• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

2.3. Çocuk Romanlarında Korku

2.3.1. Korkunun Sebepleri, Belirtileri ve Çeşitleri

2.3.1.3. Korkunun Çeşitleri

2.3.1.3.4. Baba Korkusu

Toplumlar ve bireyler, geleneğin etkisiyle, kültürel değişim ve bozulmalar çerçevesinde zamanla insanlara doğal bir rol biçmeye çalışırlar. Biçim ile içeriğin birbirine uygunluğunu yüzeysel ayrımlarla ortaya koymaya gayret ederler. Biçim ve öz ilişkisinin çok farklı boyutlarını göremezler ya da görmezlikten gelirler. Bu yüzeysel değerlendirmenin aslında insanın ruhuna bir yönelişten ziyade fiziğine ve formuna bir bakış olduğu görülür.

Bu düşüncelerin bir yansıması anne ve babanın görevleri arasındadır. Az gelişmiş veya gelişmekte olan veya otonom sistemle gelenekten kopamayan toplumlarda anne sevginin kaynağı, baba ise korkunun odağı olarak ortaya çıkar. Genellikle, anne evde baba dışarıdadır. Çocuk ise tabiatı gereği yaramazlıklar ortasındadır. Bu durumu engellemek isteyen anne “akşam baban gelsin seni söyleyeyim de gününü gör” tehdidiyle babanın rolünün tespit eder. Bu yaygın anlayış üzülerek belirtelim ki çoğu babanın da işine gelmekte ve babayı gerçek rolünü sergilemek çabasından vazgeçirmektedir. Baba korkusu önce “hımmmm sen yaramazlık yaparsın” tehdidiyle ortaya çıkmaya başlar. Ardından dışarıdaki işlerinin durumu, ruhî yapısı, aile içi ilişkiler, ekonomik durum, iş hayatındaki başarı veya başarısızlık, çoğu geleneksel veya modern bakış tarzlarının hâkimiyeti, cinsel yaşam ve en önemlisi geçmişteki çocukluk yaşantıları ve anlayışı bu tehdidin boyutunu ve şiddetini belirler. Baba artık bir şeye karar vermek durumundadır. Ya otoriter bir baba “dediğim dedik çaldığım düdük(tabii ki bu çoğu zaman lafta oluyor)” rolüne bürünür. Ya bakışları ve

duruşlarıyla, jest ve mimikleriyle, beden diliyle duruma el koymaya çalışan ciddi bir baba görüntüsünü ortaya koyar. Ya “benim vazifem seni adam etmek, yer misin yemez misin, eşek sudan gelene kadar seni dövmek lâzım” diyerek şiddete başvuran babalık rolünü kaybetmiş sözde baba konumunda kendini görür. Ya da problemlerin nedenlerini araştıran, sevgi ve ilgisini koşullu da olsa problem çözümü için kullanan, çocuğuna arkadaş ve muhatap olan, nitelikli zaman ve fiziksel temasla çocuğun sıkıntılarını ortadan kaldırmaya çalışan gerçek baba olmayı seçer.

Baba korkusu incelenen çocuk romanlarındaki işlenişi bu anlayışlardan pek farklı yansımaz. Baba yine korkulan ve yanlış davranışları otorite veya eylemsel veya söz dilimsel davranışlar sergileyerek ortadan kaldıran kişi rolündedir. Çocuklar yaramazlıklarına ilk tepkinin artık babalarından geleceği konusunda sanki şartlanırlar. Bu duruma sebep olan ise annenin ve çevrenin baskısı ve yanlış tutumudur. 87 Oğuz’un bir diğer kahramanı olan Selim, baskıcı bir ortamdan kurtulup okula gider ve Oğuzla arkadaş olur. Yaramazlıklar yapar ve çocukluğun en doğal hakkı olan hata yapma özgürlüğünü gerçekleştirir. Bu durumu hem okul hem anne tam algılayamadığı için öngörülen ceza aşama aşama gerçekleştirilmeye çalışılırken en ileri boyutunun yine baba korkusu olduğu görülür. “Hizmetçiler ile beraber kalmasını da istemez. Beybabasından çok korkar. Babası dediklerinizi duysa Selim’e çok darılırdı. Bununla beraber merak etmeyiniz… bir daha böyle bir şey olmayacaktır” (Çalapala 2006: 64).

“Babadan korkma ‘kültürel bir düzeyde babanın olumsuz bir imajını güçlendirir.’ Freud bunu erkek çocuklar için oedipal evreye dâhil eder” (Craib 2004: 7). Bu roman kahramanı da buna yakın bir hisle hareket eder.

Yapılan araştırmalar, problemli ailelerde baba korkusunun bazen şiddete ve hastalıklı bir ruh haline dönüştüğünü ortaya koyar. Boşanma ile yüzleşen ailelerde hem boşanmanın öncesindeki kavgalarda hem de boşanma sırasındaki çatışmalarda en çok zararı çocuklar görür. Bu zarar çocuklarda ruhsal bozukluklara neden olur. Anne ve baba bilerek veya bilmeyerek çocuğu bu kavganın bazen tarafı bazen arabulucusu bazen de sorumlusu olarak görürler. Çocuklar anne ve babalarının ayrılığı ile yaşama sevinçlerinin iki kaynağını kaybetmenin korkusunu bütün benliklerinde hissetmeye başlarlar. Bu hisler okulöncesi çocuklarında uyumsuzluk olarak davranışlara yansırken okul çağı çocuklarında ise bu hoş olmayan durumu gizleme, yalan söyleme veya kalabalıklardan ve arkadaşlardan kaçarak yalnızlaşma olarak belirir. Bu durumu

çocukların kabullenmesi uzun zaman alır. Çocuk zihinsel olarak yeni bir baba veya yeni bir anne kavramını algılayamaz ve anlamlandıramaz (Yörükoğlu 2003: 267).

Bu realiteleri ve çözülmeleri Bağrıyanık Ömer’de görürüz. Aralarındaki duygusal bağın bittiği, sürekli tartışma ve çatışmanın olduğu ve evlilik sözleşmesinin son bulduğu bir ailenin çocuğu olan Ömer bunun acısını bütün benliğinde yaşar. Doğrudan veya dolaylı olarak bu huzursuzluk çocuğa korku ve diğer olumsuz davranışlar olarak yansır. Anne ve babanın Ömer’in yanındaki rolü artık sarsılmıştır ve olaylar karşısında farklı tepkiler vermesine sebep olurlar. Bu durum özellikle babayı çok kötü gösterir. Bu imaj ve bu anlamlandırma çok çirkin kaçar ve babanın doğasına zıt bir durumdur. Ömer yine anne ile babanın arasında kalır.

“-Ana, dedi, babam mı geldi?

Emine, onu kollarının arasına aldı, sıkı sıkı bağrına bastırdı: -Gitti Ömer, gitti…

-Niye bağırıyor gene?

Ömer’in göz pınarları dolu dolu, ince bükük sesi dokunaklıydı.

Bu yaşlı gözler, bu dokunaklı ses Emine’nin yüreğini sızım sızım sızlattı. -Korktun mu Ömer?

-Yok ana korkmadım… Babam bana kötü demez ki… Sana çıkışıyor da tasam o…” (Yesari 1969: 19).

Çocuk burada pasif bir savunmaya geçer. Ömer savunma mekanizmaları itibariyle zayıf kalmıştır. Hatta savunma mekanizması (defense mechanismis) yoktur. Savunma mekanizmasını içine yansıtmıştır. Bu bir inturojeksiyondur. Ancak bunda da başarılı olamamış. Psikanalitik olarak nevrozlar yönetildiğinde enerjiye dönüşür. Başarılı insanlar, dehalar, nevrozlarını yönettikleri için büyüktürler. Ömer buradaki nevrotik süreci yönetememiş ve intihar etmiştir.

Đntihar sevgisizlikten korkuya kaçış akabinde gerçekleşir. Bu durum incelediğimiz romanlardan Taş Yürek’te görülür. Ancak bu romanda Fikret’in intihar teşebbüsü başarısızlıkla gerçekleşir. Tuğcu romanın serim bölümünden çözüm bölümüne kadar başkahramanının intihar teşebbüsünü travmatik bir konumda anlatır. Fikret’in karşılaştığı sevgisizlik, maruz kaldığı hala korkusu ve şiddeti ve kendini Saim tarafından bir paçavra gibi kullanılmış hissi onu intihar düşüncesine sevk eder. Fakat bu taravma ve nevroz bir anda ters döner. Yazar çatışmaya neden olan ortamları ve

sebepleri bir bir sahneden kaldırmaya başlar. Celile Hanım ile Azmi Bey tekrar birleşir ve kızlarını bağırlarına basarlar. Saim Fikret’e geri döner. Đntiharla sonlanacak bir nevrotik yaşam eros enerjisine dönüşür.

“Đntihar çok çeşitli nedenlerden ve itkilerden kaynaklanabilir: Derin bir umutsuzluk, depresyon, insanlardan uzaklaşma, öz-nefret, başkalarını cezalandırma veya onlara suçluluk hissettirme çabası, dayanılmaz acılardan, başarısızlıklardan, yaşlılık korkusundan, vb. kurtulma arzusu, intikam vs. nedenler çok olsa da intiharı sistemli bir şekilde inceleyen ilk otoritelerden birisi olan Durkheim, bunu kişinin toplumsal yaşamla bütünleşme düzeyiyle açıklar” (Budak 2003: 397).

Bağrıyanık Ömer ile Taş Yürek Durkheim’in, kişinin toplumla bütünleşememesi sonuncu intihara yönlenmesi tezine ilginç öneklerdir. Toplumla bütünleşmenin önünde sevgisizlik büyük engeldir. Ömer ve Fikret sevgisizliğin ve boşanmanın travmasını yaşarlar. Bu travmalar her iki roman kahramanında da nevroza dönüşür. Ömer’in nevrozu intihar ve ölümle sonuçlanır. Fikret’in nevrozu intihara teşebbüs formundadır. Ölümle sonuçlanmaz. Romanın çözüm bölümünde Fikret intihar fikrinden vazgeçerek toplumsal yaşamla bütünleşir. Her iki romanda babanın sevgisizliği ve ilgisizliği intiharın en önemli itkileri arasındadır.

Sonuç Korku

Türleri

Geçtiği Roman

Olumlu Olumsuz Değerlendirme

Taş yürek (1947)

- +

Bu eserdeki anneden ayrılma korkusu fiziksel uzaklaşmadan ziyade ruhsal yakınlaşamamanın verdiği bir korkudur. Bu romanda anneye biçimsel olarak takdir edilen rol hoşgörü sınırlarının çok uzağında ve evlâdının yanlışını asla kabullenememe boyutundadır. Anneden Ayrılma Korkusu Çanakkale’de Küçük Ahmed’in Kahramanlığı (1938) - + Küçük Ahmet Çanakkale’ye cepheye savaşmaya gider. Đlk hareket noktası vatan sevgisi ve babasına benzemek isteğidir. Ancak cephedeki günleri

ilerledikçe annesinden

ayrılmanın duygusal anlamda kendine verdiği sıkıntıyı belli etmeye başlar. Ancak zihinsel olarak da tamamen kendini cepheye adadığı için bu duygularını bastırır.

87 Oğuz (2006)

- +

Babanın korkuyla anılması ve olumsuz durumlarla gündeme gelmesi çocuğun eğitimi ve gelecek yaşantıları üzerinde olumsuz etkiye sahiptir. Romanın bir diğer kahramanı Selim babasını korku ile anmakta ve okul çevresi de bunu böyle algılamaya çalışmaktadır. Baba Korkusu Bağrıyanık Ömer (1969) - +

Boşanmış bir ailenin çocuğu olan Ömer durumun en mağdur olanıdır. Normaldışı bir yaşamın içinde kendini görür. Bunu kabullenmekte zorlanır. Baba ise sürekli korkulan ve normal davranışlar sergilemeyen bir konumdadır.