• Sonuç bulunamadı

Kişiliğe yönelik çalışmalar, değişik bireysel özellikler üzerinde veya durumlara ait değişkenler üzerinde yoğunlaşan birçok teori ve modelleri kapsamaktadır. Kişilik, bireyi diğerlerinden ayıran ve aynı zamanda insana özgü davranışları da içeren bir kavram olduğundan,

bu davranışların ayırt edici yönlerinin tespit edilerek tanımlanması amacıyla çok sayıda kişilik kuramı bulunmaktadır. Kişilik kuramları ne, nasıl, niçin gibi sorular yönelterek kişiliğin oluşmasında etkili olan etmenleri belirlemeyi hedeflemektedir (8), (33).

Kişilik konusundaki ilk görüşler filozoflar tarafından ileri sürülmüş olup, Aristo zamanında bazı beden salgılarından yola çıkılarak kişilik tanımlama ve sınıflamalarına gidilmiştir (34). Binlerce yıldır düşünürlerin dikkatini çekmiş olmasına rağmen bilimsel anlamda kişilik kuramları 1908 yılında Freud’la başlamış, Adler ve Jung’ la devam etmiş olup psikoloji tarihi açısından ise ilk olarak Gordon Allport’un çalışmaları ile gündeme gelmiştir (35), (36). Kişilik kuramları, karmaşık yapıdaki kişiliği kısa ve açık ifadelerle açıklamaya çalışmasından ve eldeki bilgileri anlamlı bir bütün haline getirmesinden dolayı büyük önem taşımaktadırlar (37).

1.3.1 Psikoanalitik Kuram

1900’lü yılların başlarında Sigmund Freud tarafından ileri sürülen psikoanalitik kuram, bireylerin içgüdüsel ve bilinç dışı davranışlarını incelemekte (38), kişiliğin psikolojik süreçlerine odaklanmaktadır (26). Freud’a göre kişilik ve dolayısıyla davranışlarda belirleyici olan bilinçaltı güdüleridir. Birey, cinsellik ve saldırganlık olarak ifade edilen içgüdüsel dürtüler ile sosyal engeller arasında sıkışmaktadır (39), (17).

İnsanların davranışlarının sebebini bilinçaltı güdüleri olduğunu kabul eden Freud’a göre kişilik; alt benlik (id), benlik (ego) ve üst benlik (süper ego) olmak üzere 3 sistemden oluşmaktadır (40). Kişiliğin biyolojik kısmını id, psikolojik kısmını ego, toplumsal kısmını ise süper ego oluşturmaktadır (41).

Alt benlik (id), kişiliğin temel kısmıdır ve içgüdüleri kapsayan, doğuştan var olan, kalıtımsal olarak gelen psikolojik güçlerin bütünüdür. Freud, id için gerçek ruhsal varlık tanımlamasında bulunmuştur. Çünkü id, gerçeklerden bağımsız ve kişiye özgüdür (42). İd, zevk ilkesini esas almakta ve bütün isteklerin sonucu ne olursa olsun derhal yerine getirilmesini arzulamaktadır. İd’in libido denen bu biyolojik yaşam enerjisini dengeleyerek, bireyi ortamın şartlarına göre uygun bir biçimde ifade etmesi benlik (ego) tarafından yerine getirilmektedir. Ego libidoyu sosyal ortama uygun bir biçimde ifade eden kişilik kısmıdır (33). Ego, çatışma durumunda olan istekler arasında bir uzlaşma yolu bulmakta, hem id’in isteklerini yerine getirmekte hem de dış dünyanın gerçekliğiyle başa çıkmaktadır. Ayrıca birçok yürütme işlevini yerine getirmektedir (42). Yani ego, id’in başlıca engelleyicisi ve kısıtlayıcısı olup id’in isteklerini süper ego’ya uygun hale getirmeye çalışan bir arabulucudur. Kişiliğin üçüncü ve en son gelişen sistemi olan süper ego ise toplumun inandığı doğru ve yanlış kararların kaynağını teşkil eden kısımdır (33), (8). Davranışlar süper egoya uygun olmazsa vicdan tarafından suçluluk duygusuyla cezalandırılırken, uygun ise gurur duygusu ile Kısacası, egonun id ve süper ego

arasındaki arabuluculuğu, her bireyde farklı seviyelerde dengeye geldiği için her insanın kişiliği de farklılık arz etmektedir.

Şekil 2. Psikoanalitik Kuram’a Göre Kişilik Yapısı

1.3.2 Neoanalitik Kuram

Sigmund Freud’un takipçisi olan ancak cinselliğin rolünün psikoanalitik kuramda ifade edildiğinden daha az olduğunu savunan araştırmacılar tarafından geliştirilmiştir (45), (46), (47).

Psikoanalitik kuramın bir devamı olarak gelişen neoanalitik kuram, özellikle egonun işleyişi ve yapısı üzerinde durmaktadır. Bu kuramda bazı araştırmacılar egonun diğer kişilerden veya sosyal ve kültürel ortamdan nasıl etkilendiğini, bazıları ise egonun kendisine yoğunlaşmaktadır. Egonun kendisine yoğunlaşan araştırmalar, egonun çevreye daha yeterli ve hakim olabilmek için bağımsızca hareket

Süper

Ego

Ego

ettiğini ve doğuştan itibaren ayrı bir mevcudiyetinin olduğunu ifade etmektedir. Diğer kişilere, sosyal ve kültürel ortamlara odaklanan araştırmalar ise kişiliğin içsel biçimde sosyal olduğunu vurgulamaktadırlar. Bu açıdan kişiliğin, özellikle kişilerin çok erken dönemlerdeki ilişkileriyle birlikte geliştiğini ortaya koymaktadırlar (19). Sonuçta, kişiliğin oluşması açısından her iki yaklaşımın çıkış noktasını “ego” oluşturmakta ve kişilerin yapmış olduğu davranışlar bu bağlamda açıklanmaktadır (48).

1.3.3 Fenomenolojik (İnsancıl) Kuram

Freud tarafından ileri sürülen içgüdülerin bilinçaltının da etkisiyle davranışları yönlendirdiği görüşüne tepki olarak bu kuram ortaya çıkmıştır. Bu kuram diğer kişilik kuramlarından farklı olarak kişilerin kendi davranışlarından sorumlu olduğunu vurgulamaktadır. Olaylara karşı gösterilen otomatik tepkiler ve bilinçaltı dürtüler tarafından ortaya çıkan güdülenmeler olsa da, davranışlarını belirleme ve karar verme gücü insanlardadır (41). Bu kuramı diğerlerinden ayıran bir başka nokta ise insan doğasına ilişkin iyimser bir bakış açısına sahip olması ve kişinin özgür iradesine inanılarak, kim olduğundan ve nasıl davrandığından kişinin sorumlu tutulmasıdır (49).

Bireylerin ilişkileri, bakış açıları, deneyimleri insancıl kurama göre kişiliği oluşturmaktadır. Böylece kişilerin olayları nasıl öngördüğü ve açıkladığı yönündeki belirli kişisel yapıları, kendilerine özgü ihtiyaçlar veya kendilerini gerçekleştirme gibi kişisel eğilimleri,

1.3.4 Davranışsal (Sosyal Öğrenme) Kuram

Diğer kuramlar karmaşık yaklaşımlar ile kişiliği ifade etmekteyken, davranışsal kuram hayvan davranışlarında da olduğu gibi çevrenin belirleyici olduğunu savunmaktadır (50). Davranışsallık; gözlemlenebilir davranışların söz konusu davranışların sonuçlarına bağlı bulunduğunu ileri sürmektedir (51), (52). Davranışsal kuramı savunan araştırmacılar psikolojinin ölçülebilir ve gözlenebilir yönünün önemini savunarak, toplumsal kişilik ve davranış üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bireylerin çevreleri ile olan ilişkilerinin ve davranışlarının dikkatli bir biçimde gözlemlenmesinin, kişiliğin gelişiminde etkili olduğu (26); pekiştirme, cezalandırma, genelleme ve ayırt etme gibi kavramlarla kişiliğin açıklanabileceği ifade edilmektedir (53).

1.3.5 Bilişsel Sosyal Kuram

Bilişsel sosyal kuram, kişiliğin temeline zihinsel süreçleri ve algıyı yerleştirmektedir (50), (45). Gözlemlenemeyen olayların önceliğini ortaya koymakta, kişilerin bilişsel süreçlerine odaklanarak davranışsal yaklaşımların bir devamı olduğunu savunmaktadır. Yani kişilerin bilgiyi ayırt etmesinde, işlemesinde, depolamasında, düşünme tarzında, kişilerin davranışlarında, gözlemlenemeyen kişisel farklılıkların etkili olduğu ileri sürülmektedir (9), (54). Bu kuram kısaca, kişilerin bilişsel ve davranışsal özelliklerini dikkate alarak, davranışların oluşumunu kişi ile durum arasındaki etkileşimlerle açıklamaktadır.

1.3.6 Özellikler Kuramı

Özellikler kuramı, bireyin kişiliğini temel özelliklerinin bir bütünü olarak açıklamakta olup bu özelliklerin bilinmesiyle bireyin kişiliği de öğrenilebilecektir. Özellikler daha çok birbirine zıt sıfatlar halinde ifade edilen iyi-kötü, gergin-rahat, anlayışlı-anlayışsız gibi yakıştırmalarla açıklanmaktadır (22).

Özellik kuramı, bireylerin çok sayıdaki özellikleri dolayısıyla birbirlerinden farklılık gösterdiğini vurgulamaktadır (55). Ancak, özellik yaklaşımında kullanılan sınırlı sayıdaki özelliklerin kişiliği özetlemekte faydalı olmasına rağmen bunların sayısı hala tartışma oluşturmaktadır (50), (45).

1.3.7 Yapısal Kuram

Yapısal kuram, iki varsayım üzerinde durmuştur. İlki, kişilerin davranışlarında tutarlılık ve süreklilik göstermesiyken, ikincisi kişilerin diğer kişilerden birçok yönden farklı olduğudur. Böylelikle kişilerin bir parçası olan kişisel yapılar sabittir ve kişilik bu bağlamda, kişiden kişiye farklılaşan yapıların kesişmesinden veya bütününden meydana gelmektedir (48).

Yapısal yaklaşım literatürde üç genel bakış açısıyla ele alınmaktadır. Birinci bakış açısı kişiliği, kişilerin fiziksel özelliklerine odaklanarak açıklamaya çalışmaktadır.

İkincisi, kişilerin birbirlerinden ayrılan sürekli ve sabit kişilik özelliklerine sahip oldukları ve bu özelliklerin kişilerin sergilediği davranışlarla gözlemlenebildiği düşüncesine dayanmaktadır. Yani yapısal yaklaşım; yapıların sabit olduğu ve kişilerle birlikte sürekliliğini devam ettirdiği; yapıların her bir kişi için tutarlık ve genellik gösterdiği ve kişilerin sahip olduğu yapıların etkinliği, miktarı ve sayısındaki farklılıkların kişilerarası farklılıkları ortaya koyduğu varsayımlarına sahiptir (9).

Üçüncüsü ise kişilerin ihtiyaçlarına odaklanarak kişiliği açıklamaktadır. Bu bakış açısı genel olarak kişisel ihtiyaçların bir gereklilik olduğu ve kişilerin ihtiyaçlarını gidermeye dönük dürtülerinin bulunduğu varsayımlarına dayanmaktadır (18). Psikoanalitik kuramın etkileriyle ortaya çıkan bu görüş, davranışların oluşmasında kişilerin ihtiyaç ve dürtülerini bireysel yapı olarak görmektedir (19).

Benzer Belgeler