• Sonuç bulunamadı

İstanbul Üniversitesi Reformuyla Türk Akademisyenlerin Sermaye Türlerindeki

1. BÖLÜM: TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL ALANLARIN YENİDEN İNŞASINDA

1.3. Pierre Bourdieu’nün Sosyal Alan, Sermaye ve Habitus Kuramları Bakış Açısıyla

1.3.3. İstanbul Üniversitesi Reformuyla Türk Akademisyenlerin Sermaye Türlerindeki

Fransız bilim insanı Pierre Bourdieu’nün literatüre kazandırdığı sermaye türlerine yukarıdaki alt bölümlerde ayrıntılı bir biçimde değinildi. Yapılan kaynak taramasında farklı sayıda ve başlıkta sermayenin sınıflandırıldığı117 ifade edilmektedir. Sermaye biçimlerine aşağıda kısaca yer verilmiştir.

Bireyler ya da gruplar, başkalarıyla etkileşim halindeyken kendilerine değer sağlamak uğruna sermayelerini devreye sokar. Sermaye yatırım faaliyetleriyle toplanır, miras yoluyla devreder ve elinde bulundurana yarar sağlama imkânı sunar. Söz konusu niteliklerinden hareketle P. Bourdieu, sermaye kavramını sadece ekonomi alanıyla sınırlandırmayıp alanlara göre birbirinden farklı 4 türde kullanmıştır118:

117 Krşl. Görgün Baran ve Özsöz. 118 Ünal, s. 115.

42

1- Ekonomik Sermaye (Servet, maddi ve mali değer),

2- Kültürel Sermaye (Kıt sembolik mal, beceri, bilgi, unvan ve diploma), 3- Sosyal Sermaye (Bir gruba üye olarak kazanılan güç, toplumsal bağlar), 4- Sembolik Sermaye (Pratikteki yansıması ve/veya toplamı, itibar, onur)119.

Türk akademisyenler ve sermaye biçimleri arasındaki ilişki ele alınmadan önce, Alman bilim insanları ve üniversite reformu arasındaki bağlantıya aynı alt bölümde değinilmiştir.

Ekonomik sermayenin hazırlanan çalışma için önemi; İstanbul Üniversitesi’nin kuruluş yıllarında Türkiye’nin ekonomik sermaye açısından diğer bir deyişle ekonomik sermaye düzeyinin alanların gelişmesi açısından yeterli düzeyde olmamasıdır. Ekonomik sermayenin üniversitelerdeki alanlar için önemi, başka toplumlarla kurulacak ilişkilerle, bölümlerin güçlendirilmesi ve bilgi alışverişinin gerçekleşmesinden geçer. Ancak o dönemde bilimsel alanın çöküş halinde olmasının dışında, ekonomik sermayenin yetersiz olması da ayrı bir olgudur. Dolayısıyla özellikle Almanya’dan gelen akademisyenlerin, yeni üniversitenin dönüşümünde ekonomik sermayeyi karşıladıkları da söylenebilir. Bu saptama, somut olarak gözlemlenebilen bir ekonomik sermaye akışını değil, bölümlerin yapılanmasında gereksinim duyulacak olan bir ekonomik sermayenin, dönemin koşulları nedeniyle kendiliğinden oluştuğunun göstergesidir. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik açıdan geçirdiği zor dönemlerinde, ekonomik sermayenin eksikliğine rağmen Alman hocaların gelişiyle ülkemizin bilimsel alanda aradığı sermayeye kavuşması anlamına gelmektedir.

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere ekonomik sermaye; sadece mal ve paradan anlamına gelmediğinden, Alman bilim insanlarının Türkiye’ye gelişi, toplumsal alanları ayağa kaldıracak ve ileri taşıyacak insan sermayesinin elde edilmesini temsil eder. Alman profesörlerin kendi alanlarında dünya çapında üne sahip olmaları, o dönem üniversitesi için yalnızca sembolik ve kültürel sermaye anlamına gelmeyip, seçkin bilim insanlarının Türkiye’ye gelmek zorunda oluşları, ekonomik sermayenin de sağlanması anlamına gelmekteydi. Dolayısıyla İstanbul Üniversitesi örneğinde Türkiye’nin medeniyet yolunda yeniden ayağa kalkmasında gereksinim duyulan kültürel ve sembolik sermayeye ulaşmak

43

için, yurt dışına öğrenci gönderme ve uzun yıllar bu sürecin sonucunu bekleme zarureti, bu sayede kendi içinde çözüme kavuşmuştur. Alman bilim insanlarının Türkiye’ye gelişi, ülkenin ekonomik sermayesine sağladığı katkıyı da yansıtmaktadır.

Alman bilim insanlarının sosyal sermaye sahibi olmaları, toplumsal ağları ve insan ilişkilerini kullanarak Prof. Malche ile iletişime geçmeleri, gerek sembolik gerek fiziksel şiddetten kaçmak amacıyla da sosyal sermayelerini kendi avantajlarına dönüştürmek istemeleriyle örneklendirilebilir120. Daha fazla ayrıntı vermek amacıyla Richard Jenkins’in121 “Pierre Bourdieu” adlı kitabında sembolik şiddetin, grupların ve sınıfların meşru kabul ettikleri sembol ve anlamların dayatılış süreciyle bağlantılı olduğuna yer vermek doğru bir saptama olacaktır122.

İstanbul Üniversitesi’ne gelen Alman profesörler, birçok bilimsel çalışmaya imza atmış, yüksek kültürel sermayeye sahip, alanlarının önde gelen isimleri ve de dünya çapında tanınan, sembolik sermaye sahibi bilim insanlarıydılar. Söz konusu dönemin seçkin bilim insanlarına ulaşmak ve onlara ülkemizin toplumsal olarak yeniden yapılanmasında danışmak, kolay sağlanabilecek bir ortam değildi. Bu bilim insanlarına ulaşabilmek için öncelikle dil konusundaki engeller nedeniyle yıllar süren dil eğitimi gibi ve yine uzun zaman alacak, zaman ve para açısından da oldukça zorlu bir süreç gerekmekteydi. Alanlarında dünya çapında üne sahip bilim insanları, siyasi sebeplerden ötürü ülkelerinde oluşan kaotik ortamdan kaçmak suretiyle Türkiye’ye gelince123, tüm engeller aşılarak, sembolik sermayesi yüksek bilim insanlarıyla dönüşümün başlama imkânı doğmuştur. Bu durumda bilimsel çaba, öğrencilerin tek yönlü çabası değil, karşılıklı bir çabaya dönüşmüştür. Şöyle ki normal koşullarda kendilerine ulaşılması oldukça zor olan ve yabancı dil bariyeri dolayısıyla da iletişim kurulması oldukça güç olan, sembolik sermayesi dünya çapında oldukça yüksek Alman bilim insanlarının alanları dönüştürme çabasına dönüşmüştür. Sembolik sermayenin etkisi, yeni kurulan üniversitedeki öğrencilerin motivasyonu artırmış ve gelen bilim insanlarının niteliğine duyulan güvenle tüm ülkede bir moral ve heyecan ortamı yaratmıştır. Bu sayede, alanlarda önemli bir

120 Bu konuda bk. 2. Bölüm.

121 Richard Jenkins, Pierre Bourdieu (Key Sociologists). London: Routledge, 1992. 122 Türk, s. 613.

44

rekabet atmosferi gerçekleşerek alanların iç dinamikleri oluşmaya başlamıştır. Sembolik sermayesi yüksek hocaların kürsülerde ders vermesi, bu hocalar sayesinde Almancayı öğrenme ve Almanya’da bilimsel gelişimi devam ettirebilme motivasyonu da ayrıca önemlidir. Alman profesörlerden ders almanın, yurt dışına eğitim amacıyla giden Türk öğrencilerde sembolik sermaye sağladığı, öte yandan gerek Türk öğrencilerin gerek Türk bilim insanlarının yurt dışındaki saygınlıklarını artırdığı da bir gerçektir.

Türkiye’ye gelen sığınmacı Alman akademisyenlerin tercümanlığını yapıp onlarla aynı akademik alanda eyleyici olarak konum almak ve kolektif bilimsel çalışmaları kaleme almak gibi üniversite reformuyla oluşan imkânlar, Türk bilim insanlarının kültürel ve sosyal sermaye edincine katkı sağlamıştır. Bahsedilen durum toplumsal yapımız ve bilimsel literatürümüz açısından oldukça önemlidir. Söz konusu sermaye türleri, günümüzde tüm üniversite ve sosyal alanlarda eyleyicilerin sıklıkla başvurduğu önemli sermaye biçimlerini meydana getirmektedir. Türk akademisyenlerin o süreçte edindiği sermaye birikimleri, toplumsal sermayeye dönüşerek Türk toplumunun sermaye birikimini, daha doğrusu yapısını (diğer bir ifadeyle eyleyicinin ekonomik, kültürel, sembolik ve sosyal sermayelerden hangisine veya hangilerine sahip olduğu) ve miktarını (yani eyleyicinin sermayelerinin çok ya da az olması) oluşturmaktadır.

Toplumsal mekânda sermaye denildiğinde akla ilk olarak eyleyicinin sahip olduğu kazanç veya diğer mali değer(ler) anlamındaki ekonomik sermaye gelir. Ancak kıyaslama, sermayeye tanınan niteliklerinden dolayı yapılmaktadır. Sosyal/Toplumsal sermaye eyleyicinin toplumda önceden bildiği ve destek görebileceği, itimat ettiği kimselere vurgu yapar. Kültürel sermaye de, sosyal hayatta yüksek seviyede olduğu düşünülen değerlere yönelik bilgi sahibi olmak demektir. Son olarak sembolik sermaye de bireyin bizzat kendisiyle alakalı olan görünüş, şeref, prestij, duruş, davranış biçimleri ve konuşma alışkanlıkları gibi özellikleridir124.

Darülfünun dönemindeki eğitim anlayışı ile üniversite reformuyla Batılı anlamda kurulan İstanbul Üniversitesi’ndeki eğitim anlayışı ve uygulamalar kıyaslandığında, Darülfünun’da ezbere dayalı bir eğitimin verildiği, öğrencilere soru sorarak kendi

124 Yel, s. 570.

45

görüşlerini ifade edebilecekleri bir ortamın sağlanmadığı, hocaların ders anlatımına dayalı tek yönlü bir ders akışının olduğu, bilgileri uzun yıllar hiç değiştirmeden öğrencilere tek taraflı olarak aktardığı söylenebilir125.

Buna karşın yeni üniversitede kurulan kürsülerde öğrenciler uygulama derslerini Fransız üniversitelerindeki gibi küçük gruplar halinde yürütmeye ve Alman üniversitelerindeki gibi amfilerde öğrenim görmeye başlamıştır. Ayrıca Türk öğrenciler lisansüstü çalışmalar ve araştırmalar yapmak amacıyla yurt dışına gönderilmişlerdir. Türk akademisyenlerden bazıları çeviriler aracılığıyla yabancı bilim insanlarıyla farklı bir bilimsel alanda kolektif çalışmalar yürüterek toplumsal sermayelerini geliştirirken, bazıları da yurt dışındaki kurumlarda yönetici kimlikleriyle görev alarak hem sembolik hem sosyal sermayelerine yatırım yapmışlardır. Böylelikle yurt dışında itibarları artmış ve bunu da belgelemişlerdir. Örneğin, Kahire Üniversitesi’nin fahrî Hukuk Doktoru olan Prof. Celal Sarç’ın Almanya’nın “Büyük Liyakat” ve Fransa'nın “Légion d'Honneur” nişanlarına layık görülmesi ülkemiz dışında da kazandığı saygınlığın diğer bir deyişle sembolik sermayesinin arttığının da göstergesidir. Prof. Sarç, ayrıca kendi çalıştığı İktisat Fakültesi’nin izniyle New York’taki Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nda ve Kolombiya Üniversitesi’nde misafir profesör olarak çalışması da sembolik sermaye edincinin bir başka göstergesidir.

Yukarıdaki kuramsal bilgiler ışığında Prof. Ömer Celal Sarç örneğinden yola çıkarak Türk doçent ve asistanların bu süreçte edindiği çoklu kimlikleri ile kültürel, sosyal ve sembolik sermayeleri üniversite kurumunun değişmesiyle gerçekleştiği ifade edilebilir. Türk akademisyenler sığınmacı Alman profesörlere yazılı ve sözlü çeviri desteği vererek çevirmen kimliği kazanmış, özgün üretim ve yerli akademik üretimleri de zamanla edindikleri yazar kimliğine dönüşmüştür.

Öte yandan Türk akademisyenlerin habituslarındaki gelişimin tetikleyici gücü gibi niteliğe sahip yabancı akademisyenler; özellikle kültürel, sosyal ve sembolik sermayeleriyle topluma yaptıkları hizmetler, gerek akademik üretim gerek yetiştirdikleri öğrencilerin toplumsal alanlara eyleyici olarak katılımıyla toplumun dönüşümünde öncü

125 Detaylı bilgi için Bk. 2. Bölüm.

46

role sahip olmuşlardır. Bu anlamda sermaye terimiyle neyin kastedildiği bilimsel olarak açıklandıktan sonra, bireysel sermayelerin toplumsal sermayeye dönüşmesi sonucunda ülkenin dönüşümünün nasıl sağlandığı gözlemlenebilir.

Sermaye, her oyuncunun oyunda kullanmak üzere elinde bulundurduğu kozdur126. Her koz farklı oyunda farklı işleve sahiptir, her sermaye türü farklı alanlarda farklı işlev görebilir. Sermaye kavramı, sadece üretim ve tüketim mallarının üretimini kolaylaştıran kaynakları değil, bunun yanında normlar, rol beklentileri ve sosyal saygınlığı da içermektedir127.

P. Bourdieu söz gelimi kültürel sermaye ve ekonomik sermayenin birbirinden başka mesleklere ve iktisadi gelir seviyelerine göre beğenilerin ve tüketim alanlarındaki odak noktalarının değişebileceğini ifade etmeye çalışmıştır128. Eyleyicilerde var olan sermayenin hacmi ve türü birbirinden farklı olduğundan, kazandıkları sermayenin yapısı ve hacmi eyleyicilerin sosyal uzamdaki yerini belirler. Sermayenin hacmi, çoktan aza doğru ilerlerken; sermayenin yapısı da ekonomik sermaye ile kültürel sermaye arasında değişir129. Bazen herhangi bir ekonomik sermayeye sahip olmadan bir üniversite profesörünün, sanatçının ya da kalemi güçlü bir yazarın yüksek bir kültürel sermayeye sahip olması, ekonomik sermayede görece bir yer edinmesini sağlayabilir. Yüksek kültürel sermayeye sahip olanların konumlarını, düşük bir ekonomik gelirle ancak daha seçkin yollarla dışa vurması söz konusu olabilir130. Kültürel sermaye; bilimsel bilgi, estetik tercih, kendini sözlü olarak ifade etme yeteneği, kültürel açından farkında olma hali ve eğitim alanında başarılı olma gibi birçok özelliği içine almaktadır. Fransız bilim insanı burada kültürün ve kültürel sermayenin bir güç kaynağına dönüşebileceğini vurgular131.

Öte yandan sosyal sınıf farklılıkları incelenirken, sermayenin hacmi ve yapısı sermayelerin sınıflara göre dağılımlarına işaret etmektedir. Bourdieu’nün, 1984 yılında

126 Görgün Baran ve Özsöz, s. 6. 127 Ünal, s. 114-115. 128 Wolfreys, s. 479. 129 Ünal, s. 114. 130 Wolfreys, s. 479- 480. 131 Swartz. s. 186.

47

yayınlanan “Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste (Fr. La Distinction, 1979)” adlı kitabında yer verdiği üzere, ekonomik sermayeyi ellerinde bulundurmaları sebebiyle toplumdaki ekonomik kaynakların büyük bir kısmına sahip olanların diğer bir ifadeyle tahakküm132 eden üst sınıfın kültürel sermayesi, görece daha az olabilmektedir. Öte yandan bilim insanlarında da, bahsi geçen durumun genellikle aksi gözlenmektedir. Bahsedilen zıt yapının yeni küçük burjuvazilerin meydana getirdiği orta sınıflarda farklılaştığı, kültürel sermayenin ve ekonomik sermayenin istikralı bir şekilde var olduğu dikkat çekmektedir.

Önemli miktarda ve değerde sermayeye sahip eyleyicilerin alanda iktidar olması muhtemeldir. Hiyerarşinin en üstünde ekonomik sermayeyle tayin edilmiş ekonomik alan, hemen alt sırasında kültürel sermayenin meydana getirdiği kültürel alan, ardından bürokratik alan, akademik alan ve sanatsal alan şeklinde devam etmektedir133. Böylece aynı alanların hem kendi içlerinde hem de kendi aralarında çatışma doğar. Fransız sosyolog eyleyiciler arasında süregelen çatışmayı veya mücadeleyi, toplumsal hayatı dinamik tutan esas olarak ele alır. Bütün toplumsal düzenlemelerin merkezinde iktidar uğruna mücadele söz konusudur. Aynı mücadele yalnızca mali varlıklar yoluyla değil aksine sembolik varlıklar aracılığıyla sürdürülür. Ayrıca kültürel varlıklar arasında gösterilen eğitim alanında sahip olunan kariyer, modern kesimlerde bir eyleyiciyi diğerinden farklı kılan yeni bir değişken olarak görülmektedir134. Alandaki mücadele sahalarına bakıldığında kültürel ve ekonomik tüm kurumların, (diğer bir ifadeyle ekonomik sermayeyi ve kültürel sermayeyi elinde tutanların) kendi iktidarlarını kurup devam ettirmeye hizmet ettiği gözlemlenmektedir. Örneğin eğitim kurumları, egemen grupların habitusunu alarak sanki öğrenciler arasındaki herhangi bir ayrım olmaksızın bu habitusun sınırlarına dâhil olma hakkına hepsi sahipmiş gibi sunmaktadır135.

132 Güncel Türkçe Sözlük, “Tahakküm: Baskı, zorbalık, hükmetme” www.tdk.gov.tr (Erişim Tarihi: 18.10.2018, 17.29).

133 Pierre Bourdieu, Practical Reason: On The Theory of Action, s. 272. 134 Kaya, s. 417.

135 Richard Harker, Cheleen Mahar ve Chris Wilkes (ed.). An Introduction to Pierre Bourdieu. Londra: MacMillan, 1990 aktaran Hüseyin Bahadır Türk, “Sihirden Nefret Eden Bir İlüzyonist: Bourdieu, Gelenek ve İdeoloji”, Güney Çeğin, Emrah Göker, Alim Arlı ve Ümit Tatlıcan (drl.). Ocak ve Zanaat içinde. İstanbul: İletişim, 2014, s. 615.

48

1.4. Pierre Bourdieu’nün Kuramlarıyla İstanbul Üniversitesi Reformuna Genel