• Sonuç bulunamadı

4.2.4.4 Yanık Fotoğraflar

4.2.4.6. Son İstanbul

İstanbul şehrinin yaşadığı hızlı değişimin neticesinde, anlatıcının yaşadığı sıkıntının öyküsüdür. Öykünün kurgusu, muhtemelen anlatıcının kendine hitaben yazdığı bir mektup üzerine kuruludur.

4.2.4.6.1. İstanbul

İstanbul değişse de eski İstanbul’u yaşayan, onun timsali, canlı örnekleri son İstanbul’un temsilcileridir. Eski İstanbul ancak onlarla yaşamaya devam edebilir. Onların yok olması İstanbul’un da yok olması anlamını taşır. Anlatıcının öyküye, “Lütfen intihar etmeyiniz.” (s. 50) cümlesiyle başlaması ve öyküyü “Lütfen intihar etmeyiniz. Ya son İstanbul sizseniz?” (s. 56) cümleleriyle bitirmesi hissettiği kaygının neticesidir. İntihar bahsiyle birlikte, anlatıcının İstanbul izlenimleri, mekâna ve sisteme yönelik eleştirileri öyküyü oluşturan unsurlardır.

Öykü kişileri, İstanbul’un Kartal ilçesinde bir gazinoya giderler. Gazino, Adalar ile Kartal arasındaki yol kenarında olduğu için anlatıcıyı rahatsız eder. Yol, denizle ve Adalar’la aralarında bir engel veya görüntü kirliliği; gazino mekânının yapısının da istenmeyen unsurlarla dolu oluşu oradan ayrılma sebebi olur: “Plastik sandalyelerde Cola içerek, üç şerit geliş üç şerit gidişlik yolun ötesinden Adalar’a bakıp da içimizi mi çekecektik?” (s. 50).

Anlatıcının bakış açısıyla yol ve plastik sandalyeler yapay ürünler; Cola ise emperyalist sömürünün ürünü olduğu için öyküde dışlanan unsurlardır. En azından

yazar, öykü dünyasını istediği gibi şekillendirmeye çalışır. Son İstanbul’u arayan, etrafı yapaylıklarla dolu bir yazar; ancak hayal edebilir:

Kartal’ın deniz kenarı kahvelerini de gömeriz göz kapaklarımızın ardına; Galata evlerinin söndürülmemiş yangın kokularının, Moda’daki yoğurtçu çıngıraklarının, Yeşilköy bahçelerinin iki yanı frenküzümlü yollarının yanına… Nasıl bilmem o duyguyu… Kendiminkiler yetmezmiş gibi, gelmiş geçmiş ve gelip geçecek bütün insanların aşklarını ve ölümlerini taşımaktan bitkin, gidip yatsam, gidip yatsam… Ölmesem belki, ama ölmüş gibi yapsam (s. 50-51). 4.2.4.6.2. Şikâyet

Öyküde, eskiyle yeni, zihniyet değişimi, insanlar üzerindeki Amerika etkisi, doğal hayattan tüketim toplumunun yapaylığına dair görüşleri şikâyet biçiminde yer alır:

Ama kabul ediniz ki, tutturmalarıyla başa çıkamadığımız için, nefret ede ede ve pahalı gele gele biz kızlarımıza ancak Barbie bebekler alabilirken, bizim tasvirlerimizi satın alma gücündekiler yine de ancak ‘onlar’ olacaklar. Altı şeritli yollara uygun otomobilleriyle plastik sandalyeli gazinolara varıp kederlenmeden oralarda oturabilenler ve bizim gibi abesle iştigal edeceklerine, ‘kiraz mevsiminde bile’ paralar kazanabilenler (s. 53-54).

Anlatıcı burada “Son İstanbul”un temsilcisi olarak gördüğü kendisi gibi olanlarla, yeni arasında karşılaştırma yapmaktadır. Kaygıların, yaklaşımın, zevklerin değişmesi de İstanbul’un değişimiyle paraleldir.

4.2.4.6.3. Siz

Öykünün sonlarına doğru yazarın “siz” kelimesiyle Son İstanbul’un timsali olanlara seslenişi, yok olup gidenlerle siz de gitmeyin deme çabasıdır. Eski ve güzel değerler, yeniyle birlikte dışlanan ve “abesle iştigal” ettikleri düşünülenler “siz” kelimesinde toplanır. Anlatıcı siz kelimesini yineleyerek, korumaya çalıştığı değerlerdeki ısrarını ve kararlılığını da göstermiş olur:

Siz ki, Çanakkale Cezaevindeyken uzak tepelerin eteklerindeki pembeleşmeyi her görüşünüzde, ‘Bu yıl bademler yine erken açtılar; donacaklar,’ diye hayıflanmaktan öte yakınmadınız oradaki günlerinizde.

Siz ki, kendi arkadaşlarımız şarabımıza ve peynir çeşitlerimize söylenirlerken – ‘Buzdolabında Fransız peyniri bile gördüm; ayıptır, halkımız açken!’- parfümlerinizi sonuna kadar ve dirayetlice savundunuz (s. 54).

Anlatıcının eski ve yeni arasındaki karşılaştırması siyasîdir. Kendi gibi düşünenler fikri uğruna hapiste olmaktan yakınmayanlar, halkının açlığını düşünenler ile bundan uzak olanlar arasındadır.

4.2.4.7. Doğmuş Kızıma Mektup

“Doğmuş Kızıma Mektup”, Feride Çiçekoğlu’nun 1990 yılında dünyaya gelen kızı Hüner’e yazdığı mektuptur. Bu metinde yazarın, hayatına, görüşlerine, kaygılarına dair bilgiler mevcuttur.

4.2.4.7.1. Nasıl Bir Dünya?

Mektubun içeriğinde yer alan, dünyanın sıkıntılı ve yazar için şikâyet ettirici yapısı sebebiyle, yazar henüz bebek yaştaki kızından, mektubu anlayacak yaşa

geldiğinde mevcut durumun değişmemesi halinde özür diler. Çünkü insanlık “fanatik saplantıları” sebebiyle acı çektiren bir varlıktır. Yazarın tereddütü böyle bir ortama kızını davet etmiş olmasıdır. Kaygılarının temelinde bu hassasiyeti vardır.

Yazarın mektubu kaleme aldığı günlerde (Temmuz, 1994), Teslime Nesrin23

isimli birinin (doktor, gazeteci, yazar) hakkında çıkarılan ölüm fetvası, yazarı olumsuz yönde etkiler:

Teslime Nesrin hakkında bir şeyler yazma sorunuyla karşı karşıya kaldığımdan bu yana gece-gündüz düşünüyorum; dünyamızın yirminci yüzyıl sonundaki traji-komik durumu, kırk üç yıllık kendi geçmiş yaşamımı, gençliğimin umut ve ütopyalarını, ama en çok da seni düşünüyorum. Ve kendimi, senden önceki bebeğimin daha doğmadan ölmesine muhtemelen neden olan ikileme benzer bir çıkmazda buluyorum (s. 58).

Dünya yazara beklentilerine olumlu cevap veren bir yer olarak görünmediğinden, annelik iç güdüsüyle bir çocuk doğurmanın doğruluğu ve yanlışlığı ikilemi arasında kalışı onu bir hayli rahatsız etmektedir.

Mektupta yazar, “Düşük” öyküsünde bahsi geçen, düşükle neticelenen önceki hamileliğinden de bahseder. Önceki hamilelik serüveninde de aynı kaygıları yaşadığını belirtir. Mesela, hamile kaldığını öğrendiğinde ilk iş olarak sigarayı bıraktığını ve sinemaya giderek bebeğine Mozart’ı dinlettiğini; böylece “dünyanın doğmaya değer bir yer” olduğu mesajını vermeye çalıştığını söyler. Şikâyetleri çok olsa da yine de yaşanmaya dair unsurların var olduğuna inanmaktadır.

23

Bangladeşli yazar Teslime Nesrin, Kuran-ı Kerim’in değiştirilmesi gerektiği yolundaki sözlerinden dolayı, halkının dini duygularını rencide ettiği gerekçesiyle, ülkesinde hakkında tutuklama kararı çıkarılmış biridir. (bkz. “Bütün Yüreğimle Laikliğe İnanıyorum”, Cumhuriyet gazetesi, 31 Temmuz 1994.) Teslime Nesrin 2004’te Unesco tarafından Hoşgörü Ödülü’ne layık görülmüştür.

Yazarın diğer kaygısı da cezaevinde tanıdığı Barış isimli çocuğun, masum olmasına rağmen annesinin suçunu hapiste annesiyle birlikte çekişidir. Çocukların başkalarının hatalarını da taşıyabileceği gerçeği yazarı, kendi bebeği için kaygılandırmaktadır.

Yazarı bu kaygılarından biraz uzaklaştıran, cesaretlendiren, onun ifadesiyle “mükemmel bir jinekoloğa rastla”mış olmasıdır:

Dünyanın bütün felaketlerinden kendimi sorumlu tutmaktan vazgeçmemi öğütledi bana. Doğanın mucizesini yaşamaya hakkım olduğunu söyledi. Ona teşekkür borçluyum (s.59).

4.2.4.7.2. Sorular

Mektubun son bölümü yazarın sorularından oluşmaktadır. Kaygısını, eleştirilerini, muhalif tavrını, endişelerini bu sorularla ifade eder. On soruda özetlemeye çalışmıştır düşüncelerini. Sorularından birkaçı şunlardır:

Sahtekarlığın bu kadar geçer akçe olduğu günümüzde sana dürüst olmayı nasıl öğretebilirim?

Ve eğer öğretebilirsem, senin de bir gün işkence görmeyeceğine, yakılmayacağına, yok edilmeyeceğine nasıl güvenebilirim?

Seni her tür şovenizmin, dinci, ırkçı ve milliyetçi fanatizmin alevlendiği dünyamıza davet etme cesaretini nasıl gösterebildim? (s. 60).

Yazar son olarak, hayatı boyunca sıkıntılarla karşılaştığında yardımını gördüğü, geleceğe umutla bakmasını sağlayan “haya et”me gücünü, kızına tavsiye eder. Çünkü gerçeğin acı verdiği dünyada tatlı hayaller, insanı memnun edebilir.