak da uzun zaman alabilir. Böyle bir durum Uçuk’un Kirazlı Pınar romanında görülür. Evlât sevgisi ve ölüm acısı babayı geçmişle özellikle çocuğunun resmi ve hayatta kalan arkadaşlarının ilgisi ile yaşamda tutar. Oğlunu kaybeden baba onun bir resmini eline alarak arkadaşlarına seslenir.

“-Ölümünden birkaç ay evvelki resmi.

Diye mırıldandı. Şimdi içinde vakit vakit sancıyan kalbi, oğlunu kaybettikten sonra bozulmuştu. Bir tek çocuğunun sevgisine bağlanan yüreği onsuz kalınca

yaşayamayacak hale gelmişti. Fakat yavrusunun meslek arkadaşları onu yaşatmışlar ve daha çok yaşayabilmesi için bu köye göndermişlerdi. Ölüm yüreğinin en güzel sevgisini dünyadan götürmüş, fakat iyiliği, insanları sevmeyi, güler yüzlülüğü ondan alamamıştı” (Uçuk 1936: 14).

Psikanalitik yaklaşımlar ve psikolojik çözümlemeler ışığında romanlardaki baba sevgisine baktığımızda “baba merkezli karmaşa, aynı zamanda babanın kendisinde gelişen ruhsal süreçler tarafından da şekillendirilir. Baba, bir bakıma oğlunu kıskanır. Bu kısmen, oğlununkiyle karşılaştırıldığında kısalmakta olan ömrü yüzündendir. Fakat bu kıskançlığın çok daha önemli bir nedeni toplumsal olarak koşullandırılmıştır: Çocuğun yaşamının görece toplumsal zorunluluklardan uzak olması gerçeğinden kaynaklanır. Babaya ait sorumlulukların çok ağır olduğu durumlardan bu kıskançlığın da çok ağır olduğu açıktır.

Her şeyden öte, babanın oğla karşı tutumunu esas belirleyen toplumsal ve ekonomik etmenlerdir. Ekonomik koşullara bağlı olarak, oğul, ya babasının mal mülkünün varisi ya da hastalık ve yaşlılığında garantisi olacaktır. Oğul bir çeşit sermaye yatırımın temsil eder…

Üstelik babanın toplumsal saygınlığı söz konusu olduğunda, oğul önemli bir rol oynamaktadır. Topluma yaptığı katkılar ve beraberinde gelen toplumsal kabul, babanın saygınlığını da artırabilir; oğlun toplumsal başarısızlığı, babanın saygınlığına gölge de düşürebilir, hatta yok edebilir” (Fromm 2005: 146). Romanlardaki kahramanlar ve baba merkezli sevginin çoğu Fromm’un bu psikanalitik yaklaşımı ile örtüşür.