• Sonuç bulunamadı

Kelamcıların İllet Anlayışı

B. Istılah Anlamı

1. Kelamcıların İllet Anlayışı

Kelamcılara göre illet, “sebep” kavramıyla aynı manada olup başkasının muhtaç olduğu şey anlamına gelmektedir49. Eşari kelamcılar, Yüce Allah’ın, bütün eşyayı kendi irade ve isteğiyle vasıtasız olarak yarattığını, onun dışındaki hiç kimsenin eşyanın yaratılmasında seçme ve illet oluşturma açısından bir etkisinin olmadığını savunurlar50. Bu düşünce ile de illet için şöyle bir tanım geliştirmişlerdir: “İllet, Allah’ın bir şeyin yaratılmasını üzerine bina ettiği ve sonra da buna müteakip eden adetine denir51”. Bu tarifi biraz açıklayacak olursak şöyle diyebiliriz; Allah, hiçbir vasıta olmadan bütün eşyayı ihtiyarî olarak yaratandır. Bu sebeple Yüce Mevla’ya veya sıfatlarına illet denilemez. Ancak “mümkün” olan bazı fiillere illet denilebilir. Örneğin, doymak, yemek yemenin neticesinde meydana gelmektedir. Buna göre yemek yeme, doyma olayının illetidir. Ona bağlı olarak meydana gelmiştir52. Buna göre her yemek yeme doyma eyleminin illeti konumundadır. Bu da, yemek yedikten sonra adeten oluşan doyma hissini ifade etmektedir ki önceden olanın sonradan olana bir etkisi yoktur. Dolayısıyla illet ve ma’lul arasındaki ilişki sıradan bir ilişki olarak kabul edilebilir53.

Mutezile kelamcıları ise illleti hem mecaz hem de hakikat anlamında kullanmaktadırlar. Hakiki anlamı ile illet, kendisi dışındaki her şeyin halini değiştiren her şey için kullanılır. Örneğin şu ifadede olduğu gibi: Hareket, hareket edenin hareket etmesini gerektiren illettir. İlletin mecaz anlamında kullanımı ise iki türlüdür. Bunları da illetin isme ya da anlama tesir etmesi şeklinde tasnif edebiliriz.

a) İlletin isme tesir etmesi

Örneğin siyahlık vasfı siyahın siyah olmasının illetidir, yani o şeyin renginin siyah olarak isimlendirilmesinin illetidir.

b) İlletin anlama tesir etmesi

Bu da iki türlüdür. İlki beyazın siyahlığı ortadan kaldırması gibi olumsuz tesirdir. Diğeri ise olumlu tesirdir. Bu da kendi içinde gruplara ayrılır. Birincisi sebebin sonucuna tesir etmesi gibi zatın tesiridir. İkincisi ise bir vasfı gerekli kılan vasıf uj

tarzındadır. Bütün bunların illet olarak isimlendirilmesinin nedeni, hepsinin bir sonucu,

49 Teftazânî, a.g.e., I, 78; Kefevî, Ebu’l-Beka Eyyub b. Musa Hüseynî, el-Külliyât, Mısır, ts, s.504-505 50 Medhalî, a.g.e., s.9.

51 Ebu Dekika, Mahmud, Kitabu’t-Tevhid, Kahire 1356, s.3. 52 İlletin gerçekleşmesinden sonra oluşan duruma denir. 53 Medhalî, a.g.e., s.20

zorunlu olarak gerektirme (icap) hususunda tesiri olmasındandır. Şu var ki, Mutezili kelamcılar bu kısımlara (mecaz olanlara) nadiren illet adını verirler. Birinci kısımda anlatılan ve hakiki anlamıyla kullanılan illetleri ise illet diye isimlendirirler. Çünkü bunlar, sonuçlarını her halükârda kayıtsız, şartsız zorunlu olarak gerektirirler. Diğer kısımlar ise böyle değildir54.

Kelam ilmindeki illetler meselesinde Mutezilenin anlayışı Eş’arilerden sadece bazı noktalarda farklılık arz eder. Aslında her iki ekol de kelam ilminde illetlerin “mucib” olduğu noktasında birleşir ve genellikle illeti şöyle tanımlarlar: “İllet, bulunduğu mahallin hükmünü değiştiren ve hükmü bir halden başka bir hale taşıyan şeydir”. Ancak bazıları da bunu şöyle ifade etmişlerdir: Yenilenmesiyle hükmün de yenilendiği şey illettir55”.

Kelamcılar ve fıkıhçıların illet anlayışları ile ilgili olarak da şunları söyleyebiliriz. Fıkıhta illet konusundaki tartışma, kelamcılarda “gaib”in karşılığı olan aslın hükmünü, yani Allah’ın emir ve yasaklarından ibaret olan şer’i hükümleri içine almaktadır. Farklılığın kaynağı da buradadır. Kelam ilminde aslın yerini şahit yani beşeri alem ve tabiat almaktadır. Buna bağlı olarak da şahidin illete bağlı olması (ta’lili) geçen problemlere sebep olmaz. Aksine illetin malule bağlanması gibi, hükmün de illete bağlanmasının mümkün olması için şahitteki illetin, mucip ve müessir olması gerekir. Çünkü maksat, bu “illet”in ispat edilmesidir ve bu bütün durumlarda gaibin vasfıdır. Bu meseleyi açıklayan bir örnek olarak Eş’arilerin şu ifadelerini zikredebiliriz: “Bir insanın alim olmasının illeti, alimin zatıyla var olan bir anlam, yani sıfattan ibaret olan ilimdir. Bu illet, yani ilim muciptir. Yani bir insan ilim sıfatına sahip olduğu zaman zorunlu olarak "alim” olarak nitelenir. Alim olmadaki illet ilim olduğundan ve bu ilim de sonucunu zorunlu olarak gerektirdiğinden her alimin böyle bir illete yani ilme bağlı olarak alim olması gerekir. Allah alim ise –ki can alıcı nokta burasıdır- bir “ilim”e bağlı olarak alim olması gerekir. Yani Allah için bir “ilim sıfatı”nın varlığı gerekir. Diğer sıfatlar da böyledir. Şu halde bu noktada kelam ilmindeki ta’lil Allah’ın zatı için sıfatların ispatı gayesiyledir. Kelamcılar kendilerini, sıfatları “gaip”te ispat edebilmek için önce bunu şahitte ispat etmek zorunda hissetmişlerdir. Eş’ariler, sıfatların Allah’ın zatı üzerine zait olduklarını söylemekle birlikte, zikrettiğimiz gibi, şahidin hükmünü

54 Ebu’l-Hüseyin el-Basrî, el-Mu’temed fi Usûli’l-Fıkh, Beyrut 1981, II, 199-200; Cabirî,

Muhammed Abid, Arab-İslam Kültürünün Akıl Yapısı, İst. 2000, s.213.

gaibe taşıyabilmek için, kelam ilmindeki illetin “mucip bir illet” olduğu görüşünü en çok vurgulayan ekol olmuşlardır.

Bu tespitten sonra meselenin özünün aydınlanması için iki grubun görüşlerini sunacağız. Cüveynî (v.478/1085) şöyle demektedir: “Ehli hak (Eş’ariler) bu konuda farklı lafızlarla aynı anlamı ifade etmişlerdir. Bazıları “illet hükmü ortaya çıkaran vasıftır, derken bir kısmı “illet hükmü doğuran şeydir” demişlerdir. Kimileri de illeti “hükümde müessir olan şeydir” şeklinde tanımlamışlardır. Bakillanî (v.403/1013)ise şöyle demiştir: “İlletin gerçekte ne olduğu hususunda itimat edilecek görüş şudur: İllet, bir hükmün veya bir ismin hak edilmesini gerektiren şeydir. İlletin hakikatı hakkındaki gerçek ifade, Bakillani’nin benimsediği görüştür. İllet, vasıf olarak bulunduğu şeyin zorunlu olarak bir hükmü almasını gerektiren vasıftır”56. Bu anlayışa göre illetler, “sıfatların aslı, dayanağı ve vasıflara ulaşma aracı olmaktadır”.

Benzer Belgeler