• Sonuç bulunamadı

III. Bölüm: KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

3.2. Kavramsal Çerçeve

3.2.3. Kent Kavramı ve KentleĢme

Kent kavramının kapsadığı alanın geniĢ olması sebebiyle bu kavramın tanımlasında da birbirinden farklı ölçüt ve kriterler kullanılmaktadır. Kent; sadece içinde yaĢayan nüfusun miktarıyla değil toplumsal, yönetsel, kültürel, ekonomik ve

91

siyasal faktörlerin de dikkate alınarak tanımlanması gereken bir kavramdır. KentleĢme kavramı ise kent kavramı bağlamında kısaca toplumsal, ekonomik, sanayileĢmeyle birlikte oluĢan nüfus birikimi ve yoğunluğu olarak tanımlanabilmektedir.

Kent kavramı farklı disiplinler tarafından farklı kriterlere göre tanımlanan bir kavramdır. Kente iliĢkin tanımlar kapasamında literatür incelendiğinde bazı tanımlarda sadece kentin iĢlevsel özellikleri, bazılarının sadece morfolojik özellikleri bazılarında ise hem morfolojik hem de iĢlevsel özelliklerin birlikte ele alındığı tespit edilmiĢtir. Morfolojik özellikleriyle tanımlanan kent kavramlarında; kentin büyüklüğü, yayılımı ve nüfus özelliklerini yansıttığı görülmektedir. ĠĢlevsel özelliklerine göre tanımlanan kent kavramlarında ise; kentin sahip olduğu sosyo-ekonomik özellikler; tarım, sanayi, ticaret, hukuk ve tüketim gibi parametrelerin dikkate alındığı görülmüĢtür. Bazı tanımlamalarda ise hem morfolojik hem de iĢlevsel özellikler bir arada kullanılmıĢtır.

Yapılan literatür incelemelerinde kent kavramının farklı dönemlerde dönemin koĢullarına ve kullanıldığı farklı disiplinlere göre farklı boyutlarda ele alındığı tespit edilmiĢtir. Yılmaz ve Çiftçi‟ye göre kent, bir medeniyetin temellerine ve referanslarına dayanan somut iliĢkilerin olduğu bir yerleĢim birimi olarak tanımlanmıĢtır. Weber‟e göre kent; büyük ve yoğun nüfusa sahip, ekonomik iĢlevi olan bir pazar merkezi ve yönetim mekanizması olarak siyasal/yönetsel merkezin var olduğu yerleĢim birimleri olarak tanımlanmıĢtır. KeleĢ ise; kenti ekonomik açıdan, tarım dıĢı alanlarda çalıĢan nüfusun mal ve hizmetlerin, üretim dağıtım ve tüketim sürecinde sürekli olarak değiĢen gereksinimlerini karĢılamak için ortaya çıkan bir ekonomik mekanizma olarak tanımlanmaktadır. KeleĢ, sosyal olgular açısından ise kent kavramını, toplumsal bakımdan birbirine benzerlik göstermeyen bireyler tarafından oluĢturulan iĢ bölümü ve uzmanlaĢmanın geliĢmiĢ olduğu ve nüfusu yoğun olan mekanlarda süreklilik gösteren yerleĢimler olarak tanımlamaktadır. Kent tanımlamalarının hemen hemen hepsinde nüfus yoğunluğunun önemli bir ölçüt olarak ön plana çıktığı görülmektedir. Bu ölçüte

92

göre nüfus yoğunluğunun fazla olduğu veya belirli bir sınırın üzerinde olduğu yerlerin kent olarak tanımlandığı görülmektedir. TUIK ve 442 sayılı Köy Kanunu‟nun nüfus parametrelerine göre ülkemizde kentin 20.000 ve üstündeki nüfusa sahip olan tüm yerleĢimler olarak tanımlarken, Kalkınma Bakanlığı‟nın planlarında kent, nüfusunun 10.000 ve üstü olan yerleĢmeler olarak tanımlandığını ifade etmiĢtir. Tüm bu kent kavramının tanımlamalarında kullanılan ölçütler kısaca değerlendirilecek olursa; kent, nüfus yoğunluğunun belirli bir sınırın üzerinde olduğu, yönetsel bir sınırın ve yapının olduğu, yönetilen sınırlar içerisinde ekonomik iĢlevlerin bulundu ve sosyolojik faktörlerle diğer topluluklardan ayrılan farklı özelliklere sahip yoğun, geniĢ ve daimi niteliği olan yerleĢmeler Ģeklinde tanımlanabilir.

Kentsel geliĢim ve kentleĢme kavramları da kent kavramında olduğu gibi doğrudan nüfus yoğunluğuna bağlıdır. Fakat kentleĢme oranını da etkileyen tek faktör nüfus değildir. KentleĢme kavramı, ekonomik, toplumsal, sosyal ve kültürel boyutları içermektedir. KeleĢ kentleĢme sürecini "sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut

olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda örgütleşme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi” olarak

tanımlamaktadır(KeleĢ, 1995:1-5). KentleĢme süreci geçmiĢten günümüze gerek nüfus yoğunluğunun artması gerekse sosyal ve ekonomik Ģartların geliĢimiyle baĢlamıĢ ve halen devam etmektedir. Kentlerin ortaya çıkıĢı incelendiğinde ilk yerleĢim birimlerinin küçük ölçekli ve köy yerleĢmelerine karĢılık gelecek Ģekilde olduğu bilinmektedir. YerleĢim birimlerinin küçük olması nüfusun az olması, tarımda verimliliğin düĢük olması, yerleĢim birimleri arasındaki mesafenin uzak olması ve ulaĢım araçlarının yetersiz olması gibi sebeplerle açıklanmaktadır. Daha sonraki dönemde tarımsal geliĢmenin yaĢanması, bereketli toprakların keĢfedilmesi, tarımda makine kullanımına geçilmesi gibi önemli geliĢmeler sayesinde yaĢam ve beslenme koĢulları iyileĢmeye

93

baĢlamıĢtır. Bu süreç sonucunda ise nüfusun da giderek arttığı görülmektedir. Tarımdaki geliĢmelere ek olarak demirin aktif olarak kullanılması ulaĢım ağlarının oluĢmaya baĢlamasına sebep olmuĢtur. Verimli toprakların olduğu alanlarda tarımsal yerleĢmeler hızla artarken, verimli toprakların olmadığı alanlarda ise maden çıkarma, çeĢitli aletlerin üretimi, ticaret ve denizcilik faaliyetleri de günümüzdeki kent yapılarının temellerinin atılmasına sebep olmuĢtur. YerleĢim alanların geliĢmesi ve nüfusun giderek artması birbiriyle doğrudan iliĢkilidir. Kentler ortaya çıkmaya baĢladıklarında sadece büyük ölçekli köyler gibi kalmayıp insan yaĢamını da Ģekillendirmeye baĢlamıĢlardır. Antik kent kalıntılarında saray, tapınak ve tahıl ambarları gibi kent merkezlerindeki siyasi, dini ve ekonomik gücü temsil eden binalar bulunmaktadır. Bu binalar kentler oluĢurken sadece binalaĢma değil aynı zamanda siyasi, dini ve ordu gibi toplumsal otoritelerin de oluĢtuğunu göstermektedir (World Watch, 2016).

Tarımsal toplum avcı-toplayıcı toplumdan çok daha büyük enerji ve ürün elde etmeye baĢlayınca yeni oluĢan kentlerde nüfus yoğunluğu giderek artmıĢ ve sosyal bir düzenin de oluĢmasını sağlamıĢtır. II. Dünya SavaĢı sonrasında hızla geliĢen sanayi faaliyetlerinin kentleĢme üzerinde daha büyük bir etki yarattığı bilinmektedir. SanayileĢme faaliyetleriyle yeni üretim faktörlerinin ve iĢ alanlarının oluĢması kentlerin kırsal alanda yaĢayanlar için cazibe merkezine dönüĢmesine sebep olmuĢtur. ĠyileĢen yaĢam koĢulları ve artan refah seviyesiyle hızlı bir artıĢ gösteren nüfus, sanayi kuruluĢlarının olduğu yerleĢmelerin çevresinde toplanmaya baĢlamıĢtır. Öyle ki bu dönemi takiben çalıĢmak üzere kentlere gelen nüfusun barınma ihtiyacını karĢılamak için kent dıĢında sanayi merkezlerine yakın iĢçi mahalleleri oluĢturulmaya baĢlanmıĢtır (Çan, 2010). OluĢturulan bu yeni mahallelerle merkezden çevreye doğru bir yayılım gösteren kentlerin geliĢmeye baĢladığı bilinmektedir. Ülkemiz de II. Dünya SavaĢı‟nın ardından tarımda makineleĢme, üretimin artması, ulaĢım ağlarının geliĢmeye baĢlaması,

94

siyasal ve yönetsel geliĢmelerin yaĢanmasıyla 1950‟den sonra kırsal alanlardan kentlere yoğun göç hareketleri baĢlamıĢtır. Ülkemizde gerçekleĢtirilen ilk nüfus sayımı olan 1927‟de köy nüfusu % 75,78 iken, kent nüfusu % 24.22‟e tekabül etmektedir (Sağlam, 2016). 1950 yılına kadar kır ve kent nüfus oranları çok fazla değiĢikliğe uğramamıĢtır. Fakat 1950‟de kırdan kente göç hareketleri giderek artmıĢ ve nüfusun büyük çoğunluğu kent merkezlerinde yaĢamaya baĢlamıĢtır. 1950 yılından itibaren kır nüfusu azalırken kentler de yaĢayan nüfus giderek artmıĢtır. 1950‟lerde nüfusun yalnızca % 18,5‟i kentlerde yaĢarken 1990 yılına gelindiğinde bu oran % 55‟e yükselmiĢtir. 2000‟li yılların baĢında % 65‟e ulaĢan kentli nüfus idari bölünüĢte yapılan değiĢiklikler sonucunda 2014 yılında % 91,8‟e ulaĢmıĢtır(Kiziroğlu, 2017:153-183). Nüfus çoğunluğunun kent merkezlerinde yoğunlaĢması kentlerin çarpık, düzensiz olmasına sebep olmaktadır.