• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.6. SAHÎH-İ BUHÂRÎ’YE YAPILAN İHTİSAR ÇALIŞMALARI

3.1.6. Kelâmî Konularda İzahlar Yapması

Örnek: 1

( هسفن وا هبلق نم اصلاخ لله لاا هلا لا لاق نم ةمايقلا موي يتعافشب سانلا دعسا )

“Kıyâmet gününde halk içinde şefâatime en ziyâde mazhar olacak kimse kalbinden (yâhud içinden) hâlis olarak Lâ ilâhe illâ’llâh diyendir.”

85. hadiste geçen yukarıdaki son cümle üzerinde durur şefaat konusuna deği-nir ve şu açıklamaları yapar: “(Muhammedü’r-Rasûlullâh) Lâ ilâhe illa Allâh, keli-mesinin tetimmesidir. İkisi yekdiğerinden ğayr-i münfektir. Şefâat-ı makbule-i Mu-hammediyye’den (sav) müstefîd olmayacak ferd-i aferide yoktur. Habib-i Hüdâ aleyhi efdalü’t-tehâyâ Efendimizin bütün halkın hevl-i mevkı’den rahat bulması için bir şefaat-ı âmmesi olduğu gibi bazı küffârın tahfif-i azâbı, müstehakk-ı ikâb olan bazı mü’münin Nâr-ı Cahîmden necâtı, Cehennem’e girmiş mü’minin halâsı, bazı mü’minin bilâ hesâb velâ azâb dâhil-i cinân olması, kezâ dahil-i cinân olan mü’minin

112 Miras, a.g.e, c. XII, s. 108 ve c. IV, s. 277.

ref’i derecâtı için gûna-gûn şefaâtleri vardır. Bu şefaâtler içinden en ziyâde müstefîd olacakların muhlis mü’minler olduğunda şüphe yoktur.”113

Örnek: 2

321. Hadiste Ahmed Naim, Cehennem’in konuşması konusuna değinir. Ha-diste Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Sıcağın şiddeti Cehennemin kaynamasın-dandır. Cehennem Rabbine şikayette bulundu da:“Beni ben yiyorum. İzin ver’’ Allah teala da iki defa nefes almasına izin verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın. En çok maruz olduğunuz sıcak ile sizi en ziyâde üşüten kış işte budur.’’

A. Nâim’e göre sıcağın Cehennem’in sıcaklığından olması, Cehennem’in şikâyeti nefes alması kinâye ve mecâz kabilindendir. Bununla birlikte bunların haki-kat olmasına da hiçbir aklî engel yoktur. Akla aykırı olğunu söyleyebilmemiz için bunların hakikâtlarını bilmemiz gerekir. Bunların hakikâtlarına muttalî olmamız ise imkansızdır. İnsanlardan başka varlıkların konuşması ve idraki var mıdır? Yok mu-dur? Bunu da kendi tecrübe ve duyularımıza bakarak kestirip atamayız. Çünkü ko-nuşma ve idraki kendimizde bulunan koko-nuşma ve idrakle kıyas edeceğimiz için bu bizi gerçeğe götürmez. Elektrik örneğinde olduğu gibi civa örneğinde olduğu bunla-rın hareketsiz oluşuna bakıp da bunları inkâr etmek ne kadar mantıksızsa Cehen-nem’in konuşmadığını söylemek de manasız olur. Bunu ancak onları yaratanı bilir.

Yüce Allah (İsra 17/44) ayetinde, “Hiçbirşey yoktur ki, O’na tesbih ve tahmid edip durmasın. Şu kadar ki, siz onların tesbihlerini anlamıyorsunuz’’ buyuruyor. Tesbih şüphesiz konuşmadır. Her şeyin konuşması kendine göre olur.114

Örnek: 3

546. hadiste İbni Ömer (ra) den: Şöyle demiştir: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Gayb`ın anahtarları beş (dâne) dir ki, onları Allâhu Teâlâ`dan başkası bilemez. Yarın ne olacağını (Allah`dan başka) hiçbir kimse mez. (Ana) rahimleri(n)de ne(ler) bulunduğunu (Allah`dan başka) hiçbir kimse bile-mez. Hiçbir nefs yarın (hayr ü şer) ne kazanacağnı bilebile-mez. (Kezâ) hiçbir nefs hangi

113 Nâim, a.g.e, c. I, ss. 97-98.

114 Nâim, a.g.e, c. II, s. 478.

tarzda öleceğini bilemez. (Allah`tan başka) hiç bir kimse de yağmurun ne zaman geleceğini bilemez.’’

A. Nâim ğayb konusuna değinip Kurtubî (ö. 671/1273)’den alıntı yapıp Lok-man sûresine işaret ederek şöyle der: “Bu hadis aşağıdaki ayeti kerîmenin tefsiridir.

Mevzu olan bu beş şeyi bilmek hiç kimsenin tama’ edebileceği husûsattan değildir.

Kurtubî’nin dediği gibi ‘ilmî gayb’ Allaha mahsustur. ‘Zann-ı gayb’a gelince ondan bahsetmekte beis yoktur. Zîrâ zannın mertebesi ne olursa olsun hiçbir vakit ilim mer-tebesine çıkmaz. Çünkü ta’yin ifade etmez.115

“Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağ-dırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haber-dardır.’’(Lokman 31/34)

Bundan sonra A. Nâim Cin sûresindeki ayeti delil göstererek kerâmeti inkâr eden Mu’tezile’ye cevâp vererek şöyle demektedir: “Aşağıdaki ayette yalnız rusül istisna buyurulmuş olmasını, Mu’tezile evliyânın keramâtını inkara delil etmek iste-mişlerse de, bir resule tâbi’ olan velînin i’lâm-ı ilahî ile umûr-u gaybiyyeden birine muttali’ olması da (kendisi hakkında kerâmet olmakla beraber) tâbi’ olduğu resulün mucizesidir. Arada bir fark varsa o da Nebi ve Resûlun gaybe ıttılaı, vahyin her nev’i ile olabildiği halde velî yalnız rü’yâ ve ilhâm tarîkıyla muttali’ olabilmesinden ve peygamberin da’vayı nübüvvete mukârin olmasından ibarettir.’’

"O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak, (bildirmeyi) diledi-ği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler sa-lar.’’ Cin (72 /26-27) 116

Örnek: 4

665. hadisin açıklamasında ‘Fetret’ kavramını şöyle açıklar: "Fukâha fetret deyince, İsa (a.s) ile Rasûl-i Ekrem arasındaki zamanı kastederler, bu altı yüz küsur sene zarfında gelip geçenlere ‘Ehl-i fetret’ denilir. Ehl-i Fetret üç kısımdır:

115 Nâim, a.g.e, c. III, s. 309.

116 Nâim, a.g.e, c. III, s. 310.

1- Cenâb-ı Hakkın birliğini zekasıyla düşünüp bulan ve bilen kimselerdir.

Kuss b. Saide, Zeyd ibn-i Amr İbn-i Nüfeyl gibi. Bir kısmı bir şeriate dahil olmuştur.

Tubbâ kavmi gibi.

2- Tevhidi tebdîl ve tağyir edip şirki kabul eden ve kendisi için bir şeriat uy-durup tahlil ve tahrim edenlerdi. Amr b. Luhay gibi ki, Araplar arasında putperestli-ğin kurucusudur.

3- Ne müşrik ne de muvahhid olup bir peygamberin, şeriatine dahil olmayan ve kendisi için ne bir şeriat, ne bir din icâd etmeyip bütün ömrünü gafletle geçiren ve zihni böyle metafizik düşüncelerden tamamıyla uzak bulunan kimseler.

Bu üç sınıf halktan ikinci sınıfın ta’zib olunacakları küfürleri gereği muhak-kaktır. Üçüncü sınıf, hakiki ehl-i fetrettir. Bunlar da azaba uğramayacaklardır.117 Örnek: 5

886. hadis Kâmil Miras’a göre Peygamberimizin mucizelerini içeren hadis olduğunu belirterek bu mu’cizeleri şöyle sıralar: “1-Yemen’in, Şam’ın, Irak’ın arka arkaya feth edileceklerini haber vermişti ki, bu haberleri bu suretle tahakkuk etmiş ve Yemen’in fethi Asr-ı saadetlerinde müyesser olmuştur. 2- Bu ülkelerin fâtihleri tara-fından oralarda birer saltanât te’sis edilerek Medine’nin metrûk bırakılacağı haber verilmişti. Bu da tamamıyla tahakkuk etmiştir. 3- Bunların Medine’ye bağlı kalmala-rının hayırlı olduğunu haber vermişti ki, Medine’yi terk etmenin alem-i İslâm için büyük fitnelere kapı açtığı yakın bir istikbalde görülmüştür.’’118

Örnek: 6

1041. hadiste Ayetü’l-Kürsî olarak bildiğimiz Bakara (2/255) ayetinde yer alan “Kürsî’’ lafzını Mütercim Âsım Efendi (ö. 1235/1819)’den alıntı yaparak kendi-si şöyle kelâmî izâhlar yapar.“Kürsî, taht’a denir. Serîr manasınadır. Hâlen iskemle ve sandalyaye kürsî ıtlakı bu münasebetledir. Hükümdara, âlime, mülke de halliyet ve mahalliyet alakasıyle kürsî ıtlâk olunur. Ayetü’l-Kürsî’de vâki kürsî lafzı şerifi-nin zamiri celâle izâfeti istiare-i temsiliyeye veyahut ilm-i ilahîden kinayeye

117 Miras, a.g.e, c. IV, ss. 544-645.

118 Miras, a.g.e, c. VI, s. 237.

mahmûldür. Yahud da mecâz-ı mürsel tarîkıyle mülk ve saltanât murât olunmuş-tur.’’119

Örnek: 7

1483. hadiste Abdullah İbn-i Mesud (ra)’dan gelen bir rivâyette şöyle demiş-tir: Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem zâmanında Ay ikiye bölündü de Nebî sal-la`llahu aleyhi ve sellem: “Şâhid olunuz!” buyurdu.

Kâmil Miras, Ay’ın ikiye yarılması hadisini Müslim (ö. 261/875), Ahmed İbn-i Hanbel (ö. 241/855), Nesâî (ö. 303/915) ve Tirmizî (ö. 279/892)’nin de rivâyet ettiğini, ashâbın âlimleri olan başta Abdullah İbn-i Mesud (ö. 32/652), Abdullah İbni Abbâs (ö. 68/687), Abdullah İbni Ömer (ö. 68/687), Ali İbn-i Ebi Talib (ö. 40/661) ile ashab topluluğundan Enes İbn-i Mâlik (ö. 93/712), Cübeyr İbn-i Mut’im (ö.

59/678-79), Huzeyfe İbn-i Yemân (ö. 36/656) tarafından rivâyet edildiğini belirtir.

Hattabî (ö. 388/998)’den alıntı yaparak şöyle açıklamalarda bulunur: “Ay’ın ikiye bölünmesi mahsûs ve âfaki mu’cizelerin en büyüğüdür. Çünkü bu mu’cize, gök yü-zündeki ecrâm içinde parlak bir surette göze çarpan bir küre üzerinde ızhâr buyurul-muştur. Bu cihetle insân üzerinde medâr-ı ibret tesiri büyüktür ve en açık burhan-dır.’’120

Kâmil Miras bu mu’cize ile ilgili rivâyetleri şöyle özetler: “Bütün bu rivâyet-ler mu’cizenin şu safhalarını belirtmektedir. Mu’cize, 1-Müşrikrivâyet-lerin isteği üzerine, 2- Mekke’de, 3- Peygamberimizin hayatında kendi tarafından, 4- Bir defa ızhâr olun-muş, 5- Ay’ın ikiye bölündüğü, 6- Ve bölükleri dağın iki tarafına ayrıldığı görülmüş-tür.’’

Yine Kâmil Miras’a göre rivâyetler Kamer (54/1-2): “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve “Süregelen bir sihirdir” derler.”

ayetinin izâhıdır. Bu rivâyetler dışındaki rivâyetlerin ve Ay’ın ikiye yarılması kıya-met günü olacaktır gibi görüşlerin çürük olduğunu belirtir.121

119 Miras, a.g.e, c. VII, s. 109.

120 Miras, a.g.e, c. IX, s. 320.

121 Miras, a.g.e, c. IX, s. 321.

Kâmil Miras yine “Ay hakikatte iki parçaya bölünmemiştir, belki ona bakan-ların nazarında öyle görülmüştür.’’diyen Şah Veliyyullâh Dihlevî (ö. 1176/1762), Muhyiddin-i Arabî (ö. 638/1240) gibi âlimlerin görüşlerini de mu’cizeyi aklî izâh yapayım derken sihir derecesine indirme olduğundan kabul etmez. Bu ancak mu’cizeye sihir diyen Mekke müşriklerinin iddiasını doğrulamak olduğunu belirtir.

Sonuç olarak Kamil Miras hadisleri savunan bir yolu benimseyerek şöyle der:

“İnşikâk-ı Kamer bir mu’cizedir, âdete muhâlif bir hârikadır. Onu şöyle böyle te’vil ve tercih etmeyerek olduğu gibi kabûl gerekir.’’122

Örnek: 8

1762. hadiste Kâmil Miras ‘Kevser’ kavramını Tabiîn müfessirlerinden alıntı yaparak izâh eder. Kâdı Iyâz (ö. 544/1149)’ın sened tenkidi yorumuna katılır. Açık-lamaları şöyledir: “Kevser Arabça’da çokluk manasına delâlet eden bir kelimedir.

Araplar sayısı çok, mikdarı bol, kıymeti yüksek olan şeye ‘Kevser’ derler. Ancak bu sûreye verilen Kevser adının medlûlünde ihtilâf vardır. Ulemânın cumhuru, bunun Cenâb-ı Hak tarafından Peygamber Efendimize ihsan buyurulan bir Havz olduğunu iltizâm buyurmuşlardır. İkrime, Kevser’i, Nübüvvet, Kur’ân ve İslâm’la tefsir etmiş-tir. Mücâhid de, “Bütün hayır ve saadettir’’ demişetmiş-tir. Bunlardan başka Peygamberi-mizin şefaati, PeygamberiPeygamberi-mizin mu’cizeleri, şehâdet kelimeleri, beş vakit namaz gibi birçok ma’nalar rivâyet olunmuştur. Bu mübârek kelime bu tefsirlerden hangisine hamlolunursa olunsun hepsinde miktarca feyz, bereket, hayır ve saadet anlamında-dır.”

Kâdı Iyâz: “Kevser hadisi mütevâtiren naklonulan pek az hadislerden birisi-dir. Sıhhatinde hiç şüphe yoktur. Havz-ı Kevsere iman farzdır, onu tasdik ve mevcu-diyetini kabul etmek imandandır. Ehl-i sünnet ve cemaata göre, bu hususta vârid olan her haber zâhirine hamlonulup te’vil edilemez.’’ demiştir.123

122 Miras, a.g.e, c. IX, ss. 319-323.

123 Miras, a.g.e, c. XI, ss. 223-224.

Örnek: 9

2104. hadiste Nebî Salla`llahu aleyhi ve sellem`in: “Her kim rü`yâsında beni görürse, muhakkak o, hak ve gerçek olarak beni görmüştür. Çünkü şeytan benim şekil ve hilkatime giremez” buyurduğu rivâyet olunmuştur.

Kâmil Miras: “Rasul-i Ekrem’i rüyasında gören mü’minin uyanık iken de görmesini hadis şârihleri Peygamberimizin zamanı saadetine tahsis etmişlerdir. Her kim rüyasında Peygamberimizi görürse, muhakkak Medine’ye hicret ederek görecek-tir diye te’vil etmişlerdir. Şu da vardır ki, ahirette görmek suretiyle de rüyanın sıdkı tahakkuk edebilir ki bu da Cennet’le tebşirdir.”

Kâmil Miras bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra kendisi Şerkâvî (ö.

1227/1812) ve bazı mutasavvıfların görüşünü aktararak onların görüşüne katılır.

Açıklaması şöyledir: “Bazı ricâli sofiyye de bu hadisi şöyle tevcih etmişlerdir: “Her kim beni rüyada görürse, muhakkak O mü’mini mütteki beni dünyada mürakebe ha-linde görecektir.’’ demişlerdir ki, İlmü’n-Nefs itibariyle de çok değerli bir tevcihtir.

Şârih Şerkavî de bazı ihvân da bu halin zuhûrunu bildirmiştir."124 Örnek: 10

1918. hadiste Rasûlullah, Allahın rahmeti olmadıkça hiçkimsenin güzel işi ve ibadeti onu cennet koymayacağını bildirir. Kâmil Miras Mu’tezilenin "Vucûb Ala’llah’’ akidesini redderek şöyle der: “Şöyle ki, Mu’tezile taat ve ibadet sevabı ivab eder. Binâenaleyh taat ve sevab Cennet’e girmenin illeti mûcibesidir. Emirlerine itaat eden bir kulu Allah’ın Cennetine koyması aklen vâcibdir. Derler ki, hadis-i şe-rifte bu tez açık bir ifade ile reddolunmuştur. Ehl-i Sünnet mezhebine göre taat ve sevab ile Cennet giriş arasında şeri mülâzeme yoktur. Taat ve ibadet Cennet’e duhûl için sebeb-i âdidir, sebeb-i hakikî Allah’ın fazlı, Allahın rahmetidir.” 125

124 Miras, a.g.e, c. XII, s. 277

125 Miras, a.g.e, c. XII, ss. 72-73.