• Sonuç bulunamadı

4.2.3.6 Radyatör Davası

4.2.3.6.1. Hapishanede Sayım

Öyküde, mahkemede sayım çavuşuyla Seval’in yaşadığı olayla birlikte hapishanedeki hayat ve sayım esnasında yaşananlar anlatılır. Sayım da bir tür işkence hâlinde yaşanır:

Demir kapıya vurulan coplarla yerlerinden sıçrıyorlar. Sabah sayımı mı? Ne çabuk! Ama henüz karavana bile gelmedi. Saate bakıyor Ayşe. Üç. Anlaşıldı. Bu gece iki saatte bir çıkarılacaklar” (s. 65).

Tutuklular koğuştan çıkarıldıklarında koğuş didik didik aranır ve her şey dağıtılır. Sayımda ise cop ve dayak açlık grevindeki tutukluların tek yiyeceğidir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen tutuklular, çözüm üretmekten geri durmaz:

16 Feride Çiçekoğlu bir yazısında da hapisteyken yaşamış olduğu öyküde anlatılarına benzer olayları dile

Mualla, bütün çamaşırlarını dikti birbirine. Balık oltası gibi, bir baştan çekildi mi tümü çıkıp kurtuluyor yığından. Zehra kat kat üzerine kuşandı giysilerini. Öylece yatıp kalkıyor. Üstelik, savaş hali için sürekli hazır oluyor böylece. Hemen yayıldı bu moda. İçe tüm iç çamaşırları. Sonra eşofman, üzerine pantolon, çift kat pazen etek, bol, iyice bol. İki ince bir kalın kazak, sonra hırka, varsa kaban. Sıcağa dayanabilenler gece gündüz bu halde. Üzerlerine coplar inip kalktıkça tok bir ses çıkıyor, yastığa vurulmuş gibi (s. 66).

Feride Çiçekoğlu birçok öyküsünde olduğu gibi bu öyküsünde de, hapishane baskısı, işkence gibi izlekleri kullanmıştır. Bazı okurlar yazarın bu izleklerdeki direnişini yadırgayabilir; ancak bu ve buna benzer öykülerde hapishane yaşantısı ve işkenceyle birlikte insanın direnci, iyimserliği, birlik ve beraberlikten bulduğu kuvvet, umudu ve onuru anlatılmıştır. Sıkıntıları aşarken tutuklulular, hep bu yanlarını kullanmış; mizaha ve hayale sığınmışlardır (Aslankara, 1997: 88). İşkence zehrine karşı mizah panzehirini kullanmışlardır:

En olmadık anlarda güleceği geliyor kızların. Dışarıda tutuyorlar kendilerini, koğuşa girince çürük pansumanıyla birlikte taklitler ve şamata. Gülçin’in ‘sayım dansları’ en büyük kahkaha ve alkışı topluyor. Coplu askerlerle tutuklu hanımların yarattığı inanılmaz koreografiler. Yanında Ayten’in yastıkla yaptığı efekt. Mizah en iyi panzehir (s. 66).

Hayal ise Çiçekoğlu’nun üzerinde sıklıkla durduğu, yaşantının kurgulanmasında önemli bir işlevi bulunan bir kavramdır (Aslankara, 1997: 88). Güç veren, tedavi eden bir kavram:

…sabaha karşı koğuşa dönerken, kızların içi cıvıl cıvıl. Koğuş kapısı kapandığı anda herkes birbirine sarılıyor. Kahkahayla gözyaşı karışık. Biraz pansuman, biraz hayal (s. 71).

4.2.3.6.2. Deniz

Özel olarak bazı mahkûmların yaşadıkları da anlatılır. Direnişin, sayım çavuşunu aciz durumda bırakışın öyküleridir bunlar. Deniz’in bir ve sayım esnasında yaşadığı bunlardan biridir:

Sağdan sayılıyor: Bir-İki… on-on bir… otuz sekiz ve sıra Deniz’e geliyor.

“Otuz dokuz.” “Otuz dokuz ne?” “Otuz dokuz bir sayı.” “Nasıl bir sayı?” “Çift haneli bir sayı…”

“Onu anladık. Ne diyeceksin otuz dokuzdan sonra?” “Kırk!”

Deniz heyecandan, ‘Otuz dokuz, sondur,’ demeyi unutmuş. Sayım çavuşu kızların direnişi bir adım ileri götürüp bundan böyle, ‘sondur’ sözünü de kaldırdıklarını sanıyor (s. 69).

4.2.3.6.3. Seval

Mahkemede davası görülen kişi Seval’dir. Tutukluların açlık grevini kırmak için yapılan gece yarısı sayımındaki dayağın izlerini en çok taşıyan da odur. Öyküdeki ironi, Seval hakkında açılan davadır. Suçlama ise “Sayım çavuşunu dövmeye tam teşebbüs”tür. Ancak Seval 1.55 cm boylarında ve 45 kilodur. Sayım çavuşu 1.90 cm. ve

110 kilodur. Aradaki zıtlık ve tam tersi bir durumun yaşanmış olması, çavuşun olayı mahkemede anlatırken kullandığı ifadeleri ironiyi sağlayan unsurlardır:

“Yumruk olayına gel. Nasıl yumrukladı bu kız seni?” “Hamletti, komutanım, hamletti!”

“Peki, anlat o zaman. Nasıl hamletti?”

“Ben komut verdim komutanım. Sağa dön dedim. Bunlar yürüdüler. Tam sayım alacağımız hole giriyorduk. Bu kız birden bağırmaya başladı. ‘Pis faşistler, mücadelemizi durduramazsınız!’ Böyle slogan attı. Ben kendisine ihtarda bulundum. Sayım düzenini bozmaması için. Üzerime saldırdı komutanım.”

“Bu kız mı üzerine saldırdı senin?” “Evet komutanım.”

“Sen ne yaptın?”

“Ben kenara çekildim komutanım.” “Niye çekiliyorsun kenara?”

“Kendimi savunmak için komutanım.” “Kıza dokunmadın mı?”

“Dokunmadım komutanım.” “Sonra ne oldu?”

“O hızla çarptı komutanım.” “Neresi çarptı?”

“Yanağı çarptı komutanım.” “Nereye çarptı?”

Mahkemede yargıca sürekli komutanım diyen ve yalanı mantıkla değil saçmalayarak söyleyen çavuş karakteriyle yazar, cahil bir zihniyetin gülünç durumunu gözler önüne sermeye çalışmıştır.

“Radyatör Davası”, “onca gülümsetici, hatta güldürücü yanına karşın, kaba bir gülmeceye dönüş”memekte; “Temelde yer alan o çok katmanlı, çok boyutlu humor buna engel ol”maktadır (Aslankara, 1997: 90).

4.2.3.7. Rastlantı

Aşkın rastlantısal kuşatıcılığıyla, değiştirici gücüyle işlenen; “Bekleneni yol boyunca bir seste, renkte yakalayarak yürüyen; içinde umudu filizlendirmek için çabalayan; dış dünyaya, olaylara duyarlı bir kadının gözünden kendilerine sunulanı yaşamaya koşullanmış kişilerin ve yolda yürüme sürecindeki iç dünyanın anlatıldığı ‘Rastlantı’, anlattığı insanları, insanlar arası ilişkileri de eleştir”en (Koçak, 2004: 37) bir öyküdür.

Öykü keyifsizlikle başlar. Lodoslu havanın bunaltıcılığı, ağrıyan varisler, şişmiş ayaklarla “Yürümenin de tadı yok”tur. Yapılacak birçok işin yanı sıra, cevap bekleyen mektuplar da birikmiştir: “ Sıra bekleyen bir sürü mektup. Böyle yapmazdım ben. Hele mapushane mektuplarına. Keyifsizken yazılan mektubun da tadı yok” (s. 74).

Aksilikler de peşindedir. Kocaman plastik bitkiler satan bir seyyar satıcı ayağını ezip geçer. Öykü kişisi çalıştığı büroya doğru ilerlemektedir. Yolda belki de yazarın aşık olduğu, en azından kendini heyecanlandıran kişiyi görür. Onu memnun eden bu rastlantı neticesindeki görüşme, “baharatçıya gideceğim” demesiyle orada da devam eder. Rastlantıyla birlikte tadı olmayan birçok şeyin tadı gelmiştir artık. Kahraman- anlatıcıyı baharatçıya sevk eden, gayri ihtiyari baharatçıya gideceğim dedirten, tat almaya başlamasıyla ilgili olabilir.

“Rastlantı” öyküsü, öykünün en önemli unsuru durumundaki rastlantı hadisesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayrılabilir. İlk bölümde keyifsiz, karamsar olan öykü kişisi; ikinci bölümde keyifli ve ümitlidir. Yazara yaşama sevincini veren rastlantıyla birlikte aşk duygusunun tesiridir. Aşk, bakış açısını olumlu yönde değiştiren esas amil durumundadır.

4.2.3.7.1. Aşk

Rastlantıya kadar anlatıcı, gördüğü insanları “ hiçbiri sen değilsin” diyerek elinin tersiyle itmektedir. Beklediği, aradığı bir “Sen” vardır yazar için. “Sen”sizlik “hiçbir şey”sizlik gibi rahatsız edicidir. Ancak karşılaşma anı her şeyi değiştirir:

Sonra birden gökkuşağı beliriyor. Sesini duyuyorum. Düş mü, gerçek mi? Sen olamazsın. Ne işin var bu saatte Kızılay’ın göbeğinde, bu kalabalık yaya geçidinin orta yerinde? Dönüp baktığımda orada olmamana kendimi hazırlayarak dönüyorum. Ağır ağır. Beklenti süremi uzatarak. Yokluğunu görmenin yıkıntısını geciktirerek. Dönüyorum. Oradasın. Üstelik gözlerinde gökkuşağının bütün renkleri. Yaklaştıkça uzaklaşan, hiç varılmayan gökkuşağı. Tutmaya çalışırsan küsüverir, yiter gözden (s. 77).

Öykü kişisi ve âşık olduğu kişi arasında bir gizlilik söz konusudur. Duygularını her iki taraf da birbirine açıklamamıştır:

Bir şeyler soruyorsun. Bir şeyler söylüyorum. Bir şeyler soruyorum. Bir şeyler söylüyorsun. Sessizlik olmasın! Laf bitmeye yüz tutarsa veda önceliğini kapmaya çalışacağız, biliyorum. Söz tükenmesin, ama konuşmayı uzatmaya çalıştığımız da anlaşılmasın. Tetikte ol. Söz

akmaktan damlamaya dönünce sen çekip git. Gökkuşağına kanma. Pırıltı filan yok. Öyle görmek istiyorsun. Önce sen veda et (s. 77).

Heyecanını yenemeyen öykü kişisi, ne söyleyeceğini, ne yapacağını bilemez, bir maskeye tutunmaya çalışır:

…Nereye mi gidiyordum? Çarşıya. Sakarya Caddesi’ne. Demek sen de o tarafa yürüyordun…Ne rastlantı! Sahi, ters yöndeymişim, değil mi? Bunalmıştım kalabalıktan, dönüyordum galiba. Vazgeçmiştim almaktan. Ne mi alacaktım? Ne alacak olsam? Acil bir şey. İnandırıcı, önemli. Baharat! … (s. 78).

Baharatçıya birlikte gidilir. “Gönül ne kahve ister ne kahvehane/ Gönül sohbet ister kahve bahane” misali baharat bahanedir sadece, kelimeleri çoğaltmak, büyüyü devam ettirmek için. Daha önce tat almaya başlayan yazarın kendini gayri ihtiyari baharatlara sürüklediğini söylemiştik. Hayattan aldığı tat, baharatlarda da kendini gösterir: “Kırmızıbiberin alı ne güzel, tarçın bunca güzel kokar mıydı?” (s. 78).

Bu olay öyküde değişimin tek sebebidir. Başlangıçta yaşananlar, öykünün sonunda tersine döner.