• Sonuç bulunamadı

4.2.3.3 Kimini Şahin Tırmalar

Hapishaneden yeni tahliye olmuş öykü kişisinin, İstanbul’da gördükleriyle yaşanan değişime şahit oluşu, hapishane günleriyle, yaşadığı zaman dilimi arasındaki gidiş gelişlerinin anlatıldığı, “Göstergelere soyut düzlemde çokça anlam yüklenebilecek, anlamlandırma süreci zengin, kapalı bir anlatımla kurgulanmış” (Koçak, 2004: 33) bir öyküdür.

4.2.3.3.1. Değişim

Öyküde anlatıcı, öykü boyunca, hem zaman hem de mekân itibariyle geçmiş/hapishane, şimdi/dışarı arasında gidiş geliş yaşar. Gördüğü nesneler onu hapishane duvarının ardında gördüklerine götüren, hapishanedeki düşleri ise dışarıda gördükleriyle düş kırıklığına dönüşen bir hâldedir. “Bu gidiş gelişler, içeride ve dışarıda olmanın içeride düşlenenlerin, özlenenlerin dışarıdaki hayatta tam olarak karşılık bulmaması açısından karşılaştırıldığı anlardır” (Koçak, 2004: 34).

Karşılaştırmanın sergilendiği kısımlarda, anlatıcının şahit olduğu değişim, düşlenenlerin düşlendiği gibi olmaması ve içerideki güzelliklerin dışarıda bulunmaması şeklinde görülür. Anlatıcının vapur yolculuğu sırasında seyrettiği deniz, hapishane avlusunda biriken suda veya küflü çarşaf kokusunda aradığı hâlinden uzaktadır:

Nemli çarşaf kokusunda aradığımız deniz şimdi bir kol boyu uzakta. Köpük köpük, çöp çöp. Çöp içinde avlanan balık, yanık yağda ithal uskumru kızartma, avaz avaz arabesk, bol soğanlı lahmacun, turşu suyu, mısır, naylon terlik, ucuz gömlek (s. 30-31).

Alıntıda yer alan ifadelerde yazar için toplum, niteliksiz ve yüksek ses hacmiyle yabancı müziğin dayatıldığı; besleyicilikten uzak besin maddelerinin tüketildiği; zevksizce ucuz giyim maddelerinin kullanıldığı bir toplumdur. Böylece, anlatıcının “Ak gemi kentin iki yakasını bir araya getirmeye çabalıyor.” (s. 30) ifadesi, toplumun sağlıksız yapısı sebebiyle “iki yakasını bir araya getiremez” oluşunun göstergesidir, denebilir (Karabaş, 1995: 9).

Anlatıcının hapishanedeyken özlediği unsurlardan biri de, İstanbul Anadolukavağı’ndaki mermer alaturka bir tuvalettir. Ancak kendisi hapisteyken zaman birçok şeyi alıp götürdüğü gibi onu da almıştır:

Anadolukavağı, Kalamış, Emirgan, Yeni Cami…Onlar mı değişmiş, beni mi çok büyüdüm içerlerde? Mermer bir alaturka tuvalet vardı, iskelenin yanıbaşında, meydana karşı, Anadolukavağı’nda. Karşıda kurabiye fırını, koca bir çınar gölgeler meydanı. Eski usul bir hela taşı, deniz gelip okşardı, gidip okşardı….Çıkınca gittim ki yerinde yeller esiyor, benden saklamışlar, bir akrabanın ölümünü saklar gibi (s. 31- 32).

Anlatıcının düşlerle aradığı güzelliklerle gerçek tezattır. Onun gözüyle değişimi okumaya çalıştığımızda, her şeyin kirlenmekte olduğunu, kültürdeki ve yaşam biçimindeki değişimin tembelliğe, anı kurtarmaya, yapaylığa… doğru ilerlediğini, bunların yanında hapishanede geçen zamanın en azından umudun beslendiği bir zaman dilimi olduğunu görürüz (Koçak, 2004: 34).

4.2.3.3.2. Güvercinler

Anlatıcı insanlara eleştirel bakışını güvercinler aracılığıyla aktarır. Anlatıcı vapurdan aceleyle inerken birbirini ezen insanlar gibi, güvercinlerin de önceliği elinden bırakmak istemeyen, bencil bir halde olduklarını görür:

Güneş bir sürü kanat çırpıntısında avlunun o köşesinde parlıyor. Buğdaylara saldırıyorlar itiş kakış. Eziyorlar birbirlerini. Aralarına sıkışan güneş ışığını bile eziyorlar. Buğday kapmak için, iskeleye ilk atlamak için (s. 32).

Karabaş (1995: 13)’a göre, “…genç aydının topluma yabancılaşmasının ya da küskünleşmesinin ardında toplumunun insanının yoz bir bireyselliğe kapılarak olumsuz bir biçimde değişmesinin yattığı dile getirilmiş”tir. Anlatıcının vapurdan indikten sonraki insan gözlemlerinin ardında, toplumun olumsuz yönde değişimi görülmektedir.

Anlatıcının ikinci güvercin gözleminde, “ ‘Kafeste pinekleyen’, ‘balık istifi’ halindeki güvercinlerin duruşunda, kişilikleri ayaklar altına alınan, bireylikten uzaklaştırılmaya çalışılarak sürü gibi davranılan, ama buna karşı koymayan insanları görür” (Koçak, 2004: 35). Hapisteyken kendinden ve kendisi gibi mahkum olanlardan beklenen tavır da böyledir: “Ölü balık gözü”yle bakan “kişiliksiz” insanlar:

Ya kafeste pinekleyen güvercinler? Ara sıra kanatlarını kıpırdatıp yer değiştiriyorlar. Sonra yine başlarını içeri çekip uykuya dalıyorlar.

Balık istifi gibi….Öylesine yeknesak, öylesine kişiliksiz. Kafesi kabullenmişler, gözleri ölü balık gözü. Bir askeri cezaevi yetkilisinin benzetmesiydi bu, demek kapmışım. ‘Önceden sizin bakışlarınız çakmak çakmaktı, benim askerlerimin gözleri sanki birer ölü balık gözü. Külahları değişiyoruz şimdi, bundan böyle siz bakacaksınız ölü balık gibi’ (s. 34).

Hapishanede anlatıcının güvercini algılayışıyla, dışarıdaki arasında tekil ve çoğul düzeyde bir farklılık söz konusudur. Sürü halinde kişiliksiz görülen güvercinler, hapiste kanadıyla sevinç getiren tek güvercinden farklıdır:

Şu kocaman avluda, yüzlerce güvercin kanadında, on üç adımlık avluya tek güvercin kanadıyla gelen sevincin yüzde biri yok. Bir an öyle geliyor ki, güneşi kanadında taşıyan o ak güvercin, ışığı çiğneyen şu sürüyle aynı soydan olamaz (s. 32-33).

4.2.3.3.3. Şahin

Anlatıcının güvercinlerden sonra rastladığı ayağı kelepçeli bir zincirle kafese bağlı şahin de güvercinler gibi, sahip olduğu özellikleriyle insanı düşündüren bir hâldedir. Anlatıcı, “ ‘şahin’de kafesler, parmaklıklar ardına mahkûm edilmiş; ama içinde fırtınalar kopan, özgürlük âşığı insanı görür” (Koçak, 2004: 35). Öyküde şahin, güvercinlerle mukayese edildiğinde anlatıcının olumlu tavır aldığı bir hayvandır. Bu hâliyle, özgürlükten yana, uğradığı zorluklara rağmen duruşunu bozmayan, kararlı insanı temsil eder: “Kelepçesi bir zincirle güvercin kafesine bağlı. Onu kafese koymaya kıyamamışlar sanki. Kelepçesini göremeyen, neden uçup gitmediğine şaşabilir. Bakışı, duruşu öylesine özgür” (s. 33). Şahin, mekân itibariyle güvercinlerle yan yana olsa da, aldığı tavırla onlardan ne kadar farklı olduğunu göstermektedir. “Şahin özgür bakışıyla

duruma karşı çıkarken kafesin içindeki güvercinler durumu çoktan kabullenmiş, kendilerini bu duruma teslim etmişler. Dışarıda da mahkûmiyeti seçenler gibi!” (Koçak, 2004: 35).

Öyküde güvercinler kelimesinin çoğul, şahinin ise tekil oluşundan hareket ederek, dilsel göstergeler çözüldüğünde, güvercinlerin simgelediği insanların çokluğu, şahinin simgelediği insanların da az olduğu görülür. Biri kalabalık ve sürü halinde yaşamayı tercih ederken, diğeri sürü olmayı reddeder. Güvercinlerin evcilliği veya kafese razı oluşu, insanların eve hapsedildiği bağımlı yaşamı; şahinin mücadeleci insanın inatçılığı ve kararlılığına karşılık olduğu da söylenebilir (Koçak, 2004: 35).

Öyküde şahine karşılık çatışma unsurunu doğuran eli sopalı çocuk karakteri de vardır. Özgürlüğü hatırlatan şahine karşılık, onun bu mücadelesinde bir engel niteliği taşıyan çocuk, mücadeleci insanın karşısına çıkan hapishane veya onu kabul edemeyen her türlü bakış açısını temsil etmektedir:

Elinde sopa ile şahini uzaktan dürten şu çocuk… Çürük, ayrık dişli. İçinin irini yüzüne vurmuş gibi. Çıkarıp kelepçeyi mertçe dövüşsene gözün kesiyorsa! Ya da sokul bakalım biraz daha. Ama yok, yüzünde iğrenç sırıtma, gözü kelepçeyi kafese bağlayan zincirin uzunluğunda. Zincirin boyuna bir karış da emniyet payı ekleyip uzakta durmaya dikkat ederek sopasıyla iteliyor hayvanı (s. 34).

Sopasıyla şahini rahatsız eden, onu kendisine baktırmak için simit atan bu çocuk, anlatıcıya hapishanedeki açlık grevinde, “limon” yalayan, çayı “höpürdeterek” içen, koğuşta “köfte” pişiren, “lokmaları göstere göstere” yiyen hapishane görevlilerini hatırlatır.

Öykünün sonunda şahini çocuktan korumaya çalışan anlatıcı, hayranlıkla şahini izlerken, şahinin saldırmasıyla kendine gelir:

Şahinin gözlerine bakıyorum. Küçülüp de gözkapaklarının içine giresim geliyor. Kapasa gözlerini, şu kötü müzik, itişip kakışan kalabalık, işportacılar, çöp içindeki deniz, sopalı çocuk, tümü dışarıda kalsa, ben içeride. Deler gibi, eriyip de gözlerine akar gibi bakıyorum. Ve bir anda çarpılıyorum. Yüzümde bir yanma, yanağımda, çenemde bir acı. Tepemde çırpıntı, kulağımda kanat sesi (s. 35).

Bu ifadeler, anlatıcıyı dışarıda gördüğü değişim sebebiyle rahatsızlığından kaçmak için severek seyrettiği şahinin özgür bakışlarında kaybolma hayalinin neticesidir. Ayrıca “tümü dışarıda kalsa, ben içeride”, dışarıda gördüğü çirkinliklerden uzaklaşma, hapiste her şeye rağmen güzel olanlara yaklaşmanın ifadesidir.

Öykünün, şahinin anlatıcıya darbesiyle bitişi önemlidir. Bu son, başkalarının hakları ve özgürlüğü için mücadele veren insanların, hapishanelerde bulunuyor olmasına rağmen, korumaya çalışılanların vurdumduymazlığı, hatta bu insanları haksız buluşlarının ifadesidir.

İyimser bir bakışla değerlendirildiğinde, bu tavır, özgür bakışlı birinin korunup kollanmaya, ruhuna aykırı olduğu için tepki göstermesi olabilir (Koçak, 2004: 36). Ayrıca şahin, “Bir yandan aydının küskünlük içinde yalnızlığa gömülmesini, bir yandan da aydını inciten ve ancak şiddet üretebilen toplumu simge”lemektedir (Karabaş, 1995: 14).