• Sonuç bulunamadı

KEYNESYEN İKTİSADIN GELİR DAĞILIMINA BAKIŞI

2. GELİR DAĞILIMINA İLİŞKİN İKTİSADİ YAKLAŞIMLAR

2.4. KEYNESYEN İKTİSADIN GELİR DAĞILIMINA BAKIŞI

tatmin artar. Friedrich Wieser, Marshall, Wicksell ve A. Lerner göre, tam rekabet şartlarının gelir bölüşümü eşitsizlikleri altında maksimum refah sağlaması mümkün değildir108.

I. Fisher, “Sermayenin Doğası ve Gelir” isimli eserinde sermaye kavramının içeriğini şöyle dile getirmiştir. Hanehalkı ve devletin sahip olduğu toprak ve diğer doğal kaynaklar, toplumu oluşturan bireyler, onların bilinçleri ve hatta insan dışı nesnelerdir.

Fisher ekonomik gelişmenin ana faktörlerinden birinin insan sağlığı olduğuna dikkat çekmek istemiştir. Subjektif gelirin büyük bir kısmını sağlık veya hastalık durumunun belirlediğini iddia eder. Sağlıklı bir bedene sahip kişilerin sağlıklı olmayanlara göre dışsal refahtan pay alması veya gelir elde etmesi daha muhtemeldir109. Fisher’in insan sağlığı ile refah ve gelir gibi ekonomik terimler arasında ilişki kurması sonraki dönemlerde öne çıkan beşeri sermaye kavramı için öncü düşünceler olduğu söylenebilir.

Refah iktisadı alanındaki çalışmaları ile tanınan Arthur Cecil Pigou ise, para ile ölçülebilen refah üzerinde durmuş ve refah ölçütlerini şöyle açıklamıştır110:

-Üretim araçları arasında bir değişiklik olmaksızın ulusal gelirin artışı, -Servetin zenginden fakire aktarılması.

Pigou, sosyal refahın kişisel refahların toplamı olduğu, ekonomik faaliyetlerde devlet müdahalesinin asgari düzeyde olması gerektiği ancak toplam gelirin vatandaşlar arasında adaletli bir şekilde dağıtılması gerektiğini savunmuş ve devletin mümkün olan düzeyde adaleti sağlamakla görevli olduğunu belirtmiştir111.

Klasiklerin “arz-talep-fiyat” üçlüsüne karşılık. John Maynard Keynes, “ tasarruf-yatırım- gelir” üçlüsü ile ilgilenmiştir. Keynesyen teoride fiyat mekanizmasının yerini gelir mekanizması alır. Kişilerin tüketim eğilimi ve tasarruf eğilimi gelirlerine göre değişir113. Keynes, “Genel Teori” sinde para, bireylerin likidite tercihiyle birlikte faiz haddini; faiz haddi yatırımın marjinal etkinliğiniyle birlikte yatırımı; yatırım da marjinal tasarruf meyline bağlı olarak milli geliri oluşturduğunu belirtmiştir. Keynes’in oluşturduğu sistemde beş içsel değişken; milli gelir, istihdam, tüketim, yatırım ve faiz haddidir. Para miktarı ise sistemin dışsal değişkenidir. Kısa dönemde istihdam düzeyinin milli gelir tarafından belirlendiği varsayıldığında içsel değişken sayısı dörde iner. Sistemde üç fonksiyonel ilişki ve bir de özdeşlik denklemi yer alır. Bunlar: tüketim fonksiyonu, yatırım fonksiyonu, likidite tercihi fonksiyonu ve cari milli gelirin( cari tüketim ve cari yatırım) tanımını veren özdeşlik denklemidir. Bu dört denklem ülkeleri fakirleştiren nedenin yatırımla telafi edilmeyen tasarruf olduğunu gösterir. Tasarruf yatırımdan büyükse gelir seviyesi marjinal tüketim meylinin belirlediği çarpana bağlı olarak düşer ve bu düşüş tasarruf –yatırım eşitliğini sağlar. Tasarruf ve yatırım eşitse gelir seviyesi değişmez114. Sadece yüksek gelir gruplarının tasarruf yaptığını ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin gelişme için gerekli olduğunu iddia eden gelenekçi teorinin aksine Keynes, toplumda gelir dağılımında eşitlik sağlandığında düşük gelir gruplarının marjinal tüketim eğilimi yüksek gelir gruplarına oranla daha büyük olacağı için tüketim fonksiyonunun yukarı doğru kayacağını ve istihdam düzeyi ve gelir düzeyinin yükseleceğini iddia etmiştir115.

Sosyal adalet kavramı hem kendi içinde hem de işsizlik ile ilişkisi bakımından Keynes’in Genel Teori’sinde önemli bir konudur. Ancak Keynes’in sosyal adalet konusundaki fikirleri diğer konuların (işsizlik teorisi vb.) gölgesinde kalmıştır. Keynes, gelir ve refahdaki adaletsizliklerin giderilebilmesi için öncelikle işsizliğin azaltılması ve güçlü bir ekonomik büyümenin olması gerektiğini iddia etmiştir116. Keynes, ekonomide dönem dönem yaşanan tüketim ve yatırım daralmalarından dolayı ekonominin yavaşlamasına, daha düşük gelir ve yatırım seviyesinde işsizlik ve fakirliğe sürüklenmesini önlemek için devletin ekonomiye müdahale etmesini önermiştir.

113 Adaçay , a.g.e, s. 184

114 Kazgan, a.g.e, s. 225

115 Adaçay, a.g.e, s.189

116 John e. Elliott and Barry S. Clark, “Keynes’s General Theory and social justice”, Journal of Post Keynesian Economics, Vol.9, No.3, 1987, s. 381,384

Ekonominin gerileme dönemlerinde devletin geniş bayındırlık hizmetleri, kamu yatırımları, bütçe açığı harcamaları ile özel tüketim ve yatırımlardaki yetersizlikleri karşılaması gerektiğini savunmuş, bu müdahaleleri de para ve maliye politikalarını uygulamak suretiyle yapabileceğini belirtmiştir117. Fakat Keynes’in bireylerin gelirlerini harcamaya, tasarruflarının çok az bir kısmını nakit olarak tutmaya yönelik daveti ve istihdam politikasıyla toplumsal sosyal adaletin gerçekleşmesine yönelik çabaları, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir çok ülkede açık bütçe uygulamalarının ve harcama politikalarının olumsuz sonuçlarına mal edilmiştir118.

Keynes gelir dağılımı hakkında makro bir teori geliştirmemekle birlikte kendinden sonraki iktisatçılara ilham kaynağı olmuş ve Keynes’i takiben pek çok iktisatçı devletin ekonomideki rolü ve fonksiyonlarının genişletilmesi düşüncesini savunmuştur. Bu fonksiyonlardan biri de adil gelir ve servet dağılımının sağlanmasıdır.

Yeniden dağılım politikasının en etkin aracı maliye politikasıdır. Gelir ve servet dağılımındaki eşitsizlikleri gidermek yönünden maliye politikası araçları vergi ve kamu harcamaları kullanılabilir119. Keynes’i takip eden iktisatçılardan Boulding, Robinson, Kaldor, Kalecki gibi isimler Keynes’in iktisat teorisinden yararlanarak çok sayıda gelir dağılımı teorisi geliştirmişlerdir. Boulding, millî gelirin ücretler ile ücret dışı gelirler arasında dağılımını sadece toplu sözleşmelere, ücret pazarlıklarına ve müteşebbislerin kabiliyetlerine bağlanamayacağını, bu konuda, etkili olanın, ekonomideki yatırım, tasarruf ve likidite tercihi kararları olduğunu iddia etmiştir. Millî gelir, toplumun elindeki aktiflere yapılan katkılardan ibarettir. Dağılım analizi bu katkıların ekonomideki sınıflar arasında nasıl paylaşılacağını açıklamaya çalışır. Robinson ise, kurmaya çalıştığı makro-ekonomik dağılım modelinde, toplumdaki çeşitli grupların yatırım ve tüketim kararlarının, ücretleri etkiliyerek, uzun dönemde millî gelirin emek ile diğer faktörler arasında nasıl bölüneceğini tayin ettiğini ileri sürmüştür. Keynesyen âletleri ve özellikle çarpan kavramını, gelir dağılımı teorisi kurmak için en etkin kullanan Kaldor olmuştur 120. Kaldor, gelir seviyesini ve bu gelirin dağılımını etkileyen faktörün, yatırım kararları olduğunu iddia eder. Eğer ekonomi tam istihdam sınırında

117 Ulutan, a.g.e, s.482

118 Adaçay, a.g.e, s.191

119 Coskun Can Aktan, Dilek Dileyici, Kamu Ekonomisi I, I. Baskı, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları No:2703, 2012, s.15

120 Erdoğan Alkın, “Keynesyen Gelir Dağılımı Teorisi ve Kaldor Modeli”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecbuası, 29(1-4), 1969, s.133

ise, yatırımlarda meydana gelecek bir artış tasarruf-yatırım eşitliği tekrar kuruluncaya kadar kâr marjlarının artmasına sebep olacaktır. Kaldor’un modeli Harrod-Domar büyüme modelinin geliştirilmiş şeklidir. Harrod-Domar modeline göre, nüfus artış hızı ve doğal büyüme hızı veri iken sistemi dengeli büyüme halinde tutacak tek bir tasarruf oranı vardır. Bu oran, ekonomideki çeşitli sınıfların tasarruf meyillerinin ağırlıklı ortalamasından ibarettir121.

Post Keynezyenler yatırım oranları üzerinde önemle durmuşlar ve yatırım oranlarının ekonomik büyüme ve gelir dağılımı üzerinde etkili olduğunu iddia etmişlerdir. Enflasyonun çözülmesi gereken önemli bir sorun olduğunu ve süreklilik kazanması durumunda gelir dağılımında düşük gelirliler için dezavantaj yaratacağını, özellikle tüketim harcamaları nedeniyle düşük gelir grubundan yüksek gelir gruplarına gelir transferi yaşanabileceğini belirtmişlerdir122.