• Sonuç bulunamadı

B. İntihar: Ağır Ceza

B.2 Kendinden Nefret

Nefret, yöneldiği nesneye/kişiye/şeye duyulan güçlü ilgiyle paraleldir. Kişi, yeterince tanımadığı hiçbir nesne, kişi ya da "şey"e karşı nefret duyamaz. Kayıtsız kalınan hiçbir durumda bireyde nefret oluşmaz. Kişinin kendinden nefret etmesi de kendisini yeterince tanımasıyla mümkündür. Benliğine çekilmeyip kalabalıklar arasında kaybolan ve kendinden uzaklaşan bireyin böyle bir nefreti yaşaması mümkün değildir. Bu yaşam şekli içinde nefret, kişinin kendinden ziyade "öteki"ne çevrilir. Bu şekilde birey, kendini yeterince tanımaktan ve karşılaştıkları sebebiyle kendinden nefret etmekten kurtulur.

Suçla ilişkilendirilebilecek bir kavram olan nefret, karşı tarafa yönelikse, nefreti duyan kişinin haklılığını perçinler. Bu durumda ise birey çok derin bir yara alıp kendi benliğiyle çatışmanın dehşetine düşmez. Fakat nefret kişinin bizzat kendisine yönelikse, birey derin bir umutsuzluk ve çatışma halinin içinde bulur kendini. Bu ise dehşet verici bir umutsuzluk ve çaresizliğin habercisidir. Bu çaresizlik ve umutsuzluk ise, nefretin devamında gelen davranış şekliyle ilintilidir. Nefret edilene yönelik eylem, sert ve acımasızdır. Birey, nefret ettiği insana, düşünüşe ya da nesneye karşı merhamet duyguları beslemeyecek ve en zalim şekilde davranacaktır. Kişinin kendine yönelen nefretinin devamında gelen davranış şekli de karşı tarafa yöneltilenden farklı olmayacaktır. Kişi, kendini bunca umutsuz ve çaresiz bırakan "kendi"ne olan nefretini,

Nefret, daha önce de belirtildiği gibi bir "suç" düşüncesini çağırır. Nefretin varlığı, bir yanlışın da var olduğunu gösterir. O halde kendinden nefret eden kişi, kendine karşı bir suç işlemiştir. Ortada yanlış bir şey vardır.

Kişinin kendine karşı işlediği ve kendinden nefret etmesine neden olacak en büyük suç,

"kendiliğini" unutmasıdır. Benliğine yabancılaşan insan, kendine ihanet etmiştir. Bu unutuşun devamı, ihmaldir. İhmal edilen benlik, çorak, ıssız ve ruhsuzdur. Böylesi bir benliğin kabulü ise oldukça zordur. Bu benliği kabul etmek istemeyen; fakat onu taşımaktan başka bir çaresi olmayan birey, bu "istenmeyen"den nefret edecektir.

Selim'in ölümü itibariyle benliğinin farkına varan Turgut'un karşılaştığı çorak, ıssız ve ruhsuz benlikten rahatsız olduğu görülür. " İnsanların arasına karışıp onlara uyduğum için kendimden nefret ediyorum." (T: 426) diyen Turgut'un kendine duyduğu nefretin sebebi, uyum adına karıştığı dışarısının ona "kendiliğini" unutturmasına izin vermesidir.

İçine gömüldüğü eşya, insan ve hayat kalabalığı içinde Turgut, esas ben'ini unutmuştur.

Üstelik bir süre sonra bu unutuş, bilinçli hale gelmeye başlamıştır; çünkü Turgut, dışarıdaki kalabalık uğruna feda ettiği ben'inden, iç dünyasında olan bitenden korku duymuştur. Gruen, bu kalabalık ve korkuyla ilgili şunları söylemiştir:

" Bize bir şey kazandırmayan nesnelerin mülkiyeti etrafımızı sarmış, kendiliğimiz pahasına da olsa ısrar ettiğimiz değişim bizi yerimizde saydırmaktadır. Dış görünüşte değişim aradıkça; giysilerimizi, evimizi, arabamızı ve elektronik aletlerimizi değiştirdikçe; her gün yaşadığımız belirsizliğe daha az tahammül edebilir hale gelmekteyiz. Görünüşte bu bir çelişkidir, ta ki bu yenilik çılgınlığının bir korkudan kaynaklandığını fark edene kadar; uzaklaştırıldığımız ve bu yüzden bize yabancı ve tehlikeli görünen iç dünyamızla, duygularımızla temas etme korkusudur." (GRUEN, 2008: 129- 130)

Atay'ın kendi hayatlarına kendi özgür iradeleriyle son vermiş iki kahramanı Selim ve Hikmet'in intiharları, kendilerine duydukları nefretin sonucu olarak da değerlendirilebilir. Bu nefret, onların suçluluklarıyla koşutluk göstermektedir. Bilindiği üzere Selim de Hikmet de varoluşsal boyutta suçluluk yaşayan iki trajik kahramandır.

Selim'in suçluluğu, varoluşunun farkındalığı sebebiyle dışarıda olan bitene uyum sağlayamaması, dolayısıyla "oyunbozanlık" yapmasıdır. Fakat daha önce de belirtildiği gibi Selim, bozarak çıktığı oyuna alternatif oluşturamamış, kendi oyunlarına katılımcı bulamamıştır. Bu durum ise onu yalnızlığa sürüklemiş kendini insanlardan soyutlamasına neden olmuştur.

Hikmet de tıpkı Selim gibi oyunlara iştirak edememekten muzdariptir. Üstelik Selim'in aksine canla başla bu iştirak için çalışır; fakat başaramaz. O da tıpkı Selim gibi ve hatta ondan çok daha fazla oyunlar kurar, o kadar kaptırır ki kendini zihnindeki oyunlara gerçekliği algılayamaz olur. Fakat Hikmet, oyunlarında kendisinden başka hiç kimseye önemli bir rol hakkı tanımadığı için tıpkı Selim'in olduğu gibi yalnızdır.

Selim ve Hikmet'te ortak olan şey, başarısızlık hissidir. Aşağıdaki pasajda Selim, Günseli'ye bu başarısızlığın nasıl oluştuğundan ve nasıl bir alışkanlık haline geldiğinden bahsetmektedir:

" ... ilk uyuşmazlığa düştükleri zaman birbirlerinden ayrılmalı insanlar sonra bir çıkmaza giriliyor kendimi hoşgördüğüm her an başka aptallıklar için fırsat yaratıyor başından kesmeli ilk yanılmada ilk hayal kırıklığında son vermeli bu işe sonra başarısızlık bir alışkanlık oluyor...."(T. : 496)

Bahsedilen bu başarısızlık hissi, Selim ve Hikmet'in kendilerine yönelen nefretlerinin önemli bir sebebidir. İnsanlarla olan ilişkisinde beceri isteyen hiçbir işte başarılı olamayan Hikmet, bu yüzden kendisinden nefret eder. Ne bulaşık yıkamada ne de zarf kapatmada başarılı olabilen Hikmet, bu denli küçük uğraşlarda bile ortaya çıkan beceriksizliğinden korkmuş; hayatta büyük hiçbir atılım göstermemiştir.

Hayat karşısında gösterdikleri bu başarısızlık sonucu kendilerini soyutlayan Selim ve Hikmet, bu soyutlamayla birlikte yalnızlıklarını anlamışlardır. Bu durum ise, onları bunca yalnızlığa iten başkalarına karşı duyulan büyük bir öfke doğurmuştur; fakat başkasına yönelen öfke, hiçbir zaman gerçek bir eyleme dökülmemiş, bu öfkelerin acısı, zihinlerinde, orada yarattıkları oyunlarla çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu durum ise, bir süre sonra tatmin edici etkisini yitirmeye başlamıştır; çünkü zihinde başlayan her şey yine orada bitmeye mahkûmdur. Dışarıda ise hayat tüm hızıyla akıp gitmekte, onları bu yalnızlığa ve sorgulamaya itenler başarıdan başarıya koşmakta, Sevgi, bilmem kaçıncı fincan kahvesinde yine haklı çıkmaktadır. Bu durum ise Selim ve Hikmet'te var olan başarısızlık hissini perçinleyecek ve kendilerine duydukları nefreti canlandıracak kadar güçlüdür.

Hikmet ve Selim'in duydukları nefretin eylemsel karşılığı intihar olmuştur. Daha önce de bahsedildiği gibi nefret, yöneldiği "şey"e zalimce bir tavrı getirir. Nitekim kişinin

olmaktan kaçınmamaktadır. Selim ve Hikmet, kendilerini toplumdan soyutlayarak başlattıkları zalimliği, intihar ederek tamamlamışlardır. Nitekim intihar, kişi en değerli mülkünü, hayatını bizzat kendi kararıyla sonlandırdığı dikkate alınacak olursa bireyin kendine yapacağı en büyük zalimliktir. Selim ve Hikmet'e bu zalimliği yaptıran ise umutsuzluk ve korku içinde çırpınan benliklerine/ kendiliklerine daha fazla tahammüllerinin olmaması, kendilerinden nefret etmeleridir.