• Sonuç bulunamadı

Kazancıgil’in Çevirmen Kimliğinin Oluşumu: Çocukluk Yılları ve

1. BÖLÜM: TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL ALANLARIN YENİDEN İNŞASINDA

2.7. Yabancı Akademisyenler için Yürütülen Sözlü ve Yazılı Çeviri Faaliyetleri

3.3.7. Kazancıgil’in Çevirmen Kimliğinin Oluşumu: Çocukluk Yılları ve

Etkileşim ve iletişimde bulunduğu sosyal ilişkiler ağının toplamı olarak ifade edilen sosyal sermayesi508 ile çocukluk yıllarından itibaren içinde bulunduğu çevre(ler)de öncelikle aile ortamında yaptığı gözlemler yoluyla şekillenmeye başlayan habitusu sayesinde Aykut Kazancıgil’in eğitim alanına girmesi zor olmamış ve icra edeceği mesleğe kendisi karar vermiştir. Büyük resme bakıldığında dedesi Dr. Osman Remzi Bey’in509 zaptiye nezareti hekimi, babası Ord. Prof. Dr. Tevfik Remzi Kazancıgil’in kendi gibi jinekolog, amcası Dr. Orhan Remzi Kazancıgil’in röntgen ve fizik tedavi uzmanı ve halası Naşide Zincirkıran’ın biyoloji öğretmeni olarak görev yaptığı gerçeğinin, A. Kazancıgil’in habitusunda özellikle meslek seçiminde etkili olduğu söylenebilir. Ayrıca başta babası olmak üzere diğer aile fertlerinin yanı sıra öğrenim gördüğü yerli ve yabancı eğitim kurumlarındaki hocaları sayesinde çok geniş sosyal ilişkilere ve ağlara sahip olması, A. Kazancıgil’in ne denli büyük bir çevreye (network), P. Bourdieu bağlamında büyük bir sosyal sermayeye sahip olduğunu, sosyal sermayesinin de aynı zamanda kültürel sermayesini yükselttiğini göstermektedir.

Öte yandan A. Kazancıgil’in Tıp Fakültesi’nde okuyarak dünya çapında tanınan bir jinekolog olmasında kendisi gibi jinekolog olan babası Ord. Prof. Dr. Tevfik Remzi Kazancıgil’in doğrudan etkisi (yani hangi mesleği seçeceğine dair kendisine babasından gelen herhangi bir dikte söz konusu değildir) olmamış olabilir ancak yukarıda da ifade

508 Örneğin, ailesinin sanat alanında sahip olduğu sosyal sermayesi yüksek olan bir öğrenci için sanat alanına girmek nasıl kolaysa; ailesinin eğitim alanında sahip olduğu sermayesi yüksek bir öğrenci için de eğitim alanına girmek o denli kolay olacaktır.

509 Türkiye'ye belediyece satın alınan röntgen ve derin şua aletini Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde kurmuş bir isimdir (Bk. Kazancıgil).

142

edildiği üzere aile fertlerinin Tıp Fakültesi mensubu olmasının, meslek seçiminde kendisini dolaylı olarak etkilediği söylenebilir. Hangi mesleği seçeceğine dair babasıyla herhangi bir diyalog içinde bulunmayan A. Kazancıgil, babasının seçimlerinde onu özgür bıraktığını ancak o noktaya gelene kadar kendisinin yüksek sermaye türlerine sahip olması adına gerekli özeni fazlasıyla gösterdiğinin altını çizmiştir: “Hiç sormadı. Bir insana yükleyebildiğin kadar bilgi yükle, o nasılsa kendi kararını verir diye düşünürdü.”510. Doktor olmaya 12. sınıfın ortalarında kendi kendine karar veren A. Kazancıgil’in bu noktada aile fertlerinin dolaylı etkisi açıkça görülebilir.

Babası Ord. Prof. Dr. Tevfik Remzi Kazancıgil kadın doğum alanında bir ekol olmuş, jinekolojik kanser tedavisinde radyumun Türkiye’ye getirilmesine öncülük etmiş mühim bir isimdir. Ayrıca oğlu A. Kazancıgil’in yanı sıra pek çok ünlü doktorun hocalığını da yapmıştır511. 1924 yılından 1969’daki vefatına kadar geçen kırk beş yılda üniversitede otuz dolayında öğretim üyesi, yüzlerce uzman yetiştirmiş, binlerce öğrenciye ders vermiştir. (…)Ord. Prof. Dr. T. R. Kazancıgil geniş kültürü, sosyal çevre edinmedeki başarısı ve kitap tutkusu sayesinde döneminin etkili entelektüel kültür şahsiyetlerinden biri olmuştur. Referans kütüphanesi niteliğindeki kitaplığı birçok araştırmaya kaynak olmuş, vefatından sonra tıp kitapları Cerrahpaşa Kadın Doğum Kliniği’ne, diğer kitapları ise ilgili bölümlere kendi isteğiyle hibe edilmiştir. Örneğin, Adnan Adıvar “Tarih Boyunca İlim ve Din” adlı kitabının kaynakçasında yer verdiği “Son yıllara ait birçok eseri Tevfik Remzi Bey’in kütüphanesinde buldum, teşekkür ederim.”512 ifadesiyle T. R. Kazancıgil’in kütüphanesinin içerik bakımından ne kadar zengin olduğunu vurgulamıştır. Ord. Prof. Dr. Tevfik Remzi Kazancıgil’in jinekolojik patolojiye ait bir atlası, 1952 yılında Paris’te ünlü bir yayınevinde Fransızca olarak yayımlanmıştır. Bu eser sonradan yıllarca satılmış ve pek çok yabancı esere kaynaklık etmiştir. Bu kitabından hemen sonra Fransız Akademisi’nden Akil Muhtar Özden’den sonra ödül alan ikinci hekim olmuş ve 1953 yılında da “Légion d’honneur” nişanına layık görülmüştür513. Sıralanan bilgiler, T.

510 Kazancıgil, s. 106.

511http://hipokratist.com/ord-prof-dr-tevfik-remzi-kazancigil/

512 Sonay Gürgen (Ed.), “Duayenler-Prof. Dr. Aykut Kazancıgil-Sanat Eseri Üretmek Bir Mucizedir”,

Denge, Yıl:11, Sayı:43/2015-2, s. 17.

143

R. Kazancıgil’in toplumsal ve kültürel sermayelerinin ne denli yüksek olduğunu, aynı sermayeler üzerinden sembolik sermaye kazandığını vurgulamaktadır.

A. Kazancıgil Taksim’de bir konakta, kalabalık ve de kültürel, sosyal, dilsel ve sembolik sermayeleri oldukça yüksek, sermaye alış verişinin yapıldığı bir aile ortamında geçen çocukluk yıllarına birçok gözlem ve anıyı sığdırmıştır. Evde şekillenmeye başlayan habitusu ile edindiği sermaye birikimi, aile fertleriyle yaptığı bilgi alışverişinin ve kurduğu iletişimlerin izlerini taşımaktadır. Ayrıca konağa gelen insanların Türk bilim insanı üzerindeki etkileri de kaçınılmazdır. Zira evin giriş katı babasının muayenehanesi olduğundan dolayı eve birçok hasta gidip gelmiştir. Öte yandan A. Kazancıgil babasının hem hastaneden hem de sosyal çevresinden birçok arkadaşının Taksim’deki evlerine geldiğinden bahsetmektedir.

Söz gelimi Fuat Köprülü, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa ve İbrahim Çallı gibi devrin önemli kültür, bilim ve sanat insanlarının gelip gittiği, her köşesi kitaplarla ve sanat eserleriyle dolu Kazancıgil Konağı kültür evi gibiydi514.

Babası o sıralarda İÜ’de profesör olduğu için Alman hocalarla tanışıklığı buradan gelmektedir515. Babasının arkadaşlarıyla, hastalarıyla özetle farklı çevrelerden evlerine gelen yerli ve yabancı kimselerle iletişim kurmuş ve/ya onların sohbetlerine dinleyici olarak katılmıştır. Böylece edinmiş olduğu bu geniş network (sosyal sermaye) ileride bazı alanlarda örneğin yayınevleriyle iletişim kurmasının kapılarını açmıştır. A. Kazancıgil’in ailesinde tecrübe ettiklerini ileride uygulaması, diğer bir ifadeyle kızlarını kendi çevresindeki şahsiyetlerle tanıştırması, habitusun devamı ya da miras bırakılması olarak yorumlanabilmektedir ve kendisinin geleneği sürdürdüğünün şüphesiz bir göstergesidir: “Her ikisinin de bizim eve gelen ve benim tanıdığım kişilerle yakın ilişkileri olmuştur.”516.

514 Gürgen, s.17.

515 Kazancıgil, s. 62-63. 516 Kazancıgil, s. 326-327.

144

20 yaşına kadar bu insanların arasında olan ve çok küçük yaşlardan itibaren farklı kesimlerden birçok insanla aynı ortamda bulunan A. Kazancıgil, bu durumun ne kadar eskiye dayandığını “Kendimi bildim bileli.”517 ifadesiyle betimlemiştir.

“Yerli- yabancı aydınlar gelirdi, akşamüzeri erken saatte gelirler; oturulur, konuşulur, yemek yenir(di). Üniversite Reformu’yla gelen Almanların herhalde yarısından fazlası bizim eve gelmiştir. (...)Ankara’ya yerleşinceye kadar Fuat Köprülü bizim evin müdavimlerinden biriydi. Mükremin Halil Bey, Peyami Safa, Sadrettin Celal, Ahmet Hidayet Reel gelenlerden bazılarıydı ve tabii bütün bir hekimler dünyası ve de özellikle üniversite reformundan sonra Türkiye’ye gelmiş olan Alman hocalar. (…)Mesela Hilmi Ziya Ülken gelirdi. Dönemin maarifçilerinden Cevat Dursunoğlu sık gelirdi, okudukları kitapları konuşurlardı, çok yüksek düzeyde entelektüel muhabbetler olurdu.”518.

A. Kazancıgil’in hatıralarında vurguladığı üzere babası, İstanbul Üniversitesi’nde profesör olduğu dönemde konakta toplantılar düzenlemiştir. Genellikle perşembe veya cumartesi günleri sistematik bir şekilde gerçekleşen ve zamanla bir alışkanlığa dönüşen bu toplantılarda Türk yazar, şair ve bilim insanlarının dışında Alman profesörler gibi birçok aydın kimse bulunmuştur. Perşembe veya cumartesi günleri konakta toplantı olacağı bilindiği için davete gerek duyulmadan isteyen herkes gelmiştir. A. Kazancıgil de söz konusu sohbetlere katılmıştır: “Daima oturur dinlerdim.”519. Bu sayede babasının gerek hastaneden gerek sosyal çevresinden birçok kişiyle küçük yaşlardan itibaren aynı ortamı paylaşma fırsatı bulmuş, kendisinden yaşça büyük bu aydın ve entelektüel kişilerin görüşlerini, tavırlarını, özetle onların habitus ve sermaye (kültürel, dilsel ve sembolik) birliği içindeki tüm özelliklerini gözlemleme imkânı bulmuştur. O sayede kendi hayatına dair karar alma aşamasında dinlediklerinden ve şahit olduklarından faydalanmış aynı zamanda habitusundaki sosyal sermayesini ve dolaylı olarak kültürel sermayesini arttırmıştır. Belki de birçok kişiye kısmet olmayacak söz konusu fırsatları kendi kariyeri, dünya görüşü ve edindiği vizyonu hususunda doğru adımlarla değerlendirmiştir.

517 Kazancıgil, s. 74.

518 Kazancıgil, s. 62-63. 519 Kazancıgil, s. 64.

145