• Sonuç bulunamadı

Kentsel Yaşamın İki Yüzü: Kentleşme ve Kentlileşme

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

1.1. Kent Tartışmaları

1.1.3. Kentsel Yaşamın İki Yüzü: Kentleşme ve Kentlileşme

Kent olgusunun tanımlanmasında yaşanan farklılıklara benzer şekilde, kentleşme ve kentlileşme olgularının tanımlanmasında da farklılıklar mevcuttur. Geniş olarak kentsel çalışmalarda, özelde de kentsel toplumsal çalışmalarda kentleşme ve kentlileşmenin ne olduğu ya da ne olmadığı konusu oldukça tartışmalı bir konu olmuştur. Kente dair getirilen ölçütler çoğu zaman kentleşmenin de sınırlarını oluştururken, diğer yandan kentleşmenin kentin tanımından tamamen farklı olduğu üzerinde durulmuştur. Bu çalışmada kentleşme olgusu açıklanırken, kentleşmenin yalnızca kent ölçütleri ile açıklanamayacağı ama onun sınırları içinde olacağını, toplumsal değişme bileşenlerinin (iktisadi, sosyal, kültürel, çevresel, siyasal) de etkili olduğunu belirtmeliyiz.

Sezal (1992: 21) ve Erkan (2010:18-19) kent ve kentleşme kavramlarının çoğunlukla birbirine karıştırıldığını; bu iki kavram birbirinden farklı olmakla birlikte, kentleşme kavramının kent kavramıyla beraber düşünülmesi gerektiğini savunur. Erkan, kentleşmeyi kentin bir ya da birden fazla yönde değişmesinin ve kentten farklı olarak devam eden bir sürecin ifadesi, Tekeli (2011a:17) ise kentin belli bir yönde değişmesi olayı olarak tanımlamaktadır.

Sencer (1979:2-3), kentleşmenin belli bir gelişme sürecinde kaynağını bulan yeni ve çok yönlü bir oluşum olarak değişik ve çeşitli görünüşler taşıdığını savunmaktadır. Bu görünüşleri demografik, ekonomik, fiziksel, toplumsal ve yönetimsel yönlerdir. İlk olarak kentleşme nüfusun kent yerleşmelerinde yoğunlaşması noktasında demografik bir olaydır. Kentleşmenin ikinci yönü ise ekonomik kesimler arası bir nüfus aktarım sürecidir. Burada kır toplulukları iş gücü kentlere yönelir. Kırlarda tarım başlıca ekonomik uğraşı olmasına rağmen kentlerde bu uğraş ticaret, sanayi ve hizmet sektörleri şeklinde kendini gösterir. Kentleşme, fiziksel çevre ve yaşam koşullarında beliren bir değişmedir. Kentleşme, bir yönüyle de toplumsal değişme sürecidir. Bu süreç örgütlü olmayan toplulukların örgütlü bir birliktelik kurma sürecidir. Kentleşme son olarak bir yönetimsel örgütlenme sürecidir. Köy topluluklarında yönetimsel örgütlenme yeterli olmamasına rağmen kentte yönetimin çok organlı ve merkezi bir dizge içinde örgütlendiği görülmektedir.

Kentleşme sürecini Kartal (1983: 33-36) ve Ertürk (1997: 14-19) iki uçlu olgular bütünü olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda kentleşme iki ucu olan bir çözülme, yoğunlaşama ve akım olayıdır. Bu iki uçtan biri kır diğeri ise kenttir. Çözülme kırda olmaktayken yoğunlaşma ise kentte gerçekleşmektedir. Çözülme ve yoğunlaşama özelliklerine göre akım da kır ve kent arasında olmaktadır. Yani bu üç olgu bir bütünün parçaları konumundadır. Tüm bu işleyiş biçimi kentleşme sürecini oluşturmaktadır. Şöyle ki, tarımsal üretimin yapıldığı yerler olan kır yerleşim alanlarında tarımda makineleşme, ürün türlerinin değişmesi ve entansif tarıma geçiş, toprak kullanımında ve tarımsal üretimin örgütleniş biçiminde değişime neden olmakta ve nüfusun büyük bir bölümü topraktan kopmaktadır. Bu durumda kırda çözülme denilen olayı başlatır. Kırdaki çözülme, kentlerde iş olanakları yaratan sanayi ve hizmet kuruluşlarının olmasının yanında barınma, eğitim, sağlık, ulaşım ve diğer kentsel olanaklardan dolayı kentte yoğunlaşma denilen olaya neden olur. Nüfus ve ekonomik kaynakların kırdan kente akması farklı nicelik ve niteliklerde olmakla beraber kentten de kıra nüfus ve ekonomik kaynaklar akar. Bu olayda kır ve kent arasındaki akımı oluşturur. Kamu politikalarında bu akımın nitelik, nicelik, zaman ve mekân bağlamında değerlendirilip ülke ekonomisi için olumlu sonuçlar yaratmasına dönük faaliyetlerde kentleşme sürecinin sağlıklı olup olmamasını etkiler.

Kentleşme dar ve geniş anlamıyla ele alınmaktadır. Buna göre dar anlamda kentleşme; kentlerin sayılarının ve içerdiği nüfusun artmasıdır. Kentsel nüfusun artışı ya doğal yolla; doğumların ölümlerden fazla olması sonucu ya da göçlerle gerçekleşmektedir. Bu anlamda dar kentleşme tanımı temelde demografiktir. Geniş anlamıyla kentleşme ise daha çok sanayileşme ve ekonomik gelişme sonucunda kent sayılarının artması ve kentlerin büyümesi demektir. Bu da yüksek bir örgütlenme ve uzmanlaşma düzeyini beraberinde getirir ve insanlar arası etkileşimlerde kentlere özgü farklılaşmalara neden olan bir nüfus yoğunlaşması olarak tanımlanabilir. Üretim biçiminin değişmesinin ağırlık kazandığı kentleşme, tarımsal üretimden tarım dışı üretime bir geçişi anlatır. Köyün kent olma süreci tarımsal fonksiyonların yerini sanayi ve hizmet fonksiyonlarının almasıyla alakalıdır. Üretimin denetlenme fonksiyonu kentlerde toplanırken kentler büyür, yoğunluk kazanır, türdeş olmama ve bütünleşme dereceleri artar (Keleş,2010:27). İşte ülkelerin kentleşme dereceleri de bu geçiş süreci içinde

aldıkları yere göre değişir (Yavuz, Keleş ve Geray, 1973:22). Bir başka açıdan ise, kentleşmeyle ilgili tanımlar üç başlık altında değerlendirilmektedir:

i. Ekonomik-demografik tanımlar:

• Kırdan kente doğru göç

• Milli gelir ve istihdam yapısında ağırlığın tarımdan hizmetlere ve sanayiye kaymasıyla alakalı evrensel ve nicelleştirilebilir bir süreçtir.

• Ekonomideki yapısal değişiklikler, tarımda modernleşme, nüfus yapısındaki değişimler vb. nedenlerin bir sonucu

ii. Sosyo-ekonomik tanımlar:

• Sanayileşme ve hizmet sektörleriyle aynı doğrultu ve hızda geliştiği, bu sektörlerle aynı şekilde mekâna yayıldığı ve istihdamdaki niteliksel gelişmelerle ilişkilendirildiği ölçüde ekonomik ve toplumsal gelişmeyi hızlandırıcı bir faktör

iii. Sosyo-politik, kültürel veya felsefî tanımlar:

• Toplumdaki yapısal değişmelerin her türde, her yönde ve her şekildeki göstergesi

• Ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel faaliyetlerin mekâna yansıması ve mekânı şekillendirmesi süreci (Tolan,1996:161).

Kent, uygarlığımızda önemli bir yere sahip olmasına rağmen kentlileşmenin doğasına ve kentleşme sürecine ilişkin bilgilerimiz yetersizdir. Bugüne kadar kentsel yaşamın özelliklerini ortaya koyma adına coğrafyacılar, tarihçiler, iktisatçılar ve siyaset bilimciler konuyu kendi disiplinleri çerçevesinde ele almıştır. Oysa kente toplum bilimsel açıdan yaklaşmak ve insan toplumunun özel bir biçimi olarak kentin niteliklerini ortaya koymak diğer tanımların yerini almak amacı taşımaksızın, bu tanımlar arasındaki ilişkiyi vurgulamaya yarayabilir. Kentin toplum bilimsel tanımını ortaya koymak, insanın grup yaşamının farklı bir biçimini temsil eden kentlileşmenin özelliklerinin neler olduğunun belirlenmesinde yararlı olabilir (Wirth, 2002: 80).

Kentlileşme ya da bir diğer değişle şehirleşme çoğu kez kentleşmeyle aynı şey zannedilmekle birlikte ondan farklı bir olgudur. “Kentlileşme, kentleşme neticesinde toplumsal değişmenin insanların davranış ve ilişkilerinde, değer yargılarında, maddî ve manevi yaşam biçimlerinde değişiklikler yaratma süreci” olarak ifade edilebilir (Keleş, 1998: 80). Kentli insana has davranışların ortaya çıkışını ve bu davranışların bireysel yaşamda, aile yaşamında ve diğer toplumsal gruplar içerisinde nasıl geliştiğini gösteren bu olgu “sosyal,ekonomik, siyasi, estetik, psikolojik boyutta ve inanç boyutunda olmak üzere altı farklı yönüyle gözlemlenebilir” (Bal, 2015: 120). “Kentli birey, geniş ölçüde, ekonomik, siyasal, eğitimsel, dinsel ya da kültürel alanlardaki gönüllü örgütlerin etkinlikleri sayesinde, kişiliğini ifade eder, geliştirir, statü kazanır ve uğraş alanını oluşturan eylemleri sürdürebilir” (Kaya, 2004: 19) Bu bağlamda “kentlileşme” veya “kentli olmak” bireysel bir değişimi ifade eder. Bu da toplumsal düzeydeki kentleşmenin bireysel düzeye yansımasıdır. Birey odaklı olduğu için de cemiyet içindeki ferdi merkeze alan sosyal psikolojik bir boyutu vardır. Bu anlamda kırdan kente göç eden kişinin kente özgü işler yaparak kente özgü davranışlar geliştirmesi ve kent hayatının ona verdiği bütün imkânlardan faydalanması yönünde bir değişmedir (Erkut,1995: 59-60).

Kentlileşme aynı zamanda bireyin kentsel örgütleri kullanmasıyla da ilişkili bir kavramdır. Sosyolog Ayşe Öncü’nün (1976) de ifade ettiği gibi kentli, örgütlerin yoğurup, şekillendirdiği insandır (akt. Şenyapılı, 1978:36). Şenyapılı (1978:94) da kentlileşmenin düzeyini belirleyen ölçütün örgüt kullanma derecesiyle ilgili olduğunu söylemektedir. Köyden kente göç eden bireylerin kentin tüketim normların benimsedikçe kentli olduklarını savunmalarını sağlayan tüketim pazarı önemli bir araç pozisyonundadır. Köylüler kentin tüketim pazarına çekildikçe, kentle bütünleştikleri, kentli oldukları sanısını taşırlar (Şenyapılı, 1978:14). Ancak kentsel örgütleri kullanmadıkça bu nüfus çağdaş “kentli” tanımlarına aykırı düşmektedir (Şenyapılı, 1978:37). Yani bireylerin kentlileşme düzeyi, kentin örgütlerden kurulu ağına bireyin ne kadar dâhil olup olmadığıyla alakalıdır. Bu ağ bireylerin sadece kentteki tüketim pazarına dâhil olmasından ibaret değildir. Aynı zamanda kente özgü kuralları ve bu kurallara uyma pratiklerini de içermektedir. Chicago okulunun önemli temsilcilerinden Louis Wirth (2002), kent ve bir yaşam biçimi olarak tanımladığı kentlileşmeyi

irdelerken her ikisini de belirli bir gelişme süreci içerisinde değerlendirmektedir. Wirth’e (2002:79-82) göre;

“Kent; birdenbire ortaya çıkmamış bir gelişme sürecinin ürünüdür. Kentin yaşam biçimi üzerindeki etkilerinin ise eski topluluklara egemen olan yaşam biçimlerini dikkate almadan bilinemeyeceğini belirtir. Toplumsal yaşamımızın tarıma, tımara ve köye dayanan daha eski toplumlara dayandığı gerçeğinden hareketle, yaşam biçimi üzerinde kırdan kente göç edenlerin eski yaşam biçimlerinin de etkide bulunduğunu söyler. Bundan dolayı da kentsel ve kırsal kişilik tipleri arasında kesin ve farklı dönüşümler bulmayı beklememek gerekir. Kentlileşmeyi, sadece kentin fiziksel varlığı veya katı bir biçimde mekânla sınırlandığımızda bir yaşam biçimi olan kentlileşmeye uygun bir kavram geliştirmek zordur. Teknolojik gelişmeler kentlerin rolünü, arttırarak kentsel yaşam biçimini kentin kendi sınırları dışına taşırmıştır. Kentlerin özellikle de büyük kentlerin baskınlığının sanayi, ticaret, ulaşım ve iletişim ağları, gazeteler, radyo istasyonları, tiyatrolar, operalar, kütüphaneler, müzeler, hastaneler, üniversiteler, araştırma ve yayın merkezleri, iş kurumları, din ve hayır kurumları gibi kültürel ya da dinlenme ve eğlenceye dönük donanımların kentlerde yoğunlaşmasından kaynaklandığı kabul edilebilir. Bu araçlar sayesinde kent, bir çekim merkezi haline bürünüp kırsal bölgeler üzerinde etkisini arttırdıkça kentsel ve kırsal yaşam biçimleri arasındaki farklar artacaktır. Kentleşme artık, sadece insanların kent denilen yere çekme süreci olarak kalmamakta, insanların kentin yaşam biçimini benimsemesi anlamına da gelmektedir. Kentleşme aynı zamanda kentlerin büyümesiyle birlikte yaşam biçiminin niteliğindeki değişiklikleri de vurgulamaktadır”.

Kentlileşmenin gerçekleşebilmesi için belirli aşamalar vardır. Bunlardan ilki kente gelen bireylerin kentte kalıcı olmaya karar vermeleridir. Bir başka aşaması da ekonomiktir. Kişinin kentte yaşamasını anlamlı kılan bir iş sahibi olması işin kentli tarafından olumlu görülmesi gerekmektedir. İşportacılık, değnekçilik gibi marjinal sektör diye tabir edilen işler kişinin kentle uyumunu engeller. Bir diğer aşama ise kişinin eğitim ve kültür düzeyinin artmasıdır. İlk nesillerde bu zor olduğu için kentlileşmeyi de beklemek çok gerçekçi bir yaklaşım değildir. Son olarak kişinin kente özgü davranış kalıpları edinmesi kentlileşmenin son aşaması olarak değerlendirilir ve bu aşama da bir nesilde gerçekleşemeyecek kadar uzun bir süreç gerektirmektedir (Kaya, 2004: 142-143). İşte kente göç yoluyla gelen bu nüfusun kentte belirli bir kararlılık kazanması yani kenttin

sürekli yerlileri konumuna gelme sürecine kentlileşme denilmekte ve kentlileşme bir toplumsal değişme ve uyum sürecini ifade etmektedir (Sencer, 1979: 292). Bu süreçte nüfus ile kent arasında gelgitler yaşanmakta zamanla kente özgü davranış kalıplarına uyum ya da ona karşı direnç oluşmakta; bu durum ise kent ile bütünleşme ya da bütünleşememeye neden olmaktadır. Bireyin kent ile bütünleşme süreci aynı zamanda

kentlileşme düzeyini de belirlemektedir.

Bütünleşme (Integration) kavramı sözlük anlamıyla tek parça kılma, tamamlama veya bir parçayı da bütüne katma anlamlarına gelmektedir. Köyden kente göç etmiş kişilerin ilk zamanlar kentteki örgütleri kullanma yoğunlukları oldukça düşüktür. Kenti tanımazlar ve iş ya da barınma çevrelerinin dışına pek çıkmazlar. Kentte yaşadıkları halde kentten kopukturlar. Yani ilk dönemde bütünleşmemiş nüfus niteliğindedirler. Bir topluluğun öteki toplulukla kaynaşması anlamında kullanılan bütünleşme genellikle kır nüfusunun kentli nüfusla kaynaşarak tek parça haline gelmesini ifade eder. Bu bağlamda bütünleşme kentleşmenin niteliğini açıklayan önemli bir ölçüttür. Bütünleşememe ise daha çok temelde ekonomik temelli bir durumdur (Şenyapılı, 1978: 71-72). Kente göç yoluyla gelen bireylerin kent ortamında ilk karşılaştığı sorunların başında işsizlik gelmektedir. İşsizlikle geçen süre, kişinin yeni yerleştiği mekâna uyumunu zorlaştırmakta ve kent ile bütünleşmesine engel teşkil etmektedir.

Kentlileşmeyi, kırdaki çözülme sonucu kente göç eden nüfusun kırın özelliklerinden sıyrılıp kentin özelliklerini kazanma süreci olarak tanımlayan Kartal’a (1983:21-23) göre bu süreç iki yönlüdür. Bunlardan ilki “ekonomik bakımdan kentlileşme” dediği, kişinin geçimini tamamen kente veya kente özgü işlerle sağlıyor duruma gelmesiyle gerçekleşmektedir. “Sosyal bakımdan kentlileşme” ise kır kökenli insanın farklı konularda kentlere özgü tavır ve davranış biçimleri, sosyal ve manevi değer yargılarını benimsemesiyle gerçekleşmektedir. İşte kent ile bütünleşme sonucu ortaya çıkan bu ortak değerler ise kent kültürünü oluşturmaktadır.

Kırsaldan kente göç edenlerin kent ile olan ilişkileri konusunda iki görüş ortaya çıkmıştır. İlki belirli bir dönem sonunda kırsal nüfusun sahip olduğu değerlerin (aile, komşuluk ve akrabalık ilişkileri, dayanışma) zayıflama ve ortadan kalkma eğiliminde olacağıdır. Geleneksel değerlerin yerini kentsel değerlerin alması beklenmektedir. Bir diğer görüşe göre ise “kırsal ile bağını kesmeyen köylüler kent ile uyum noktasında

sıkıntı yaşamaktadır. Yoğun göç alan yerler bundan dolayı köyleşme ya da köylüleşme durumunu yaşamaktadır. Gecekondu alanları kentsel teknoloji içinde doğal çevrenin devam etmesi, köy kültürünün ve kırsal yaşam modelinin göçmenlerce yeniden üretilmesi ya da korunması sağlanmaktadır” (Karpat, 1976, akt. Tatlıdil, 1989: 5). Birey ölçeğinde bir değişimin ifadesi olan kentlileşme aynı kent içerisinde semtler arasında dahi farklılık arz edebilmektedir. Buna ekonomik, sosyal, siyasal, psikolojik, inançsal birçok boyut etki eder. Örneğin; yeterli düzeyde kamu hizmetleri alamayan bir semtteki bireylerin kentle bütünleşme düzeyi ile her türlü kamu hizmetine rahatlıkla ulaşabilen bir semtteki bireyin kentle bütünleşme düzeyi farklılık arz edebilir. Kentin imkânlarından yararlanamayan bireylerin kentlileşme düzeyi daha düşük; kentin imkânlarından yararlanan bireylerin ise kentlileşme düzeyinin daha yüksek olması kuvvetle muhtemeldir.

Kentlileşme, kente özgü tutum ve davranışların edinildiği süreç olarak değerlendirildiğinde acaba kır ile ilişkilerin tamamen koparılmasına dair savunulan görüşler ne kadar haklı konumdadır. Şöyle ki, geleneksel yaşam biçimlerinden kopuk bir kent yaşamı kişiyi kentlileştirmekten ziyade kent içerisinde gerçek kimliği ile kentlileşemeyen kimliği arasında bir sıkışıklığa yol açmaz mı? Ya da kentlileşme, kişilerin geleneksel değerlerinden sıyrılmadan da gerçekleşemez mi? İşte bu sorular kentleşme süreci içerisinde vuku bulan kentlileşmeye ilişkin, üzerinde daha çok tartışma yürütülmesi gereken konulardır. Wirth’in(2002) de yukarıda ifade ettiği gibi çoğunluğunu kırsaldan göç edenlerin oluşturduğu bir kent ortamında kırsal yaşam pratiklerinin etkisinin sürebileceği gerçeğinden hareketle; kentsel ve kırsal kişilik tipleri arasında kesin farklılıklar beklemek oldukça zordur. Kent ile bütünleşmenin önündeki en büyük iki engel olarak gördüğümüz ekonomik ve eğitim boyutlarındaki sıkıntılar sürdükçe, bireylerin kentle bütünleşme süreci uzamakta ve bu durum kentlileşmeyi olumsuz etkilemektedir.

1.2. Toplumsal Yapı ve Toplumsal Değişme