• Sonuç bulunamadı

Klasik Görüş (Doğrudan Aktarım Mekanizması)

1.3. PARASAL AKTARIMIN TEORİK ÇERÇEVESİ

1.3.1. Klasik Görüş (Doğrudan Aktarım Mekanizması)

18. yüzyılın son dönemlerinde endüstri devriminin ilk işaretleri de görülmeye başlamıştır. Bu dönemde klasik iktisat düşüncesinin başlamasına neden olan 1776’da yayımlanan Adam Smith’e ait “Ulusların Zenginliği” adlı eserle politik iktisadın temellerinin de atıldığı kabul edilmektedir. Ayrıca David Ricardo, Thomas Maltus, Jean Baptiste Say, John Stuart Mill klasik iktisat düşüncesini inşa eden başlıca düşünürlerdir (Erim, 2011: 37).

1930 yıllarında yaşanan Büyük Buhrana kadar hakim olan Klasik düşünceye göre hem mal hem de faktör piyasalarında tam rekabet koşulları geçerlidir. Ayrıca iktisadi birimler parasal yanılmaya uğramazlar. İktisadi birimler ücret, fiyat ve faiz oranlarındaki reel değişiklikleri doğru algılamaktadırlar. Klasik iktisatçılar ekonominin uzun dönemli özelliklerine vurgu yapmışlardır. Paranın yansızlığı ve paranın miktar teorisi bunlardan bazılarıdır. Paranın yansızlığı toplam çıktı düzeyi de dahil olmak üzere, reel değişkenlerin denge değerlerinin uzun vadede para arzı miktarından bağımsız olduğunu ifade etmektedir. Paranın miktar teorisi ise fiyatların para arzındaki değişikliklerle orantılı olduğunu ve dolayısıyla enflasyonun parasal büyümeden kaynaklandığını söyler. Bu iki yaklaşım birlikte düşünüldüğünde para politikasıyla ne yapılıp ne yapılamayacağını belirlemekte ve merkez bankalarının sorumluluklarını tasvir etmektedir. Bu merkez bankalarının uzun vadede hasıla miktarını etkileyemediği ancak enflasyon oranını belirleyebileceği anlamına gelmektedir (Meyer, 2001: 1).

Klasik miktar teorisi para arzının nominal geliri belirlediği hipotezine dayanır. Nominal gelir ise fiyat seviyesi ve toplam çıktının çarpımına eşittir. Miktar teorisi bir toplam talep teorisidir ve bu nedenle tek başına nominal gelir seviyesinin fiyat, çıktı veya işgücü analizini açıklayamaz. Bunun için toplam arz eğrisi de bilinmelidir. Miktar teorisi ekonomi düşünce tarihindeki öneminin yanı sıra, modern miktar teorisini de etkilemiştir. Friedman’ın monetarist karşı devriminde ilk adımı miktar teorisini yeniden formüle etmek olmuştur. Miktar teorisi para arzının geliri belirlediği en önemli temel bir modeldir. Bunun da ötesinde para arzının geliri etkilediği doğrudan aktarım mekanizmasının en basit ve anlaşılır kanalıdır. Miktar teorisi para arzı ve gelir arasındaki oransal bir ilişki olduğunu kabul eder. Buna göre, para arzındaki %1 artış nominal geliri %1 arttıracaktır (Gowland, 1991: 28-32). Klasik miktar teorisini açıklamak için öncelikle paranın dolanım hızını tanımlamak gerekir. Paranın dolanım hızı mal ve hizmetleri satın almak için para biriminin kaç kez el değiştirdiğini gösterir. P fiyat düzeyi, Y toplam gelir, M para arzı, V paranın dolanım hızı olarak tanımlanırsa, paranın dolanım hızı, nominal harcama toplamının piyasadaki toplam para miktarına oranı olarak hesaplanabilir (Mishkin, 2004: 517- 521, 582-585):

V =

P×Y

M

(1.1)

Denklem düzenlendiğinde klasik miktar denklemi elde edilmiş olur;

M × V = P × Y

(1.2)

Buna göre klasik miktar denklemi yeniden düzenlenerek para arzıyla toplam harcama miktarı arasında bir ilişki kurulabilir;

M =

1

V

× PY

(1.3)

Klasik iktisatçılar paranın dolanım hızını (V) sabit olarak kabul etmişlerdir. Ücret ve fiyatlar da esnek olduğu için olağan zamanlarda tam istihdam denge durumu sürecek, toplam gelir (Y) de kısa dönemde sabit kalacaktır. Bu durumda para arzı değiştiğinde V ve Y sabit olduğundan sadece fiyat düzeyi değişecektir. Fiyat düzeyinin para

stokuyla orantılı olduğu önermesine klasik miktar teorisi adı verilir (Dornbusch ve

Fischer, 1994: 390).

Bu teori merkez bankaları para arzını değiştirdiğinde etkilerinin ne olacağını gösterir. Buna göre paranın dolanım hızı sabit olduğundan para miktarındaki değişmeler fiyat düzeyi üzerinde doğrudan bir etki meydana getirmekte, faiz oranı ve reel aktivite düzeyi değişmeden kalmaktadır. Ekonomistler reel ve nominal değişkenlerin ayrılmasına klasik dikotomi adını vermektedir. Parasal değişkenlerin değerindeki değişim reel değişkenlerin değerini etkilememektedir. Buna uzun vadede paranın yansızlığı denilmektedir (Mankiw, 2000: 187).

Para piyasaları dengedeyken para arzıyla (M) para talebi (MD) birbirine eşit olduğu için miktar denklemi denklem 1.4’teki gibi gösterilebilir:

M

D

= k × PY

(1.4)

V=1/k olarak kabul edilen bu denklem para talebi ve paranın dolanım hızı arasındaki matematiksel ilişkiyi göstermektedir. Bireyler gelirlerinin büyük çoğunluğunu likit olarak tutmak isterlerse (k büyük olduğunda), paranın dolanım hızı düşmektedir (V düşer). Tersi durumda ise bireyler gelirlerinin küçük bir kısmını likit olarak tutmak istediğinde paranın dolanım hızı artmaktadır. Denklem bireylerin nominal gelirlerinin para olarak tutmak istedikleri bölümü açıklamaktadır. Cambridge denklemi de denilen bu denkleme göre bireylerin işlem amaçlı ellerinde tutmak istedikleri para talebi nominal gelirlerinin (PY) sabit bir oranına eşittir. Bu durumda para talebi gelirin bir fonksiyonudur, faiz oranlarının para talebi üzerinde bir etkisi yoktur (Mankiw, 2000: 161-167).

Cambridge Üniversitesinden Alfred Marshall ve bir grup iktisatçı tarafından geliştirilen Cambridge yaklaşımı, Klasik miktar teorisinin davranışsal bir yorumu olarak nitelendirilmektedir. Fisher’in miktar teorisinde sadece işlem amaçlı para talebi vardır. İşlem amaçlı para talebi gelirle orantılıdır ve günlük işlem düzeyi para talebini belirler. Cambridge yaklaşımında ise işlem amacının yanı sıra servet saklama amacıyla da para talep edilebilir. Bireylerin serveti arttıkça para talebi de artmaktadır (Orhan ve Erdoğan, 2007: 138).

Para stokundaki bir değişiklik çıktı, istihdam ve faiz oranı gibi reel değişkenleri değiştirmeden sadece fiyat düzeyinde bir değişime yol açıyorsa paranın yansızlığından söz edilebilir. Paranın yansızlığının güçlü politika çıkarsamaları vardır. Örneğin, eğer para yansız olsaydı, enflasyonu düşürmenin kolay bir yolu olacaktı ve istendiği zaman para stokunun büyüme oranı düşürülerek enflasyon düşürülebilecekti. Fakat uygulamada uyarlama sürecinde bir gerileme yaratmadan enflasyonu azaltmak son derece güçtür. Paranın daha düşük büyüme hızı önce işsizliğe yol açmakta, daha sonra düşük enflasyon getirmektedir. Yani para miktarındaki değişmelerin reel etkileri vardır. Para politikası çıktı düzeyini etkilemektedir. Bu toplam arz eğrisinin kısa dönemde düşey olamayacağı anlamına gelmektedir (Mishkin, 2004: 577).

Klasik görüşte para arzındaki değişikliklerin fiyatlar genel düzeyi üzerindeki etkileri Şekil 4 ile açıklanabilir. Şekilde dikey eksen fiyatlar genel düzeyini, yatay eksen toplam çıktı ve harcama seviyesini, AD toplam talep fonksiyonunu, LRAS ise toplam arzı göstermektedir. Ekonomi tam istihdam düzeyinde (1) noktasında dengede iken para arzı arttırıldığında toplam talep düzeyi AD0 konumundan AD1 konumuna gelir. Ücret ve fiyatlar sabit olsaydı ekonomi (2) konumuna gelecekti, bu nokta Keynesyen denge noktasıdır. Fakat klasik görüşte ücret ve fiyatlar esnek, toplam arz miktarı sabit olduğu için ekonomi (3) noktasına gelir. Sonuç olarak fiyat seviyesi P0 konumundan P1 konumuna gelerek artarken toplam çıktı seviyesi potansiyel hasıla seviyesinde (Y0) sabit kalır. Sonuç olarak, Klasik iktisatçılar toplam talep politikalarının reel üretimi arttırmayacağını varsaydığından dolayı genişletici para politikası uygulaması reel üretimi etkilemeyip sadece fiyat seviyelerinin yükselmesine yol açmaktadır (Dornbusch, 1994:207).

Şekil 4: Para Arzındaki Değişikliklerin Fiyatlar Genel Seviyesi Üzerindeki Etkisi ve

Toplam Talep Eğrisi

Kaynak: Dornbusch, R. and Fischer S. (1994) .Macroeconomics. Sixth Edition,

İstanbul, Literatür Yayıncılık, s.207.