• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL ALANLARIN YENİDEN İNŞASINDA

2.2. Dil Çalışmaları

29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet yönetiminin ilanıyla, Atatürk’ün yaptığı inkılaplar166

halk tarafından milliyetçilik ve akılcılık ilkelerinin; İnönü dönemindeki çalışmalar ise çeviri aracılığıyla hümanist düşüncenin benimsenmesi yolunda atılan adımlar şeklinde ifade edilebilir. Bu çerçevede temelde 2 gelişme gözlenmiştir: 1- Harf Devrimi: Arap alfabesi kaldırılarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1928 yılında 1353 sayılı yasayla 29 harften oluşan yeni Türk alfabesini kabul etmiş ve yasa 3 Kasım 1928 günlü Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 2- Dil Devrimi: 12 Temmuz 1932 tarihinde başlayan ve Türkçenin, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden ve dilbilgisi kurallarından arındırılarak ortak ve milli dil olarak yazı ve konuşma dili olmasını amaçlayan devrimdir167.

Toplumsal uzamda yapılan herhangi bir değişimi gerekli kılan nedenler ile söz konusu değişimin doğurduğu ve/ya doğurabileceği sonuçları arasındaki neden-sonuç ilişkisi kaçınılmazdır. Yapılan literatür taramalarında Harf Devrimi ve Dil Devrimi’ni savunanlar ile karşı çıkanların görüşleri, birçok akademik olan veya olmayan çalışmada tarihsellik temelinde ele alınarak işlenmiştir. Bu çalışmada söz konusu inkılaplara yer verilmesinin sebeplerinden biri ise dönemin mevcut koşullarının üniversite ve akademik eğitim

166 Bu konuda bk. Hacı Veli Gök, “Atatürk ve İnönü Dönemi Kültür Politikaları”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırşehir: Ahi Evran Üniversitesi SBE, 2011, s. 28-29. Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nde kültürel açıdan bir devrim yapabilmesi yolunda mevcut dönemdeki değerler üzerine bazı değişikliklere gitmesi gerekmekteydi. Örneğin; 1- (3 Mart 1924) Halifeliğin kaldırılması, Evkaf ve Şer’iye Bakanlığının kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat yasasının kabul edilmesi, 2- (8 Nisan 1924) Dinsel Mahkemelerin Kaldırılması, 3- (2 Eylül 1925) Tekke ve zaviyelerin kapatılması, 4- (25 Kasım 1925) Fes kullanımının yasaklanması, 5- (26 Aralık 1925) Uluslararası saat sisteminin ve takvimin kabul edilmesi, 6- (17 Şubat 1926) Medeni Kanunun kabulü, 7- (10 Nisan 1928) Laikliğin kabulü, 8- (1 Ocak 1929) Millet Mektepleri adı ile geniş bir okuma-yazma kampanyasının başlatılması, 9- (1 Eylül 1929) Devlet okullarında Arapça ve Farsça derslerinin kaldırılması, 10- (3 Nisan 1930) Kadınlara belediye

seçimlerinde oy verme ve seçilebilme hakkının tanınması, 11- (12 Nisan 1931) Türk Tarih Kurumu’nun kurulması, 12- (19 Şubat 1932) Halkevlerinin açılışı, 13- (12 Temmuz 1932) Türk Dil Kurumu’nun kurulması, 14- (5 Aralık 1934) Kadınlara seçimlerde oy kullanma ve seçilme hakkının verilmesi. 167 Kadir Şeker, İnönü Dönemi Kültür Hayatı (1938–1950), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi SBE, 2006.

57

bağlamında etkilerini görebilmek, gerek halkın gerek bilimsel alan eyleyicilerinin karşılaştığı dil bariyerinden kaynaklanan uğraşlarını yansıtabilmektir.

2.2.1. Dil Devrimi

Latin alfabesinin kabulünden önce yürürlükteki alfabelere bakıldığında sırasıyla Göktürk ve Uygur alfabelerinin kullanıldığı, İslamiyet’in kabulüyle de Arap alfabesine geçildiği görülmüştür168. Arap alfabesini bırakarak Latin kökünden Türkçenin dil yapısına uygun yeni bir alfabe oluşturma fikrine geçiş elbette kolay olmamıştır. Bu bağlamda hem savunanların ne düşündüğüne hem de karşı çıkanların ne tür sebeplerle karşı çıktığına yer vermek, o dönemin koşullarını somutlaştırmış olacaktır.

Dil devrimi, diğer bir ifadeyle abece devrimi özellikle sesliler açısından çok yetersiz olan Arap yazısının atılması ve Latin alfabesinden yola çıkılarak Türkçenin ses düzenine uyacak biçimde hazırlanan yeni Türk abecesi’nin benimsenmesidir169.

Arap alfabesinin yani eski harflerin Semitik dil ailesine ait olması, halkın okuma yazma bilmeyişinin Arap harflerinin öğrenilme güçlüğünden kaynaklanması, yapılması düşünülen düzeltmelerin sağlıklı sonuçlar vermeyeceği, ulusal temelde çağdaşlaşma yolundaki yapılan atılımların faydalı bir şekilde sonuçlanabilmesi, Latin alfabesinin, Türkçeye uyarlanması bakımından en elverişli alfabe olması gibi birçok sebebi, Latin alfabesine geçişi savunanların görüşleri olarak özetlemek mümkündür170. Bu görüşlerin aksine Türkçenin, Arap harflerini kendi bünyesine uydurduğu, Batı medeniyetine girmenin Batı’nın alfabesini almaktan (Örn. Japonya’nın kendi yazısını kullandığının altı çizilerek) geçmediği, halkın okuma yazma bilmeyişinin iktisadi açıdan geri kalmışlıkla ilgili olduğu da Latin alfabesine karşı çıkanların görüşleridir171.

168 Gök, s. 11.

169 Tahsin Yücel, Dil Devrimi ve Sonuçları, İstanbul: Can Yayınları, 2007, s. 184.

170 Zeynep Korkmaz, “Alfabe Devriminin Türk Toplumu Üzerindeki Sosyal ve Kültürel Etkileri”,

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic. Volume 4/3 Spring, 2009, s. 1474.

171 Saim Sakaoğlu, Atatürk, Gençlik ve Kültür, Konya: Selçuk Üniversitesi Yayınları, 1990, s. 79 aktaran Gök, s. 35.

58

Toplumda yer alması sayesinde bireyin sosyallik kazanmasından dolayı kültürel sermayenin sosyal alan içinde konumlandığı görülmektedir. En geniş anlamıyla eğitim anlamına gelen, hem yeniden üretimini hem de paylaşımının sürekliliğini eğitimle sağlayan kültürel sermaye, bu iki devrim ardından sekteye uğramıştır. Bourdieu sosyolojisinde merkezi yer tutan sembolik sermaye ile Dil Devrimi ve Harf Devrimi arasındaki ilişki düşünüldüğünde, eğitimin yaygın olmadığı ve yüksek sınıfların dışında kalanların okullarda okumak gibi bir lüksü bulunmadığından, bulanların ise Latin dilinde yazılmış kaynak ve eserlere, bu dili öğretecek eğitimcilere ihtiyaç duyması gibi birçok husus gündeme gelmiştir. Eski dilde yazılı kitapların çevrilmesi için çevirmenlere, yayınevlerine ihtiyaç duyulması da devrimin ardından getirdiği diğer engeller olarak sıralanabilir.

2.2.2. Harf Devrimi

Arapçadan alınan Osmanlı harflerinin yerine Latin kökenli Türk Harflerinin kabulünün ardından halkın bu yeni dile alışması için bazı adımlar atılmıştır. Tongul172 bu durumu şu şekilde özetlemiştir: 9 Ağustos 1928 itibariyle halkın her kesiminin yeni harfleri öğrenmesi için alfabeler basılmış ve onlara bu yeni harfleri içeren tablolar verilmiş, gazeteler önce 8/10 satırdan başlayarak Türk harflerini kullanmaya başlamış, daha sonra ise tamamen bir sayfalık haberi Türk harfleriyle yayımlamaya başlamıştır. Ankara’da ve İstanbul’daki bazı devlet dairelerinde kurslar açılmıştır. Müfettişler, yeni harfleri öğrendikten sonra öğretmenlere öğretmekle sorumlu tutulmuşlardır. Öğretmenler kursu bitirdikten sonra sınava tabi tutulup başarılı olanlara belge verilirken, başarısız olanlar da 15 gün sonra tekrar sınava girerek yine başarılı olamadıkları takdirde meslekten ihraç edilmişlerdir173.

Yeni Türk dilinin öğrenilmesi yolunda atılan adımların ötesinde bazı sorunlar da yaşanmıştır. Söz gelimi eski yazının ve eski yazıyla yazılmış eserlerin yasaklanması bilgi birikimine erişimi engellenmiştir. Devrimin etkisini olabildiğince çabuk göstermesi amaçlanırken aslında eski ile yenin ilişkisi de kesilmiştir. O dönemdeki ortalama %10 civarındaki okuma yazma oranı, alfabenin değişmesiyle birlikte azalmıştır. Yazarların,

172 Neriman Tongul, Türk Harf İnkılabı, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 33-34, Mayıs-Kasım, 2004, s.122.

59

aydınların, öğretmenlerin ve devlet memurlarının, vd. yıllarca kullandıkları ve benimsedikleri alfabe kullanımdan kalkınca görevlerini ya da mesleklerini yapamaz olmuştur. Hiç bilmedikleri keza yazma yönü dahi farklı olan bir alfabeye alışmak ve kullanmak, eski yazıyla okuma yazmayı bilenler için oldukça zor bir durum haline gelmiştir.

2.2.3. Kültürel Adımlar

Atatürk, inkılapların halka benimsetilmesi ve ulusal bir devlet yaratmak yolunda halkın da mesaisine ihtiyaç duyulduğunu vurgulamıştır. Bu görüşü kapsamında 19 Şubat 1932’de Ankara başta olmak üzere birçok kentte Halkevleri kurulmaya başlanmış, çalışmaların tek elden yürütülmesi adına da yurdun değişik yerlerinde çeşitli isimlerle anılan dernek ve vakıflar Halkevleriyle birleştirilmiştir. Sonuç olarak Aydın, Bursa, Çanakkale, Denizli, Eskişehir, İstanbul, Samsun ve Van’da Halkevleri açılmıştır. Daha sonra diğer illerde açılan Halkevleriyle bu sayı kısa sürede 500’e ulaşmıştır174.

Kültür ögelerini ortaya çıkarıp geliştirerek milleti bilinçli, birbirini anlayan ve seven, ortak bir amaca bağlı hale getirebilmek, kültür, amaç ve düşünce birliğini güçlendirecek bir toplum oluşturmak, köylü ile kentli ve/ya aydınlar arasındaki ilişkileri düzenleyerek köy çalışmalarını yürütmek, Atatürk döneminde Halkevlerinin kuruluş amaçları arasında görülebilir175. Halkevleriyle ayrıca milli kültür unsurlarının ortaya çıkarılması ve okul çağını geçmiş bireylere yeni kurulan devletin ve yönetim biçiminin anlatılması amaçlanmış, bu yönüyle halk üniversiteleri olarak değerlendirilmiştir. (...)Halkevlerinde düzenlenen konferanslar, gösterilen filmler, sahnelenen tiyatrolar halkta ilgi uyandırmıştır176. Aynı zamanda Halkevleri kuruldukları yerlerde dergi, kitap ve gazete

174 Şeker, s. 18.

175 Anıl Çeçen, Atatürk’ün Kültür Kurumu Halkevleri, Ankara: Gündoğan Yayınları, 1990, s. 122 aktaran Gök, s. 84-85.

176 Bu konuda bk. Çeçen, s. 143, 145, 147, 152, 163, 164, 166 aktaran Gök, s. 90. “1933’te Halkevlerinde toplam 1633 toplantı yapılmıştır. Yapılan bu toplantılara, 500.569 kişi katılmış ve bir yıl içerisinde 915 konferans, 373 konser ve 511 tiyatro oyunu sahnelenmiştir. 1934’e gelindiğinde Halkevlerinin sayısı 80’ne kadar çıkmıştır. Bu yıl içerisinde ise 1537 konferans, 402 konser ve 539 tiyatro oyunu

sahnelenmiştir. Aynı yılda 97 bin kitap okunurken okuyucu sayısı yarım milyonu geçmiştir. 1935’te ise, 782 gösteri düzenlenmiş, 776 konser yapılmış, 1503 konferans verilmiş, 1867 spor günü, 564 gezi düzenlenmiş ve 291 bayram kutlaması yapılmıştır. 1936’da, edebiyat kolu 29 konferans, 15 oturum ve 6 gösteri düzenlerken, güzel sanatlar kolu 2 sergi, 8 konferans, 25 konser ve 3 gösteri düzenlemiştir. 1937’ye gelindiğinde ise Halkevlerinin sayısı 150’ye yükselirken, 1938’de ise bu sayı 209’u bulmuştur”.

60

basımı gibi işlerle de ilgilenerek kültürel hayata canlılık kazandırmıştır177. 1940’lardan sonra Halkevlerinde edebiyat ve tarih olmak üzere çeşitli konularda verilen konferanslar 3 şekilde yapılmıştır: 1- Profesörler ve doçentler tarafından verilen, 2- Halkevlerindeki üyelerin konularını kendilerinin belirleyerek verdiği, 3- 1939’da halkevlerinin tümünde verilmesi istenilen konferanslardır178.

Daha sonraları Türk kültürünü olabildiğince en üst seviyede halka yayma çabasını hızlandırıp Halkevlerini daha sistematik hale getirebilmek amacıyla Halkevleri kendi içinde 9 ayrı kola ayrılmıştır: Dil ve edebiyat kolu (Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin doğal bir organı haline gelmiştir), güzel sanatlar kolu, halk dershaneleri ve kurslar kolu, köycülük kolu, kütüphane ve yayın kolu, sosyal yardım kolu, spor kolu, tarih ve müze kolu ve temsil kolu179. Halkevleri özellikle Türk dilinde yeni kelimeler, kökler türetilmesi ve halk dili araştırmalarında önemli başarılara180 imza atmıştır181.

2.3. Hitler Almanya’sından Kaçan ve İstanbul Üniversitesi’nin Kuruluşunda Rol